İrevanlı S. Bulgaristan Türklerinden roman yazarı İsmail Yakup’un evindeyiz.
İsmail Yakup yıllar yılı kendi elleriyle ektiği üzüm çardağının sefasında bir söyleşi gerçekleştirdik.

Sayın hocam ilk yazdığınız felyeton “Gece İmtihanı” idi. Daha sonra yazdığınız daha büyük romanlarınızı  “Kestaneler Altında” “Ulu Cınar”ı okudum. Ve son gelişimizde“Hayatımızın Kış Ayları” romanınızla tanıştık okuduk. Romanlarınızda hep o yılların 1980’li yılların başlarında Bulgar yönetiminde bir değişime başlaması ve o yıllar anılır. Siz bu değişimi ne zaman hissettiniz ve nasıl bir duygu yarandı. Bulgaristan Türklerinde. Nasıl bir durum beklenirdi Bulgar devletinden.

İSMAİL YAKUP: Bu hususta Bulgarlar 1973’ten 1980 yılına kadar Bulgaristan’daki parti ve devletin siyasetinde böyle bir şey hisedilmezdi. Bu 1980 yıllarında artık yavaş yavaş belli olmaya başladı. Fakat Bulgarların Bulgar ideolojilerinin Türklere karşı olan siyaseti daima Türklerin haklarını kısıtlamakmış. Arşivlere bakılırsa bu da 1878 yılından sonra Rus-Türk harbinden sonra da başlamış, fakat adım adım çeşitli yıllarda çeşitli dönemlerde çeşitli seviyedeymiş. Yeni komünist idaresi idareye geldikten ilk yıllarda Türklerin haklarını genişletmeye çalıştılar.  Türklere bir hayli geniş haklar tanıdılar. Hele tahsil konusunda okullar açmada okuma yerleri yeni iş yapma idare işlerine devlet işlerine Türklerin tayin edilmesi vs ile, Türklere bayağı haklar verildi ve Türkler aktif olarak yeni idarenin yeni hükümetin, yeni sistemin kuruluşunda iştirak ettiler. Bu hele 1960 yıllarına kadar çok iyiydi ve biz bu haklardan memnunduk. Türkçe okullar açıldı, liselerde Türkçe eğitim verildi. Üniversitede fakülteler açıldı, öğretmen okullarımız vardı. Üniversitede Türkçe eğitimi vardı. Türkçe gazete, dergi çıkarılırdı. Türkçe yayın, radyoda Türkçe yayınlar vardı, hatta bir saatten birkaç saate çıkarıldı. Sonra günde 5 saat yayın yapılırdı. Bunlar 1961-62 yıllarından sonra yavaş yavaş kısıtlanmaya başlandı. Hele 1968 yılında Türkçe kitaplar için yayın evi kapanınca biz artık bu olayların nereye giderdiğini hissetmeye başladık. İlkin 1968 yılından sonra Bulgaristan’da Türkçe kitap basımı durduruldu. Sonra gazetelerde Bulgarca yazılar çıkmaya başladı. Türkçe yazıların sayısı gittikçe azalmaya başladı. Okuyucu 1981-82 yıllarında artık hepten gazetelerde Türkçe yazılar kışıtlanmıştı.  Radyoda yayınlar kısıtlanmıştı, Türkçe konuşma yasaklanmaya başlandı bazı yerlerde. Hele devlet dairelerinde artık Türkçe konuşmaya yasaklar konulmuştu. Türkçe konuşmak lokantalarda külüplerde o zamanlar Türkçe şarkılar söylenirdi bunlar hepsi yasaklandı. Biz artık işlerin kötüye gittiğini görmeye başladık. 1984 yılında onlar birkaç köyde bir denemeler yaptılar bunlar hakkında hiçbir yerde yazılı belge yok fakat, 1984 yılında insanların konuşmasına şahadet olmalarına göre ilkin denemeler yapıldı. Aytos taraflarında bazı köylerde insanların dilini değiştirerek zorlamaya başlamışlardı. Sonra bu şekilde Krumovgrad’ın bazı köylerinde sınır boyu köylerinde siz Pomaksınız yahut da Bulgar kökeniniz var,  Bulgarlarla ilişkiniz var diyerek adlarını değiştirmek için zorlamaya başladılar. Artık 1984 yılının sonuna doğru Kasım ayında bütün köylerde insanları mecbureten Türk adlarının değiştirilmesine mecbur ettiler.  Bu çok kötü bir şekilde icra edildi. Köyler geceleri basılırdı. Türk insanına adlarını değiştirmek için dilekçe imzalattırılırdı. Bu şekilde yeni yıla kadar 1984 yılının sonunda bütün köylerde Türklerin adları değiştirildi.

İrevanlı S. Hocam Türk edebiyatı ile ilgili düşüncelerinizi öğrenmek isteriz. Türk edebiyatına merakınız Türkçe roman yazmaya ne zaman başladınız ve bu merak nereden doğdu. Bulgarların rejim değişikliği romanlarınızda kırmızı çizgi olarak hep geçer. Üzüm çardağı altında oturmuşuk buradan görünen arı kovanlarından bir az bahseder misiniz. Kovanlıkta sabah sabah yüzden fazla arı kovanı saydım. O arı kovanlarından 9 No/lu arı kovanı çok ilgimi çekti. Bu kovanda sır gibi gizletilen belgede bir gerçeklik payı var mı bu bir avtobiografi mi yoksa yazarın kendi texeyyülü illüziyası mı desek ) 9 numaalı No/lu kovan gerçek mi açıklar mısınız?

İsmail Yakup: Edebiyata merakım okulda iken başlamıştı. Şiir ve hikaye okumayı severdim. Hele bir Eylülcü Cocuk gazetesi çıkardı. Bulgarca “Srebritca” derledi Bulgarlar. Rusya’da adı “Pioner” gazetesi çıktığı gibi burada da Eylülcü Çocuk gazetesi çıkardı ve bu gazete Türk okullarına dağıtılırdı. Ben bu gazeteyi daima alırdım ve orda olan şiirleri, öyküleri okurdum. Sonra evimize “Yeni Işık” gazetesi  de girmeye başladı. Ebeveyinleim abune olurlardı bu gazetelere ve biz Yeni Işık gazetesine de abune olmuştuk ve bu gazete de evimize gelirdi.  Sonra “Halk Gençliği” gazetesi de çıkmaya başladı o, gazeteyi de okurdum. Fakat edebiyata merakım edebiyat öğretmenim sayesinde beş altıncı sınıflarda da yaranmaya başladı. Okulda bir Türkçe öğretmenim vardı Mehmet Davudov, şairdi o Türkçe şiir yazardı. Şiirleri gazetelerde çıkardı biz de onu ilgiyle okurduk. Mehmet Davudov bizi ve birkaç öğrenciyi şiir tekniğine öğretmeye çalıştı. Şiir nasıl yazılır, kafiye ve hece vezni böyle şeyleri bize öğretirdi ve biz birkaç öğrenci denemeler yapardık şiir yazmak için, o da bizi teşvik ederdi. Türk edebiyatına en büyük merakım benim Razgrad’da öğretmen okulunda okurken yarandı. Edebiyat öğretmenimiz Ahmet öğretmen okulda edebiyat derneğinde toplardı bizi on onbeş öğrenci idik, derneyi de kendisi yönetirdi. Onun yanında bazı şeyleri öğrendik. Öğretmen okulunda iken ilk şiirim çıktı, ilk yazım şiirdi. Sonra askerde iken “Halk Gençliği” gazetesinde yarış ilan edilmişti. Feyleton ve öykü yarışı aklıma geldi bir feyleton yazmak, yani mizahi hikaye ve iştirak etmek için ben orda öykü yarışmasına katıldım. Orada ikinciliyi  kazandım felyetonda. Ondan sonra yazmaya daha da merakım arttı. Meydan buldukça öyküler yazardım.

İrevanlı S. Hocam nesir eserinizi ne zaman yazdınız kaç yaşında. İlk nesir eseriniz “Gece İmtihanı”mı?

İsmail Yakup. “Gece İmtihanı” hikayesini öğretmen olduğum yıllarda 1967 yılında yazdım. Bunun hikayesi de oradan başladı, öğrencilerim kitap isterlerdi kitap bulamazdık onun için yazdım. O zaman kitap bulamazdık macera kitapları yoktu. Böyle bir hadise macera dinlemiştim sınır boyunda, çocukların başından geçen bir macera. İşte ben de bunu kaleme aldım ve bir hikaye çocuk hikayesi yazmak istedim. Ama konu uzadıkça uzadı sonunda bir çocuk romanına dönüştü. 50-60 sayfalık elyazması oldu, onun üzerinde bir az çalıştıktan sonra”narodnaya prosveta” yayınevine gönderdim. Yayınevinde Sabri Tata’nın eline geçmiş o da yazıyı beğenmiş hoşuna gitmiş ve Sabri Tata’nın yardımı ile “Gece İmtihanı” ak gün gördü.

İrevanlı S. Hocam “Ulu Çınar” romanın da bir anısı var mı, bir az açıklama yapar mısınız?

İsmail Yakup: “Ulu Çınar” artık başka bir konu. “Ulu Çınar” romanının başında da yazmıştım böyle Bulgarca bir ata sözü var. Fakat orda Türkçe Bulgarca yazdık ki başa düşsünler. Kitap her iki dilde yayımlandı. Ben kendimden düşündüm ki “bir köyde ne şah olur, ne padişah” Böyle bir tanıdığım arkadaşım vardı, aynı romanda olduğu gibi. Kendi köyünde çok hürmet görürdü, fakat ailesinde hürmet görmezdi. Ben bu atasözünü işte onun için koydum başlık böyle. “İnsan kendi köyünde ne şah olur ne padişah”.  Umumiyetle kendi köyünde başka köylerde hürmet görür fakat kendi köyünde görmez. Benim kahramanım ise kendi köyünde hürmet görüyor, hanesinde hürmet görmüyor. Bu konu üzerinde bir roman oluşturmak da böyle aklıma geldi. Bir gün arıların yanında kovanlıkta otururken aklıma geldi, planını çizdim onu yazdım ve üzerinde çalışmaya başladım. “Ulu Çınar” romanı da böylece meydana geldi.

İrevanlı S. Hocam “Kestaneler Altında” romanınızı da severek okudum. O romanda çok güzel ve ulvi bir aşk hikayesi var. Bu hikayede avtobiografi var mı? Kendi kurgunuz mu?

İsmail Yakup. “Kestaneler Altında” romanında da yine bir gerçek hayat var. Benim tanıdığım   bir öğretmen arkadaşım kendi köyüne kapatıldı. Köyünden çıkması yasaklandı. İki yıldan fazla köyü terk etmeye hakkı yoktu. Bu romandaki kahraman toplumda bir kişinin başından geçenleri değil, hikaye birkaç kişinin başından geçen bir hadisedir. Bu kahramanları ben bir kişinin üzerinden aynı böyle, hatıralar üzerine yazdım derken nasıl olmuş bu hatıralar, nerde olmuş, bu şekilde koydum. Şimdiki kitapta olduğu gibi ve köye gelen öğretmen onunla karşılaşıyor ve onun hatıralarını okuyup onları bir roman haline getiriyor. “Kestaneler Altında” romanını emekli olduktan sonra yazmaya başladım.  Artık aylak kaldım. Arı kovanları ile işler bittikten sonra, yaz aylarının işleri bittikten sonra birkaç gün aylattım. Hep düşünüyordum bu hadiseyi nasıl yazıyım diye, işte bunu da kovanlıkta yazdım bütün bunları. Bir arı kovanının üzerine koyarak bütün hikayeni elle yazdım. Yazdığım kağıtları her gün 9/No’lu kovana koyar eve gelirdim. Doğrudan bir kovanın üzerine koyarak yazdım bütün romanı. El yazısı bittikten sonra, yazdıklarımı bilgisayarda sonradan işledim.  İşte u 9No:lu kovan onun için bu kadar değerli benim için.

İrevanlı S. Hocam son romanınız olan “Hayatımızın Kış Ayları”  romanını kitabını sizinle 2017 tarihine görüştüğümüzde planını çizmiştiniz. Artık kitap roman haline gelmiş, kitabın müsveddesini okudum oradaki hadiselerde de Sovyetlerdeki kuruculuk sistemi tasvir edilir. Bu romanınızda da kendi yaşamınızdan satırlarasında avtobiografi çizgileri gördüm. Makine mühendisi kimdir!?

İsmail Yakup: Makine mühendisi var gerçektir. Her yazar kendi hayatından yazılarına bir şeyler katar. Ben de katmışımdır mutlaka ve bir şeyler var. Mutlaka vardır. Var bunu söylemek istemiyorum. Makine mühendisi daha sağdır. Ben daha kitapta öldü diye yazıyorum fakat o hele sağdır. Kim olduğu bilinmese daha iyi olur. Onu daha anmayalım daha.

İrevanlı S. Hocam bu son kitabınızdan fevkalade bir haber bekliyor musunuz? İnternet sitesinde Yurtdışı Türkler için düzenlenen bir öykü yarışmasına katıldığınızı öğrendim.  Bir ödüllü yarışma bu. Ödül alma ihtimaliniz var mı?

İsmail Yakup. Bunu ben söyleyemeyeceğim oraya başka kitaplar da gönderilir.  Derlemeler  gönderilir. Oldukça saklı olan bir yarışma. Bu konuda henüz konuşmayalım.

İrevanlı S. Hocam son sorular.  Gençliğinizde hangi yazarların romanlarını okurdunuz? Kimler, hangi yazarlar sizin daha çok ilginizi çekerdi. Hangi romanları merakla okurdunuz. Bulgaristanlı roman yazarlarından Sabri Tata, Ömer Osman Erendoruk, İsmail Canbaz, İbrahim Tatarlı, İsmail Çavuş’la hiç görüşleriniz oldu mu? Bu yazarlardan hangisini daha çok beğenir ve okurdunuz? Sabri Tata roman yazarı idi. Sizin çağdaşınız olan İsmail Çavuş hakkında neler söyleyebilir siniz? Altmışlı yıllarda yani kimleri okurdunuz?

İsmail Yakup: Sabri Tata’nı iyi tanırdım. Romanlarını okurdum. İsmail Çavuş benim okul arkadaşımdı. Razgrad öğretmen okulunda biz onunla birlikte okuduk. O zamandan daha tanışıyoruz. Onun şiirlerini bilirim, öykülerini çok yakında burada iki üç yıl öncesi Sofya’da ikinci bir karşılaşmamız oldu. 2016 yılı öncesi orada kitabını verdi bana. O zamana kadar İsmail Çavuş’un öykülerini okumamıştım. Şiirlerini okurdum yalnız. “Dilek” adlı bir şiir kitabı çıktı. Sabri Tata ile komşu köyden idik onların şiveleri bizimki ile ayrı idi. Bizim Ezerçeliler Torlaklılar hepsi aynı şekilde konuşurlardı. Geleyrum, gedeyorum naapoursun vs. İki köyün dili ayrılamaz. Sabri Tata ile karşılaşmamız ilk olarak “Gece İmtihanı” vesilesiyle oldu. Tata’dan mektup aldım, beni Sofya’ya davet etti orada karşılaştık. Kitapla ilğili  anlaşmayı imzaladık. Basmak için nasıl olacak diye konuştuk. O zaman basın evi tam kaideleri korurdu. Onunla o zaman tanışmıştık, ondan sonra da çok defalarca karşılaştığımız görüştüğümüz oldu. Fakat roman dalında üstat olarak biz Ömer Osman Erendoruk’u tanımamız lazım. Ömer Osman Erendoruk öykü ve roman üzerinde en iyi çalışan en dikkatli ve titizdi.  Dile çok önem verirdi. Türkçeyi en iyi şekilde başaran kimse Ömer Osman Erendoruk’tur. Ben Ömer Osman Erendoruk’tan daha iyi Türkçe konuşan bir yazar ve şair görmedim Bulgaristan’da. Yoktur da hesap ediyorum.

İrevanlı S: Hocam altmışlı yıllarda hangi romanları okurdunuz. Mesela Reşat Nuri Güntekin’in “Çalıkuşu” romanı vardı. Biz talebe iken Azerbaycan okucuları biz talebeler de bu romanla tanıştık. Azerbaycan’a Sovyetlerin yıkılışı arifesinde ilk olarak getirilen roman diyebilirim.

İsmail Yakup: Bizler için edebiyat dalında Sabahattin Ali ve Nazım Hikmet vardı, onları  okurduk. Nazım Hikmet bizim için en birinci idi. Biz onların kitaplarını bilirdik ve okurduk.  Edebiyatı biz onların eserlerinden öğrendik. Sonra yılların geçmesine rağmen artık 1956-57 yıllarında “Çalıkuşu” az önce andığım Ahmet Afayim o bizim öğretmenimizdi. O bize Türk edebiyatı ile ilgili çok şeyler öğretirdi, çok iyi anlatırdı, ondan öğrendik. Halide Edip Adıvar diye bir yazar varmış. Hüseyin Rahmi, Reşat Nuri Güntekin bunların adlarını biz öğretmenimiz Ahmet Afayim hocamızdan öğrendik. Bunları Razgrad’da artık öğretmen okulunu bitirirken Yaşar Kemal’in de “İnce Mehmed” romanını  tekrar tekrar okuduk. Şimdi de gene diyebilirim ki “Çalıkuşu” Sebahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna”sı biz bu kitapları üçer, dörder, beşer defa okumuşum, şimdi de okumayı severim. Nazım Hikmet’in şiirlerini bütün kitaplarını okurduk. Onun bir kitabı var. “Bir Aşk Masalı” adlı romanını üzerine film yaptılar. Çekoslaovakiya’da filmini çektiler. Onun sağlığında da 1957 yılında Nazım Hikmet ikinci defa Bulgaristan’a geldikten sonra işte bizim ders yılı bitmişti yaz ayı idi. Razgrad okulunda üçüncü sınıfı bitirdim eve döndüm. İki üç gün sonra Razgrad’a gitmiştim tekrar o zaman ağabeyim de Razgrad’da öğretmendi. İlk okul öğretmeni.  Ağabeyim Nazım Hikmet geliyor dedi karşılaşmamız olacak. Benim okuduğum okulda öğretmen odasında Razgrad kültür evinde öğretmenlerle karşılaşması o şekilde oldu. Çok iyi hatırlıyorum şimdi de gözümün önünde. Bir arkadaş filim hakkında soru sordu. Film çekildikten sonra Bulgaristan’da gösterildi. Film Bulgarcaya çevrilmişti. Bulgaristan’da bu filmi gösterdiler biz baktık. Ne diyeceksiniz bu filmi beğendiniz mi? Hiç beğenmemiş çok hiddetlendi o zaman. “Rejisör dedi, bu filmi yapan dedi öküzün birisi. Doğrudan bu kelimeyi kullandı. Hiç dedi Türkleri bizleri dedi tanımamış, Türk kültürünü tanımayan, bilmeyen bir kimse dedi. Türk kültürünü Türk şarkılarını, Türk danslarını bilmeyen bir kişi. O filmi hiç beğenmemişti, o zaman öyle söyledi.  Hatırımda bunlar kalmış.

İrevanlı S. Hocam Bulgaristanlı Türk yazarlardan İshak Raşidov hakkında neler söyleyebilir siniz? İshak Raşidov’la hiç karşılaştınız mı. Raşidov’un “Yeşik Kuşak” romanını okudum. Bulgaristan’da 60’lı yıllardaki sistemi en iyi şekilde satıraralarında mizahi bir dille tenkit eden bir yazar. Örnegin “Vazovir” şiirinde olduğu gibi. Bizde Azerbaycan’da da Samed Vurgun’un “Mingeçevir” şiiri de o tarzda yazılmış ama, sovyetlerin zaferi övgüyle terennüm edilirdi.

İsmail Yakup. İshak Raşidov’u hiç tanımadım. Onunla hiç karşılaşmadık.  Raşidov’un “Yeşil Kuşak” romanını okudum. İlk eleştirmen olarak Bulgaristan’da tanınırdı. Rıza Mollof’tan sonra o eleştiriler yazardı, şiirler öyküler için her hangi bir derleme çıktıysa Rıza Mollof ve ondan biz İshak Raşit’ten okurduk. Fakat onunla hiç yüz yüze gelemedim ve karşılaşmadım hiçbir defa.

İrevanlı S. Hocam Azerbaycan Türkleri, daha doğrusu yazarları ile ilgili sorum olacak. Azerbaycan Türkleri ile Bulgaristanlı Türk yazarlar arasında 1950’li yıllarda dostluk bağları olmuş, kültürel ilişkiler kurulmuştu. 1950’li yıllarda Bulgaristan’a gelen bir heyet vardı. Azerbaycan Aydınları ayrıca Bulgaristan’da kültür bağları konusunda birçok konular ele alınmıştı. Siyasi yönden nasıl bir bağ vardı bu konuda düşüncelerinizi hatırınızda kalanları öğrenmek isterim. Bu ilişkiler hafızanızda nasıl kalmış?

İsmail Yakup: Azerbaycan için hafızamda kalan diyecegim çok konular vardır. Biz ilk okul öğrencisi iken ilk defa 1957 yılının bahar ayında Azerbaycan’dan büyük bir delegasyon geldi Bulgaristan’a. Gazetelerde resimleri çıktı. Azerbaycan’dan gelen delegasyonu ikiye ayırdılar, yarısı Kuzey Bulgaristan’da kaldı, diğer yarısı Güney Bulgaristan’da Türk bölgelerini gezdiler, insanlarla görüğtüler. Bu delegasyon aslında Sovyet Azerbaycanı’nda insanların yaşamı için sosyalizmi anlatmak için gelmişlerdi. Köyleri gezdiler, bizim köyümüze de geldiler. Ben orada onlar köyü gezerken o kalabalığın içinde idim. Orada iştirak ettim ben de. Bizim köyün merkezinde bir kürsü kurdular o kürsüden konuştular. Hatta şimdiki gibi hatırlıyorum o konuşmaları, gözlerimin önünde bir kadın kolhozda çalışırmış, o kadın da orada bir konuşma yaptı. Kolhozda çalışan kadın Sosyalizm devrinde Azerbaycan’da köylüler nasıl iyi yaşıyorlar, iyi gelirleri varmış diye anlatırdı. Ve işte onu iyi hatırlıyorum. Kadın onların hanesinde iki otomobil varmış, kocası işe giderken bir arabaya biner gidermiş, kendisi de işe giderken diğer arabaya binip işe gidermiş. Yani gün gelecek sizde de köylülerinizin otomobilleri olacak. Bunlar kaldı aklımda. Yine 1950 yılının Nisan ayı idi ilk bahardı, ağaçlar daha yapraklanmamıştı, hatırlıyorum güneşli bir gündü. Onun devamı var çünkü o delegasyon döndükten sonra iki ay sonra Bulgaristan’dan 15 Türk aydını böyle iş başında olanlar te uyanık olanlar on beş kişiyi Azerbaycan’a gönderdiler, oradaki hayatı görsünler diye. Bu delegasyonun başkanı yönetmeni Süleyman Gavazoftu. Ve bu delegasyona benim amcam da girmişti. O zaman köyde kooperatifte mangabaşı brigadir derlerdi. Kırk elli hanenin işini yöneten bir kimse.

İrevanlı S. Hocam Samed Vurgun hakkında 2017 yılında görüştüğümüzde onunla bağlı hatıralarınız olduğunu da söylemiştiniz hatırlıyorum. Samed Vurgun’u nasıl hatırlıyorsunuz .  Samed Vurgun hakkında neler söylerdiniz?

İsmail Yakup. Samed Vurgun’u da o zaman Bulgar Sovyet dostluğu günlerinde tanıdım. O zaman Bulgaristan Sovyet dostluğu günleri yapılırdı. Bu tedbirler tam bir ay sürerdi. Bu aylarda Ekim ayının onundan, Kasım ayının onuna kadar bütün köylerde toplantılar, sergiler düzenlenirdi. Güzün Ekim ayı sonunda büyük bir miting olacak diye müjdelediler ve bizim köyden 20-30 öğrenciyi arabalarına bindirdiler o mitingde iştirak etmek için Razgrat’a götürdüler. Ben de o kalabalığın içinde idim. Büyük bir mitingdi. O zamana kadar ben Samed Vurgun’un hakkında bilgim yoktu. Ama okullarda Samed Vurgun okutulurdu kitapları vardı, okuma kitaplarında. Orada ilan ettiler Samet Vurgun konuşacak. Onun konuşmasını hatırlıyorum. Razgrad’ın merkezinde orada mitingin olduğu yer büyük bir boşluktu. Kasabanın merkezinde bahçe vardı. Bir tarafta belediye meclisi diğer tarafta tahsildarların binası. Onların arasındaki boşlukta güzel bir bahçe ve saat kulesi vardı. Ben de o saat kulesinin yanında idim. Samed Vurgun meclis binasının eski binasının balkonundan konuştu, orada gördüm onu. Konuşurken onu dinledim.

İrevanlı S. Hocam Mirza İbrahimov’u tanır mıydınız.?

İsmail Yakup. Mirza İbrahimov’u biz kitaplarından tanırdık. Okul kitaplarından. Bulgaristan’da bulunurdu onun kitapları “Büyük Dayak”“Pervane” romanları dersliklerde vardı. Hatta büyük ağabeyim 1952 yılında öğretmen okulunu bitirdikten sonra Minkovski köyüne öğretmen tayin edildi. Minkovski köyünden dönerken Kırcaali’de kitapçıda bir bavul Azerbaycan’ca yazılmış kitap getirdi. Çeşitli kitaplar vardı, o zaman Samet Vurgun’un şiirler kitabını gördüm ben o bavulda. Azerbaycan’da basılmış Rusça olsun, Azerbaycan Türkçesi ile olsun kitplar çok ucuzdu. O kitapları getirir ucuz fiyata satarlardı. Ağabeyim bir bavul doldurmuş getirmişti. Ağabeyimin getirdiği bu kitaplar hepsi kayboldu. Türkçe kısıtlanmaya başladıktan sonra ağabeyimin evini basmışlar ne kadar Türkçe kitap varsa hepsini almışlardı. Bu Azerbaycan Türkçesinde olan kitapları da almışlardı.

İrevanlı S: Hocam o zaman toplanan Türkçe kitaplar yakıldı diye biliyoruz doğru mu?

İsmail Yakup: Doğrudur, çok kitaplar yakıldı, çok kıymetli kitaplar gitti yok oldu, yok ettiler. 1981 yılından sonra hatta burada köylerde köy kütüphaneleri vardı. Her yerde Türkçe kitaplar vardı. Bunların hepsini yasak ettiler, topladılar. Çok yerlerde yaktılar da bazı yerlerde yakamadılar. İzelere atmışlar çok yerlerde izmelerde ben buldum o kitaplardan, çoğu çürümüş ıslanmış kalmış mahvolmuştu. Çok kitaplar Türkçe kitaplar hepsi kayboldu. Çok yerlerde tasavvur edin bütün buralarda bütün köyler Türk köyü, Türkler yaşardı. Her köyde kütüphane vardı. Okullarda kütüphane vardı. Kitaplar, bunlar hepsi Türkçeydi bunların hepsini kaybettiler yaktılar. Azerbaycan Türkçesinde olan kitapları da Türkçe diye Türk kitapları olarak yok ettiler. Ancak Azerbaycan’dan gelen kitaplar Kiril alfabesi ile yazılmıştı. Benim bildiğim Kiril alfabesi idi. Latin alfabesine sonradan geçildi ve kullanılmaya başlandı. Fakat çok kitaplar yok edildi. Razgrad’da ağabeyimin evine polisler gelmişler ne kadar Türkçe kitap varsa hepsini almışlar. Tek bir kitap da çevirmediler geri hepsini yok ettiler. Tarihi yok etmeye çalışırdılar. Türklerden eser kalmasın istiyorlardı. Osmanlı Türklerinden. Türklerden bir eser kalmasın bu topraklarda 500 yıl önce Türkler yaşamamış beş altı yüz yıl kimse yaşamamış diye böyle potolojik bir nefret yaranmıştı. Türklerin nerde var izlerini yok etmeye çalışırdılar. Camilere gelince, camilerimizi, köprülermizi, ne kadar camiler hanlar yok edildi. Ne kadar han ne kadar hamam, Türk hamamları bulunudu. Türk çeşmeleri bulunurdu hepsinin izini yok ettiler.

İrevanlı S. Hocam 2010 yılında İsmail Çavuş ve Ömer Osman Erendoruk da anlatmıştı Azerbaycan Türkçesi ile olan kitapların yakıldığını. Onların ikisi de aynı şeyleri anlatmişti.   Naim Bakoğlu’ndan da duymuştuk. Rahmetli Sabri Tata ile 2008 yılında bir söyleşi gerçekleştirmiştim o reportajında Azerbaycan Türkçesi ile olan kitapların hepsinin yakıldığınıi yok edildiğini anlatmıştı.

İsmail Yakup. Bizim için ilginçti Azerbaycan’dan gelen ve Azerbaycan Türkçesinde yazılan kitaplar. Hatırlıyorum ilk kitap Bulgaristan’da Türkçe ilk gördüğüm kitap Azerbaycan’dan getirilmişti  “Robinzon Kruzo” idi o da tercüme edilmişti Rusça’dan. İlk Azerbaycan Türkçesi ile yazılan Türkçe bu kitabı hatırlıyorum.  Çünkü ben ikinci sınıfta ağabeyim de yedinci sınıfta öğrenciydik. Ağabeyime hediye vermişlerdi bu kitabı, o okuduktan sonra ben de okudum bu kitabı. Bulgaristan’da 9 Eylül’den sonra yeni idare komünist idaresi geldikten sonra ilk kitap bunu biliyorum. Yerli yazarlardan “İlk Adımlar” başlığı altında bir kitap çıktı. Derleme şiirler, Bulgaristan yazarlarından şiirler ve öyküler,. Oçerkler de vardı. İşte filan kahraman, kolhozda çok çalışan birisi veya bakıçı veya traktorcu ilk kitap bu. Yerli yazarların kitapları az olduğu için biz Azerbaycan’dan gelen kitapları merakla seve seve okurduk. Ağabeyimin o kitapları getirdikten sonra askere aldılar onu 3 yıl askerlik yaptı. Üç yılda bu kitaplar benim elimde idi hepsini birer bire okudum. Lise okuma kitapları edebiyat kitapları tarih kitapları. SSRİ Tarihi diye bir kitap da vardı. Azerbaycanca deyip ağabeyim almış onu. Onlar studenkalar (öğrenci) için olduğuna göre ucuz kitaplardı. Astranomi kitabı vardı gene Azerbaycanca. Böyle bir dersin varlığını ben bilmezdim, o kitaptan öğrendim astranomi varmış diye. Yani sonradan Bulgaristan’a “Edebiyat ve İncesenet” gazetesi  girmeye başladı. Bir çok öğretmenler abone olurdu ona alırdılar. Ben de abone oldum ben de alırdım bu gazeteyi. Ağabeyim ise Razgrad’da “Azerbaycan” dergisini alırdı, kalın bir dergiydi.  Bizim için çok ilginç eserlerdi Azerbaycan türkçesinde yazılan kitaplar. Tabii hepsi ondan sonra kısıtlandı. Hele 80’li yıllardan sonra ne Azerbaycan Türkçesinde ne de Türkiye Türkçesinde hiçbir şey alamadık. Bilemedim abone eden de yoktu. Postanelere soruyorduk onlar bir şey bilmeyiz derlerdi, bize hiçbir şey söylemezlerdi. Bilmiyoruz bu kadar. İmkan oldu mu şimdi de abone olan oluyor. Zamanlar değiştiği gibi her şey değişti.

İrevanlı S: Hocam hiç düşündüğünüz anlar oldu mu? Yeniden Türkçe gazeteler çıksın abone olasınız. Sizin o gazete ve dergilerde yazılarınız yayımlansın. Bildiğim kadarıyla Türkçe yayın hiç kalmamış. Sadece Kırcaali haber gazetesinin çıktığını biliyorum.

İsmail Yakup: Bulgaristan’da Türkçe matbuat yok. Gazete var yalnız bir gazete Kırcaali haber gazetesi çıkıyor. Merkezde Sofya’da çıkan gazete yok. Çok iyi olacak gazetemiz olsa Türkçe çıkan bir gazete veya dergi olsa. Çok ihtiyacımız var Türkçe yayımlananacak gazeteye, dergiye. Şimdi tek tük böyle arada sırada deneme yaptılar. “Alev” dergisi başladı. Dayanamaz oldu. O masrafları karşılayamadı ömrü kısa oldu gitti. “Ümit” dergisi çıkıyordu. Fakat o da daha çok çocuklar için yazayor. Bulgaristan’da biz Türklerin gazeteye, dergiye çok büyük ihtiyacımız var. Bu sorun nasıl halledilir benim için karanlık. Olsa bir gazete, bir dergi orada öyküler şiirler yayınlansa, yalnız ben değil, arkadan gelen gençler için yazılan öyküler şiirler basılsın bunlar okunsun. Okuyucuya ulaşsın. Gazete olmadıkça dergi olmadıkça, yazılan bir hikaye yazılan bir öykü okuyucuya ulaşamaz. Gazete dergi olması lazım ki yazılan öyküler okuyuculara ulaşsın. Basın evi olursa, bir matbaamız olursa kitaplar basılırsa çok daha iyi olacak. Bir tarafta devletin yardımı  ve bir tarafta yardım edecek kimse olmadıkça nasıl olacak nasıl halledilecek bilemiyorum. Çok üzülüyoruz. Bizim de bir gazetemiz olsa bir dergimiz olsa yazdıklarımız öyküleri orada yayınlasak ama yok. Bu soru üzerine düşünenler de yok. Biz Bulgaristan’da olan Türkler unutulmuş kimselerik sangi. Türkiye’den yardım görmüyoruz. Azerbaycan’dan görürsek yardım iyi olacak. Bu olur mu olmaz mı yardım eden henüz bilmiyoruz.  Şimdilik bize el uzatan yok. Derin bir ah çekti.

İrevanlı S: Hocam Azerbaycan’a gitmeyi arzu eder miydiniz? Azerbaycan’ı çok merak ettiğinizi oradaki kültür hayatını üniversite hayaını yazar ve şairlerle tanışmak istediğinizi  biliyorum.

İsmail Yakup: Daima daima isterim. Arzum büyüktür. Hele az öncesi andım 1950’li yıllarda yaz aylarında amcam Azerbaycan’a giden o delegasyona katılmıştı. Ondan çok şeyler dinledik biz. Bakü’yü dura dura anlatırdı. Bakü nasıl bir şehirmiş, neler görmüşler orada hepsini merakla anlatırdı. Biz açık ağızla dinlerdik onun anlatmalarını. Nasıl gezmişler, neler görmüşler Azerbaycan’da. Bizim için büyük bir müraj büyük bir ümit yeri görülesi bir vatan Azerbaycan. İmkan olsa da gidip görsem.

İrevanlı S: Hocam Bulgaristan’daki siyasi konudan bir az bahseder misiniz? Bulgaristan’daki Halk ve Özgürlükler partisi şimdi neler yapıyor ve neleri yapmıyor?  Milletvekilleri bu tür konuları hiç gündeme getiriyorlar mı? Niçin o koltuklarda otururken Türklerin haklarını savunmuyorlar.

İsmail Yakup: Hak ve Özgürlük partisi kurulduğu yıllarda insanlarda çok büyük bir umut uyandırdı. Haklarımızın genişlemesi için önceki haklarımızın iade edilmesi için çok büyük ümit bağlamıştık. Fakat bu hususta çok az hizmet yapıldı o kadar az ki 1991- 92 yıllarında yüz binden fazla çocuk okullarda Türkçe eğitim görürken şimdi 5- 6 bine düştü. Bu konular görünürde “Halk ve Özgürlük “ partisinin gündeminden düşmüş bir soru. Bir şeyler yapılmıyor. Sofya radyosu komünist zamanında 6 saat yayın yaparken, şimdi çok az bir yayın yapıyor, televizyondan günde yalnız 10 dakika Türkçe haber verilir, o da yalnız haberleri okuyup geçer. Bu haberleri de dinlemek isteyenler Bulgarca dinliyor. Ben bilemiyorum ne kadar dinleyen var, anladığım kadarıyla bu haberleri dinleyenlerin sayısı çok azaldı. Çünkü biz hesap ederdik ki ilk yıllarda 10 dakika başladıktan sonra ilerideki yıllarda yavaş yavaş yarım saata çıkacak bir sata çıkacak. Yalnız haberler olmayacak başka yayınlar olacak. Kültür haberleri de olacak, Türkçe başka yayınlar da olacak. Fakat arkası gelmedi. Hak ve Özgürlük partisi önceden çok iyi bir gazete çıkarıyordu. “Hak ve Özgürlük gazetesini çıkarıyordu. Bu gazete neden kapandı. Niye kayboldu bilemedik. Bu gazete kapandı ve bu gazete için kimsenin bir şey yaptığı yok. Bütün partilerin gazeteleri var bir tek “Halk ve Özgürlük partisinin gazetesi yok. Kuvveti yok mu bu partinin, gazete çıkaracak kadar kuvveti yok mu? Evvelki Komünist zamanında nasıl ki bu idare “Yeni Işık” gazetesini çıkarırdı. “Yeni Işık” gazetesi haftada iki kere çıkardı ve her sayıda her sayfasında, edebiyat sayfası vardı o sayfada şiir öykü, başka yazılar olurdu. Fakat bir sayfa ayrılırdı “Hak ve Özgürlükler partisinin haberlerine. Hak ve Özgürlük partisi şimdi de bunu yapabilirdi. Vardı böyle imkanları başlamışlardı. Ben iki öykü göndermiştim orada çıkmıştı. O zaman 1992- 93 yıllarında “Halk ve Özgürlük” gazetesi doğru yola çekilmişti ilk yıllarda. Sonra kısıtlandı bu gazete ve çıkmaz oldu neden çıkmaz oldu bilemiyorum.

İrevanli S: Hocam bir korku mu var? Korktukları için mi, baskı mı var bu gibi konuları gündeme getireartık hiç bir şey ifade etmiyor mu  veya kendileri de umursamaz oldular. Bulgaristan’da Türkçe gazete ve derginin çıkması onlar için lüzumsuz mu oldu. Neden vazgeçtiler.

İsmail Yakup.  Halk ve Özgürlük partisinde bir pasflilik yarandı. Bulgarlarla dostluğu bozmayalım, Bulgarların sakinliğini rahatını bozmayalım, hoşuna gitmez diye bir pasiflik yarandı. Fakat çok büyük bir pasiflilik var bizim milletvekillerinde bu önemli konuları mecliste gündeme getirmiyorlar. Burada Türkçe okuma meselesini yakında bildirdiler. Türkçe okuma kitapları çıkmış diye, fakat okul kitaplarının çıkması için yine okul yönetmenlerinin sipariş vermesi lazım. O da bu ayın 10’na kadardı bu gün ayın 12’sidir. Okul kitaplarını Temmuz’a kadar sipariş vermek lazımdı. Bazı müdürler Türkçe istemiyorlar. Sipariş vermeden kaldı. Bazı okullardan sipariş verilmedi yani kitaplar hazır dediler. Sipariş beklenir dediler. Fakat siparişler gelmedikten sonra kitaplar da gelmeyecek. Yani büyük bir pasiflik var. Türkçe okumada, Türkçe gazete çıkarmada, Türkçe kitap yayımlama meselelerinde bir durgunluk büyük bir pasiflilik var. Neden bu pasiflik ben bilemiyorum.

İrevanli S: Bulgaristan’daki Türklere azınlık demek olmaz. Türkler azınlıkta değil bu kadar göçler olduğu halde.

İsmail Yakup: Azınlık değiliz elbet, ama bu azınlık konusu da büyük bir sorun, bu düşündürücü bir mesele ben “Kestaneler Altında” kitabımda da anıyorum bunu ve geniş yer verdim bu konuya. Macaristan’da beş bin Bulgar var azınlık gibi tanınmış. Sırbistan’da 30 bin Bulgar var azınlık gibi tanınmış. Arnavutlukta 3 bin Bulgar var azınlık hakları var. Biz bir milyon olmasak belki sekiz yüz bin vardır peki bizim haklarımız nerede. Biz 3 bin, beş bin değil, sekiz yüz bin Türk var Bulgaristan’da. Türklerin azınlık hakları için kimse konuşulmuyor, neden konuşulmuyor. Ben bilemiyorum. Azınlık konusu bir defa devletin önüne konulmalı. Kızacaklarsa kızsınlar, konuşacaklarsa konuşsunlar bizim bu önemli konuları ortaya atmamız lazım ve haklarımızı istememiz lazım. Nasıl olur da Arnavutlukta üç bin Bulgara azınlık hakkı verirler, azınlık hakları tanınır. Bulgaristan’da sekiz yüz bin Türke azınlık hakları tanınmıyor. Nerede özgürlük. Hak ve özgürlük diyoruz ama haklarımız için savaşacak olan bu parti hiçbir şey yapmıyor. Arada bir nesil kayboluyor. Türkçe basın yok, Türkçe kimse okumuyor. Bizim insanlarımız, bu nesil ne Türkçeyi gerektiği gibi bilir. Ne hakları için çalışıyorlar bu nesilde de böyle bir pasifiklik var. Bizden önce yaşamış olanlar çok daha aktifmiş serbest olarak haklarını ararlarmış. Bizim zamanımızda bizim nesil aktifti. Şimdiki nesil arkamızdan gelen nesil çok daha zayıf bir şekilde davranıyor bu konularda. Benim düşüncelerim bunlar.

İrevanlı S: Hocam teşekkür ederim bu değerli bilgiler için İnşallah bir daha görüşmek nasip olur.

İsmail Yakup: Tekrar tekrar görüşeceğiz görüşmemiz lazım. Yine buyurun kapılar her zaman açık. Daima gelmenizi temenni ederim her gelişinizde sevinçle kapılar açılır.

Sevil İrevanlı Araştırmacı-Yazar.
AKK MedyaCrup Finlandiya  

Reklamlar