Rafet ULUTÜRK

Yanlış bir Strateji İçinde Doğru İşler Yapılamaz

Doğru strateji her zaman kazanır.

 

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği’nin soydaşlarımız arasındaki çalışmaları olumlu gelişmelere vesile olurken iyi meyveler vermeye başladı. Bultürk yönetiminde yürütülen çalışmalar, henüz heyecanı sönmeyen 30 Mart yerel seçim zaferimiz, İstanbul’da aldığımız yeni politik kaleler, daha büyük bir azimle ve daha bilinçli ve seçmene ve soydaşa daha yakın, daha candan sarılarak, sıkı birlik halinde iç içe çalışmamıza devam etmemize güç kazandırdı.

 

Bu yoğun etkinliklerimizde, tüm soydaşlarımızı seferber edebildiğimiz son atılımlarımızda gücümüze kuvvet katan özellik İNANDIĞIMIZ GERÇEKLERİN SOMUTLUĞUNU KABULLENEREK kademeli hareket planımızı çizip onaylamamızdır. Oldukları yeri beğenenler ve dünyanın her an değiştiğini kabullenmek istemeyenler, eski Rumeli manileriyle OK Masası başında kaldılar. Çay ne kadar güzel demlenmiş olursa olsun iyi bir sohbete vesile olmadıkça, algılama gözenekleri açılamaz, dünya karanlık kalır. Bizim yeniden esaslanan politik görüşümüzün esasında “DOĞRU OLANIN” bile her an değişebildiği gerçeği vardır.

 

Biz Ata Vatan’dan kovulduk da Anavatana geldik. Biz hala “Anavatanlıyız” demiyoruz. “Bulgaristanlıyız” diyoruz. Orada yaşadığımız yıllarda ve arkamızda kalan kardeşlerimiz, akrabalarımız da, atalarımız gibi, gerçekliğe her defasında somut bakmışlardır.

1878’de Plevne kaybından top sesleri henüz dinmemişti. O güne kadar birlikte yaşadığımız, komşu bildiğimiz, zaman geldiğinde tohum zaman geldiğinde mısır ekmeğimizin yarısını verdiğimiz, kendimizden sandığımız, bizden bildiğimiz, ortak duvarda komşu kapımız olan, Bulgar Komşularımızın, kapımızdan eksik olmayan Çingene kardeşlerimizin bir kısmı Rus’tan yana geçti. Osman Paşa ordusunu Şipka Tepesinde zorlayanlara yol gösterdi, nal sattı. Büyük ve kanayan yaralarımızdan hiç birine henüz pansuman bile yapılmamıştı ki, abalı poturlu, elleri tespihli başları fesli dedelerimiz Tırnova şehrinde “Konakta” toplandı. İlk Bulgar Büyük Millet Meclisi Genel Kurul oturumlarına katıldılar. Öyle pabuç sesine memleket bırakmak yok dediler. Sağdan sola yazdılar. Bugün 135. yıldönümünü kutladığımız Kurucu Meclisin kabul ettiği İLK ANAYASA’nın, III.Bulgar devletinin kuruluş Anayasası’nın hamuruna mayamızdan maya tuzumuzdan tuz kattılar. Bir düşünsenize, dik kafalılık etmiş olsalardı. Ona buna boyun eğmiş olsalardı, bizim bugün halimiz ne olurdu.  “Biz Osmanlıyı geri istiyoruz, Osmanlı olmadan olamayız!” demiş olsalardı, biz bugün ne durumlarda olurduk. Yani biz Bulgar devleti hamurunun karılmasında hem su, hem maya hem de tuz olduk. Ne kadar elesen, ne kadar kurutsan bu üçün bileşimini yeni hamurundan yani bugünkü Bulgaristan Cumhuriyeti’nden ayırıp koparmak, kesip atmak mümkün değildir. Bu hamuru “süzme yoğurt” gibi düşünmek yanlıştır.

Yanlış olur ve yanlış olacaktır. Biz Pirinli, Deliormanlılar, Rodoplular, Gazi Osman Paşa’lılar, Bayrampaşalılar olarak tarihimizi hep böyle algıladık ve anladık.

Biz, odun olsak yarılmaz, taş olsak yontulmaz, bulanık su olsak durulmaz tip yaratıklar değiliz.

Yineleyerek belirtiyorum: BİZ HAYATA SOMUT BAKAN İNSANLARIZ. BİZİM İÇİN GERÇEKLİK SOMUTTUR. Bu yüzden 30 Mart 2014 seçiminde AK Parti adaylarına oy verdik. Çünkü zafer kazananların arasında olmak, onlardan biri olmak, bizim için şereftir. Onur kaynağımız olmaya devam edecektir.

Bizim stratejik düşüncemizde “pire için yorgan yakmak” yoktur.

 

POLİTİK GELENEKLERİŞMİZE BAKTIĞIMIZDA AYNI STRATEJİK ESNEKLİĞİ

HER ZAMAN VE HER YERDE GÖREBİLİRSİNİZ:

 

1913’te Batı Rodoplar’da, Pirin Dağı eteklerinde yaşayan Pomak kardeşlerimizin isimlerini ve din haklarını sert saldırıyı ağır yaşadık.  Haklarımızı geri aşma davamızda o zaman Sofya’da askeri ataşe görevinde bulunan Büyük Önder Atatürk bize yol gösterdi. O yılların Liberal Partisi Başkanı ve daha sonra 1913- 1918 yılları arasında Bulgaristan Başbakanı olan Radoslavov’la aramızı düzeltti, seçimden önce söz aldık, parlamentoya girdik ve haklarımızı geri alabildik. Bulgaristan meclisinde ilk Türk milletvekili gruba da o zaman kurulabildi. Bulgar haydutlara, Makedon çapulculara kızıp da “biz küsüz” deyip dargın durmuş olsaydık,  haklarımızı geri almamız mümkün olmayabilirdi.

 

1919’da ve sonra 1920-1923 arası hükümet olan Bulgar Çiftçi Partisi’nin reformcu hükümetini ve Başkanı olan Türk dostu Aleksandır Stamboliyski iktidarını mecliste ve meclis dışında destekledik.

Balkanlarda cereyan eden 3 ağır yıkıcı savaş ve ekonomik çöküşten sonra Bulgaristan Türkleri Liberallerden Çiftçilere geçme yolunu kendileri bulmuş ve başarılı izlemişlerdir.

 

O zaman da politik hava ve güçler dengesi sık sık değişiyordu. 1924’te bir partiler koalisyonu olan “Demokratik Birlik”  yani (Vrapça -1) Çiftçi Partililerin ve Demokratların ardında durduk. Oyumuzu onlara verdik.

1934’te ortam değişti. Aleksandır Tsankov askeri darbe yaptı, Hitlerci Lukov faşistleri hükümet oldu.

Biz de içimize büzüldük. Ağır baskı yıllarının yükünü Bulgar demokratlarla birlikte çektik, anti-faşist mücadeleye katıldık, partizanlarımız var, hapiste çürüyenlerimiz oldu. Karanlık yıllarda tüm hak ve özgürlüklerimizi yitirmiştik.

 

1947’de Bulgaristan Türk azınlığı olarak tanınmamızla birlikte dil, din, okul,  kültürel azınlık haklarımızın tanınması gündeme geldi. Hak ve özgürlüklerimizin, özgün kültürel dünyamızın yeşermesine olanak tanıyıp gelişimine olanak sağlamayı kabul eden Bulgaristan İşçi Partisi (Komünistler) bizde destek buldu. 1947 Anayasası’na oy verdik.

 

Haklarımız çiğnendi, özgürlüklerimiz yaşama hakkını kaybetti, adalet rafa kaldırıldı ve 1989 Mayısında biz, BİZ DE VARIZ!” deyip doğal haklarımızı isteyerek AYAKLANDIK.

Bu tarih bizimdir. Başkasının ne içinde ne de dışında yaşayamaz. Ancak bizimle var olabilir.

Zaman geldi komşu olduk. Zaman geldi son lokmamızı paylaştık. Zaman geldi oyumuzu verdik. Zaman geldi iyiliklerini gördük. Zaman geldi hışma uğradık ama biz varız, susan da biziz, çeken de biziz, ayaklanan da biziz ve kimi defa kenara çekilip bakarken, akılları gelir iş Allah, deyip bekleyen de biziz.

Bizi aldattıklarını sananlar ancak kendileri aldanmışlardır. Bunu anlamaları bile zaman istiyor. Hayat böyle.

 

1990’da isimlerimizin iadesini, dil, din, okul, eğitim ve okul haklarımızla doğal ve genel hak ve özgürlüklerimizi korumayı ve geliştirmeyi ana ödev olarak benimsediğini ilan eden Hak ve Özgürlük Partisi (HÖH – DPS) partisini bütün gücümüzle destekledik. Pomak ve Çingene kardeşlerimizi de ardımızdan sürüdük, yol açtık yol gösterdik. Çünkü bu işin doğru olduğuna inanmıştık. Yıllar yılı her seçimde, her hareketlerinde yönetimi destekledik, bağrımıza bastık, varımızla yoğumuzla ardında durduk, parlamento yolunu açtık, iktidarlara yükselttik, faka bir gün geldi, aldatıldığımızı anladık ve kendilerinden buz gibi soğuduk. Ardından bezi bu işleri düzelteceğiz, bizimle olun deyip HÖH partisinin şerefsizliğini ıslah etmek için Özgürlüğün Şereflileri çıktı önümüze. Onların da boyama olduğunu anladık ve bütün işlerinden hem el hem de yüz çektik.

Bizler yanlış strateji içinde doğru iş yapılamayacağını çoktan anlamış bulunuyoruz.

HÖH/DPS ile ÖŞP stratejileri birdir ve baştan sona yanlıştır. Onların ikisi de Türklerimizi, Pomaklarımızı, Çingenelerimizi Bulgarlardan dil, din, kültür yaşayış tarzı bakımından farklı etnikler, halk toplulukları olarak göremediler. Ya da görmek istemediler. Şimdi de istemiyorlar. Amaçlarına olan “Bulgar Etnik Modeli” dedikleri bizim hepimizi Bulgar’a yamamak istiyorlar. Buz gibi çeliğin çürümüş oduna yapışmayacağını göremediler, anlayamadılar, anlayamayacaklar da. Çünkü stratejisi yanlış olan doğru iş yapamaz.

 

Bu strateji baştan yanlış olduğundan sinsi sinsi bulanık işlerde uygulama esnasında ne bize, ne de öteki etnik kardeşlerimize faydalı bir adım atılabileceğine inanmıyoruz.

Dedelerimiz de aynı bilinçler mücadele etmiştir. İşe yaramayandan, zamanını doldurmuş olandan, yorganı hep kendi üstüne çekenden, halkı aç susuz bırakandan, halkı görmezden gelenden yüz çevirmiştir.

Her zaman somut hareket ederek doğruyu bulmuştur.

 

Biz de 30 Mayıs seçimlerinde olduğu gibi Ekim 2014’te de esnek ve akılcı davranmalıyız.

Bulgar bizi istemiyor mu!

Hak ve Özgürlükler Hareketi seçme ve seçilme haklarımızı savunamıyor ve bizden aday göstermiyor mu!

Bırak sürsün kendi öküzüyle kendi tarlasını.

Eminiz sabanı birinci çöpte kulak kıracaktır. İrim kırım yapıp en yakın zamanda kapımıza dayanacaktır. Bizim içimizden, ruhumuzdan, gönlümüzden, öz tarihimizden çıkan bir direniş hareketi ve partisi bizim büyüklüğümüzün dışında hiçbir yerde yaşayamaz, barınamaz, başkasına yar olamaz, mutlaka geri dönecektir. HÖH liderlerinin saray sığınaklarında yaptığı hesapların tümü “in” hesabıdır, hilelidir ve asla Pazar gerçeklerine uymaz, uyamaz, uymayacaktır. Gelecek yıl Türkiye Avrupa Birliği’ne girse, o zaman tüm soydaşlar seçme ve seçilme hakkımızı otomatik olarak geri almış olacağız ve 500.000 oyla hepsini sandalyeleriyle birlikte değil Sofya meclisinden AB parlamento Genel kurulundan bile bir üflemekle dışarı fırlatacağız. Bu gün de yakındır, yakın…

Bütün hakikatlerin, doğruların her an değişe bilirliği gerçekleri vardır. Onların özündeki doğruda bugün ezilenlerin, seçime katılma hakkı bile elinden alınanların tarihsel çıkarına ve haklılığına uygunluk vardır ki, ebedi olan zaten budur. Dünya kurulduğundan günümüze; doğru strateji her zaman kazandı, kazanıyor ve kazanacaktır.

Reklamlar