Tarih:  26 Ağustos 2018

Yazan:  Rafet Ulutürk
Konu:    Altın suyu ile boyananlar, davamızı 30 yıl kararttı.

Toplum, liderin bilgeliğinin ve varlığının evidir.

Keza toplum, Bir kapısı geçmişe öteki de geleceğe açılan, içinde denge ve dürüstlük hesapları yapılan köşktür. Bu köşkün içinde çıkar hesapları yapılmaya başlandığı an huzur bozulur, çelişkiler artar, toplumda çatlamalar başlar ve nihayet parçalanma gerçekleşir.

Bulgaristan’da biz Türklerin ve Müslümanların köşkü GÖK KUBBEMİZİN altıdır.  Tarih boyu alabildiğine açılmış, gölgelenmiş, kırpılmış veya daralmış ve halen yeniden genişlemeye ve ufkumuzu genişletmeye başlamış olan GÖK KUBBEMİZ bizim paha biçilmez değerimizdir. Adeta ufkumuzdur.

Vatan’ın bir anlamı da ata mezarlığımız, işlediğimiz toprak, gölgesine sığındığımız serinlikte aradığımız mutluluk ve huzur olmakla birlikte oluşturduğumuz ve beraberce yaşadığımız toplumdur.

Ortak haklarımızın başında VATAN hakkı gelir.
Vatanımızın büyüklüğü gök kubbemiz kadar büyüktür.

Vatan’ın bir anlamı da içindeki HÜRRİYETTİR.
Özgürlük olarak kullandığımız hürriyet kelimesi 20. yüzyılda bizim fikir dünyamızı çok ve çeşitli şekillerde yormuştur. Biz tarih boyunca kutsal değerler için ve hürriyet için şehitleri veren, vatan toprağını kanla sulamış bir halk topluluğuyuz.
Bu mücadele, GÖK KUBBEMİZ altındaki kara bulutları dağıtmak ve ufkumuzu alabildiğine açmak için verilmiştir.
Bu mücadeleler esnasında çok büyük kayıplarımız oldu.
Mesela Bulgaristan’da 2700 okulumuz kapandı ve nesiller boyu karanlığa mahkûm edildik. Camilerimiz kapatıldı, yıkıldı, onarılamadı, müminler secdeden mahrum bırakıldı, cezalandırıldı, hapse atıldı ve göçe zorlandı.

Bulgaristan Türklerinin eğitim sorunu bugün de başta gelen ve çözüm bekleyen temel problemdir. Türklerin sağlık merkezlerine de saldırıldı. Bu alanda örgütlenmemiz engellendi. Bir taraftan da anadildeki engellemeler nedeniyle kültürümüz ve kaynaşmamız yara aldı. Bu süreçte neredeyse bütün kolektif haklarımız baltalandı.
B karanlık günlerden sonra dernekleşmeye ve ocak başı sohbetlerimize yeni yeni başlayabildik. Geçmişin acı izlerini silmek adına ihtiyaçlarımızı karşılayacak düzeyde Türk ocağı kurmak niyetindeyiz…
Bir Avrupa Birliği ülkesi olan Bulgaristan’da evrensel kurallara aykırı olarak yediden yetmişe hepimize, her ortamda ve her şartta Bulgar kültürü dayatılıyor…

Burada hassas olunması gereken en önemli nokta özgürlüğümüzün sembolü olan GÖK KUBBEMİZİN kara bulutlarla kaplanarak küçülmesine, yabancı ve asılsız sözcükler ve asılsız bilgiler bataklığından balçıkla sıvanmasına asla fırsat verilmemesidir. Bu hepimizin başlıca görevi olmalıdır.
Bu güne kadar oyalamadan başka bir işe yaramayan boş vaatlerin zamanı geçmiştir, vadesi dolmuştur.  Çünkü kendi aydınlanmamızın yolunun gölgelenmesine, yolumuzun yabancı ışıklarla aydınlatılmasına hoşgörü gösterirsek, bunu kabul edersek hedefimizi göremeyiz; amaçlarımıza ulaşamayız. Nihayetinde de yok oluruz…

GÖK KUBBEMİZ kararır.

Büyük veya küçük her bir toplum öncüsünün başını kaldırıp GÖK KUBBEMİZİ görebilmesi için önce kendisini bilmesi, özünü tanıması ve GÖK KUBBEMİZE asla başkalarının gözü ve gözlükleriyle bakmaması gerekir. Bizim olan bizimdir bilinciyle yaşamak zorundayız.

Üzülerek ifade etmek gerekir ki bir kısım aydınlar, kendi öz milli değerleri yerine, yabancıların bakış açısına sahip gösterişli gözlüklerle sorunlara bakmaktalar; kendi değerlerine yabancılaşmaktalar ve adeta kendi burun ucunu dahi göremez hale gelmiş durumdalar.
Yapılan hiçbir iyi hizmete destek olmayan, sürekli başkalarını eleştiren, baltalayan bu kimselerin kendi kusur ve cahilliklerini asla görememesi ise bizim başka bir üzüntü kaynağımız olmaktadır. Çünkü halk deyimi ile “bizim olan bize kokar”. En büyük zorluk, en büyük mücadelemiz, cehaletle savaştır.

Yazıma bu gibi tezlerle başlamamın sebebi, son zamanlarda Bulgar merkez basınında ve internet medyası yayınlarında DOST partisi Genel Başkanı Lütfi Mestan ile eski HÖH lider tayfasından, Bulgar istihbaratının “DS” 2. Şube ajanlarından Ünal Lütfi’nin MASON locası ağına düşüp, yeminli üye olmaları iddialarıyla ilgilidir (Kaynak: Bastannews.com).

Öncelikle şu bilinmeli:

“Bulgaristan Türklerinin ve Müslümanlarının masonlukla bir ilişkisi yok, olmaz”.

Kökü Avrupa Ortağının tarikat yapılarına ve karanlık günlerine kadar giden Masonluk örgütü, NAPOLYON BONAPARTE’ın (1769 – 1821) Mısır seferinden sonra (1798 – 1801) Osmanlı topraklarında ve özellikle 1857’de “Grand Loge de Turquie” adı altında ise Balkanlarda da faaliyete başlamıştır. Bu örgüt birçok tarihi olayın gerçekleşmesinde etkili olmuştur. Bunlarda biri 1876 Nisan Bulgar Ayaklanmasıdır.

Bulgaristan’da 1989 Mayısındaki özgürlük isyanımızdan hemen sonra güya “demokratikleşmeye” geçiş sürecinin başlangıcında birçok öncü kişinin masonluğa karışmış olduğu ortaya çıktı. Yani onlar kimliklerini dilimizdeki ifadesiyle “duvarcılık” veya “duvar işçiliği” gizli örgütüne kaptırmışlardı. Bunlar arasında yer alan av. Filip Dimitrov’un (1991 – 1992), bir mason olarak Bulgaristan Başbakanlığına kadar yükseldi. Sofya zenginlerinden Stefan Sofyanski (1997) yine bir mason olarak geçici Bakanlar Kurulu Başkanlığı koltuğuna oturdu.

Masonlar, Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS)  ana kadrolarını ele almak için sürekli çalıştı. Bir yandan Ahmet Doğan, Paris’e burslu gönderdiği birkaç Bulgaristan Türkü öğrenciyi gizli “duvar işçiliği” örgütüne kazandırmak için yoğun gayret gösterirken, DPS Genel Başkanı Yetkili Sekreteri görevine oturtulan Ahmet Emin’i karanlık işler ağına almayı ve birçok mali evrak, para transferi ve havale belgesini parti adına imzalatmayı sinsice başarmışlardı. Bu evraklardan birisi, adını Hitler etkinliklerinden alan (Angriff) “ATAKA” – hücum – faşist partisinin kurulması için 1 600 000 levanın havale emrini imzalaması, ikincisi de, 20 milyonluk bir havaleyi ABD Bankalarına çıkarması ve bu para kayıplara karışınca beylik tabancasını çekip, 3 çocuğunu öksüz bırakarak, “saray mahzeninde” tek kurşunla kendine kıyması olmuştur. Gök Kubbemizi karartan bu cinayet olayının tetikçileri hal gizli kalmıştır. (Öldürüldü mü kendini mi öldürdü hala netleşmemiştir)

Masonluğu ile övünüşü adeta tavırlarına yansıyan Ünal Lütfi’nin “duvarcılık” ile gurur duyması ise babasının bir tuğla işçisi “Altın Yıldızlı Bulgaristan Kahramanı” oluşuna dayanır. Bu mason yıldızın getirdiği imtiyazlarla Ünal Lütfi, Sofya Üniversiteleri’nde fakülteden fakülteye atlayarak en sonunda birisinden 3,33 başarıyla bir diploma elde edebildi. Bu onu ne mason olmasına ne de HÖH yönetimine tırmanmasına engel oldu. Bu olayların kökleri diktatör Todor Jivkov zamanına iner.

“Büyük Ustalar,” Ü. Lütfi’ye yalnız bir ödev vermişlerdi. “İstediği kadar yalan söyleyebilirdi!”  Ödevin dilimizdeki adı “Şopar bozması Ahmet Doğan’ı altın suyu ile şakıtmaktı!” O işlerde Prof. Dr. İbrahim Tatarlı’nın hizmetleri de bir fazla oldu. Doğru ile yalanları birbirine iyice karıştıran oydu. Öyle ki, Ü. Lütfi bu işi tek başına yapamasa da, astarı yüz gösterebilmek için elinden geleni ardına bırakmadı. Bu işi yaparken, kendini de unutmadı. Hatta dünya otomobil yapım tarihinde henüz uygulanmayan bir pompa ile iki lastiği birden şişirmeyi ustalıkla başardı. A. Doğan’ı pohpohlarken kendini de unutmadı. Bulgar devlet TV Birinci Kanalı (BNT – 1) ekran boyu gerilerek, “Ahmet Doğan Hak ve Özgürlükler Hareketini 4 Ocak 1990’da kurmazdan 6 gün önce bana danıştı” demesi ise, bu işleri bilen ve takip edenlerin hepsine “pes” dedirtti. Kendini gizli polis “DS” ve Rusya’nın Bulgaristan KGB temsilciliğinin yerine koyması, denge ayarını iyice kaybettiğine kesin delil oldu. Ajanlık dışı mesaiden “emekli olunca” ayağı suya erdi.  “Ben bu parayla geçinemem, asla imkânı yok” mesajını Büyük Loca Üstadına iletti. Tabi ricası kabul oldu ve “Petrol şirketlerinden birine” fuzuli işler gözlemcisi olarak atandı ve huzur buldu.

Bulgar toplumu üzerinde liderlik hakkı talep eden masonluk, Türkler ve Müslümanlar arasından kadro çalarken şu ilkeleri kullanmıştır:

“Sizi hak ve özgürlük davasında doğru olanı göstermek için göreve davet ediyoruz; ana vazifelerinizden biri yanlış olana hâkim olmak ve gelişmesine, sıradan insanların ruhunu fethetmesine olanak tanımamak olacaktır. Yardımlarımızla yaratacağınız toplulukta vatandaşlar eşit olacaktır. Daha sonraki kuşakların duygularını yönlendirmek ana ödevleriniz arasında başta gelecektir”.

Biz önce Başbakan Filip Dimitrov’un devlet, kamu ve kooperatif mal ve mülkünü iade şeklinde paylaşırken,  paylaştırırken varımızı yoğumuzu 100 kişiye, elde kalanı da halkın % 80’nine dağıtmasında ve Bulgaristan’da altından kalkılmaz bir ezilen alt tabaka yaratmasını da gördük. Bugün Avrupa’nın en yoksul, en hırpalanmış, en sefil ve en yetersiz, en cahil topluluğu olduk. Bu yoksulluğun en alt tabakasında daha da yoksullaşan Çingeneler, Türkler ve Pomaklar vb azınlıklardır. Bu feci olayın nedeni ise daha 1992’de mal ve mülklerini, hak edişlerini alamamalarında, kenara itilmelerinde ve bir hiç sayılmalarında gizlidir. Bu noktadan bakıldığında daha 1992’de DPS (HÖH) partisi Türkler ve diğer azınlıklar önünde lider fonksiyonunu ve misyonunu (işlevlerini) yitirmiştir. Türklerin özelleştirme bonolarının toplanarak Multi Grub’a devredilmesi çok büyük suçtur. Suçlularının yakasına bugün bile hala yapışılmamıştır.

Bulgaristan’da totalitarizmden sözde “demokrasiye” geçerken, geçici başbakan, mason Stefan Sofyanski– Filip Dimitrov  ikilisi de CDC (Demokratik Güçler Birliği) kadrosudur. Duvarcılar Bulgaristan’da finans sistemine suyunu çektirdiler. Kısa dönemde 15 banka iflas etti. Sofya merkezindeki “Hale’ye”, arkasındaki “Kadın Pazarına” ve daha nice gözde mala ve mülke el atıldı. O, şehirde basacağı yeri önceden süpürten iri zengin kodamanlarından biri oluverdi. O günümüzde sermayedar 100 aileden birinin babasıdır. Bu kesimin tasladığı liderlik masonluğun gözle görülmez elle tutulmaz, konuştuğu işitilmez dünyasında mayalanan ve gereğinde sivrilen liderlik türündendir.

Meclisteki masonlarımız ise çeşitli gruplara dağılmıştır.

Mario Tagarinski, Lütfi Mestan, Yordan Bakalov, Ünal Lütfi, Yordan Tsonev, Rumen Petkov “Bastanews.com” göre Sofya meclisinde en uzun mason mesaisi yapmış olanlardır.

Filip Dimitrov ve Stefan Sofyanski’nin GÖK KUBBESİ yoktur.
Çünkü yeraltı dünyasının GÖK KUBBESİ olmaz. Daha ilk masonların – 1599 İskoçya, 1717 İngiltere ve daha sonra Fransa’da “Büyük Doğu’dan” (Grand Orient) localarından duvar ustalarına aktarılan en gizli bilgilerin hikâyeleri hep karanlık yollardan işleri toparlamak ve duruma egemen olmak içindir ki, anonim bir şair bu olayı şöyle şiirleştirmiştir:

Irmak ve küçücük dereler

Günün birinde ırmak,
Taşıp tüm alana yayıldı.
Dedi ki o ukağla,
Siz ey küçücük dereler,

Hayran olunacak muhteşem bir akış,
Bu ırmaklar kralının akışı,
Gücünü kabul edin bu ırmağın.
Bunu bir balıklı dere duydu ve güldü,

Ve dedi ki, ey gösterişçi, bil ki,
Irmakların prensi sen olmazdın,
Eğer seni prens yapmasaydık biz.

Ve her şey bu BİZ’de düğümlenmiştir. Tabi ki liderlik de… 15. Asırdan beri ana işleri İslam ümmetinin GÖK KUBBESİNİ karartıp küçültmektir desem, doğruyu yazmış olurum. Şu BİZ anlatmaya, özünü açmaya çalıştığımız o mason örgütüdür. Tam böyle bir yönelim ve yaklaşımla A. Doğan, Bulgaristan Türklerini ve Müslümanları, tüm sefilleri ve azınlıkları gizli örgütlerden – hepimizi birden – en güçlü karşısında İPOTEK ETKİŞTİR. O bu durumu sağıyor, etkisiyle geçiniyor, azınlıklarımızın sefilliğini sömürüyor. Hiçbir kimseye yardımı dokunmaz, beş paralık iş yapmaz, fakat ipotek ettiği yoksul halkımızın adına kendi ihtiyaçları ve temsil ettiği mafya, oligarşi tabakası için yarım milyon levaya imza atmadan sahip olabiliyor. Hiçbir baltaya sap olamayan oğlu Demir Doğan, Bulgaristan’da ve dış ülkelerde golf alanlarında sopa sallarken, günde 5 bin levaya kadar para saçıyor. Hesap soran ve hesap tutan yok!… Görüldüğü üzere mafya-oligarşi ve mason yeraltı dünyasının ilk çiçekleri artık bizde de açıyor ve tarlalarımızdaki eşek dikenleri çoğalıyor. (Kaynak: Razkritiya.bg.com)

Gündem olan soru şudur.

A.Doğan’ın Bulgar oligarşisine ipoteklediği kardeşlerimizin ipoteğini kim kaldıracak, hacizli durum daha ne kadar devam edecek? Yeni “sultan” oğlu Demir Doğan mı olacak. Torunlarımız onu mu besleyecek.

İşte bu noktada, karanlık işler dünyası olan masonluk, siyasi reformlara, siyasi partilerin kapatılmasına, seçimlerde parti listesi kullanılmasının yasaklanmasına, dış ülkelerdeki seçmenlerin posta ile seçime katılmasına karşı çıkıyor. Yerli masonlar da tamamen yanlış olan bu siyaset çizgisini destekliyor.

Ahmet Doğan ve Lütfi Mestan gibi zayıf karakterli kişilerin ve onların en yakınında bulunanların “altın suyu ile boyanmasını ve sürekli şakımasını isteyen”  gizemli dünya örgütleridir – DS, KGB, masonlar vb.

Bütün bunların gizli amacı ise Bulgaristan Türkleri ve Müslümanlarının GÖK KUBBELİ bir vatan toprağına sahip olmasının engellenmesidir.

Onların ana ve başat hedefi bizi vatan toprağımızdan söküp atmak ve GÖK KUBBEMİZİ karartmaktır. Bizi Türkiye’mizden, ana vatanımızdan koparmak, Bulgar ulusuna katmak istemelerinin temel sebebi de budur. Çünkü Van Gölü kıyısında Malazgirt’te ağaran ve Viyana’da kararan GÖK KUBBE onlara çok geldi. Bunu kırparak küçültüp daraltma çabaları artık 1683 Viyana Kuşatmasından itibaren devam ediyor. Bu yoğun saldırılar Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk tarafından  Çanakkale ve Sakarya Cepheleri zaferleriyle durduruldu. Türkiye Cumhuriyeti’nin 1924’te kurulmasıyla Anadolu’ya dikilen Cumhuriyet, Demokrasi, Halkların eşitliği, adalet ve kardeşlik ağacı, günümüzde artık Balkanlara ve Yakın Doğuya gölge, serinlik ve huzur veriyor.  Bu ağaç Büyük Yeni Türkiye ağacıdır. Şükürler olsun ki Türklüğün GÖK KUBBESİNİ yeniden genişleten ve bizlere onurlu ve şerefli yeni hedefler çizen T.C. Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan önderliğinde Türk kimliğine güç veriliyor ve GÖK KUBBEMİZİN ufku genişliyor.
Sayın Başkan Erdoğan, 26 Ağustosta Malazgirt zaferinin 947. Yıl dönümünde yaptığı konuşmasında şöyle dedi: “Malazgirt’te kazandığımız zafer bize Avrupa’nın ortalarına kadar giden yolu açmıştır.

Biz bu noktada insan duyguları suya benzer demek istiyoruz. Toplumsal ilkeler ve tavırlarsa bir baraj gibidir. Su toplanır, barajdan taşar, baraj duvarını yıkar. İşte bu noktada suya yol gösterecek bir öndere ihtiyaç vardır. Selçuklular ve Osmanlılar Viyana’ya kadar ufuk sahibi liderler tarafından yönetilmiştir.  Biz Bulgaristan Türkleri bunu 1989’da yaşadık. O noktada hiçbir kural uygulanmaz! Hedef hak ve özgürlükse kurallara ölümüne bağlı olanlar bile zincirleri koparır, sele katılır. Bu yoldan yürüyen doğruyu izleyendir. O an halk liderleri yetişir ve onlar direnişin mayalandığı günden itibaren hareketin içinde olan kardeşlerden biridir.

O an bilgelik de suya benzer, kullanıldıkça kudret ve ışık verir. Kullanılmazsa su durulur, durulduğu zaman devinmez, devinmeyince de bilgelik işe yaramaz. Ölü hareketin lideri de olmaz.

İşte bu noktada biraz da mason Lütfi Mestan kimliğine değinmekte yarar olacağı kanısındayım. O sönmüş bir ışıktır. Bir defa, hem yabancı hem de yeraltı örgütlerinden birine bağlanmış olan bu kişi, KÖR OLMAYI kabul etmiş biridir. Yeraltının GÖK KUBBESİ yani doğal ışığı olmaz, olamaz. Köstebek, karanlığı sever, aydınlıkta yaşayamaz.  Köstebeklerin bir özelliği daha vardır; kendilerinden olmayan ve onlar gibi yeraltında yaşayan solucan türü sürüngenlerin kokusunu uzaktan alırlar. Toprağı o yönde eşelemeye başlarlar. Köstebeğin mısır, domates, patlıcan, patates, yonca vb kökünde bulup yemesi ve seyreltmesi ürünlere büyük zararlar verir…

Aslında masonlar bir topluluk için sanki tarlayı kazmayı, duvarı örmeyi bilenlerdir; fakat onların ördüğü duvar masonların mülkü olur. Eşeledikleri bahçenin ürünü de son hesapta onlar tarafından hasat edilir. Hiçbir mason örgütü 1989’da vatanımızdan kovulmamıza karşı çıkmadı. Hatta azalmamıza, Türk dokumuzun sökülüşüne sevindiler… İşin son hedefinde kovulmamız ve yok edilmemiz vardı. Masonluğa karışan, bu hedefe hizmet eder. Dolayısıyla onlar yeryüzünde yaşayan bizlerin GÖK KUBBESİNİ daraltarak, karartanlardır.

Bu kavga, iki dünyanın–aydınlık ve karanlığın–amansız mücadelesidir:

“Gök Kubbeli yaşam veya Gök Kubbesiz karanlık”.

Bu bizim karanlıkta kalma veya aydınlıkta yaşama kavgamızdır.  Aydınlığın simgesi olan GÖK KUBBEMİZ altında yer almak isteyenler, karanlık dünyalarda gizlenip, altın suyu ile boyanarak karşımıza çıkamazlar; halkımızı temsil edemez ve yönetip yönlendiremezler. GÖK KUBBELİ hayat davamızın başka bir anlamı yoktur ve olamaz.

Oku ve okut.
Paylaşınız lütfen.

Reklamlar