Nevzat ÖZTÜRK

Modern kültürün belirgin hâle geldiği son iki yüzyıldır dinî gelişmeler İslam dünyasında da kendini göstermiş, modernden geleneksele ve nihayet selefi an­layışlara kadar bir seri gelişme yaşanmıştır. İslam dünyasında dini, zamana ve şartlara göre yeniden anlama çabaları olarak özetlenebilecek gelişmelerin tarihi­ de iki yüz yıl kadar öncesine götürülebilir. İslam’ı yeniden anlama tezi, İslam dünyasının Batı karşısında geri kalmışlığı üzerine yapılan yoğun bir düşünce ha­reketine dayanıyordu.

Bu düşüncesinin temeli; Batı ile aramızdaki en önem­li fark Batının Hristiyan, bizim ise Müslüman olmamızdı. Ama Batı’yı tahrif edil­miş Hristiyanlık ilerletmiş, son olgun bir din olan İslam bizi geriletmiş olamazdı. Din ile ilgili bir sorunumuz varsa bu, dinin bizzat kendinden değil, anlaşılmasın­dan kaynaklanmış olmalıydı. Dinimiz tarihsel süreç içinde batıl ve hurafe gibi yanlışlıklarla yüklü geleneklere boğulmuştu. Bu durumdan çıkmanın yolu ise İslam’ı yeniden anlamaktı. Üstelik bu anlayış, Batı karşısında bizi güçlü bir konu­ma getirmesi beklenen bir yoruma dayanmalı, İslam modern Batı kültürü açısın­dan yeniden okunmalıydı. En somut ifadelerinden birisini Mehmet Akif’te buldu­ğumuz “Doğrudan Kur’an’dan alıp ilhamı, asrın idrakine (çağın anlayışına) söylet­meliydik İslam’ı”. Sonuç olarak Mısır ve Hint alt kıtası gibi bölgelerde başlayan İslamcı gelişmenin en belirgin niteliği, tarihsel birikim karşıtlığı ve modern kültü­re uyarlanma tutkusudur.

Batı ile kontak noktasında ortaya çıkan ve önceki yüzyıllardan farklı güncel eğilimlerden ilki (daha sonraları bazen kendisi için kullanmaktan çekinmediği bir adlandırmayla) “Modern İslam” dı. Bu tezi savunanlara göre İslam dünyasının geriliğinin asıl nedeni tarihî süreç içerisinde getirilen İslami anlayışın ve dolayısıy­la pratiklerin toplumsal gelişmelere ayak uyduramayışı idi. Bu çıkmazdan kurtul­manın yolu, modern Batı değerleriyle İslam’ı uzlaştırmak, bir başka deyişle İslam’ı modern kültür açısından yeniden yorumlamaktı.

Bu akımın (ilk bakışta makul görünen) gerekçeleri de vardı. Bunların başında, “İslam’ın akla önem veren bir din olduğu, dolayısıyla ilerlemeyi onayladığı ve ye­niliklere açık olduğu” argümanı geliyordu. Üstelik evrensel olarak algılanabilecek modern değerlerin gerisinde İslam uygarlığının etkileri yatıyordu. Teknik ise mü­minin “nerede bulursa alacağı kayıp hikmet” lerinden birisi idi.

İslam ile modern Batı değerlerini uzlaştırmanın metodolojik şartı Kur’an ve Sün­nette yer alan dinî metinlerin lafızlarına bağlı kalmamaktı. Buna göre de mesela ze­kât mutlaka malın kırkta birinin verilmesi değil, gerçekleştirilmiş toplumsal şartla­ra bağlı bir sosyal ilkeydi ve bu, sosyal güvenlik kurumlarıyla modern toplumlar­da gerçekleşmiş oluyordu. Sonuç olarak da böylesi bir yorumun gerçekleştirilme­si modern kültürden yararlanarak tarihen sabit olmuş din algısını aşmaya bağlıydı.

Bu eğilim özellikle Batı ile ilişki hâlinde olan Mısır ve Hint alt kıtası Müslüman­ları arasında yaygınlık kazandı, çeşitli düzeylerde taraftarlar buldu. Batı değerleri­ne öncelik verenlerden, her şeye rağmen salt İslami ilkelere öncelik tanıyan eği­limlere kadar farklı seviyelerde düşünürler çıktı. Fazlur Rahman gibi Bazı düşünür­lerin modern İslam olarak nitelemekten çekinmedikleri yaklaşım bu hâliyle dünye­vi tarafı ağır basan, pratiğe yönelik fonksiyonel bir anlayıştı ve dinden daha çok toplumsal gelişme kaygılarını taşıyordu. Onun için de çağın gereklerinden söz ederken sorunlara daha dünyevi bakıyordu. Esasen modern İslam’a göre din, ma­nevi/moral bir özdür. İslam akılcı bir dindir. Kutsallığa vurgusunun dışında önce­likle sosyal politik bir sistemdir, insanca yaşama kurum ve kurallarıdır. Hak ve öz­gürlüklerdir ki bu alandaki başka sistemler tarafından gerçekleştirilen pratikler de İslami’dir ve mesela güncel sosyal güvenlik sistemi, zekâtın yerini de doldurabilir.

İslam, kutsal metinlerin lafızlarına bağlı kalmaksızın her hâliyle mo­dern kültüre göre yorumlanabilir. İşte bu noktada ileri sürülen eleştiriler “geleneksel İslam” kategorisi çerçeve­sinde toplanmaya çalışıldı. Modern yorumun hatalarına karşı çıkma ve tarihsel bi­rikimi sahiplenme gibi bir temel espri taşıyan bu tepkisel çizgi her ne kadar ken­disini geleneksel olarak nitelememişse de değerlendirmeler bu nitelemenin altın­da yapılmıştır. Aslında geleneksel İslam da grupsal olmaktan çok, kategorik bir ol­gudur. Çünkü Guenon, S. H. Nasr ve takipçilerinin oluşturduğu bir kesimin dışın­da hemen hiç kimse kendini doğrudan gelenekçi olarak nitelememekte ve açık bir geleneksel İslam savunusunda bulunmamaktadır. Ancak yine de böylesi yaygın bir olgusal durumdan ve hatta söylemden söz edilebilir. Şüphesiz bir İslami kaygı taşıyorsa da modern İslam’ın bu görüşleri tartışmaya açıktı. Bu eğilim şu tür sorulara yeterli bir cevap bulamamıştı: Mesela İslam yalnız­ca bir sosyal sistem midir, mevcut Batı değerleri her hâliyle İslam’ın yerini doldu­rabilir mi? İslam salt akılcı bir din midir, bu kadar esnek bir yorum yolu kullanıla­caksa ilahi mesajın mevcudiyeti kişisel yorumlardan nasıl masun kılınabilir?

Bu eğilime göre, İslam’ın tarihsel birikiminde eleştiriyi ve hele reddi hak ede­cek hiç bir şey yoktur. İlk birkaç yüzyılda yapılan yorumlar da tüm ihtiyaçları kar­şılayacak durumdadır. Bütün sıkıntı bunu hayata dökememekten kaynaklanmak­tadır. Esasen geri kalmadık, geri bırakıldık. Dinî çerçevedeki modern eğilim bir İs­lam’ı yozlaştırma hareketi, onu Batı kültürü içinde eritme gayretidir.

Yine geleneksel İslami eğilime göre tarihî birikim içinde gördüğümüz eksiklik­ler, bir şeye göredirler, bir başka deyişle modernite açısından yeniden bir kurgula­ma ile varılmış sonuçlardır. Sorun, birikimin kendinde değil algılanışındadır.

İslam dünyasında kısmen cemaatleşmiş bazı kesimlerin, halk katlarının ve ge­nelde ortanın altındaki aydınların temsil ede geldiği bu eğilim, şüphesiz modern İslam’ın çizgi dışı sayılabilecek tartışmalı yönlerine işaret etme bakamından bir önem taşımakta ve özellikle, asla yönelik tehlikeleri dile getirmektedir. Bu anlayış günümüzde Kur’an adına ortaya konan yorumların, modern kültürün izlerini taşı­dığını, yine tarihin yargılanmasında etkili olduğunu göstermesi bakımından anlam­lıdır. Ne var ki bu gelenekselci anlayış yine de içinde bulunduğumuz durumu ye­terince açıklayamamaktadır ki işte bu noktada selefi İslam (veya selefiyecilik) ola­rak adlandırılan bir eğilim kendini göstermiştir.

Selefiyecilik, sözlük anlamı itibarıyla daha öncekilerin yolunu izlemek anlamı­na geliyorsa da, bu öncekiler, bütün bir geleneği içine almamakta, tarihsel birikimi atlayarak dinî ilk uygulamalardan alıp getirmeyi teklif etmektedir. Hatta buna bir dönem “Asrı Saadete” (Hz. Peygamberin mutlu zamanına) dönüş” adı verilmişti.

Bu anlayış, tarihî birikimin atlanması ve İslam’ın yeniden yorumlanması düşün­cesi ile modern İslam’a; İslam’ın verilerine ve kaynaklarına bağlı kalmak düşünce­si ile de geleneksel İslam’a benzerlik göstermektedir. Esasen Selefiyeci İslam, Asrı Saadet modelinin tarihsel bir olgu, tutunulacak şeyin Kur’an ve Sünnet olduğu ka­naatine ulaşmada gecikmemişti. Batı dünyasının (özellikle Goldziher’den beri oluş­turduğu bazı kuşkularla birlikte) Sünnetin kısmen de olsa devre dışı bırakılmasıy­la, yegâne kaynak Kur’an kalmış, ondan yeniden bir İslam inşası esas alınmıştı. Ne var ki İslam’ın gövdesi sayılabilecek, başta Sünnet olmak üzere fıkıh, ulema, vb. bütün kurumsallaşmalar bir kenara bırakılınca İslam’ı salt zihinsel, edilgen bir şek­le sokmak kolaylaşmıştı. Yani Kur’an okunuyor, modern fikri birikimle yorumlanı­yor, modern toplumsal kurumlar ve normlar açısından bir nevi ayıklamacılık ger­çekleşmiş oluyordu. Selefiyecilik, ilk bakışta Batı dünyasındaki fundamentalizme (dinî köktenciliğe) denk düşmektedir. Ancak aralarında benzerlikler kadar farklı­lıklar da vardır. Batılı düşünürler selefiyeciliği fundamentalizm anlamında kullanmaktadırlar. Ancak günümüz selefiyeciliği, İslami köklerine bağlı olarak anlamak çerçevesinde köktenci bir imaj taşıyorsa da bu imajın dışında Batı’daki fundamentalizmle ortak bir tarafı yoktur. Mesela oradaki kökler kutsal metinden çok gelenektir, tarihsel bi­rikimdir. Hâlbuki İslam selefiyeciliğinde kök gelenek değil, kutsal metinler, özel­likle Kur’an ve kısmen Sünnettir. Yine fundamentalizm kutsal metinlerin modern kültüre göre yorumlanmasını kesinlikle reddederken selefiyecilikte kutsal metinle­rin güncel kültüre uyarlanması esastır.

Sonuç olarak; bu gün dinlerin, içi­ne yerleştirildiği modern-geleneksel ikilemi dinler konusunda bize ortalama bir fi­kir veriyorsa da günümüzde daha analitik açıklamalara ihtiyaç vardır. Bir başka de­yişle dinler bu iki kategoriye de sokmadan alınabilecek gelişmelere de sahiptirler.

Müslümanlar, inançları doğrultusundaki kavgalarına, beşeri düzlemdeki tekâmülü de eklemek zorundadırlar. Yani Müslümanlar, modern toplumsal yaşamın araç ve biçimlerinin basit tüketicileri ya da “arabesk” üreticileri olmaktan çıkıp, bizatihi bu beşeri ve maddi olguların değişim yasalarını keşfeden, yeni teknolojiler üretebilen ve doğrudan bu gelişmelere yön verebilen bir performansa da sahip olmalıdırlar. Bu inancımızın bir gereği yani “ibadet” değil, insanlığımızın bir ihtiyacı yani mübah ve farz-ı kifaye hükmünde bir gerekliliktir. Ama elbette ki her şeyi Allah için yapan Müslümanlar, beşeri tekâmüllerini de Allah’ın rızası doğrultusunda değerlendireceklerdir. Burada önemli olan beşeriyetin tekâmülünün öncülüğünü Allah’tan korkmayanların elinden alarak insanoğlunun hizmetine sunmak olmalıdır. Belki Müslüman duyarlılıkla yapılacak böylesi bir girişim şimdi için aciliyet yani farziyet kesbetmiş bulunmaktadır.

Konuyu daha iyi anlayabilmek için Prof Dr.Ali BARDAKOĞLU’na kulak verelim:“Bu gün hem insanlık hem de bir buçuk milyarı aşkın İslam dünyası ve elli küsur İslam ülkesi olarak bir dizi sorunla karşı karşıya olduğumuz doğrudur. Bu sorunların çözümü ve mutluluğu başka adreslerde aramak yerine kendimizi yeniden tanımlamak, kendimizle yüzleşmek ve elimizin altında bulunan değerlerimizi yeniden keşfetmekten başka çaremiz de yok.

 

Sahip olduğumuz ortak miras ve tecrübe birikimimizin temelinde bizi asırlarca birbirimize bağlayan ve bize sayısız haslet ve değerler kazandıran İslam dini ve bu dinin iki kaynağı olan Kuran ve Sünnet yatmaktadır. Bu kaynaklar ve onlardan beslenen kültürel miras ve tecrübemiz gösteriyor ki, İslam dini, Yaratanla ve çevreyle barış içinde yaşamasını, kalıcı huzur ve mutluluğu yakalamasını hedeflemiş,; bunu gerçekleştirmek için insana sadece inanç ve ibadet esaslarını telkin etmekle yetinmeyip, bunun yanı sıra adalet, doğruluk ve dürüstlük, hak yememe, yalan söylememe, ötekine saygı, yardımlaşma, her türlü kötülükten uzak durma, kendisi için istediğini kardeşi için de isteme ve onu sevme gibi temel erdemleri de hayatımızda egemen kılmak istemiştir.

İslam dünyası ve Müslümanlar olarak, klasik dini bilgi mirasımızı bugüne taşımada, dünyada baş döndürücü değişim karşısında tutum belirlemede, Kuran ve Sünneti anlamada, İslam’ın evrensel davetini algılamada ve temsilde ciddi sorunlarımızın olduğu aşikârdır.

Son yüzyılda birçok alanda sıkışan ve sorunlar yaşamaya başlayan, buna karşı düşünce ve bilgi üretme imkânını da büyük ölçüde yitirmiş bulunan İslam dünyası kolaycılığa kaçtı ve geleneğe sığındı. Klasik dini ilimlerin kendi dönem ve şartları içinde ürettiği bilgiye kurtarıcı gözüyle baktı ve onları kendi diline ve kültürüne tercüme ederek topluma aktarmayı İslam’a ve ecdada hizmet zannetti.

Kitaplar sorun çözmez, sorunların üstesinden gelecek ilim insanları ve beyinleri besler. Kendimiz elimizi taşın altına sokmadan, eskilerin ürettiği ve kategorik olarak da beşeri ve zanni nitelikteki bilgilerin ve yorumların arkasına sığınmak, onları dini alanda denmesi gerekeni söyleyenler olarak öne sürmek hem bu ulemaya hem de yüce dinimize haksızlık olmuyor mu?

Gelenekte dini ilimlerin sunduğu bilgiler inanmak için değil, Müslümanların hayat tarzları ve dünya görüşlerini belli bir kıvamda tutmak içindi ve hayatla diyalektik bir ilişki oluşmuştu. İslam’ın klasik literatüründeki hayata dair bilgiler de inanılmak için değildir. Bunlar Müslümanların günlük hayatını, toplum hayatını ve toplumsal ilişkilerini güzelleştirmek için ve insanları İslam’ın rahmetiyle buluşturmak için vardır. Ama akdim dönemlerde dinini asıllarını merkez alarak üretilen o zengin bilgi birikimini bizler bugün yenileyip günlük hayata cevap verir kıvama getiremediğimiz için aldatmacalı bir yol seçtik; birine inandık, ötekini yaşadık. Geçmişe özlemimizi dile getirirken günün gereklerine göre davrandık. Dünyevileşirken şekilci ve görsel dindarlıkla yetinir olduk. Yani birden fazla doğrumuz, birden fazla yolumuz oldu. Olan da bize oldu.

Bugün dini ilimlerde ciddi bir yeniden yapılanma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Aradan geçen bunca zamandan sonra dini ilimlerin ilk hicri asırların şart ve anlayışları içinde oluşan müfredatının, ihtiyaç ve sorunlara paralel olarak belirginleşen ilgi alanlarının ve getirdiği çözümlerin olduğu şekliyle günümüze taşınmasını arzu etmek hakkaniyete sığmaz. Hele hele bunu dini ilimleri ve geleneği korumak veya ecdada bağlılık adına savunmak öncelikli olarak adına hareket ettiğimiz bu değerlerimize haksızlık olur. Günümüz İslam âlimlerinden beklenen, yeni dünyada karşılığı zayıflamış ve sırf dini bilgi zannedildiği için hürmet gören dini malumatı naklederek vakit geçirmek değil, Kur’an’ın ve Sünnet’in kıyamete kadar baki mesajını bu yüzyıla taşımak, bunu taşıyacak ilmi yöntemleri ve ilim dallarını gerekiyorsa yeniden tasarlamak ve dini bilginin mahiyeti ve anlamını yeniden düşünmektir. Ancak o zaman İslam’ın ışığında Müslümanlığımızla yüzleşme çağrısı anlamlı olur ve olumlu sonuç verebilir.”(Prof Dr. Ali BARDAKOĞLU; İslam’ın Işığında Müslümanlığımızla Yüzleşme, KURAMER Yay.İst.2017).

Değerli okurlarım, Marmara İlahiyat Fakültesinde yaklaşık üç yıl ders aldığım eski Diyanet İşleri Başkanımız Prof Dr. Ali BARDAKOĞLU’nun “ İslam’ın Işığında Müslümanlığımızla Yüzleşme, KURAMER Yay. İstanbul,2017” kitabını okumanızı şiddetle öneririm. Bugün İslam coğrafyasında kendi ellerimizle inşa ettiğimiz ve hayata aktardığımız “Müslümanlık tarzı” ile İslam dininin yüce değerleri arasındaki makasın hayli açıldığını üzülerek görecek, can sıkıcı da olsa-kendi sorunlarımızla yüzleşmemiz ve kapımızın önüyle ilgilenmemiz gerektiğini anlamış olacağız.

Her şeyin doğrusunu bilen Yüce Mevladır. Allah’a emanet olunuz.

Reklamlar