Tahtacı Türkmenleri’nin saygıyla andığı Bulgar Bozoğlan’ın Torosların zirvesindeki kutsal mekanındayız. Her yıl Antalya’dan Adana’ya kadar ziyaret edilen mekan dinamitlerle yerle bir edilmiş.

“İncecikten bir kar yağar / Tozar Elif Elif diye/ Deli gönül abdal olmuş / Gezer Elif Elif diye” diyerekten, Karacaoğlan diyarının en tepelerine tırmandık. Mersin’in iki saat kadar kuzeyinde, yörük köylerinin artık sona erdiği, sedir ve ladin ormanlarının yerini bodur boylu ardıç ve andızlara bıraktığı yüksekliklerdeyiz. Sağımızda, solumuzda sanki dünyanın ilk oluşum günlerinden kalmış gibi görünen ihtişamlı mağaralar ve yalçın kayalar bizi takip etmekte.

Muhteşem Torosları sadece 3-4 yerinden keserek Konya Ovası’nı Akdeniz’e bağlayan geçitlerden birini yavaşça tırmanmaktayız. Makedonyalı komutan Büyük İskender’in bile bu geçidi bilmediği için, Kilikya kapısı denilen daha doğudaki Gülek Boğazı’ndan geçerek Perslere karşı doğuya doğru yol aldığı söylenir. Geçidimizin adı bile insanda ürküntü yaratmaya yetmekte: Dümbelek Boğazı! Şimdiye dek onlarca kez geçtiğim bu geçide, neden Dümbelek Boğazı dediklerini açıklayacak bir kişiye rastlamadım. Hem yokuşunun dikliği hem de uçurumlarından dolayı insanın kalbini dümbelek gibi çarptırdığı için demiş olmalılar!

Arabamız, sarı tozların içinden, sonsuz dolambaçlarla, sanki sisli bir vadide yol alır gibi ağır ağır tırmanarak, Tırtar Ovası’nı ta aşağılarda bırakıyor. Artık o muhteşem sedir ve katran ormanından eser kalmıyor. Sadece kısa ve tıknaz yapıları ile sanki binlerce yıllıklarmış gibi görünen ardıç ve andız ağaçları kalıyor geride. Andız ve ardıçların bittiği noktada ise, birdenbire çıplak bir ovaya çıkıyoruz. Burası Toros Dağlarının en yükseğindeki ağaçsız bozkırlar. Sadece, mor renkli çiçekleri ile dikenli keven topları ve sapsarı dikilen çiçekleri ile dana kuyrukları göze çarpmakta.

YAYLANIN BEKÇİLERİ: MEZAR TAŞLARI

Kıvrım kıvrım yokuşun bitip düz çıplak ovanın başladığı geçitte, sanki bize “hoşgeldiniz” dercesine yüzlerce mezar taşı! Bu dağın başında kimin mezarları bunlar diye insan merak ediyor. Çünkü çevrede sürekli yaşanan hiçbir köy bulunmamakta. Bunun cevabını, sadece on dakika ötedeki yemyeşil vadilerdeki onlarca yörük çadırı ve otlayan onbinlerce koyun ve keçi veriyor bize. Yüzlerce yıldır, Torosların yörükleri Akdeniz sahilindeki köyleri ile bu Toros yaylaları arasında, deyimin tam anlamıyla mekik dokumaktalar. Yaz gelince, yaklaşık 5-6 ay bu yaylaları yurt edinen yörüklerin hastalarını şehire indirip tedavi etmesi mümkün olmadığı için, öldüklerinde bu mezarlığa gömerlermiş. Mezar taşlarındaki Osmanlıca yazılardan, bu geleneğin yüzlerce yıllık bir geçmişi olduğunu çıkarabiliriz. Bu mezardakiler, bırakın insanın, kurdun kuşun bile 5-6 ay terkettiği bu yükseklikteki ovaların girişinde, birer serhat nöbetçisi gibidirler. Kış ve yaz boyunca, gelenden geçenden hâl hatır sorarlar ve haber isterler arda kalanlarından.

TOROSLAR MI, TİEN ŞAN MI?

Torosların ormanlarını avcunun içi gibi bilen ve Anadolu Selçuklularından beri bu dağların yükünü çeken Tahtacı Türkmenlerinin en aziz şahsiyetlerinden olan Bulgar Bozoğlan’ın ziyaretine gitmekteyiz. Dümbelek Boğazı’ndan sonra en azından bir iki saatlik yolumuz daha olacak. Ama yolun etrafı Anadolu’nun çalışkan yörüklerinin çadırları ve koyun suladıkları yalaklar ile dolu. Eğer Türkiye’nin güneyindeki Toros Dağlarının yüce tepelerinde olduğumuzu bilmesek, kolaylıkla kendimizi Orta Asya’nın bozkırlarında ve Pamir ya da Tienşan Dağlarının yaylalarında hissedeceğiz. Öylesine değişmeyen bir manzara var karşımızda: yuvarlak ve dörtgen siyah çadırlar, koyun ve keçiler için yapılmış ağıllar, bu yükseklikte çok az rastlanan pınarlar. Yüzlerce yıllık yörük geleneğinden tek değişen şey, develer yerine traktörler ve arabalar kullanmaları ve siyah kıl çadırlar yerine mavi naylondan çadırlar kurmaları. Onun ötesinde bu manzarada yüzlerce yıldır bir süreklilik mevcut. Sanki Bilge Kağan bir çadırdan çıkıp bizi selamlayacakmış gibi. Anadolu’yu Türkleştiren Türkmenlerin hayatlarını buradan gözlemeniz mümkün. Tüm yaz ayları boyunca binlerce yörük, kendi obaları etrafındaki otlaklarda onbinlerce koyun ve keçi ile yaşarlar ve Ağustos sonunda Torosların o dayanılmaz soğukları başlayınca, yavaşça Akdenizin kıyılarına doğru inerler. Çocukluğumuzda, bu yolculuklar deve kervanları ile yapılırdı. Bizim gördüklerimiz son deve kervanlarıymış ki, bu bölgede çocuklarımıza gösterecek bir tek örneklik deve bile kalmamış. Şimdilerde kamyonlar gelip iki saat içinde hayvanları sahile ve sıcağa indiriveriyor.

GÖK TANRI’YA EN YAKIN YER

Ve Torosların en yüksek tepelerinden biri olan Bulgar Bozoğlan’dayız! 2700 metrelik bir muhteşem tepenin üzerine yapılmış ıssız yatır, Bozoğlan’ın kutsal yeri. Bulgar Bozoğlan, kimliği çok da açık şekilde bilinmeyen Anadolu’nun erenlerinden birisi. Torosların bu bölümüne Bolkar dağları denmesinden mi Bulgar Bozoğlan denir adına, bilinmez. Bir başka rivayete göre de 1250 senelerinde Karamanoğulları döneminde burada yaşayan Bulgar Türkleri ile ilgilidir Bulgar adı. Daha sonraları birbirlerine karışıp gidiyor Bulgar ve Karamanoğulları Türkleri. Bu dağın etrafında kimler yaşamış derseniz, çok sayıda Yörük aşireti buralarda bulunmuş ve Osmanlı topraklarının bekçiliğini yapmışlar. Bunlar arasında Koyuncu aşireti, Salur aşireti, Kösreli aşireti, Koçaç aşireti, Keşşaflı aşireti, Kemikli aşireti, Sarıibrahim aşireti, Boynu İnceli aşireti, Bahşiş Yörükleri, Beğdik oymağı, Evcili aşireti bulunmaktaydı.

Tahtacı Türkmenleri Bulgar Bozoğlan’a özellikle saygı duyarlar ve Antalya’dan Adana’ya kadar olan bölgeden ziyarete gelirler senenin belirli zamanlarında. Kurbanların kesildiği, adakların adandığı bu zamanlarda insan kendisini Orta Asya bozkırlarındaki bir Türk obasında yapılan Şaman töreninde hisseder. Torosların yüksek tepelerinin en yükseğindeki Bulgar Bozoğlan, sanki Gök Tanrı’ya en yakın bir ermişin yuvası gibi kabul görülür ve saatlerce yürümekten çekinmez ziyaretçiler. Mayıs ayı gelip de Dümbelek Boğazı geçilir hale geldiğinde, yola düşün ve bir ziyarette bulunun Torosların bu en yüksek şahsiyetine. Arkanıza Konya ovasını, önünüze de Akdenizi alıp Torosların en yüksek zirvelerinden, bu dağların ozanı Karacaoğlan’ı gözleri kapalı dinleyin: “Çukurova bayramlığın giyerken / Çıplaklığın üzerinden soyarken/ Şubat ayı kış yelini kovarken / Cennet dense sana yakışır dağlar”

BOZOĞLAN EFSANESİ…

Bulgar Bozoğlan’ın hangi aşiretten olduğu kesin olarak bilinmez. Ama efsanesi şu şekildedir: Yaz ayı bitmiştir artık kışlıklara dönme vaktidir. Herkes dönerken, bir aşiret geç kalır. Kar düşmeye başlar. Aşiret başı çadırını, bütün öteberisini toplar iki gün içinde döneceğini söyler kışlığa hareket eder gider. Ama kışlıktan dönene kadar Bulgar dağlarına iyice kar bastırır. Aşiret başı yoluna devam edip gidemez geri dönüp kışlığına gelir. Ertesi sene Yörükler tekrar yaylalıklarına geri dönmeye başlarlar. Aşiret başı Bulgar Bozoğlan dağının yanına geldiğinde bir de ne görsün? Kendi sürüsü ile birlikte boz tenli çobanı, koyunlarını sapa sağlam yaymakta! Aşiret başı atından aşağıya inmeden “Ulan Bozoğlan sen hâlâ yaşıyor musun koyunlarla beraber” der. Ve bu sözler üzerine çoban ve sürüsü Bulgar Bozoğlan dağının tepesine çekilir, gözden kaybolur. O zamandan bu zamana kadar, burası ziyaret yeri olmuştur. Yörüklerin ve insanlık aleminin kutsal yeridir.

IŞİD ZİHNİYETİ

Saatlerce süren araba yolculuğu ve yürüyüşten sonra nihayet varabildiğimiz kutsal mekanda gördüğümüz manzara bizi dehşete düşürdü: Bulgar Bozoğlan’ın kim olduğunu belirten mermer yazıt paramparça edilmiş. Yatırın tam altı dinamitle patlatılıp kocaman bir delik açılmış. Hemen yanındaki, bu en yüksek tepenin mucizevi su kuyusu da dinamitlerle paramparça edilip suyu kapatılmış. İnsanın aklına hemen 3 saat ilerdeki İŞİD’lilerin bu tür mekanlara, özellikle de Alevi ve Şii kutsal yerlerine yaptıkları saldırı aklımıza geliyor. Değil mi ki bizim kendi içimizde de binlercesi var bu tür zalimlerin. Yüzlerce yıllık Bulgar Bozoğlan mekânını Tahtacı Türkmenlere çok gören ve ortadan kaldıran bu zihniyet, sadece altın arayan hazine avcıları olamaz. Hele de bu kuş uçmaz, kervan hiç geçmez bir yerde!

Reklamlar