Yorum

Bulgaristan Demokratikleştikçe Türk Düşmanlığı Eriyecek

BULTÜRK Derneği Genel Başkanı Rafet ULUTÜRK ile Reportajın tamamı

*** Benim asıl derdim, toplum önünde suskun kalmaya gayret gösteren aydınlar olarak geçinen kesimdir. Bu arada yönetici takımın topluma karşı beslediği ilgisizliğe ve vurdumduymazlığa da dem vurmaktayım.
*** Gerçek vatansever Bulgarlar hariç, sizin bahsettiğiniz o sözde patriyortlar, yolunu şaşırmış birer zavallı beslemedir ve asıl onlar güzelim ülkemize büyük zararlar vermeye devam ediyorlar…

Soru Mümin TOPÇU Misyon Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni

*** SOHBET MASASI ***

Misyon Gazetesi’nin “Sohbet Masası” köşesinin ilk konuğu BULTÜRK Derneği Genel Başkanı Sayın Rafet Ulutürk, gazetemizin Genel Yayın Yönetmeni Mümin Topçu’nun sorularını cevaplandırdı.

– Sayın Rafet Ulutürk, son yıllarda bizim toplumu ilgilendiren bir çok hassas konunun üzerine sanki ölü toprağı serpildi, bunlar adeta kimse tarafından dillendirilmiyor, çözüm yolları aranmamakta, bir çok çevrede tamamen ilgisizlik ve vurdumduymazlık hakim. Bence, bu “ölü toprağı” bir şekilde kaldırmalıyız. Niyetimiz yakın zamanda bizim gazetenin “Sohbet Masası” köşesinde önemli bir sürü söyleşi gerçekleştirmek, fakat hiç kimseye çanak sorular sunmaya niyetimiz yok, amacımız daha ziyade konuşulmayan aktüel konuları gündeme taşımak ve çözüm yolları aramak. İlk konuğumuz siz oluyorsunuz. Bu sefer dernekçilik ve gazetecilik faaliyetleriniz üzerine sohbet etmeyeceğiz, çeşitli medya vasıtalarıyla zaten bunları fazlasıyla paylaşıyorsunuz. Beni daha ziyade sizin sahip olduğunuz kişisel görüş ve düşünceleriniz ilgilendirmekte, çünkü bir hayli zamandır bizim toplumla iç içe ve haşır neşir içindesiniz.

– Mümin bey, belli ki, bu yaz sıcağında niyetiniz beni sıkıştırıp bayağı ter döktürmek, fakat her zamanki gibi, ben zaten şeffaflıktan ve açık sözlülükten yanayım. Benim asıl derdim, toplum önünde suskun kalmaya gayret gösteren aydınlar olarak geçinen kesimdir. Bu arada yönetici takımın topluma karşı beslediği ilgisizliğe ve vurdumduymazlığa da dem vurmaktayım.

 

Kendinizi kısaca tanıtır mısınız? BULTÜRK Genel Başkanı olarak amacınız nedir?

Balkanları (Bulgaristan’ı) Türkleştirmeye giden Fatih Sultan Mehmet torunlarından bizlerde birisiyiz. Benim de Atalarım Arda ırmağı boylarında, yaşadığımız toprakları vatan bilip altını üstünü cennet yapanlardandır. Bulgaristan Türkleri Balkanlara, Avrupa’ya Türk İslam kültürünü, yaşam ve üretim tarzını, ahlak ve hoşgörüsünü bir ortamda yan yana yaşarken güçlü bir inanç ve dünya görüşüne dayalı devlet anlayışını da buralara götürmüşlerdir. Bizler, Balkanları Haçlı Seferlerinden kurtaran ve orada yaşayan herkese 300 ile 545 yıl aralarında değişen fakat huzur ve barış yaşatan Osmanlı devleti ve onun dayandığı o topraklara yerleşen halktır.

İsmim Rafet Ulutürk. Evli ve iki çocuk babasıyım. Köyümün bir tarafımızda Köşdere diğer tarafımızda Kırca Ali barajının suları akıp geçerken bizlerde su gibi akıp rüzgâr gibi Türkiye Cumhuriyetine doğru akan Türk Dünyası okyanusuna ulaşanlardanız. Arka ırmağı, enerjisini denize taşıyan gücü “Kırca Ali”, “Soğuk Pınar” (Studen Kladenets), Orta Köy (İvaylovgat) gibi üç barajda toplayıp türbinlere akarak Bulgaristan’ı nasıl aydınlatıyor ve yoluna devam ediyorsa, biz Bulgaristan Türkleri de özünü koruyarak ve yoluna devam eden kader yolcularıyız. BULTÜRK (Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği) Bulgaristan Türklerinin aydınlanma yolunda bir aşamadır. Bizler kıvrım kıvrım akarak hızla ilerlediğimiz Akıncılar yurdundan koparak, sıraladığım baraj sularının durağan bir güç olarak türbinlere akıp enerji olması ve etrafını aydınlatmasıyla mukayese edilebiliriz. BULTÜRK İstanbul’da 33 aydın tarafından kurulan bir nüvedir. Aydın şapkalı bir kitle derneğidir. Tek amacı Bulgaristan Türklerine değişen dünyayı okumayı, anlamayı ve anlatmayı, öğretmektir. BULTÜRK Gazetesinde de dediğimiz gibi “Bilgi ordusu bizim ordumuz, Bildiğimizi öğretmek bizim görevimiz” sloganı altında yolumuza devam eden Alpleriz. Bundan daha kutsal bir hedef olamaz. Özümüzde her gün daha güçlü yanan iki lamba var: KÜLTÜR ve HİZMET. Kültürümüz Türk kültürü, hizmetlerimiz de Dünya Türklüğüne hizmettir.

 

Soru Mümin TOPÇU

Türkiye’de dernek kurmanızı kim istedi neden bunu yaptınız?

Bizden Türkiye’de dernek kurmamızı hayat istedi. Yaşadığımız 1984-1989 soykırım denemesi ve gördüğümüz zulüm zorunlu kıldı. BULTÜRK’ü hayata çağıran, 1989 Mayıs Ayaklanması ruhumuzu yaşatma gereği, “Büyük Göç” acıları oldu.

İstanbul’da büyümüz Şair Mehmet Çavuş’un İstanbul “Çemberli Taş” Cuma sohbetleri geleneğinden destan yaratma zamanı geldiğini gördük ve işe soyunduk. İtiraz eden olmadı. Onların Büyüklerimizin arkasında bıraktıkları dergilerden geçmişi, doğruları ve yanlışları görme imkânımız da oldu. Bu arşivin tamamını topladık tek tek inceledik. Sanki herkes yeni bir pencere açılmasını ve hava almayı bekliyormuş. BULTÜRK ortak İstanbul’da yaşayan büyük bir çoğunluk olan Bulgaristanlı aydınların bir araya gelerek irade ve birlikte dökülen alın terinin ürünüdür.

 

Soru Mümin TOPÇU

Kendinizi bir Türk milliyetçisi olarak tanıtıyorsunuz, şimdiye kadar Bulgaristan’a veya Bulgarlara hiç zarar verdiniz mi?

İhtiyacı olana, konu-komşusuna, halkına yardım eden herkes hayırseverdir. “Covid-19” ile mücadelede derneğimizde de genç ve hayırsever ordumuz her geçen gün katlanarak güçlendi, büyüdü. Bizim için toprağına bir fidan diken herkes yurtseverdir. Bizim vatanseverliğimizde Türk milliyetçiliği özdür, çünkü 20. yüzyılda düşman saldırılarına hedef olmuş, yok edilmek istenmiş ve kendini korumak isterken çelikleşmiş, pekişmiş ve güçlenmiştir. Yurtseverlik insanın yaşadığı ülkeyle, vatandaşlıkla, okuduğu kitaplarla ilgili bir şey değildir.

Milliyetçilik Türk kimliğinde bir öz çizgidir. Türk için nerede olduğu önemli değildir, Türk neredeyse o da oradadır. Sürgünde, hapishanede, dayakla, hor görülmekle, ötekileştirilmekle erimez, hatta daha da güçlenir, satın alın(a)maz, öz değiştiril(e)mez bir niteliktir. O bizim imanımızdadır. Büyük ve küçük milliyetçi de olmaz. Türk kimliğini, töresini ve ahlakını yaşatan, Türk kimliğiyle yaşayan Türk milliyetçisidir. Türk milliyetçiliği tarihten beri hiç kimseye düşman değildir. Özündeki ateşte insan sıcaklığı, insan sevgisi canlı olan her şeye sevgisi saygısı özellikle de kimsede olmayan merhameti vardır. Türk milliyetçisinin ortamına, vatanına, başka bir milletten olana hiçbir döneminde zarar vermesi söz konusu olmamış-olamaz. Kimse milliyetçi doğmaz. İnsan milliyetçi yetişir, bilgilendikçe ona daha da yaklaşırsın. En büyük hocası ise hayat birikimidir. Çelişkileri çözerek, mücadele içinde pekişir.

Türk milliyetçisi farklılıklarıyla gurur duyar ve farklılıkların birliğinden güç doğacağına inanır. Milliyetçilik her gün körüklenen, kızıştırılan, ateşlenen bir şey değildir. Bir değişmeceli örnekle anlatayım. “Elinizde bir kömür parçası olsa ve bunun kendiniz olduğunuzu düşünün, kömür ateşe yaklaştıkça ısınır ve kıvılcım kaparak yanmaya başlar, ateşten uzaklaştıkça da nasıl soğuyorsa soğusun her zaman içindeki yanma potansiyelini içinde korur”.

Bir Türk milliyetçisi de öyledir. Normal ortamda en iyi insandır, düşman karşısında yenilmez aslandır.

Yabancıların sözlerine bir bakalım: Albert SORE’ye göre “Dünyada iki bilinmeyen vardır. Biri kutuplar, diğeri Türkler.” “Türkler Asya’nın güçlü ulusudur”. Alman tarihçi HAMMER’e göre ise “Tarih, Türker’den çok şey öğrendi. Onların elinden çıkma öyle eserler var ki bunlar Medeniyetin birer ziynetidir”. Pier LOTİ ise “Türk, asillerin asilidir, yapma olmayan, gösterişi bulunmayan bu pek yüce asalet ona tabiatın hediyesidir”, M.ULMAN’da ‘Türk gibi ölüme gülerek bakan bir eri başka hiçbir ulusta bulamazsınız. Yalnız ona iyi bir komutan gerektir”. Evet, Türk bir karıncaya yol verirse işte o bir insan, işte o bir Türk milliyetçisidir. Gelelim Bulgarlara; Bulgar Türk’ten gördüğü iyilikleri başka hiçbir kimseden görmemişlerdir. Yemek yapmayı, yıkanmayı, yorgan döşek içinde yatmayı bile bizden öğrenmişlerdir…

Kral Ferdinand – Türk yorgan yastığı Sofya’ya götürmüştü… Okumak isteyen Şakir Abinin yazısından daha detaylı okuyabilir: https://www.bghaber.org/bghaber/ferdinand-ve-turk-yorgani/

Bizler ışığımızı Mete hanla yakanlarız, Kürşat’ın, Alpaslan’ın elindeki meşalede de biz varız, Selçuklu-Osmanlı ile devam edenleriz, Fatih çağı açarken elindeki meşalede yine biz vardık, Abdülhamit hanla, Mustafa Kemalle devam edenlerdeniz, şimdi de Yeni Güçlü Büyük Türkiye’nin oluşumunda ve çok yakında YENİ TÜRK BİRLİĞİ KURULUŞUNDAKİ MEŞALEDE DE YİNE BİZLER OLACAĞIZ. VARDIK VARIZ VAROLACAĞIZ Şimdiden Türk Dünyasına ve tüm mazlumlara hayırlı olsun.

 

Soru Mümin TOPÇU

Türkler, neden Bulgarlara karşı kin ve nefret beslemiyorlar?

Türk milleti büyük bir millettir. Tüm Dünya devlet kurmayı bizlerden öğrenmiştir. Bizler koruyucu ve öğreticiyiz. Paylaşmayı bilir. İnsanların ihtiyaçlarını okumayı bilir ve el uzatanı boş çevirmez. Böyle nitelikleri olan bir halkın “kin” veya “nefret” beslemesi söz konusu olabilir mi, olamaz. Bulgarlar arasında “mındar”, “kanun kaçağı”, “ruhu bozulmuş”, “dış ülkelerde kafasına Türk düşmanlığı aşılanmış” tipler yetiştirilmiştir.

Bunların daha fazlası, pek tabii ki, kurdun peynirin içinde büyüdüğü gibi Osmanlı’nın bağrında, İstanbul’da “Robert Koleji” gibi Amerikan özgürlükçülüğü yuvalarında yetiştirilmiştir. 1860’larda Osmanlı devleti Tuna boylarını “pilot bölge” olarak geliştirmeye çalıştı. “Kolyo Fiçeto” gibi ustalara kemerli köprü kurdurup kese dolusu altın veren yine Osmanlıdır. Rusçuk – Varna arasına demiryolunu çeken de Osmanlı. İstanbul’da 29 bin Bulgar gencinde milli uyanış mayalanmasına engel olmayan da Osmanlı. Fakat Kilise çanları iplerini Bulgarların eline verdi.

Bunları “Türklere düşman olun” diye yapmadı her halde! Osmanlıdan 52 devlet çıkmış, bunların hiç birinde Bulgar’daki gibi tavır yok. Bir imparatorluğun içinden bir milli devlet çıkması, bir ailenin kızını kocaya vermesi gibi bir şeydir. Bu durumda “ayrılıkta hayır vardır” deriz. Zaman gelir yeni aile çoluk çocuk sahibi olur ve dedelerine el öpmeye gelir. Eğer bu olmadıysa, kusur Türklerde değildir. Bizim anlayışımıza ve dünya görüşümüze göre su akarken durulur ve zamanla her şey düzelir. Biz Bulgaristan Türkleri kimseye uşak değiliz, bizler vatandaşız, haklarımız tanınır, vasıflarımız görülüp değerlendirilir ve problemler ortadan kalkar. Adım atma sırası artık onlardadır.

 

Soru Mümin TOPÇU

Bulgaristan’daki Türkler ve oradan gelen göçmenler neden Bulgarları seviyorlar?

 

İnsan, kendisine örnek olduğu, yardım eli uzatanları kendisine faydalı olabildiği insanları sever. Türkler, Birlik ve beraberlik olmayı, birlikten güç olduğuna inanan bir millettir. Atalarımız Bulgaristan topraklarına geçtiklerinde bir defa kanlı haçlıların yolunu kesmişler, ikincisi, Bulgar ordusunu esir alıp askerlerin 2 gözünü de ateşte kızarttıkları demirlerle oyan Romalılardan Bulgarları kurtarmışlardır.

Ayrıca Bulgarlar toprağı sürmeyi, hayvancılığı, yün işlemeyi, dokumacılığı, zanaatları bizlerden öğrenmiştir. Bulgaristan’da ilk fabrika Türk parasıyla kurulmuştur. Bulgar ticaret ruhu, atölye ve dükkânlarda birlikte çalışma geleneği Osmanlı devrinde gelişmiştir. Ortak bir ortamda ortak bir üretim kültürü geliştirmişiz.

Bulgar esnafı Türk hoşgörüsünün ürünüdür. Esnaf demek, yardımlaşma ve anlaşma demektir. Bulgar aydınlanması Osmanlı ortamında gerçekleşmiştir. Dahası var, 1877-78 Plevne savaşında, Türkler ve Bulgarlar Rus esaretine birlikte düşmüşlerdir. Bugün de aynı sömürgecilik bağlarını koparmaya birlikte çalışıyoruz.

Hiçbir zaman unutulmamalıdır. Bulgaristan’a güneş her sabah Türkiye üzerinden doğar. İnsanoğluna yürüyeceği kısa yolu gösteren Sabah Güneşinin gölgesidir. Bu ise, ne Kuzey ne de Batı’dır. Bizi yaşatan onu bunu sevmemiz, tanımadıklarımıza hayranlığımız değil, hayat gerçeğine bağlılığımızdır. Biz Bulgar olmadan da olabiliriz ama onlar bizsiz olabilir mi? Sorun budur! Bakınız, 30 yılda çöktü, dağıldı yok oluşa doğru gidiyor…

 

Soru Mümin TOPÇU

Ya Bulgarlar, ülkelerinde yaşayan Türkleri seviyorlar mı?

Sevgi saygı kişisel ilişkilerde belirleyici olandır. Halklar insan topluluklarında yaşar. Sosyal ortamda ilişkileri ve etkileşimi belirleyen toplum sözleşmeleridir. Bunun bir adı da anayasa ve yasalar, kısaca hayat kurallarıdır. Şu iyi bilinmelidir. Biz Türkler, dikey bir toplumsal düzenden geldik (İslam dini). Dinimiz ve devletimiz bunu simgeler. Aile yapımız da dikeydir.

Son söz sahibi atamız, işbölümüne göre hiyerarşik bir yapımız vardır. Edebimiz bu yapıya saygımızdan kaynaklanır ve güç alır. Adaletimiz-Ahlakımız bu sistemin kurallarını yaşatandır. Kuşkusuz 142 yıllık Bulgaristan-Hıristiyan kültürünün ağırlıklı ve dayatmacı olduğu ortamda bizde de kırılmalar ve eğirilmeler olmuştur.

Fakat bizler her gün 5 defa secdeye duran bir milletin evlatlarıyız, devlet sorursa biz de soruruz inancıyla nefes alıp veririz. 1879 Bulgar Anayasası, Tırnova’da Osmanlı Kaymakamından kalan konakta kabul edilse ve sözde parlamenter demokratik bir Prenslik kurmayı amaçlasa da, daha ilk günde işler yoluna girmemiştir. Bir defa parlamento (meclis) insanların temsil edildiği bir kurumdur.

1879’da, istatistiklere bakılırsa Bulgar Prensliğine verilen topraklarda yaşayan nüfusun %52’si Müslümandır.

Seçim yapılmış, ama Bulgarca bilmediklerinden dolayı seçilen Türkler meclisteki sandalyelerini oturamamışlardır, sudan bahaneler uydurularak yerine Bulgar poturlular oturmuştur.

Bulgaristan’da Türk nüfusun temsilcileri birinci anayasayı imzalamamıştır. Rus idareci General Korsakov 6 müftü bulup Türk milleti adına parmak bastırmıştır. Anayasada Prenslik nüfusunun yarıdan fazlası Müslümandır, dilleri Türkçedir, dinleri İslam’dır, kendi geleneklerine göre hayat tarzları vardır ve kurumlaşmışlardır, yazmıyor.

Yazmadığına göre, ancak Bulgarların anayasası olmuş oluyor. Yani daha o zaman biz “istenmeyenler” listesine alınmış olduğumuzdan, geleceğin çok karanlık olduğunu görebilenler Anadolu’nun yolunu seçmişlerdir.

Bulgarların Türkleri ne kadar sevip sevmediği bu anayasaya yansımıştır diyeceğim de, Tırnova anayasası Bulgar halkının iradesini de yansıtmıyor demek istiyorum, çünkü kalıbı 1978 Berlin Anlaşmasında dökülmüş ve kendi ülkesinde anayasa olmayan Rusya İmparatorluğu Dış İşleri Bakanlığı tarafından onaylanmıştır.

Bu başlangıç, gördüğünüz üzere çarpıktır. Daha 1882’de nüfus oranını değiştirmek için Lovça (Loveç) köy ve kasabalarında Roman–Çingene-Millet nüfusun ismi ve dini değiştirilmeye başlanmış ve bu işin ilk kurbanlardan biri, daha sonra

Bulgar devletine diktatör olan ve başımıza düşman kesilen Todor Jivkov’un dedesi olmuştur. Ama tüm başımıza gelenlere rağmen, hala “her işte bir hayır vardır” demeye devam ediyoruz ve soykırım, kültürel soykırım ve zulmün en kötüsünü yaşamış olmamıza rağmen, onların vahşiliğini yanlarına bıraktık ve AİHM’de dava bile açmadık. Dedim ya “acı acıyı söker” atasözü bizimdir. Komşu külüne muhtaç olacaklarına, inanıyoruz.

 

Soru Mümin TOPÇU

Vaktinde İstanbul’daki Bulgar mezarlığını temizlemeye gittiniz. Bunu neden yaptınız, çünkü ben şimdiye kadar bir Bulgar’ın gidip Müslüman mezarlığı temizlediğini hiç görmedim…

 

Bizim Bulgarlarla ortak tarihimiz olduğunu unutmayalım. Kader işte, farkı yollardan gitsek-te aynı topraklara gelip yerleşmişiz. Osmanlının Balkanlara yerleşmesinde problem yaşamamış olması büyük ölçüde aynı Orta Asya köklerinden gelmiş olmamıza bağlıdır, diyebilirim. Bulgar Prof. Dr. Stoyan DİNKOV “Bulgarlar Türk’tür” dedi ve gerçeği kitaplarında kanıtladıktan sonra seminer ve konferanslarda dünyaya anlatmaya devam ediyor. Bulgaristan’daki 1200 tarihçiden çoğu bu görüşte olsa da gerçekleri anlamlandırmanın zamanı henüz gelmemiş olabilir.

Birinci Dünya Savaşı’nda omuz omuza savaştık, aynı tabyalarda yattık. 1918’de Dobruca’da, Tutrakan Cephesinde birlikte Ruslara karşı silah çektik. İki tüccar arasında bir alış verişten husumet doğduğunda, arkasından ikinci bir başarılı ticaret yapılırsa, husumet unutulur.

Bu kural diplomasi ve politikada geçerli olsaydı, anlattığım “cephe kardeşliği”, 1877-78’de Ruslar tarafından kışkırtılan düşmanlıklar çoktan unutulurdu. Hepimizin vatanı için verdiğimiz savaşlarda 9 656 şehidimiz var. Bulgaristan’da ortak VATAN ANITIMIZ da olması gerekir. Ne yazık ki, memleketimize ORTAK VATAN ANITIMIZIN yerini 180 Rus ve Sovyet anıtı aldı. Yıkılmaları için uyanış ve dirilişler güç topluyor, fakat henüz başarı elde edilemedi.

Bulgaristan’da ata mezarlarımıza yapılan saldırılar, Şipka Tepesinde bir Süleyman Paşa Anıtı, Türbe ve bilinmeyen Osmanlı Şehidi anıtı ve dua etmek için bir mescidimizin bile olmaması hepimizi, tüm ziyaretçileri rahatsız ediyor.

Sonra Plevne şehitlerimizin kemiklerinin toplu mezarlardan çıkarılıp Londra’da gönderilerek orada değirmenlerde öğütülerek küllerinin İngiltere’nin ısız ormanlara savrulması, kendi başına niyet arz eden yüzkarası bir olaydır. Tabi bu ormanları bulduğumuzda TÜRK ŞEHİTLİĞİ yapılmasını da arzu ederiz.

Bulgaristan’da kabristanlıkları, dimdik duran ay yıldızlı mezar taşları olan, çeşmeleri akan bir halkız. Kabristanı olmayan hiç bir halkın tarihi olmaz. Bizim şanlı tarihimiz Bulgaristan topraklarındadır. Osmanlıdan sonra Türklüğü Bulgaristan’da yaşatan biziz. Terör dayanılmaz hale geldiğinde camilerimizde dalgalanan ay yıldızlı sancak olmuştur. 1990’da yükselttiğimiz bayrak barış bayrağıdır. Bizler korktuğumuz için barış istemedik. Bizim tarihimizdeki ana çizgimiz barıştır, huzurdur, ahlak, hoşgörü ve yardımlaşmadır. Batış ortak tarihimizi birlikte devam ettirmeye bir çağrıdır. Hak ve Özgürlük Partisinin (HÖH-DPS) Müslümanları kendi içine kapsüle etme siyaseti, davamızın iradesinde yoktur. Rusların böl parçala siyaseti sonucudur. Bulgarların Rusya’dan kopma çabalarını Türklerle engellemeye çalışıyorlar. HÖH siyasi yönetimi bu siyasete alet olmuştur demiyoruz bunların asil görevi budur.

Halkımızın – yediden yetmişe her Türkün Bulgarlara bir halk olarak düşmanlıktan bize yarar gelmeyeceğini bilmelidir. Bizler 600 yıl birlikte yaşayan topluluklar bundan sonra da komşu olarak yaşayabilirler, bu birliktelik tarihimizin kıskanılan nakışlarından biridir. Dünyada 600 yıl birlikte yaşayan başka bir örnek var mı? Bir bakın tarihte bunu bulamazsınız. Düşmanlıklardan biz ne kadar kaybediyorsak, Bulgarlar bizden daha fazla kaybediyorlar. Bulgar Devletinde ortaklığımızdan hepimiz kazançlı çıkarız.

Bulgar mezarlığındaki eşek dikenlerini temizlememiz, çalıyı çırpıyı atmamızın anlamı budur. Bu bir mesajdır. Yine yaparız, biz iyilik yapar denize atarız…

 

Soru Mümin TOPÇU

Rus – Osmanlı Harbi’nden sonra, nedense Bulgarlar, ülkelerindeki Türklere karşı kin ve nefret beslemeye başladılar. Bu yeni olgunun sebepleri nelerdir? Bu bağlamda sadece bir örnek vermek istiyorum; 1925 yılına kadar, Bursa’nın Kapalıçarşı’sında 120 abacı dükkânının mülk sahipleri Panagürüşte ve Peruştitsa kasaplarından gelmiş Bulgarlardır.1925 yılında bu dükkânlarını satmaya mecbur kalmışlar.

Önce şunu söylemek istiyorum. Geçmişle bugün bir bütündür. Bulgaristan’da Türklere karşı tavır da 1925’te ne doğmuş ne de mayalanmıştır. Bursa Çarşısı’ndaki Bulgar abacılar olayını duydum ve Türkiye Cumhuriyeti’ndeki kıyafet devrimi ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Samimi, derin ve inandığım görüşe göre, Türk düşmanlığı Bulgarların üzerine atılmış, maalesef yapışmış ve iki asır silinememiş bir pisliktir. Belgelenen geçmişi, Yunanların Osmanlı’dan kopmasında (1827 Edirne Anlaşması) ve Krallık Kurmasının öncesinde aramalıyız.

Bundan tam 200 yıl önce, Ege Adalarında 15 bin Türk köylüsü öldürülmüş ve İngiliz Krallığı katillerden hesap sorulmasına engel olan İngiliz Krallığı, Osmanlı devletine “hesap sorman savaşa neden olur” notası vermiştir. Bu olay Bulgarlara Osmanlı Müslüman tebaasına karşı işlenen suçların cezasız kalabileceği yani Osmanlının katile el kaldıramayacak kadar “hasta olduğu” yalanını doğurmuştur. Bu psikolojik çarpıtma modülü aynı zamanda İngiltere, Fransa ve Rusya tarafından uygulanmaya konmuştur.

XIX. yy’ın ikinci yarısında İstanbul’da “Robert Koleji” mezunu 1500’e yakın Bulgar öğrenciden üçte biri öğrenimine devam etmek için Fransa ve İngiltere’yi seçince, orada kafaları Başkanların parçalanmasına uygun “ulus devlet” ve Osmanlı’nın “hasta adam” olduğu gibi idelerle tamamen zehirlenmiştir.

Bu kışkırtma, Osmanlı devleti kadar yerli Türkleri de hedef almış ve giderek Osmanlının “ümmet” ve “Balkan mermerini” çatlatmıştır.

1828 Rus-Türk Savaşından sonra bu popülist saldırılar Rusya dış siyasetinde geniş boyutlu uygulanmaya konmuştur. Rus Çarının her yıl 500 burs vererek Odesa, Kiev, Harkov ve başka eğitim merkezlerde yetiştirdiği Bulgar gençlerin kafasına “Osmanlı ile Türk” aynı anlamlı iki kavram şeklinde yerleştirilmiştir. Hâlbuki bu gün Türkiye’de bile bazı aydınlar bu iki kelimeyi ayırmaktalar.

Evet, havari yazışmasında, Bulgar şairlerin şiirlerinde, “Tuna Kuğu” (Dunavski Lebed) gibi gazetelerde çıkan yazılarda, “Osmanlı” yerine daha sık “Türk” kullanılmıştır. Rusya’dan dönen ve daha sonra Bulgar Prensliği makamlarında görev alan bu kadroların beyni Türk düşmanlığıyla zehirlenmiştir.

Bu bakıma, Bulgaristan Türklerinin sırtına yüklenen başka bir olay daha vardır. 1773’te Osmanlı ile Rusya arasında imzalanan Küçük Kaynarca anlaşması gereği, iki imparatorluk nüfus değiş tokuşu yapmıştır. Trakya’da Bulgarlar Besarabya’ya götürülürken, gelen Çeçenler de Balkanlara yerleşmiştir. Bulgarlar arasında baş gösteren asileşmeye karşı, Çeçenlerin de katıldığı düzensiz (başıbozuk) birlikler kullanılmıştır. Bunların komitacılarla hesaplaşması sert olmuştur.

Bu gelişmeler Trakya ve Tuna boyunda yaşayan Türklerin huzurunu bozar öngörüsüyle sadrazamlığı zamanında Mithat Paşa bunları kaldırmak istese de başaramamıştır. Zamanla saflarına işsiz güçsüzleri de toplayan bu güçlerin karıştığı olayların hepsi yerli Türklerin hanesine yazılmış ve Bulgaristan Türkleri ve Bulgar arasına husumet tohumları saçmıştır.

Kişinev’de oturan bir “zenginden” (bu zengin de yüzde yüz Rus istihbarat ajanı olmalı) ödünç para alarak, asi çeteci toplayıp Osmanlı toprağına çıkmak ancak çarpıtılmış bir kafanın işi olabilir.

Hr. Botev’ten söz ediyorum. Gerçekler o kadar çarpıtılmış ki, sanki çeteciler “ölüm yatağında can çekişen Osmanlının cenaze törenine” geliyor. Bunlar, Stefan Karaca, Hacı Dimitır gibi asilerin hepsi için söylenebilir. Batı Üniversitelerinde ve Rusya okullarında yetiştirilenler hepsinin aynı düşmanlık dolu kafada buluşması ilginçtir.

Aynı yıllarda Bulgaristan’da komitacılık yapan Vasil Levski’nin hazırladığı demokratik devrim programında “Türklerle ve tüm diğer azınlıklarla özgür ve bağımsız bir vatanda yaşayacağız” ilkesi farklı bir ses vermiştir. Komitacı belgesellerini kaleme alan yazar Zahari Stoyanov’un “Türklerin bu vatanda hak edilmiş yerleri vardır, ebediyen kalabilirler” sözleri önemlidir.

Bundan dolayı, Türk düşmanlığının Bulgar halkının iradesi olmadığına, Doğu’da ve Batı’da eğitimle aşılanmış enjekte edilmiş bir olgu olduğuna vurgu yapıyorum.

Bu konuda, bugünkü Bulgar milliyetçilerinden Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe (NFSB) partisi başkanı V. Stoyanov gibi siyasetçilerin “Biz Bulgar milliyetçiliğini Müslüman kapılarına tasla domuz kanı atarak, cami kapılarında domuz kafası sallandırarak, Türk kuyularına domuz kuyruğu atarak” devleti güçlendirdik sözleri pek tutarlı değildir. Aşırılıklar günümüzde de yaşanıyor, ama bunlar hep bir yerlerden (RUSYA) gelen kışkırtmaların sonucudur.

Bunlar devam edecektir, çünkü Bulgar-Türk dostluğu en çok Rusya’ya kaybettirecektir. Ayrıca Bulgaristan Türkleri Balkanların merkezi ve en büyük kaynağıdır. Sadece 1949 yılına kadar Türkiye’ye 220 041 Türk göç etmiştir. 1951 göçünde 154 393 Türk, 1968 başlayan aileleri birleştirme anlaşmasıyla 130 bin ve 1989 Büyük Göç seliyle de 360 bin (ardından devam etmiştir) kardeşimiz anavatana gelmiştir. Bugün Bulgaristan’ı ayakta tutan ana güç Türklerdir. Bulgaristan’da bizim kaynağımız kurumaz. Bu gün resmi olarak sadece Türkiye’de bir milyon çifte vatandaş bulunmaktadır. Ayrıca AB sınırları içerisinde de Bulgaristan Türkleri hepsi bir milyonu aşmaktadır…

 

Soru Mümin TOPÇU

Bulgaristan’da parlamento mezarlık üzerinde mi?

Evet. 1882’den başlayarak Bulgar Prensliğinde “de-osmanizasyon” yani Osmanlıdan kalan maddi ne varsa hepsinden kurtulma programı yürürlüğe konmuş ve 50 sene sürmüştür. Sadece Sofya ile örneklersek. 29 Türk Mahallesi ile 72 caminin 71 yıkılmış, medreseler, okullar, türbeler, han- hamamlar, çeşmeler kapanmış, yıkamadıkları camiler kiliseye dönüştürülmüş, müze yapılmıştır. Ayakta kalan Beylerbeyi Sarayı ile birkaç köprü, tren garı ve bazı ufak tefek tesislerdir.

Tırnova şehrinde açılan Halk Meclisi de Sofya’ya taşınmazdan önce yeni binası kurulmuş ve en uygun yer olarak Müslüman Mezarlığı gösterilmiştir. Bu mezarlığın üzerinde devam ettikçe bu meclisin Bulgarlara pek hayrını göremeyeceklerdir.

 DEVAM EDECEK

 

 

Reklamlar