Bulgaristan Başmüftülüğü kurumunun oluşumunu, kuruma çıkarılan zorlukları ve üstesinden gelinmesi gereken şartları öğrenince; şu anda taşın altına salt elini değil, aynı zamanda tüm vücudunu koymuş nice diğergâm insanları tanıyınca, Bulgaristan Müslümanlarının sorumluk ve vefa duygularını daha iyi anlıyorsunuz. Kadri Akkaya yazdı.

Kadri Akkaya/Dünya Bizim ile ilgili görsel sonucuBugünkü Bulgaristan topraklarındaki yerli halk 14. yüzyıl sonlarına doğru toplumsal kargaşalardan, süren taht kavgalarından ve vergi adı altında sürekli yükselen sömürüden bıkmıştır. “Yaradılanı severiz, Yaradan’dan ötürü” diyen Yunus gibi herkese aynı göz hizasında bakan ve Anadolu üzerinden bu yöreye göçmüş Sarı Saltuk misali biçok derviş, yöredeki ceberrut yönetimlerce sömürülmüş, kalbleri ve ruhları da sıkıştırılmış halkı; zalime mağrur, masuma müşfik, yaşam biçimleri ve ötekileştirmeyen dayanışmacı hâlleriyle cezbederler. 1371’de Tırnovo, 1390’da Dobruca, 1396’da ise Vidin prenslikleri Osmanlı yönetimi altına girer. Yani, bu coğrafya İstanbul’dan daha da önce vatan kılınmıştır. Siyasi fetihler gelir ve –insan ömrü gibi- geçer. En önemlisi: Âdil ve emânete vefalı olmak; hiç olmazsa hatırayı yaşatmaktır. Hatırayı günümüzde yaşatanları, coğrafyayı hâlâ vatan bilenleri tarihe not düşelim dedik.

Toplam 3 bin 399 adet eser

Bali Efendi‘nin gârib kalmış türbesinde üç İhlas bir Fatiha‘lık an’ın verdiği huzuru Paşmaklı‘nın dağ yamaçlarındaki bir pınarın soğuk suyundan avuçlarımızla içtikten sonra, vücud susamışlığımızın giderilmesiyle başka bir şekilde ve bir daha yaşıyoruz. Gârib kalmış; çünkü bu coğrafyanın son iki asırda hem de bir kaç kez ‘adalet’ yerine ‘hürriyet’ dağıtanlarca savrulmasından sonra, eski külliyenin yerine Sveti Prorok İliya Kilisesi gelmiş ve türbe de arkadaki metruk bir yerde kalıvermiş. Toplu kırım ve Anadolu’ya sürülmüş milyonlarca Müslüman’dan geriye kala kala bir avuç Bâcıyân ve Evlâd-ı Fâtihân canları ve bir zamanların elli üç camili vakıf medeniyeti Sofya‘sından ise hizmete devam edebilen tek bir vakıf eser Banya Başı (Molla Efendi Kadı Seyfullah) Camii kalmış.

Vakıf malları deyince, şunları bilmekte fayda var: Tarih belgelerine göre Osmanlı Bulgaristan’da 2.356 cami ve mescit, 142 medrese, 273 mektep, 42 imâret, 174 tekke-zaviye, 116 han, 113 hamam-kaplıca-ılıca, 27 türbe, 24 köprü, 75 çeşme, 3 sebil, 26 kervansaray, kale, saray, hastahane, kütüphane, saat kulesi, bedesten ve namazgâh olmak üzere toplam 3 bin 399 adet eser inşa etmiş. Bunların ne kadarının ayakta ve ne durumda kalmış olduğunun tesbiti ve ihya edilmeleri çok elzem.

Bugün onlardan biri, Sofya Tarihi Müzesi yapılan zamanın eski bir vakıf külliyesi. Şimdi içerisinde şehir tarihiyle ilgili eserlerin sergilenmesi yanında geçici sanat etkinlikleri de yapılıyor. Bulgaristan Başmüftülüğü’nün de ortaklığı ile Sofya’daki diğer beş dini cemaatten resim sanatçılarının ortak sergisinde Başmüftü vekili ve ressam Birali Birali’nin de eserleri sergileniyor. Yağlı boya eserleriyle katkıda bulunduğu bu geçici sergiyi beraber geziyoruz. Kendisi başmüftülüğün sosyal birimi ile kültür ve medya biriminden de sorumlu bir ressam. Ayrıca Sofya Yüksek İslâm Enstitüsü’nde öğretim görevi de olan bir ilim ehli. “Hayatın sünneti hep sancılı olmak, hep sıkıntılı olmak” diyor ve “Herkes yaptıklarının esiridir.” ayetiyle “Sizi bir nefisten yaratan ve gönlünün huzura kavuşacağı eşini de ondan var eden Allah’tır.” ayetine atfen yaptığı resmimleri gösteriyor.

Ülkede bir milyon beş yüz bin kadar Müslüman kalmış

Birinci Dünya Bölüşümü öncesi Paris ile Londra’nın olur’u, Berlin’in hamiliği ve Rusya’nın vesayetinde güya bağımsızlığı verilen; İkinci Dünya Bölüşümü esnasındaki ünlü Yalta Konferansı’ndan sonra ise Demir Perde’nin ülkeleriyle birlikte tamamen ‘ötekileştirilen’ Bulgaristan; hem de 50 yıldır kapısında hâlâ bekleyen Türkiye’den önce, ani bir hızla 2007 yılında Avrupa’nın ‘ortak üye ülkesi’ yapıldı.

Ülke ve insanı, toplumsal ve siyasal geçiş süreçleriyle boğuşuyor. Bir yanda çoğu harab olan eski ‘komsomol’ üretim kurumları ve tamire muhtaç binalar, trafik ışıkları; diğer yanda o ışıklar kırmızı yanınca çok kalın tekerlekli safari jiplerini durdurarak zaman kaybetmek istemeyen ülkenin yeni kapitalist sürücüleri. Göçtüğü ülkelerde hiç fark edilemeyen toplumun en üsttekileriyle hemen farkedilen en alttakilerden geride kalanların çoğu da bir an önce Avrupa’nın ‘merkezi’ ülkelerine doğru göçün hayalinde. Adaletten çok -şimdi de- şahsi hürriyeti önceleyen yeni toplumsal paradigma, yerleşim birimlerinde nüfusun epey azalmasına sebeb olmuş. Bazı köylerde yol sormak için bile kimse bulunamıyor, ıssızlaşmış.

Müslümanlar bu coğrafyayı altı asırdır vatan bilmiş ve hâlâ biliyor. “Vatan Yahut Silistre”den, Berlin Konferansı‘nda Osmanlı’ya takılan “çelme”den, Balkan Bozgunu ve Sürgünü’nden ve en son Jivkov’un kimlikleri yok etme ve toplumu homojenleştirme zulmünden sonra ülkede geriye kala kala bir milyon beş yüz bin kadar Müslüman kalmış. Çoğu burayı vatan bilmiş, buradaki toplumsal ödevlerini kendilerince yerine getirmeye çalışıyor ve Müslüman kardeşlerine karşı da sorumluluklarının bilincinde. Bu sorumluluk ve geçmişlerine vefa borcu onları çok mutevazı altyapıdaki ortam ve maddi şartlardaki hizmetten beri etmemiş. Mesela, Bulgaristan Başmüftülüğü kurumunun oluşumunu, kuruma çıkarılan zorlukları ve üstesinden gelinmesi gereken şartları öğrenince; şu anda taşın altına salt elini değil, aynı zamanda tüm vücudunu koymuş nice diğergâm insanları tanıyınca bunu daha iyi fark ediyorsunuz. Onlardan bazılarını tanıyıp, görüşlerini almadan önce Bulgaristan’daki müftülük kurum tarihinin künhüne beraber varalım.

Önce seçildiler, sonra atandılar

Bulgaristan’daki müftülük sisteminin hukuki temelleri Berlin Antlaşması (1878) ve Tırnova Anayasası (1879) ile atılmış. Diğer temel hukuki belge ise 9 Temmuz 1880 tarihli: “Bulgaristan Prensliği’nde Hristiyanlar, Müslümanlar ve Yahudilerin Dini Yönetimine Dair Muvakkat Talimatname”. 47 maddeden oluşan talimatnamenin onbeş maddesi zamanın Bulgaristanı’ndaki Müslümanların dini yönetimi ile ilgili. Bu temel ile Bulgaristan Prensliği’nde müftülük teşkilatı kurulmuş; müftülüklerin bölgeleri ve görevleri tespit edilmiş. Müftülük sistemine paralel olarak eski kadı mahkemeleri şeriye mahkemelerine dönüşmüş ve yetkileri müftülere devredilmiş. 19 Nisan 1909 tarihinde İstanbul Protokolü ile aynı zamanda bir de “Müftülükler Sözleşmesi” imzalanmış. Bu sözleşmenin birinci maddesinde Sofya’da Başmüftülük kurumunun kurulması ve başmüftünün de sancak müftüleri tarafından ve onların arasından seçilmesi öngörülmüş. Bu sözleşme uyarınca 8 Aralık 1910’da Hocazade Mehmed Muhiddin Efendi, Bulgaristan’ın ilk başmüftüsü seçilmiş ve bu görevinde 1915 yılına kadar kalmış. Daha sonra başmüftü seçilen Süleyman Faik Efendi görevinde 8 yıl kalmış. Ondan sonraki başmüftüler ‘seçilmiş’ değil, Bulgar hükümetleri tarafından ‘atanmış’lar.

Başmüftü olarak ‘atanan’ Hüseyin Hüsnü Efendi 1928 yılından 1936’ya kadar, Abdullah Sıdkı Efendi 1936’dan 1945’e kadar görevde kalmış. 1945‘den 1989’a kadar ülkenin kaderini tayin eden sosyalist rejim döneminde yerel müftülükler azaltılarak sadece göstermelik 5 müftülük bırakılmış. Bu sözde müftülükler de Merkezi Komite tarafından ‘tayin edilen’ Süleyman Ömer Efendi, Sabri Demirov ve İsmail Sarhocov gibi ‘başmüftüler’ce yönetilmiş.

Todor Jivkov ve Merkezi Komite ekibinin Müslümanları etnik esasa göre Türk, Pomak ve Çingene olarak ayırmasının ardından ülkedeki bütün dinî okullar kapanmış; cenaze, sünnet, bayram kutlamaları gibi temel dinî adetler de yasaklamış. Sosyalist döneminin son başmüftüsü 1988 ile 1991 yılları arasında bu görevde ‘tutulan’ Nedim Gencev. İçişleri Bakanlığı kontenjanı ile Sofya Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin açıköğretim bölümünden mezuniyeti dışında hiçbir icazeti olmayan sözde bir müftü.

Etnik kimliği ne olursa olsun tüm Bulgaristan Müslümanlarını birleştiren tüzel bir kurum

Ülkedeki rejimin dönüşümü sürecindeki 1992 yılında Müslümanlar’ın ilk demokratik konferansı Kırcaali Bölge Müftüsü Fikri Salih’i başmüftü seçmiş. Nedim Gencev bu yenilgiyi kabul etmemiş ve ülke çapında, tabanı olmayan paralel bir müftülük sistemi kurmuş. Bu ikiliğin önlenmesi için 6 Mart 1995’te yapılan Bulgaristan Müslümanları Olağanüstü Konferansı’nda Fikri Salih bir kez daha başmüftü seçilmiş, ancak bu seçim zamanın hükümeti tarafından tanınmamış. Fikri Salih Başmüftülük binasından zorla çıkarılmış ve hükümetce tanınmayan ancak Müslümanların desteklediği başmüftü olarak 1997 yılına kadar görevinde kalmış ve “seçilmiş Başmüftü’nün meşruluğu” meselesini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürerek zamanın hükümetini, Müslümanların dinî işlerine müdahalesinden dolayı mahkûm ettirmiş.

1997’de birleştirici bir olağanüstü konferansın yapılması için taraflarca karşılıklı anlaşma sağlanmış ve seçim sonucunda başmüftü olarak Mustafa Haci, Yüksek İslam Şura (YİŞ) Başkanı olarak da Hüseyin Karamolla seçilmiş. Onlar görev sürelerini 2000 yılında başarıyla tamamladıktan sonra ilk defa Bulgaristan Müslümanları Olağan Konferansı 28 Ekim 2000 günü yapılmış ve başmüftü olarak Selim Mehmed, YİŞ Başkanı olarak Mustafa Haci seçilmiş. Bu yönetimin başarıları arasında İslam dini dersinin devlet okullarında isteğe bağlı okutulması, Kur’an-ı Kerim’in Bulgarca tercümesi, Müslüman Diyanetini ilgilendiren konularda Türkiye Diyanet Vakfı ile ve Mezhepler Müdürlüğü arasında bir antlaşmanın imzalanması sayılabilir.

12 Şubat 2011’de bir kez daha Bulgaristan Müslümanları Olağanüstü Ulusal Konferansı düzenlenmiş ve Müslümanların iradesiyle Dr. Mustafa Haci yeniden başmüftü, Şabanali Ahmed ise YİŞ Başkanı seçilmiş. Konferans kararı Sofya Şehir Mahkemesince tescil edilmiş ve böylece Başmüftülük yurt içinde ve yurt dışındaki Bulgaristan Müslümanlarının tek meşru temsilcisi olmuş.

Bugün Bulgaristan Cumhuriyeti Müslümanlar Diyaneti Başmüftülüğü artık bağımsız bir dinî teşkilat ve aynı dini ve dinî gelenekleri paylaşan; etnik kimliği ne olursa olsun tüm Bulgaristan Müslümanlarını birleştiren tüzel bir kurum. Faaliyetlerini bu tüzel kişiliğiyle Bulgaristan Anayasası ve Bulgaristan Cumhuriyeti kanunları çerçevresinde ve Dinler Yasası uyarınca yürütmekte.

Kaynak: Kadri Akkaya/Dünya Bizim

Reklamlar