Tarih: 01 Ocak 2018
Yazan: Neriman Kalyoncuoğlu
Konu: Zehirli zihniyet bir türlü arınamadı

Önce Yeni yılınız Kutlu olsun Sayın Bulgaristan Stratejin Araştırma Merkezi yayınlarının kıymetli okuyucularım. Yeni yılda okuyan ve konularımızı takip ederken eleştiren ve tartışanların daha da çoğalması dileklerimle hepinize sağlıklı mutlu ve problemleri küçülen ve kolayca aşılan bir yıl diliyor, diliyoruz.
BGSAM Ailesi Önce bir iki, beş on kişiydik, şimdi 500 000 (beş yüz binden) fazlayız. Yeni çok farklı bir kuşak doğuyor, yetişirken biçimleniyor. Kemikten değil, demirden ve çelikten bir birlik ve beraberliğe doğru ilerliyoruz.
Biz hepimiz sizlerden biriyiz. Memlekette yakınları olan göçmen çocuklarıyız. Şahsen ben çocukluğumu Kırca Ali de bıraktım. Fakat burada benim kanımca da bugün dünden daha iyidir, yarınsa daha da iyi olacaktır. Bir başka inancım ise şöyle:
Hak sahibini bulur. Söylenen ve yazılan söz eğer gerçekse, bir değeri varsa, Gerçek mutlaka yerini bulur. Atalarımızın dediği gibi: “Ustalık ilgiye tabiidir!” Güler yüzlü ilginize teşekkür ederiz.
Son 29 yılda birçok şeyin değiştiğine ben de inanıyorum. Yeni işittim bir Türk firması Sofya “Shereton” Otelini satın almış ve işletiyor, Sofya’dan “İstanbul Uçak Alanı” na günde 22 uçak kalkacakmış, Bulgar başkenti metro (yeraltı tren) hatlarının 2. Sinden sonra 3. Sünü de “Doğuş Holding” yapıyor ve benzer haberler beni doğrudan coşturuyor, ilham kaynağım oluyor. Geçen senenin sonunda Sofya Büyükelçiliğimizin Türk ve Bulgar klasik seçmelerinden oluşan Dostluk Konserleri Sofya’yı coşturdu. Ankara çoksesli korosu Bulgaristan’ı ayağa kaldırdı. Perde yavaş yavaş kalkıyor dünya özlediklerine kavuşuyor.
Paylaştığım bu güzel duygulardan sonra, uzun zamandan beri kafamda dolaşan ve yazmadan bir türlü kurtulamadığım SUÇLU NÜFUS veya ZEHİRLİ ZİHNİYET konusunu işlemek istiyorum.
Bu duyumsamam Bulgaristan’da büyüklerimin, anne ve babamın ve yakınlarım yaşantılarıyla ilgilidir. Kötü olanın – belki de insanı devamlı uyarmak için – belleğe yapışma, hafızaya yerleşme özelliği var ve onu oradan koparmak pinesle çekip almakla mümkün olmadığı gibi, tırnak da değil kesip atasın, ilaçlamakla da olmuyor, ne soluyor ne de silinip unutuluyor.
Anladığım kadarıyla 1989’da Bulgaristan’da sosyal iklim değişecek havası yaratılmıştı. Yani burada –Türkiye’de komünist totaliter düzen – değimini pek bilen yok, biz BGSAM olarak sık kullanıyoruz. Şöyle yani, sosyal iklim değişikliğinden anlayabildiğim, TOPLUMUN ÜZERİNDEKİ PERDENİN KALKMASI ve KÂBUSUN DAĞILMASI yani gerçeklerin görülebilmesidir. Korkunç bir dram yaşanmış ki, 350 bin kişi birden sınırı boylamayı seçmiştir. Bunu yalnız ben değil, tüm neslim aynı şekilde duyumsuyor ve konu üzerinde düşünmeye devam ediyor.Biz istesek de istemesek de bir iki kuşak yaralı olmayı kabul etmek zorundayız. Baksanıza şair mesleğinden geçinen bir kardeşimiz yok. Trajedinin romanını yazıyorum diyebilenimiz yok. Yok da yok. Bu yalnız birimimle de olmuyor besbelli…
Şahsi fikrime göre, şu 30 yılda soydaşlarımız Türkiye Cumhuriyetinde bir “sera” (oranjeri) dönemi yaşadılar. Kin ve öfke öyle boyutlar almıştı ki, toplumu gemlemek bunu gerektirdi. Burasının yerlileri Bulgaristan’a bir zulüm ve mezalimler ülkesi olmaktan fazla, iyi bir komşu, kapı komşusu hayal ederek bakıyorlar ve bu duygusallığın bozulmamasına sabırlı yaklaşıyorlar.
“Sabrın sonu selamet” ve benzeri ince anlamlı sözleri burada çok işittim. Ne ki, soydaşlarımı tanıdıkça, Bulgaristan’ı nasıl anlayalım ve anlatalım konusunu işledikçe, memleketimdeki Bulgar milliyetinin içinde birkaç katlı (boyutlu) bir suçluluk zihniyeti olduğuna kesin inanıyorum.
Birinci boyut, 1944’ten hemen sonra kan ve gözyaşıyla, halk çilesiyle dolan göldür. Bulgar kavminin elit kesiminden –naip, general, bakan, milletvekili, aydın, şair, yazar ve başkası olmak üzere 250 kişinin “Halk Mahkemesi” kararına göre ya da kararsız infaz edilmesi – öldüren ve yağmalayan – bir suçlu nüfus katı oluşturmuştur. Bu kata 115 bin Türkün Türkiye’ye kovulması, Yahudilerin gemilere doldurulup İsrail’e gönderilmesi, “Belene” ölüm kampının açılması ve toprağın kooperatifleştirilmesine karşı dirençte düşen kurbanlar eklendiğinde kat arası beton çok kalın oluyor. Yalnız toplama kamplarının sayısı 169’dur. Kurbanların sayısı bir türlü açıklanamadı.
Psikolojik olarak değerlendirildiğinde biz burada bir kıyımcı, katil, komünist zihniyet görüyoruz. Ne yazık ki bu zihniyetten hesap sorulmadı. Kırca Ali ili Yoğurtçular (Mogilyane) köyünde 26 Aralık tarihinde kaydedilen ve aynı akşam yayınlanan “Almanya’nın Sesi” (Deutsche Welle) radyosunun bir röportajında şunları anlattılar:
“ Bu köyde güya ‘soya dönüş sürecine’ karşı halk direnişini örgütleyenlerden biri kaynakçı Mustafa. Oğlu Ridvan o zaman 14 yaşındaymış, şimdi 48’inde, anlatıyor: 7 gün sonra babam Mastanlı (Momçilgrat) Milis Bölge Amirliğinden çırçıplak getirildi. Çok dövülmüş. İye kemikleri kırıktı. Vücudu mosmordu. Dana kestiler ve sıcak derisine sardılar. Kırca Ali Hastanesine götürdük. Bir gün sonra hastanede öldü. Sırtı, ensesinden kuyruk kemiğine kadar kapkaraydı. Çok dövmüşlerdi, ama öldürememişlerdi. Babamı sorguya çeken ve döven polis görevlisi tespit edildiğinde Kanada’ya kaçtı ve bir daha geri gelmedi. Çok Türk öldü “suçlu ve yargılanan yok…”
Bu köyden Abdülaziz Bekir, Mustafa Ali ve Mustafa İbrahim şehir düştü. Adları mezar taşlarına yontulmuştur.
***
İkinci boyut 1950’lerin sonlarından başlayarak çok uzun bir zaman kesimini kapsıyor ve 1989’a kadar uzanıyor. Bu süreçte yöneten unsur Bulgar milliyetinin sözde “halk iktidarıdır.” Ancak ne yazık ki 1950’lerde Bulgarlar henüz milliyet düzeyinde oldukları ve herhangi bir uygarlık taşıyıcısı olmadıklarından dolayı, kendilerine “halk” demeleri yanlış olduğu gibi “halk iktidarı” kurmuş olmaları da bir göz boyamadır.
Bizim bu ikinci boyutta başımıza gelenlerin çok feci olması ve ülkedeki tüm azınlıklara çok büyük acılar yaşatması, kendi kendine gelin güvey olarak, uygarlaşmış toplumların tek dilli, tek kültürlü ve tek ideolojili milli devletlerini kurarken yaptıklarını devlet terörüyle yani zorla yapmaya çalışmasıdır. Uygarlaşmış toplumlar kaçınılmaz olarak, yeni düzeni kabul etmeyenlerden, hak isteyen azınlıklardan, yozlaşmışlardan, uyum sağlayamayanlardan, çeşitli kusurlarla lekelenmiş insanlardan oluşan bir “tortuyu” ya peşlerinden sürüklerler ya da ondan kurtulma yolları ararlar.
Bulgar toplumundaki tablo ters çizilmiştir. Suçlular suçsuz (egemen), suçsuzlar ise suçlu gösterilmişlerdir. Örneğim 1946’da Makedonlara Makedon kimliği dağıtan, ardından da “Bulgar’sınız” diyen ve yeni kimliğini kabul etmeyenleri eşek sudan dönene kadar döven ve hepsine zulmeden Bulgar iktidarı kendini suçlu hissetmemiş, ülkede iktidarın suçlu olduğu zihniyeti oluşmamış. Ardından suçlu olmamasına rağmen suçlu gösterilen nüfus içinde beliren tortudan kendine adam seçen iktidar, Makedon olmasına rağmen “ben bir Bulgar’ım” diyenler arasından seçtiği Krasimir Kakaçanov’u Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı görevine, yardımcısı Angel Cambazki’yi de Avrupa Birliği parlamentosuna milletvekili olarak yükseltmiştir.
1964’te Bulgarlaştırma dalgasını kırıp püskürten Müslüman Pomaklar, 1972’de Ayaklanmış, aylarca direnmiş, yeri gelmiş minarelere T.C. bayrağı asmışlardır. Milli Kimliklerini savunan ve direnen Müslüman Pomaklar hükümetin siyasetini kabul etmedikleri için suçlular olarak damgalanmış ve 1989’da iktidar değişse bile üzerlerindeki polis baskısı, kimliklerini eritme ve değiştirme zulmü değişik biçimlerde sürmüştür. Bu durumda etnik azınlık topluluklara devlet baskı ve terörü uygulayan Bulgar toplumu kendini suçlu hissetmediği gibi, azınlıklardan ise suçlu nüfus oluşturmaya çalışıyor. Bu konuda Bulgar ruhu değişme kabul etmediği gibi, mazlumlara diş bilemeye devam ediyor.
1962’de Çingeneler aynı olayı yaşamıştır. Baskı görmelerine rağmen tepki göstermeyip pasif kalmaları, Bulgaristan’da kanun kaçakları, okul görmemişler, aylaklar, dilenciler, hırsızlar, günlük yaşayanlar, açlıktan ölmek üzere olanlar, Avrupa’nın en yoksulları, en sefilleri, evsizleri ve sürünenleri ordularının bizde oluşmasına temel olmuştur. Çingene doğduğum için suçluyum zihniyetine alışmış ve ancak kabadayılığa kadar değişmeyi kabul eden bu katman aslında çok büyük bir tortu gölünde barınıyor. Çingene doğduğumdan, yoksul yaşadığımdan, cahil olduğumdan ve herkes tarafından ötekileştirilmiş olmaktan ben kendim suçlu değilim diyemiyor. Bu bilinç düzeyine ve ruhsal kaynaşmaya uzanamıyor, dertlerini gönül eğlendirdiği “çalga” müzikle avutuyor. Bu tabakanın içinde bir de zaman zaman küçük suçlar işleyen yarı-suçlular ordusu var ki, son yıllarda Bulgaristan’da çok kabalaştı ve azmaya başladı. Bağ-bahçe soyuyor, odun ve yiyecek çalıyor, köylerde yaşlıların emekli maaşlarına göz dikmiş bulunuyor. Onlar her bir sosyal kımıldamada güçlü olanın yanında yer almayı beceriyor ve aklanmayı arıyor. Başbakana, devlete, hükümete, meclise ve her gün yüzleştiği silahlı polislere “bizim bu durumda olmamızdan” siz suçlusunuz, “siz suçlu zihniyetin” bekçilerisiniz, diyemiyor. Bulgaristan’da Çingene mezarlığı yok…
Şu gerçeğe özellikle vurgu yapmamız yerinde olur. Bulgaristan’daki Müslüman Türk kardeşlerimizi yarı suçlular, suç işlemeyi alışkanlık haline getirmişler, çalıp çırpmadan yaşayamadıkları için zaman zaman suç işleyenler arasında aramamız yanlış olur. Müslüman nüfusun “suçu” Türk olması, Türkçe konuşması ve Müslüman olmasıdır. En büyük suçu da Bulgar ve Hıristiyan olmayı kabul etmemesidir. Bir defa dikey bir devlet yapısından, dinden, ahlaktan, kendilerinin yarattıkları bir kültür ve medeniyetten gelen onların Milli Kimlik Karakteri var. Bu nedenle Türkler, millet olma sürecini tamamlayamayan bir etnik kavimi yani Bulgarları dil, din, kültür ve medeniyet olarak kabul etmedi. 1984-1989 arası verdikleri mücadeleyle Türkler Bulgarlıyı asla kabul etmeyeceklerini ispatladılar. Bu kavga Müslümanların zaferi ve dinsizlerin gerilemesiyle sonuçlandı. Bu direnişlerde çok kan döküldü, sürgünler, toplama kampları hapishaneler doldu taştı. Türkler ve Pomaklar dövüldü. Zulüm gördü. Bu mezalimi sergileyenler, tuzakları karan ve can alanlar, insanları kitle halinde topraklarından, evlerinden söküp kovanlar suçludur ve Bulgar kavminde suçlu zihniyet oluşmuştur. Bu hamama gitmekle, Rus saunasına girmekle, kurşun döktürmekle, kaçmakla, savlanmakla savulacak, aklanacak bir suç değildir. Adaletin yerini bulması şarttır. 3 milyon Bulgar vatanından uzaklaştı derken, bu suçlu zihniyetle adaletle yüzleşmekten korktuklarına işaret ediyoruz.
“Deutsche Welle” saha röportajından bir ayrıntı daha veriyorum: “Köy muhtarı Ahmet İbrahim anlatıyor: Subaylar önce bir ceep araçla geldiler. “Köyde geldiler geldiler yaygarası koptu. 26 Aralık gecesiydi. Zırhlı araçların ardından silahlı askerleri otobüslerle getirdiler. Ardından itfayiye ve tanklar. Köye giremesinler diye eski lastiklerden duvar örmüştük. Lastikleri yaktık. Ezip geçtiler. Köylülere ateş açtılar ve üzerlerine soğuk su püskürttüler. Aynı gece 2 köydeşim öldürüldü.”
***
Herkes Yıl Başında iklim değişsin diye dua ediyor. Fakat bu imkânsızdır. 140 senede oluşan ve 5 neslin belleğini zahirlermiş olan suçlu zihniyet bugün de öldürücü…
Bu korkunç zihniyetin daha da büyük acılara sebep olmasını önlemek için Hak ve Özgürlük Hareketi politik yönetiminin bir “ağırı kesici” olarak kullanılıyor ve biz buna karşıyız. Anma törenleri halkı avutmak için düzenleniyor. Sahte oyunlar oynanıyor. Ensesi çürük patatese kokan Mustafa Karadayı bu işlere alet edilmiştir. Bu sahtelik Bulgar milliyeti ruhunda kangrene neden olacaktır. 2019’da Bulgar psikolojisindeki en büyük yıkıcı tehlike suçlu olma zihniyetinin bilinçaltından çıkıp artık bilinç ve kâbus oluşturmaya başlamasıdır.
“Deutsche Welle” muhabiri şunları da kaydetmiş ve yayınladı:
“Türkler Vatanlarından kovuldular. Hiçbir kimse balla börekle karşılanacağını düşünmemişti. Bizim Türk kültürümüz, anadilimiz, dinimiz yasaklandı. Çok ceza ödedik. Hayvanlaştırıldık. Biz Büyük bir milletiz ve hiçbir kimseye öfke beslemiyoruz, kızmıyoruz, gönlümüzde birikmiş düşmanlık yok, ama biz her şeyi hatırlıyoruz. Hiçbir şey unutulmadı ve unutulmayacaktır.”
***
1989’da bütün Doğu Avrupa ülkelerinde gerçekleşen ve derinleşen dönüşümlerin Bulgaristan’da da olabilmesini etkileyen ve engelleyen hatta durduran işte bu suçluluk zihniyetidir. Görüldüğü üzere bir defa 1946’da komünistler seri cinayetler işlerken, 1964’ten sonra ve özellikle de 1984-1989 döneminde eski faşist ve totaliter komünistleri yeni aşırı Bulgar milliyetçiliğinde kenetlenerek Müslüman Türklere amansız saldırırken hepsini birden suçlu oldular. Ortak suçlu zihniyeti böyle oluştu.
Suçlu zihniyet betonu çok boyutlu ve kalın.
Gerçekleri saklayan perdenin açılması şart oldu.
Aynı röportajdan işte bir örnek daha:
“24 yıl sonra 2008’de katillere karşı dava açmak için bütün deliller toplandıktan sonra şehitlerin yakınları toplu halde Haskovo Savcılığına başvurarak dava açılması için gerekçeli dilekçe sunmuşlar. Delil yetersizliğinden dava açılmamıştır.”
Açılan davalardan hiç birisi de sonuçlanmamıştır.
Bulgaristan’da katiller himaye ediliyor. Suçlu zihniyeti besleyen kaynak budur. Bu kaynağa su taşıyanlardan ikisi Ahmet Doğan ve Lütfi Mestandır.
Yeni 2019 yılınız kutlu olsun
Dostlarla paylaşmayı unutmayınız

Reklamlar