alpt
Alptekin CEVHERLİ
+++++++
Adam soruyor:
        Feraset mi, o da ne?
 * * *
Hep gençlerin kültürel olarak yozlaştığından, bazı insanî değerleri bilmediklerinden dem vurulur ya; bir şey dikkatimi çekti. Aslında gençler insanî olumlarını olabildiğince yaşamaya çalışıyorlar. Ancak o bahsedilen kavramların karşılığı olan kelimeleri bilmedikleri için yaşadıkları, ancak ifade edemedikleri duygular arasında kayboluyorlar.
Çünkü dilimizi güya sadeleştireceğiz diye, pek çok güzel kelimemizi kullanamaz olmuşuz.
Ondan sonra da İslâm ülkeleri niye böyle perişan deyip, türlü türlü mazeretlerle, suçlamalarla kendimizi kandırıyoruz.
Bir gün Abdülhâlik Gucdüvânî hazretleri (Özbekistan) Buhara’da mürit ve gönüldaşlarıyla velilik halleri üzerine sohbet ediyordu. Sohbet halkasına elinde tespih, sırtında dervişlik hırkası, omuzunda seccade olan bir genç de dahil olmuş, can kulağı ile Gucdüvânî Hazretlerini dinler görünmekteydi. Meclistekilerin ilk defa gördükleri bu genç, bir müddet sonra sual sormak için müsaade aldı ve son derece hürmetkâr bir eda ile şöyle dedi:
– Efendim, malûmunuz, Hz. Peygamber s.a.v., “Müminin ferasetinden sakının; çünkü o, Allah’ın nuru ile bakar” buyurmuşlardır. Bu hadis-i şerifin sırrı nedir acaba?
Gucdüvânî Hazretleri soruyu önce duymazdan geldi. Ancak genç ısrarla Gucdüvânî Hazretleri’ni sıkıştırıyor, cemaatin içinde güç durumda bırakmaya çalışıyordu.
Bunun üzerine Abdülhâlik Gucdüvânî, bu gence kısa bir süre nazar eyledikten sonra sert bir tonla:
– Sen önce beline bağladığın zünnarı kesip imana gel, Müslüman ol ki; bu hadis-i şerifin sırrı tecelli etsin, buyurdu. (Zünnar: Papazların, ucunu önden sarkıtarak bellerine bağladıkları örme bir kuşaktır ve tıpkı haç gibi Hıristiyanlık alametidir.)
Gucdüvânî Hazretleri’nin bu sözü oradaki herkesi şaşırttı. Çünkü genç, Müslüman bir Türkmen dervişi kıyafetindeydi.
Nitekim inkâra yeltendi ama yakınında bulunan birkaç kişi gencin üzerindeki hırkayı zorla çıkarınca, düğüm düğüm ederek gizlemeye çalıştığı zünnarının belinde bağlı olduğu görüldü. Gerçekte Hıristiyan olan bu genç, müminin ferasetindeki isabeti bizzat yaşayarak öğrenmişti. Maksadını anlatıp, Zamanının en büyük İslâm âlimlerinden olan Gucdüvânî Hazretleri’ni itibarsızlaştırmak için bu oyunu plânladığını ve sorusuna cevap aldıktan sonra Zünnarı çıkarıp “Senin ferasetin, işte bu kadar” işte deyip küçük düşürmeyi tasarladığını söyledi.
Ardından af diledi, zünnarını çözüp attı, kelime-i şahadet getirip Müslüman oldu. Bunun üzerine Gucdüvânî Hazretleri, etrafındakilere döndü, buyurdu ki:
– Ey dostlar! Bu genç zünnarını kesti, Müslüman oldu. Gelin sizler de kalplerinizdeki zünnarı kesip iman edin. Kalpteki zünnar da kibir ve gururdur. Bunları çözüp atmadıkça ahdine sadık bir mümin olamazsınız!
 * * *
Bugün İslâm dünyası arasında belinde gizli zünnar ile dolaşan o kadar çok çıfıt var ki, sorun feraset sahibi mümin olmayışında…
Adamlar kıtır kıtır İslâm adına Müslüman kesiyorlar.
Hatta artık aştılar, fantezi yapmaya başladılar. Canlı canlı çatıdan atıp aşağıda nasıl öldüğünü kameraya çekip facebook’tan paylaşıyorlar, diri diri boynuna kadar toprağa gömüp altına yerleştirdikleri bombayı patlatıp, topraktan fırlayan ceset parçalarını seyredip bir de dalga geçer gibi “Allahüekber” diye bağırıyorlar.
Bu ne tezattır, ne gaflettir, ne ironidir ki, İslâm ülkelerinde de ‘ortalama’ % 10 oranında da İŞİD’in gerçekten şeriatı gerçekleştirdiklerine inanan bir kesim var.
Bunların bellerindeki zünnarı, boynundaki haçı gösterecek Müslümanlar ise ya uykuda, ya da başka işlerle uğraşmaktan bunlarla mücadeleye fırsat bulamıyorlar.
Öyle ise gençlerimizi bilinçli yetiştireceğiz. Çocuklarımızın kafalarının ve ellerinin bu münafıkların kontrolüne geçmemesi için İslâm’ı adam gibi öğreteceğiz.
Öyle namaz kıl, oruç tutu Müslümanlığı bitti. Geldiği yer işte ortada…
Asla ama asla “Protestan İslâmiyet” istemiyoruz!
Selefidir, Vehabidir vb. ideolojilere karşı gençlerimizi eğiteceğiz.
Soğuktan donanı buzla ovarlar. Eğer ateşle tedavi etmeye kalkarsanız kalbi dayanmaz ölür.
İŞİD’in (DEAŞ’ın) panzehiri yine Sünni İslâm’dadır.
Bu vahşetin yaşandığı bölge genelde Hanefi ve Şafi’dir. İmam Azam Ebu Hanife Hazretleri’nin ve İmam Şafi Hazretleri’nin anlattıkları gerçek anlamlarıyla öğretilmek zorundadır. Yoksa Lawrence’ların icat ettiği sözde İslâm felsefesi ile nazenin gençlerimiz birbirini kırmaya daha çok devam ederler.
Memlekette Selefiliğin ve Vehabiliğin adını duymayan yok. Peki, nerede İmam Maturudî? Gençler arasında adını bile duyan iki elin parmaklarını geçmiyor. Yalan mı?
Bugünlerde Müslümanlara dayatılan Selefiyye ve Mutezile’nin aksine, Matüridî’ye göre dinin kaynağı olarak nakil (Kur’an) ve akıla aynı oranda itimat etmek gerekir. Matüridî, İslâm’ın evrenselliğine zarar vermeyecek biçimde, itici olmaktan çok kucaklayıcı bir yaklaşımla dini anlatır. Bu sebeple İmam Matüridî, dinin “özünü” ilgilendirmeyen görüş farklılıklarını hoş görür, onların sahiplerini dinden çıkmış saymaz. Kendisiyle aynı görüşte olmayanları zorlamaz. (kafa kesmez) “Akıl” ile “nakli” dengeli bir şekilde kullanır. Akıl, bilgi kaynaklarından biri, insana verilmiş ilâhi bir emanettir. İnsanlar akılları sayesinde güzellik ve çirkinlikleri tanır, kendi üstünlüklerini onun sayesinde anlarlar. Kulun kusur işlemesi aklını kullanmayışı yüzündendir. “Allah’ın emirleri akıllı olana hitabendir”. Akıl bali olmayan deli ya da çocuk hükmündedir. Allah’ın emirlerini anlayacak akıl seviyesine sahip olmayanlar, ilâhi emirlerin dışında kalır, sorumlu olmazlar. Onlara deli muamelesi yapılır.
Bugün dünyanın ama en çok İslâm dünyasının ihtiyacı; feraset sahibi, özünü bilen ve akıl bali insanların çoğalmasıdır.
Yoksa ABD ile veya İran ile bir olup, bu ateş söndürülemez, sadece daha da ‘odun’ taşınır… İhtiyaç olan berrak ve serin bir gönül iklimidir.
Özet; Peygamber Efendimiz, “Müminin ferasetinden sakının! Çünkü o Allah’ın nuruyla bakar” buyurmuşlardır. (Tirmizi’den)
11816836_988430391206981_6237645796321165630_n

 

Reklamlar