Sabahattin Bayram
Tarih: 10 Ocak 2019
Yazan: Raziye Çakır ULUTÜRK
Konu:    Ben bir ağacım dalı olmayan, meyve vermeyen.

Şu Ocak ayının uğursuzluğu var ya, kötü hatıralar, buz gibi hava, kabaran düşmanlıklar. Bundan 72 yıl önce Amerikan uçan kalelerinden yağmur gibi dökülen bombalar, bir günde 100 kişinin ölmesi, kör bombalardan birinin 400 yaşında Sofya’daki “Büyük Cami” minaresini şerefeden kesip koparması, başka bir bombanın ise, tüccar Hasan Efendi’nin saman parasıyla yaptırdığı “Aslanlı Köprüyü” kemerinin altından dalgalı akan sulara gömmesi…

Sonra 1985’in diz boyu karlı Ocağında İslimye’nin (Sliven) Ablanovo (Yablanovo) köyüne gece tırmanan zırhlılarla ve tanklarla eli çapalı sopalı kardeşlerimizin boğuşmasından düşen şehitlerimiz, kana boyanan köyde verilen amasız isim kavgası…

10 Ocak 1990’da isimlerimizin geri verilmesine karşı ırkçı ayaklanmalar…

22 yıl önce 10-11 Ocakta Sofya’da protestocu kitlenin meclisin camlarını kırarak içeri girmesi ve siyasetin yön değiştirmesi… 10 Ocak 2019’da Trakya’nın göbeğinde Müslüman evlerinin vinçlerle yıkılmaya başlanması ve ayakları çıplak çocukların karlı sokaklara atılması…

Evleri birer birer yıkanların, 1943’te Yahudileri Yahudi oldukları, Çingeneleri de Çingene oldukları için tutuklayıp ölüm kamplarına gönderenlerin torunları olması ne kadar acı verici bir bilseniz.

Evsiz ve karın üzerinde yalın ayak çocuklar için Amerikan Bombaları, Hitler Bombalarından farklı değildi. Kardeşlerimizi çiğneyen Jivkov tankları ile çelik kepçeli Borisov vinçleri arasında fark yoktur. O yalın ayak çocuklara bu farkı anlatmakta zorlanıyoruz. Şairlerin üstadı Sabahattin

Bayram şöyle demişti:

Ben bir ağacım
Dalı olmayan, meyve vermeyen
Her gün ağlayan
Bir ağacım

Ben bir külüm
Hiçbir şeyi olmayan
Boşu boşuna hiç edilen
Bir ağacım.

Sabahattin Bayram yol boyunda kuşlara tünek bir ağaç değildi. Olayların, ateşin ortasında dim dik duranlardan biri de oydu. Şiirlerinde güneşi kuyruğundan kutan varsa, o da oydu. Az konuşur, uz konuşur, usulca içer, derin yazardı. İyi bir dost, ölçüsüz büyüklükte kocaman bir adamdı. Bir Arnavut ailenin evladı olsa da hepimizden büyük bir Türk kimliği taşıyan bir Türkçüydü. İnsan boyu gönülle ölçülürse en büyük gönül ondaydı. Gözlerini hayata yumduğu zaman  ruhu yaratmaya devam etsin, dedik.

Sabahattin Bayram-ov (Öz) kendisini tanımadan anlatılabilecek biri değildi.

Parsellenmiş bir dünyada kendine yer aramaya 1931’de Hacıoğlupazarcığı’nda (Dobriç) başladı. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde, liseyi de Sofya’da bitirdi. Askerliğini “Trudovo Delo” (Emek Davası) gazetesinin Türkçe sayfasında çalışmakla geçirdi. Bundan sonra “Halk Gençliği” gazetesinin Kültür şubesini yönetti. “Narodna Prosveta” (Halk Eğitimi) Devlet Yayınevinin “Türkçe Edebiyat” kolunda uzun yıllar çalıştı. Bir süre Şumnu Tiyatrosunda kaldı.

Bundan sonra da Sofya Radyosunun Türkiye’ye ait Türkçe Yayınlar servisinde hayli yıl çalıştı. 1990 baharında Türkiye’ye göç etti. Halen Bursa’da oturmaktadır. Türkiye’ye geldikten sonra adına Öz soyadını da ekledi. Genç yaşta sanat yolunu tuttu. Askerlik yıllarında “Halk Gençliği” gazetesinin bir edebiyat yarışmasına ilk şiiriyle katıldı, birincilik ödülünü kazandı. Bundan böyle tüm hayatını sanata bağlayan şairimiz, orijinal eserleriyle edebiyatımızın ünlü temsilcilerinden biri oldu. Şiirleri hayal zenginliği, sıcaklık, içtenlikle doludur. Bunların birçoğunda şaire özgü bir felsefe var. Güzel Türkçesi, imajlı üslûbu da yaratıcılığının ayrı bir zenginliğini oluşturmaktadır. Şiirlerinin bir bölümü “Adresim Şudur” (1962) ve “Sokaklarım Çağırışımlar İçinde” (1966) şiir kitaplarında topludur. Sanatçımızın bir de “Ahmet” (1964) destanı vardır. Yaratıcılığını 2013’ün 14 Ocak sabahına kadar Türkiye’ye sürdürdü.

Akılsızların yönettiği hınçlı ve öfkeli bir dünya bıraktı bize. Adını, dili ve okuyan gözleri alındığı zaman yaşadığı acıyı KARABASAN şiirinde şöyle ifade etmişti.

KARABASAN

Gözlerimi yitirdim
Renkler kana boyandı ışık karmaşasında
Doruklar düzlüğe dönüştü;
Sesim sokaklarda tutsak,
Onurum kamburum oldu
Gözlerimi yitirdiğim gün.

Gizlerimi yitirdim
Issız yörüngesinde dondu yürek
Sevgilerim kalakaldı karanlık pusularda;
Silinince geçmişle geleceğin anlamı,
Hangi dilde ağlayıp
Hangi dilde güleceğimi,
Anılarımda dostlarımı nasıl bulacağımı
Bilemedim
Gizlerimi yitirdiğim gün.

İzlerimi yitirdim
Gizemli bir boşluğa gömüldüğü zaman
Öz saygımın burcundan yıldızlar kaydı.
Kimliğim prangalı;
Babam bile mezarında yabancı oldu bana
İzlerimi yitirdiğim gün.

Gözlerimi yitirdim
Gizlerimi yitirdim
İzlerimi yitirdim
Adımı elimden aldıkları gün.

Onun bildiği bir şey vardı. Hristiyan dünyasında hangi saygın mevkiye yükselen her Müslüman her zaman bir hiçtir. En yüksek madalya ve plaketlerin, övgülerin hiç bir anlamı yoktur. Ödüller,  sirkte rolünü iyi oynayan eğitilmiş ayıya verilen kesme şekerden başka bir şey değildir. Yaprağı olmayan bir ağaca süs olarak asılmış oyuncaklardır. Hedefteki Türklük ağacının çiçek asmasını, tozlaşmasını, meyve yüklenmesini önlemektir.

O ölmedi.
Çünkü saflarında er olduğu dava yaşıyor.
O denizlerin dalgasıydı
O halkımızın kavgasıydı
O yarınların sevdasıydı
O yenilmedi ki!
Karanfiller açtı yürüdüğü yollarda…

Bulgaristan Türkleri davasında can feda edenlerin hiç biri için “O öldü denemez!” Onlardan hiç biri ölmedi…

Davamız ortaktır.
Bilinçlenmemiz bir süreçtir.
Yakınlarınızla ve arkadaşlarınızla paylaşınız.

Reklamlar