Günümüzde bir bilgisayar alemi var ya, illet midir,zillet midir, velinimet midir nedir bilemem amma, şu baş döndürücü bağımlılığıyla bir gün hepimizi çıldırtacak.Gelen vuruyor,giden vuruyor.Herkesler bir şeyler yazıyor o sanal köşesine gelip geçen okusun diye ve herkesler gibi ben de bir şeyler yazıp çiziyorum.Yazıyorum da, hariçten gazel söyleyenler kümesine düşmemek gayretiyle, ey benim meçhul muhatabım,çivi çiviyi söker diyerek,sana cevap vermeye çalışıyorum.Bir yorumun dökülmüş bilgisayar köşene, bir yorum”Aman Allah illallah/Dertlere derman Allah”dercesine…
Deşilen çıbandaki cerahatı temizleme gayretlerini hisseder gibi oldum da, bir şeyler hatırladım:
“İçimizden biri köprü olmaya razı olmazsa, kıyamete kadar bu suyun kıyılarını bekleriz.”
diyor şair Arif Nihat Asya ve bugün bizler…
Bizler,etnik azınlıklar konumundaki Bulgaristan Müslümanları(Arnavut,Çingene/Roman,Pomak,Tatar,Türk ) şunun şurasında 93 Harbi’nden beri çeşitli dönemlerde,hemen hemen yüz elli yıldır maruz kaldığımız asimilasyonlar,kültürel soy kırımlı uygulamalar sonucu gönüllü veya zoraki göçlerle parçalanan ailelerin dramı”döngüsel bir travmatik etkinin, belirsizlik kaynaklı kaosun köken ve kimlik arayışı” gibi sorunlar batağındayız.Öyle ki türkülerimize bile “Aman ölüm ,zalim ölüm, üç gün ara ver”şeklinde yansımış olması, olsa olsa şu yalan dünyada bir azınlıklar trajedisidir ki,Maksim Gorki’yi bile “Vatan haricinde saadet yoktur.” demekten alıkoyamıyor…Vatan,vatan,hangi vatan ve o senin sözünü ettiğin, HÖH (Hak ve Özgürlükler Hareketi) kurucuları,yöneticileri ve daha yüzlercesi,binlercesi adlı ve adsızlar ki,köprü oldular “kıyamete kadar bu suyun kıyılarını beklememek “için,bugünlere sağ salim gelebilmemiz için,yurdumuz genelinde bir iç barışın sağlanması için…Şuralarda yüzyıl boyunca,koskoca bir Hristiyan aleminin emperyalist güçlerinden alınan destekle palazlanan bir milliyetçilik almış yürümüştü yurt genelinde.Devlet resmi propaganda makinesi de, yazarı çizeri de her yerlerde,devlet dairelerinde,sokaklarda,meydanlarda,pazarlarda aşağılanıyor,hor görülüyorduk,”Bulgaristan Bulgarlara,Türkler Türkiye’ye”çığlıkları çınlatıyordu şehir meydanlarını….
Sonrası, sonrası dünyada eşine rastlanmadık bir medeni vahşetle,iki yüzlüce,sahi köklerini buldular deyip,gönüllüler deyip alay ederce cebren bir dilekçe imzalattırarak “soya dönüş” safsatasıyla,Bulgaristan’da o kültürel soykırıma maruz kalan Müslüman azınlıkların yeni baştan şahlanışıydı bu hareket.Uygar yirminci asrın geniş vatandaşlık haklarına kavuşma,bir azınlıklar statüsüne kavuşma mücadelesiydi…Melnik’ten Kardam’a ,Tuna’dan Rodoplar’a kadar, memleketin bir uçtan öbür ucuna uzanan topraklarda “kıyamete kadar bu suyun kıyılarını ” beklememek içindi o hareket.Bir doğuştu…Ve halihazırda hallerimiz,gelen gideni aratır misali, o totaliter dönemini bile aratır derecede kötü ise,neticeler sancılı ise, bir şeylerin yapılması gerek ise,öyle de görünüyor,herkesler,ama herkesler gücünün yettiği kadar,cesaret ve sağduyu ile,taşın altına ellerini koyması gerek…
Ve senin,ey benim meçhul muhatabım,şurada çeyrek asırdır Bulgaristan’da bir demokrasi ortamında,ikide bir seçimden seçime koşarken, eğriyi doğruyu seçememe,ak ile karayı ayıramama sınavında hiç mi günahın yok?.
Bir şey daha,taşın altına el koyma meselesi…
1957’de Silistre şehri Türk Cemaati Başkanı Ahmet Varnalı’nın:
– Nazım Yoldaş,şayet bir gün Türkiye’de sosyalizm olursa,Atatürk’ü nasıl değerlendireceğiz?
sorusuna, koca şair Nazım Hikmet’in harikulâde cevabı :
– Varnalı,Varnalı…Seninle eski bir dostluğumuz var 1951’lerden beri…Dost acı söyler,doğru söyler…Biz kim oluyoruz da,Ata’yı değerlendireceğiz? Ondaki o cevher,ondaki o yürek,ondaki o ciğer(cesurluk anlamında),o ciğerin çeyreği,çeyreğinin çeyreği yok bizde… Yok,yok Varnalı,yok…Sen sağda solda konuşulanlara bakma…Mustafa Kemal Atatürk herkeslerden çok,hepimizden çok yaptı yapacağını bu Vatan için…Buradan ötesini biz devam edeceğiz.Biz devam ettireceğiz,dinliyor musun Varnalı?
İşte,ey benim meçhul muhatabım,dön dolaş ,yine halk şairi Dadaloğlunca:

“Düşmanına karşı koyan mert olur
Şahin kocasa da vermez avını
Aslı kurt yavrusu yine kurt olur.”

Ve yine o meşhur atasözü “taşın altına el koyma” zamanı,omuz omuza vermenin zamanı gelip geçiyor…Tencere dibin kara,seninki benden kara dedikodu muhabbetlerinin kıskançlık burgacında gün be gün birbirlerimizi karalayıp karalayıp yiyeceğimize, bir daha taşın altına el koyup, büyük Türk düşünürü, gazeteci, eğitimci, yayıncı, fikir ve mücadele adamı İsmail Bey Gaspıralı’nın yüz yıl ötelerden gelen “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” çağrısıyla hemhal olma zamanları gelip geçiyor.Oysa:

“Birlikte rahmet,ayrılıkta azap var.”

Galip Sertel

Reklamlar