Musa VATANSEVER

Konu: Politikayı doğuran toplumdur.                                                     

Söylemek istediklerimi daha basit ve anlaşılabilir bir şekilde sunmak işin insanları zenginliği (parayı) sevenler; şerefi sevenler ve bilgiyi sevenler olarak üç gruba ayırıyorum.

Bu üç değerden – zenginlik, şeref, bilgelik – bir yerlere ulaşmak istemenin ölçülerine göre, toplumda üç insan tipi meydana gelmiştir. Bu tiplerin anlam kazanması her zaman devlet içinde olmuştur.

Bugün günlerden Pazar (8 Kasım 2015) TV bültenlerinde birinci haber Bükreş meydanında 5 günden beri bayrak sallayan, hükumeti düşürmeyi başaranlar, rüşvetçi ve dolandırıcı tabakanın devlet bünyesinden sökülüp atılmasını, anayasa değişikliği ve yeni-genç istidatlı bir elit kuşağın devlet yönetimine berrak bir vicdan ve temiz ellerle el koymasını da istiyorlar.

Sofya’da da ulusal direniş var. Ne var ki, burada olaylar tamamen farklı. Önce polis, jandarma, itfaiyeciler, gardiyanlar (60 bin kişi) ve sayıları 29-30 bin olan ordu mensupları sosyal haklarını sözde birlikte koruyacaklardı. Polisler bir haftadan beri kavşaklarda, sınır kapılarında, Bakanlar Kurulu ve Halk Meclisi önünde olaysız direniyor. Ordu mensupları caydı.

Olayların derin anlamı nedir?

Ansızın patlamış gibi ortaya çıkan bu olay öyle bir fışkırdı ki, Fransız Devrimi’ni yazan tüm kitapları okusak anlamakta zorlanırız. Bu analizimizde Sofya’da başlayan ve il merkezlerini saran hareketlenmeyi, zenginlik, şeref ve bilgelik açısından ele alırsak, hiçbir sonuç elde edemeyiz. Olayın iç yüzü çok farklı! Direnenler zam ve prim istemiyor, ellerinden alınmak istenen, kırpılan sosyal haklarını korumaya çalışıyorlar.

Durumları yani iş ekmek parasına dayanmış memur deviniminin nitelik doğuracağına bel bağlamak yanlış olur. Sendikalı ve iyi örgütlü olmalar toplumu silkebilecek bir güce sahip olduklarını endişesini doğurdu. Biraz daha ileri gidersek, polis ile ordunun el ele verip (şu anda böyle bir durum yok) yapacakları olası darbeden ancak, DİKTATÖRLÜK doğar.

Bu yazımda hangi güç (parti, iktidar) hangi güçten doğdu konusuna geniş çapta ve önemle değinmek istiyorum. Çünkü git gide büyüyen hareketlenme yeni yıla kadar sürerse ve ödün vermeden aynı isteklerde ısrar edilirse, yılbaşında genel parlamenter seçim gündeme gelebilir.

Benzer olaylar tarihte defalarca yaşanmış ve yazılmış çizilmiştir. Olaya daha derin bakabilmemiz için yeniçağdan önce (427-347) yılları arasında yaşayan ve birçok olağanüstü değerli eser arasında “Devlet” i de bırakan Platon’a dönüyoruz.

Fakat ben o kadar gerilere dönmeye hazırlanırken, önce Feceebok’ta dünyayı dolaşan 2 700 yaşındaki 100 metre yüksek mum gibi bir ağacı hatırladım. Platon dünyaya gelmezden önce bitmiş bu ağaç 500 defa döktüğü ve yeniden sürdüğü yapraklarının yeşilliğinden asla ödün vermemek için her birine su ve mineralleri en az 100 metre derinden çekiyor ve 100 metre de doruğa taşıyor. Platon da tam bu ağaç gibi! Eserlerinde yaşayan fikirleriyle 2 600 yıl sonra bizim bugünkü toplumu ve devleti anlamamıza ışık tutuyor, ipuçları veriyor.

O devlet konusunda kısaca şöyle demişti:

Onun doğal kökü, onu kurduran doğal neden, hiçbir insanın kendi kendine yetememesi, bu yüzden de bir sürü ihtiyaçları gidermek için başkalarının yardımına muhtaç olmasıdır. Onun için devletin her yerde ödevi aynıdır: İnsanların ortaklaşa yaşamlarını, bunları mutluluk sağlayacak şekilde düzenlemek. Bu ödev de, topluluk hayatı ahlak ilkelerine göre düzenlenirse gerçekleşebilir. İnsanın ruhunda nasıl üç ayrı bölüm varsa, devlet de onun gibi üç ayrı kısımdan kurulmuştur. Ruhtaki itkilere (dürtülere) karşı olan besleyenler (köylüler, işçiler, üretenler) takımı; iradeye karşı olandan koruyanlar (polis, jandarma, gardiyan, bekçi) takımı; akla karşılık olan öğretenler (yönetenler) takımıdır. İştahlarından doğan bir kaygı ile günlük ihtiyaçların ardından koşan yurttaşların büyük çoğunluğu (çalışanlar), topluluk hayatının maddi temellerini sağlar; Koruyucular dışarıya karşı düşmandan savunma (askeri güç) ile, içeriye karşı da kanunların yürütülmesini sağlamakla (polis, jandarma) devletin varlığını ve bütünlüğünü korurlar. Yöneticiler ise bilgileriyle, geniş görüşleriyle kanunları koyarlar, devleti yönetecek ilkeleri belirlerler. Bütün devletin olgunluğunu da ana erdemler sağlar: Bunlar da bilgelik, cesaret, ölçülülük ve adalettir.

  • Yöneticilerin temel erdemi
  • Koruyucuların özel erdemi cesarettir. Neden korkulup korkulmayacağı konusunda eğitim alırlar. Bu günümüzde Polis Akademilerinde Sofya’daki Kütüphaneci Enstitüsü gibi kurumlarda olur.
  • Adalet ve ölçülülük ise, bu üç takımdan yalnız birisinin değil, hepsinde olması gerekir. Adaletin ana istemi, her takımın kendine düşen ödevi yerine getirmesinde birleştirici olandır. Ölçülülük yığının erdemi değildir, en alt tabakanın kendi erdemi yoktur.

Modern devletin ana ödevi bütün vatandaşları (üretenleri, koruyanları ve yönetenleri) kucaklamak ve yönetmektir. Platon’a göre, alt tabakanın (besleyenlerin-üretenlerin) kendi özel erdemleri olmadığından kendini gelenek ve göreneklerine göre durumu idare etmesini uygun bulur. (Bulgaristan’da etnik azınlık topluluklarına bu hak verilmiyor.) Platon eserinde koruyanların (polisin, jandarma, itfaiyeci ve gardiyanların) yönetici olamayacağına özellikle işaret etmiştir. Yani bir toplumda meydana gelen ana olaylar bu üç tabaka arasında kızışır ve gelişir. İşte bugün biz Bulgaristan’da Varda ve Burgaz’dan vb il merkezlerinden otobüslerle Sofya’ya gelen ve emekliye ayrılırken aldıkları toplu primin 20’den 10 maaşa, yıllık izinlerinin de 30 günden 20 güne indirilmesini kabul etmeyen ve ulusal direnişe başlayan koruyucular isyanına sahne oluyoruz. Bu, görevleri koruma olanların kendi öz isteklerini savunmak için başlattığı yeni başkaldırıdır. Bundan 3 yıl önce onlar maaşlarına zam isterken de örgütlü ve beraberce hareket etmişlerdi. Meclis önünde gün boyu sigara içmişler ve sonunda istedikleri parayı koparmışlardı.

Şimdi gelelim bugünkü duruma. Bulgaristan’da koruyucuların direnişine ve kendilerinden biri olan, Bakanlar Burulu Başkanı görevinde bulunan B. Borisov’un ve onun yönettiği GERB partisinin olayla ilgili tavrına.

İktidar bile bazen sevdiklerinin, bel bağladıklarının istediği bir şeyi veremeyecek duruma düşebilir. Bizdeki ekonomik durum gönül açıcı değildir. Geçen sene 15 milyar leva dış borç alındı. T. Jivkov döneminden kalan 13 milyar US Dolar dış borcu henüz ödeyemedik. 2016 yılı bütçesinin çalışır duruma gelebilmesi için 5 milyar levaya ihtiyaç var. Bu da yeni bir dış borçlanma ile sağlanacak.

Görüldüğü üzere, direnişe kalkan koruyucuların başkaldırısın-dan ne yöneticilerin ne de üreticilerin –senin, benim – faydamız var. Onlar kendi imtiyazlı durumlarını korumaya çalışıyorlar. Bu direnişi bir de koruyucuların iktidara ve onların öz lideri olan Başbakan B. Borisov’a ilk büyük ihaneti olarak kabul edebiliriz. Ülkemizde büyük ihanetler devri başlamıştır. Bizden saydıklarımızı daha da kayırma devri derinleşirse, ufuktaki ERKEN PARLAMENTO SEÇİMİDİR.

İşler neden bu duruma tırmandı?

Bu yazımda analiz etmek istemesem de, Bulgaristan’da 1890’dan beri seçimler hep gece mumlar söndürülerek kazanılmıştır. Mum söndürmenin yeni adları çok farklı olabilir, satın almak, kömür dağıtmak, iş vadetmek vs. Seçim kazanma usulümüz hep bu oldu. Bizde yeni olan unutulmuş olan eskidir. Ama bu konuyu başka bir yazımızda işleriz…

Hiçbir konuda hiçbir kişiye kin tutmuyoruz. Analizimizi, 1915’te (Yeni Bulgar devletinin kuruluşundan 7 yıl sonra) Bulgarcaya çevrilen düşünür Platon’ un “Devlet” kitabını kılavuz ederek yapıyoruz. 1890’lı yıllarda Bulgaristan’da kurulan ve bugüne kadar İşçi, komünist ve sosyalist parti olarak isim değiştirerek yaşayan,  ilk adı BİSDP – Bulgaristan İşçi Sosyal Demokrasi Partisi irdelememizin mihverindedir. Çünkü bu parti yeni Bulgaristan tarihinde kurulup kapanan, yeniden süren 1000’den fazla parti arasında 3 ayaklanmadan, 2 savaştan, faşist darbelerden geçerken su almış, ders çıkarmış tek partidir. Ne var ki, artık ideolojisi iyice eskimiş ve yerel seçimlerde hiçbir ilde belediye başkanı çıkaramayacak kadar ufalmış, kalın çotuk  BSP –Bulgaristan Sosyalist Partisi’nden söz ediyoruz. Bu parti günümüz Bulgaristan politik hayatının anasıdır. 1990’dan sonra doğan partiler onun yavrusudur. Çarı Madrid’den getirip Başbakan yapan ve sonra yolcu yoluna diyen yine o part ve eski yönetenlerdir. Bu süreci görmeden, dikkatle okumadan, biz hiçbir konuyu doğru dürüst ve doyurucu anlatamayız, siz okurlarımız da anlayamazsınız.

Şu cümleyi kendi sorumluluğumda yazıyorum: Bulgaristan’da bir tek politik parti var –BSP, tüm diğerleri partiden başka her şeydir. Örneğin HÖH-DPS milli istihbaratın meşruluğu kitaba uydurulmuş bir yan kuruluşudur. Şöyle bir ince çizgi var yaşlanmış partide, üye tabanı seçim kazanmak istese de yönetimi istemiyor, iktidar olmaktan korkuyor, ufalarak kendini unutturmaya ve gömmeye çalışıyor. Belki de geçmişinden nefret ediyor ve aklanacak yanı yok. 26 yıldan beri bu böyle. BSP geçmişinin açılmasından korkan bir partidir. Bu, “soya dönüş” iğrençliğini aşan bir konudur.

BKP – Bulgaristan Komünist Partisi’nin 1990’da BSP’ye dönüştürülmesi, ardından komünistlerin oğullarının ve yakınlarının  kuracağı Demokratik Güçler Birliği (CDC) yalnız iktidarda kalmak, seçim kazanmak içindi. Demokratik Güçler Birliği, BSP yönetiminin sevimli evladıdır. Ömrü az oldu.  Üç kuşak komünist soylu “demokratları” o zaman tanımadık mı? Bu gerçek BSP yöneticilerinin utanarak gizledikleri gerçeklerden biridir. Hayat berraklaştıkça etraf kokuşuyor. Yerden göğe sahte oyun 2000 yılına kadar devam etti, sonra bir süre sahneye Çar II. Simyon çekildi. O, bizi NATO ve AB’ye bağladı, ABD’yi çağırdı. Ona oy verenler de BSP kadrolarıydı.

2007’den sonra plak değişti, BSP kadrosunun büyük kısmı GERB’e kaydı. Bugün ülkede ciddi bir sosyolojik araştırma yapılsa nüfusun % 99.9’u GERB açılımının anlamını bilmez. GERB söz olarak arma demektir. GERB’in siyasete bulaşması, BSP’nin işidir. BSP ikinci doğum yaptı. Vurguluyorum, Avrupalı Gelişim İçin Vatandaşların Gelişim GERB Partisi’nin kuruluşu B, Borisov’un erdemi olmadığı gibi, hem anası hem de ebesi BSP’dir.

Şu noktanın iyi anlaşılmasına işaret etmek gerekir: Konu GERB’in mayası ise, bir anekdot şöyle der: “Köpek uçak kaçırmış, iz yok.” Şöyle yani: GERB’i sis gibi hem var hem yok sayın. GERB diye bir olgu yokmuş diye düşünün. Bu parti hiç bir konuda iz bırakmıyor. GERB’in kadrosunda devlet memurları, onların baldızları, metresleri, komşuları, korumaları ve şoförleri ile onların akrabaları var. Başka bir anlatımla sempatik olma, Avrupa’ya uygun olma, şirin görünme, gövde gösterisi heveslilerinin 8 yıl önce kendiliğinden oluşan devlet memurlarının ve dostlarının ve hepsinin akrabalarının, devlet sofrasından yemeye alışmış olanların bir pembe bulutu belirdi, yuvarlanınca PARTİ ve iktidar oluverdi. 13 Şubat 2013’te 50 sahte elektrik faturası ve 2 damla kanla devrildi ve pes etti.

Olayı dikkatle gözlemleyenlerle aynı görüşte olabiliriz: Ortada Parti olmak istemeyen bir parti; eskiden (totaliter dönemde olduğu gibi) parti olmaya yürek atan devlet, fakat henüz partileşmeyi başaramamış bir devlet var ortada. GERB bu gidişle seçimleri %% kazanabilir, ama korkuyor. Neden mi? Sorumluluk taşımaktan, halkı yönetmekten!…

Bu olayı şimdi Platon süzgecinden geçirelim:

GERB yok. Ortadaki Boyko Borisov. Onun halkla ilişki uzmanları, alt ve orta katmanı oyalarken yemleyen uzman ekipler, basın, medya vs. Dikkat edelim. 2005-2008 yılları arasında Bulgaristan’da iktidar BKP MK Politik Büro üyelerinin istidatsız, niteliksiz, becerisiz çocuk ve torunlarının (örneğin Sergey Stanişev vb.) elinden koruyucularına kaydı. Bu muhafızların Kraliçenin yatağına girmesi gibi bir şeydir. Ne yazık ki oldu. Herkes bilir, Boyko Borisov sosyal sınıf mensubiyeti olarak koruyuculuktan (meslekten itfaiyeci, diktatör Todor Jivkov’un korumasıydı, polis akademisi mezunudur) gelir yani o (post)geç sosyalizmin koruma muhafızlarındandır.

Platon’a göre onun yönetim eliti arasına girme yolu doğuştan tıkalı olmalıdır. Muhafızların Kraliçenin yatağına girmesi kural bozmaktır. Bu sözler hainlikle lider olan Ahmet Doğan için de geçerlidir. Varna şoparlarından olduğunu çok tez unuttu. L. Mestan’ın köy öğretmeni olduğu da her cümlesinden sızıyor. Türkiye’ye okumaya giden 1 500 Bulgaristan Türk gencinin geri dönmemesini de “kıyım korkusuna” bağlasak iyi olur.

Bizdeki durumda elit zümrenin bozulması, ilke sellikten gerileme söz konusudur. Yine Platon’dan faydalanırsak, birinci kuşak elit iktidarı silah gücüyle de alsa, idare etmesini bilir. İkinci kuşak belki iktidara kendi gücüyle uzanamaz ama tepside sunulunca yönetmeyi becerebilir. Bizdeki üçüncü kuşak yalnız kredi kartı kullanmayı beceriyor.  Ve Bulgaristan’da görüldüğü üzere, koruyanlar, bu becerisiz üçüncü kuşağı yönetip yönlendirmek için iş başına gelmiş bulunuyor.

Bu bakıma bizdeki polis, gardiyan, itfaiyeci ve jandarma isyanı korumacıların başı B. Borisov’un çok yüksek bir düzeyde ihanete uğradığının kesin ifadesinden başka bir şey değildir. Şimdi meydanlara çöken o GERB adlı pembe buluttur yani GERB’in kendisidir. Bu durumda, yine Platon’a kapı deliğinden baktığımızda,  B.Borisov’un kaderi çıkıyor önümüze. Bugün o ordusuz general durumuna düşmüştür. Platon der ki, bu duruma düşen bir korumacı general ya tanımadığı bir düşman tarafından yenilir ya da onun iktidara el koymasına belli etmeden yardım eden (bizde bu işi US Büyükelçiliği yapmıştı) sinirlenip elinin tersiyle hareket eder veya en yakın adamları tarafından ihanete uğrayabilir. Demek üç seçenek sıra bekliyor. Olaylar bu kadar ciddi. Platon’a şunu eklemek yerinde olur. Bir erken seçimde oylar tamamen B. Borisov’a kaydığında iktidar güçlenir.

Herkesin bildiği bir gerçekse şudur. GERB, BSP’nin yavrusudur, dedik. Yavru ayağına diken batsa anasına gider. Anası isterse onu tokatlar. Bizim durumumuzda kulağından tutup iktidardan indirebilir. Ama BSP bunu yapmak istemiyor, daha doğrusu yapamıyor çünkü özündeki ikilemi aşamıyor. Bir gözü Moskova’ya bakarken, ikincisi Washington’u okşuyor. Çatal başlı ruhundan bir türlü kurtulamıyor. Bu 26 yıldan beri böyle sürünüyor. Jeopolitik stratejik konular kahve tartışmalarına konu oldu. İşi toparlanmak, yeni ruh yaratmak çok zor olmalı! Kararsızlık savmaz bir hastalık olur. İşte bu nedenle ufaldıkça ufalan BSP partisi ne politik, ne tarihimiz ne de medeniyetimiz konularında bir sonuca varamıyor. Ruhu sönük bir parti olarak belki son nefesini alıyor. Dünya siyaseti sağ kayarken BSP’nin solda kalması, merkezin soluna tırnaklarıyla tutunması bile imkânsız gibi oldu.

İşte bu yüzden hiçbir politik parti Bulgar polisinin kazan kaldırmasını alkışlamadı.  Kamuoyu direnişi  aile içi didişme, komşu kavgası olarak izliyor. HÖH-DPS partisine gelince o da susuyor. Çünkü partinin belkemiğini ve yönetimini oluşturan polis muhbirleridir. İspiyonlar subaylarına karşı tutum alamazlar. “Kral Çıplak” diyemezler. Açlıktan sürünsek bile ruhunu satmış bir takım gerçek durumu asla göremez, çünkü onların vazifesi  halkı görmek değil, en büyük sızılardan daha fazla acıyan sabır sızılarımızın taşıp taşmadığını gözlemek ve rapor etmektir. Saflarımızda bir kıpırdama olsa, bugün grevde olan koruyucu takımı, donanmış ve silahlı karşımızda bulacağımızdan yüzde yüz eminiz. Biz onların altındaki kattan, besleyenlerden, üretenlerden, vergi ödeyenlerdeniz. Hakları elinden alınmış tabandayız biz.

Polis iktidar devirse diktatörlük olur.

Halk ayaklanırsa adı devrimdir.

Devrim olmadan katmanlar her değiştiremez.

Bu gerçek Platon’dan buyana böyle gelmiş böyle gider.

Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Reklamlar