neriman11Neriman Eralp KALYONCUOĞLU

 

Konu: Kıskançlık bir hastalık mıdır?

Bir tanıdığım ve sevdiğim. İsminin açıklanmasını istemeyenlerden, bir deneme göndermiş, diyor ki:

Uç…

her şeye rağmen dene.

Bin kere düşsen de yere.

Yine dene…

Bir gün sen de

Öğreneceksin uçabilmeyi.

 

Kısa bir yaşam seninki

Ve başkaları karar veriyor senin adına.

Hangimiz öyle değiliz ki?

Ama vazgeçme uçmayı denemekten

Bir gün sen de alacaksın beyaz bulutları altına

Uç… Her şeye rağmen dene.

Bin kere düşsen de yere.

Yine dene…

 

Şiiri okuduktan sonra, gönderenin ne demek istediğini çözmeye çalışırken, (T haber net. bg.) sitesinde yazar İsmet TOPALOĞULU’nun “Unutulmaz şairimiz Nuri Turgut ADALI” yazısını ve ekinde çıkan 19 yorumu okudum. Güzel bir yazı, kaleminize sağlık, sizi kutluyorum İsmet Bey.

Bir nebzecik de, olsa rahmetlinin Bursa’da olağanüstü ilgisiz karşılanmasına da değinseydiniz. “Bal Göç” yönetiminin, 23 yıl hapiste çürütülen bir kahramana ilgisiz kalmasını anlatsaydınız.

Türklük için yanıp tutuşan bu şairimizi Mestanlı’ya döndüren içsel boğuşmaya da azdan aza değinseydiniz. Dikkatinizi çekerim, Mestanlıya döndükten sonra şairimizin ruhu karardı. Yeni iki satır yazamadı. 23 yılını verdiği hürriyet Türkler için çehresizdi. Tablonuzda farklı renkler aradım…

Mestanlı Belediye yetkililerinin şairi 150 yıllık baba evi harabeliğinden çıkarıp el uzatmaları iş, daire ve belediye yemekhanesinde sıcak yemek… Birkaç ay da olsa sıcak ilgi! Bunu da yapan daha sonra Bulgaristan’da ilk Türk Cumhurbaşkanı adayı olan Sali ŞABAN idi, işte ilk Türk Cumhurbaşkanı adayı olmayı bu davranışı ile hakketmişti.

Fakat yönetime HÖH gelince! Yani yönetim değişince ellindeki baston ve sırtındaki kamburla yine sokakta! Bu tüm yazar, şair, ressam vb sanatçılarımızın ortak kaderidir. Bu tavrın ardında “Bulgaristan Türk kültürüyle işim yok!” küstahlığı var. Vurguladığınız ölüm tablosu, kimsesizlik, büyük şairin feci sonu ayrı bir trajedi. Bir halkın şair ve yazarlarına sahip çıkması için önce edebiyatına sahip çıkması lazım. Bu ise sanat bilinci denen boyutta yaşayan başka bir şey.  Yıllar sonra Türkiye’de ve Bulgaristan’da dikilen anlamlı anıtlar. Kurulan çeşmeler. Düzenlenen anma törenleri ve geçen sene verilen devlet nişanı vs bunlar da işin püskülü…

Bir şair nasıl yaşar? Şiirleri şarkılaşınca, değil mi? Anma törenlerinde nutuk değil, öğrenciler şiirlerini okudukça, şarkılar gönüllere dolup taşarken… HÖH / Hak ve Özgürlük Partisi Bulgaristan Türkleri Edebiyatının orta direği olan şair Nuri Adalının toplu eserlerini 100’er sayfalık 10 cilt, el kitabı vb halinde bastırıp, hiç olmazsa anma törenlerine gelenlere birer nüsha dağıtmayı gelenek haline getirse, yine de olaya bakış açımız değişirdi. Eli kalem tutan genç ressamlara şiir şarjlarını yapmaları havale edilse, ne güzel olurdu. Değerli olan hem geçmişe hem de geleceğe hitap edendir.

Türk ressam Abedin Dino’ya Paris merkezindeki küçük bir parkların birinde dikilen görkemli anıtta, 50 yıl önce Nazım Hikmet’in tüm eserlerinin Sofya baskısında “İnsan Manzaraları” destanına yaptığı şarjları bronz figürler halinde hayat buldu. Hücrede yatmayan karanlığın zifiri rengini bilmez. O kadar karanlıkta Nuri Adalı gibi aydınlığı yaşatanları anlayamaz. Onun için okunan Adalıyı çizip yaşatmak lazım. Sofya’da çıkan “SABAH” gazetesi onu, en büyük okyanusun en deli dalgalarının çarptığı bir deniz fenerinin içine kapanmış ve parmaklıklara sarılmış aydınlık arayan bir mahkûm olarak çizmişti. Ne yazık ki, şu cahil güruh Bulgaristan Türk ailelerinin evlerinde bir tek Türkçe gazete ve kitap olmaması konusunda sanki yemin etmişler.

Okurlarınızın Sayın İsmet Bey, daha doğrusu takipçilerinizin paylaştıkları görüşlere gelince, olumlu ve olumsuz enerji taşıyan tipler olarak, müsaadenizle onları ikiye ayırmak istiyorum. Olumsuz enerji yüklü olanlar, ruhu kararmış tipler gibi nitelendirirsek, gökten yıldız düşse,  onların negatif tutumu değişmeyecektir. Bizim 1200 okulumuz kapanmış 720 Türkçe öğretmenimiz dersten, köyünden, şehrinden ve memleketinden kovulmuş, onlar “hareket” ve harekât” kakasıyla ateş yakmaya çalışıyorlar. Bilenleri kıskanacak kadar küçük düşmek ne garip… Tolstoy gibi çok kalın kitaplar yazıp bu tiplerin kafasına vura vura hepsini paralamak, belkide, Bulgaristanlı Türk aydınların son kuşağı olan bizlerin, fazla zorlanmadan yapabileceğimiz en hayırlı iş olacaktır.

Ben bu tiplere “cam gözlüler” demek istiyorum. Çünkü dünyada olup biteni ters gördükleri için, yaratan onların gözlerini bir gece uyurken almış ve yerine iki kara cam göz takmış. Ve onlar şimdi ne hafızalardaki geçmişi ne de bugünü veya yarını görebiliyorlar. 19 yazıda Bulgaristan Türklüğünün onuru şair Adalı hakkında dört satır yok. Hiç birinin şairin bir tek şiirini okumadığı hemen seziliyor. Sorsan hepsi onunla birlikte “Belene Ölüm Kampı”nın 4. barakasında kalmışlardır. Nuri ağabey kendilerine gece boyu şiir okumuştur. Tuna’nın gece uğultusunda birbirlerine sokulurken şiirler yüreklerini ısıtmıştır vs. vs. Gerek Türkiye’de gerekse Bulgaristan’da hanginiz bir sınıf odasına girip çocuklara “Belene Ölüm Kampı” hatıraları anlattınız? Cevap: Hiç birimiz…Soruyorum: “Nasıl deneyecek uçmayı  şu afacanlar?…”

Hele bazıların cam gözlerine kara boya çalınmış. Yazar Topaloğulu’nun ulusal şairimiz  Adalı’yı anlatan yazını okurken onlar hep BULTÜRK Balkanı, soydaşlarımızın Osmanlı Ocakları Başkanı, Bulgaristan Türklerinin Sesi Gazetesi ve www.bghaber. org sitesi imtiyaz sahibi vb. Sayın Rafet Ulutürk kardeşimizi düşünüyor olmaları gariptir. Hepsinin başı Rafet Beyle dertte… Onlar sanki “DS” ya da “DANS” tarafından maaşa bağlanmışlar. Belki de Sofya’dan aldıkları emekli maaşlarına özel birkaç yüz levacık eklenmiş gibi bir tavır alıyorlar. İşleri kıskandıkları Rafet Ulutürk’e kuyu kazmak. Onun yaptığı her şey kötü. Doğru ve haklı olan hep onlar, boş boş eleştirenler, tatminkarsızlar, köylü keleşler.

Bir de şu var, Sofya’dan aldıkları emekli maaşları HÖH-DPS liderliğince her ay yemleniyor  olabilir. İsimlerini gizleyen bu şerefsizler, herhangi birimizin, yukarıdaki şiirde dendiği gibi, “uçmayı denememize” bile karşı çıkıyorlar. Uçmak isteyenlerimizin kanatlarını kesen onlardır. Birimiz birazcık başarılı olsak hemen kuduruyorlar. Bulgaristan’da Türkçe kitap basılmasına izin vermeyeceklermiş. Halkımıza ana dilde kültürel hizmet sunulması hepsini çıldırtıyor. Türk dilinde çıkan doğru dürüst bir analiz yazısına, bir öyküye bile tahammülleri yok.

Gazetelerin yazdığına göre, 2003’te kurulan BULTÜRK derneğimizden önce var olan İstanbul / Çemberli Taş Merkezli Kültür Derneği’nin başkanı Çavuş “ikili ajan”imış, ondan sonra aynı göreve atanan İsmet Bey de “ikili ajan” olduğu açıklandı. Balkan Türkleri Derneği yok oldu onunla birlikte Bulgaristan Türkleri de yok oldu artık merkezleri kalmadı. Ondan sonra istanbul’da BULTÜRK Derneğini başarıyla yöneten, Osmanlı Ocaklarını soydaş mahallerinde tütmeye başlatan, dürüst, saygın, becerikli ve başarı yolunu açma yeteneğine sahip bir kişi çıktı ve Sayın Rafet Ulutürk’e aç keneler gibi saldırmaları bu yüzdendir. “Kravat takıyormuş, takım elbise giyiyormuş, içtiği kahveyi kendisi ödüyormuş”… Size ne! R. Ulutürk Bey Türkiye vatandaşı olarak tüm insan ve soydaş haklarına en az sizler kadar sahip olan biri değil mi?

Yoksa kimin nasıl yaşayıp nasıl çalışacağı sizden mi soruluyor? Belediyelerde, Bakanlıklarda ve Cumhurbaşkanlığında ilgi hak etme uzun bir yol yürümeden, dürüstlük kanıtlanmadan mümkün olamaz…

İnsanın aynası boyu değil, işidir. Ne yazık ki, cam gözlüklülerin bunu görebilmesi asla olanaklı olamaz.

Bu tipler, Sofya’ya gidip sorup soruşturmuşlar. R. Ulutürk adında bir Bulgar ajan dosyası araştırmışlar, bulamamışlar. Bulgar İç İşleri Bakanlığı hafiye arşivinde özel arama yaptırmışlar, oradan da bir şey çıkmamış. Bu gerçekler, soydaşların yüzünün gülmesine, örgütlenmelerine, artık “uçmaya hazırlanmalarına” engel olmaya çalışanların içini iyice kemiriyor. Düşman aramızda ve içimizdedir. İnsana yakın olan biri de, en büyük düşmanı olabilir. Olay budur! Son dönemde, Rafet Bey etrafında dolaşan kıskanç hafiyeleri erken sezdi. BULTÜRK yönetim kurulu üyelerinden bazılarını tavsiye etti. “Bulgaristan Türklerinin Sesi Gazetesi” köşe yazarı bir daha değerlendirildi. Derneğin güçlenmesine pranga vurmaya çalışanlara yol gösterildi. Yolun dik olduğunu görenler davadan kendileri vazgeçti. Halkı bilinçlendirmek devrim yapmaktan çok daha önce yapılması gereken zor ve uzun zaman isteyen bir iştir. Bu iş genelde en az üç nesil sürer de, Türkler kimlik davasında bilinçle değil, hisleriyle davrandıkları için zafer çok yakındır. Yuvasında kalan kuş yüktür, yükseklik korkusu olanları anneleri yuvadan iter. Kanat açınca uçtuklarını fark ederler. Eksiklerimiz cesaretimiz ve özgüvenimizdir. Hepimiz uçacağız!

Rafet Beyin Filibe Müftülüğü’nde Vakıf müdürü olarak görev almış olması ve bazı cami onarım işlerine ödenek bulması, ne yazık ki,  savmayan bir yara halini aldı, görüldüğü üzere bugün de kaşındıkça kaşınıyor. Fakat daha o zamanlarda Türk-İslam Eserlerini Koruma araştırma vakı – UFUK Vakfını kuran da o olmuştu. Osmanlıdan kalan tarih ve sanat eserlerimizi yaşatmak öz davamız oldu. Mahkemeler devam ediyor. Bu davada başarılı olmamız için çok güçlenmemiz gerekiyor. Karşımızdaki güçler Müslüman dünyası bunalımlarından yarar sağlamaya çalışıyor, yeni saldırılar için fırsat gözlüyorlar. Bu noktada Rafet Beye dil uzatılması doğrudan doğruya kıskançlık, hainlik ve küstahlıktır.

Günümüze kadar, bir Bulgaristanlı Türkün Bulgar istihbaratına hizmet etmiş olması en büyük yüzkarası ve suçtu. Sanki söz konusu şahıs Rafet Bey olduğunda kıstaslar, yargı değerleri değişiyor ve onun böyle bir alçaklık yapmamış olması neredeyse suç olarak gösterilmeye çalışılıyor. Yukarıdaki şiirde bu işlere “başkaları karar veriyor” dense de, alçaklığın şu seviyesi insanı düşündürüyor.

Ben artık, kanatlanıp uçmayı denememizi engelleyen saldırıların hep aynı düşmanlık ininden geldiğine inanıyorum. “T haber net bg” sitesine katılanların yüzleri bugün görünmese bile, şairin “bir gün sen de alacaksın beyaz bulutları altına” dediği gibi, gerçekler mutlaka gün yüzüne çıkacaktır. Biz artık HÖH partisinin gerçekçi yayın yapan soydaş gazetelerine karşı yazı yazan, replikte bulunan, elektronik yayınlarda olayları tersyüz göstermeye çalışan kadrolar atadığını haber aldık. Onları korkutan Başkan Rafet Ulutürk’ün soydaşlarımızın gönlüne giden yolu açması, herkese hizmet davasında git gide daha büyük başarı elde etmesi; Osmanlı Ocaklarıyla Türklüğü yeni bir bilinç olarak uyandırması ve birbirlerine ısınırken hedef birliğinde kenetlenerek yüreklenmemizin yeni ajanları iyice rahatsız etmeye başlamış  olmasıdır. Aklınızda olsun, halk kitlelerini ardına alan Başkan Rafet Ulutürk sizi tespih boncuğu gibi dizecek kabiliyet ve güce sahiptir.

Uç… Her şeye rağmen dene.

Bin kere düşsen de yere.

Yine dene…

Reklamlar