Neriman ERALP

Karagözler Çevreyi Koruma ve Üretim Çiftliğinde yetişen geyiklere “serbestsiniz” demişler. Çiftlik tel örgü içinde olduğundan kurt köpek, çakal kuduz giremiyor, yıllardan beri marallar devlet yemliğinden yiyip içip büyüyorlardı.

Şimdi yukardan gelen bir emirde,

–  Açın kapıları, Komuniga – Asenovgrat yönünde dağılsınlar, av açıldı, geliyoruz, av zevkli olsun, demişler.

Bakıcı ve bekçiler yürümüşler kapılara, açmışlar ardına kadar kanatları, başlamışlar dağlar güzellerine,

–  Kış kış çıkın gidin, serbestsiniz, hapislik bitti!  Kovalamışlar, fakat geyikler bir türlü kapıdan dışarı çıkıyor, koşuşuyor, kayboluyor, çiftlik içinde çalılar ardına gizleniyor ve hatta şimdi artık meydana çıkmaz olmuşlar.

Yukarıdan yeni bir emir gelmez mi:

– Ava geliyoruz! Sahaya çıkmıyorlarsa tel örgüyü bütünüyle söküp kaldırın ve  kovalayın çıksınlar!

Birkaç günden beri Karagözlerde herkes çiftlik direklerini çıkarıp telleri yumak ediyor. Geyiklerle köpekler arasında benzerlik olsa gerek, ikinciler sabah tuvaletini yaparken ağaçların bellerini ve taşları işaretler ve bu alan içi benimdir, özgürlük alanlarımı sınırladım havalarına girer. Ve oradan geçen birisine havlarsa,

– Hey sen benim alanıma ne hakla giriyorsun. Çık git! Isırırım seni ha!  Der.

İş hır mır derecesini aşarsa ve köpek dişlerini iyice sivriltir ve

– Isırırım seni ha, def ol! Dediğinde o zaman köpek sahibi devreye girer ama bilinçsizdir. Kendi içinden,

– Yahu bu adam şok kötü olmalı, it bile kokusundan sezdi, uzaklaşsa da kurtulsam, diye düşünür.

İnsanın en büyük özelliği köpeğin kendini bir daireye kapatmasına benzer, insan da kendini sınırlar, çerçeve içinde yaşamayı sever. Huzurlu olduğu zaman,

– Ben bugün evden çıkmayacağım demesi bundandır, çünkü kendini en rahat ve güvende hissettiği yer bazen evidir. İngilizler bu duruma “Benim evim benim kalem” demişler.

Biz insanlar birçok konuda çok ilerledik de, bazı çok basit şeylerde kör cahil kaldık. Şimdi şu bizim karacaların Karagözler çiftliğinden neden çıkmadığına yalnız bakıcılar değil, ben de bir türlü akıl erdiremedim. Ekmek elden su gölden yaşamak varken, neden çıksınlar mı diyeceksiniz. Haklısınız da bu iş ömür boyu böyle gitmez ki! İnsanın içindeki gelişmelerin doğal aşamaları yok mu? İnsan bile yer içer, karnı doyar ve sofradan kalkar. Bu mantığı yürütüyorum yani.

Nasıl olur da bir tırtıl kimse ona bir şey demeden, akıl vermeden, yukarıdan emir gelmeden kendisini koza içine kapayabilir. Üstüne üstelik kendini karanlığa kapadığım an besbelli “ben hürriyetimi buldum” diyor. Sonra yine uyanıyor ve karanlıktan aydınlığa yolculuğuna başlıyor. Bugün bile hiç kimsenin hala çözemediği sırlar üretmeye devam ediyor. Bir defa, bir milyon laboratuarda 50 milyon insan gece gündüz dünyanın sırlarını çözmek için çalışırken nasıl olur da su bile içmeyen şu ipek böceği tırtırlarının özü selüloz olan dut yaprağından ipek elyafı ve daha sonraki aşamada kozadan çıkarken de bu kopmaz ve çürümez elyafları kesmek için kanatlarında jilet üretmesi insanı çıldırtacak.  Tırtıl kozadan kelebek olarak çıkarken,yani uçmak, yani özgürlüğüne kavuşmak için çıkıyor, sonra yumurtluyor yani soyunun devamını garantiliyor ve benden bu kadar değip, kadere teslim oluyor.

Şu bizim ceylanların kapalı çit içinde kalma sevdasını anlamak da bu kadar zor bir şey. Yoksa bunlar özgürlükteki ölüm kokusunu nefes mi ediyorlar. Akıl erdirilecek gibi değil. Bizim insanımızda susuz bir derede kafamı taşlara vura vura can vermektense tuzlu ama bol sulu denizde boğulmak daha hayırlıdır mantığı vardır. Çiftlikten çıkmak istemeyen karacalar insanlardan hiçbir şey öğrenmiyor, bizimle alıp verişleri yok olabilir mi! Soru üstüne soru.

Gün gelir, adamın ayaküstüne kalkması ve ekmek tuz torbasını boynuna takması gerekir. Doğanın kanunudur bu. Hep başkasının torbasına uzanmak olmaz k.

Bana kalsa geyiklerin korktuğu genç yaşta hürriyetin bedelini ödemektir. Onlar her iyiliğin ardından bir kötülük gelir sözlerini bakıcılardan işitmiş olacaklar, hürriyetimiz bizim ölümümüz olacak diye korkuyorlar. Bu büyük bir korku! Ya da sınırlanmış alanı olmayan köpeğin herkese havladığı gibi bir şey…  İpek kelebeğinin yalnız bir gün uçmak için hürriyt aradığı  gibi bir şey yani…

Besbelli doğal hakların, yaşama hakkının bedeli ölüm, öyle bir şey yani.

Sonra şu geyiklerin tepkisi, ipek böceğinin bir tek hayat yolu bilmesi ve sonunda bir kısım yumurta bırakıp mutlu ölmesi, köpeklerin alan genişletme kavgası, ilginç değil mi?

Bazen biz insanlar, bütün varlıkların babası olarak yaratılırken, bize yer şeyi öğrenerek, deneyim birikimi yaparak, bilgilenerek ilerleyeceksiniz dediğini kabul etmek istemiyoruz. Ceylanın, köpeğin ve ipek tırtılının her şey karmasında var, başka bir değişle mayası öyle tutulmuş, ama biz insanlar her gün yeniden mayalanmak zorundayız, ne yapacağımızı içimizdeki güçlerden değil, yakınlarımızdan, ailemizden, ortamdan, toplumdan öğrenmek zorundayız. Bize yanız bir hususta işaret geliyor, susadın su bul ve iç, acıktın ekmek bul ve ye işareti bu. Ötesini biz kendimiz çözmek zorundayız. En çok korktuğumuz şeyse aldatılmak, tuzağa düşürülmek, ezilmek, köle durumuna düşürülmektir. Şu geyiklerin çiftlikten çıkınca bütün köpekler ardıma takılır, bütün avcılar peşimden ayrılmaz korkusu gibi bir şey. Ne yazık ki, insanoğlunda ne bireysel ne de bir cemaat yada etnik halk topluluğu olarak kendini koruma, savunma, tehlikeyi önceden görebilme, hainlerle dürüstleri birbirinden ayırabilme yeteneği yok. Bunu yapabilmek için acı su ile tatlı suyu birbirinden ayırmayı; dünyanın kimsenin malı olmadığını, kayıp ve umutsuz nesillerin de bir gün uyanacağını; tarihten gelen seslerin yankısında, kalplerin atışında, bir yıllık yankılarda bu öğütlerin olduğunu öğrenmesi gerekiyor.

Ceylanların sonsuz hürriyetin hain ve zalim olduğunu sezinleyişine hayranım.

Ah şu duyulmama bizde de olsaydı.

Reklamlar