Av. Vildan UMUT

 

Her yeni yüzyıllar yeni politikalar doğurmuştur. XX. yüzyıl çok kutupluluktan iki kutupluluğa oradan da ABD şahsında tek kutupluluğa uzanmaya çalıştı. Dünya barışının çerçevelerini korumak için Birleşmiş Milletler Örgütü kuruldu. İkinci Dünya Savaşından sonra oluşan ve küresel politikada Güvenlik Konseyinde veto hakkına sahip 5 daimi üyenin iradesi bağlı küresel politika bir yarım asır böyle idare edildi. Ne var ki. XX. yüzyıla bu kılıf dar geldi, çünkü dünya politikasında aldıkları rol büyüyen ve dünya nüfusunun üçte birini oluşturan Müslüman Dünya bu örgütün karar mercilerinde gereği gibi temsil edilmediği için son dönem savaşları Yakın ve Orta Doğuya kaydı ve yanmaya devam ediyor.

 

Avrupa kıtası (eski kıta) XXI. yüzyıla dünyanın ana politika merkezlerinden biri olarak girdi. Avrupa Birliği 28 devleti aynı çatı altına toplasa da, bölgenin Birleşik Amerikanın artan etkisi altında girdiğini gözlüyoruz. Daha önceki iki yüzyılda – 19.  ve 20. yüzyılda – Eski kıtada egemen güçler şöyle değişti: Osmanlı İmparatorluğunun yerine Rus İmparatorluğu, onun yerine Avusturya-Macaristan ve en sonunda da Prusya imparatorluğu söz sahibi oldu.

  1. yüzyılda dünyanın ana çelişkisi Birleşik Amerika ile Rusya arasında sivrildi. Ukrayna olaylarında sert bir şekilde varlığını sürdürüyor. Dev çelişkilerin yerel kaşınma, kızışma ve patlama noktaları vardır. Günümüzde böyle bir noktayı Eski Kıta coğrafyasında bulunan Ukrayna’daki iç savaşta izliyoruz. 4 bini kadın ve çocuk olan toplam 5 bin kurban alan bu kanlı cepheleşmede büyük yüzleşme Birleşik Amerika ile Rusya siyaseti ve güçleri arasındadır ve taraflar birbirini kıyasıya zorlamaya devam ediyor.

 

Okurlarım “ya bu Ukrayna iç savaşı ne sebeple çıktı?” gibi sorular sorabilir. Bu bir ayrımcılık yani merkez idareden kopma savaşıdır. Ukrayna devlet sınırları içinde bulunan Lugansk ve Donetsk gibi büyük eyaletler,  Ukrayna’dan kopmak ya da aynı devletin sınırları içinde bağımsız statülü bölgeler olarak kalmak istiyorlar. Rusya Federasyonuna bağlanmaları da gündeme gelebilir. Savaş kıvılcımını çakan Kiev hükümetinin “Dil Bildirisi” oldu. Bu bildiri ile Ukrayna’da yaşayan herkesin Ukraynaca konuşması, devlet okullarında, hastanelerde, postanelerde ve tüm kurumlarda geçerli dil olarak bu dilin ilan edilmesi savaş başlattı. Eski Sovyetler Birliği’nin 15 cumhuriyetinden biri olan Ukrayna’nın Doğu eyaletlerindeki yerli nüfusun çoğunluğu etnik Rus’tur, ana dilleri de Rusçadır. Bu bakıma ana dil yasağı çelişki ateşini yakan neden oldu. Çatışmanın ardında duran, Ukrayna’nın Doğu dünyasından kopup, demokrasi sembolü olan Batı dünyasına katılması, Amerika, AB ile NATO’nun bu büyük ülkeye girip Moskova’nın burnunun dibine konuşlanmasıdır.

 

Biz Türkiye’ye yerleşmiş Bulgaristanlı Türkler ve Bulgaristan’da yaşayan Türk ve Müslümanlar olarak bu büyük çelişkiye biraz farklı açıdan bakmak zorundayız. Yukarda da dediğim gibi, 21. yüzyılın henüz başında dünyanın ana yüzleşmesi bu defa Avrupa Birliği ile Moskova arasında değil, Birleşik Amerika ile Moskova arasındadır. Demek oluyor ki, her iki devlet de NATO üyesi ve Bulgaristan AB üyesi olsa da, biz bu ana çelişkinin biraz dışında (kenarında) belki de hiç olmadı 500 kilometre uzağında kaldık. Evet, NATO eski Doğu Avrupa ülkelerinden ve şimdiki coğrafik adı Güney Doğu Avrupa ülkeleri olan Bulgaristan, Romanya, Latviya, Litvanya ve bazı başka ülkelere Operatif Kontrol Karargâhları kurmayı işleme koydu. Sofya da bir NATO karargâhı oluyor. Hatta Bulgaristan’da Varna yakınında bulunan “Şabla” yerleşim merkezine bir askeri üs kurma, Trakya Ovası merkezindeki “Bezmer” yerleşkesindeki askeri üssü en büyük ve ağır askeri uçakların da inip kalkabileceği şekle getirmek gibi vs. kararları aldı. Ukrayna kara sahasında oluşan büyük Amerika Rusya yüzleşmesinde Bulgaristan’da arka plan konuşlanma hazırlıklarının devam ettiğini, Başkan Barak Obama’nın “her halkın kendini savunma hakkı vardır” savıyla, Kiev hükümetine modern silah sevkıyatından söz ettiğini gün be gün takip ediyoruz.

 

Gelgelelim bir yandan sıcak savaş tırmanırken, Eski Avrupa bu savaşın ateşinde ne ütülenmek ne de yanmak istemediğini hemen beyan etti. Birleşik Amerika’nın baskıları sonucu AB ülkeleri Moskova’ya karşı yaptırımlar uyguladı. Geçen ay Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Başkanı Fransoa Olan tıpış tıpış önce Kiev’e ardından da Moskova’ya gidip Vladimir Putin ile görüştüler. Ardından da Barak Obama’yı yola getirmek üzere Washington’u boyladılar. Barış sağlama amaçlı seri diplomatik görüşmeler oldu. Almanya ve Fransa’nın, dolayısıyla AB’nin Ukrayna savaşının büyümesini, yeni bir soğuk savaş başlamasını ve Üçüncü Dünya Savaşı çıkmasını ise hiç istemediği ortadadır. Doruk mekiği  AB devletler topluluğunun Moskova’ya karşı yeni ve daha ağır yaptırımlar uygulamaya hatta Rusya’nın dünya ile ticari bağlarını durduracak nitelikte olan “swift havale sistemini durdurmayı” kabul etmemesi uzlaşma ve barış arandığına yeni alamettir. Bu çelişkide savaşın bir çözüm olmadığına Avrupa kamuoyu artık kesin inandı. Mart ayı itibarıyla esirler değiş tokuş edildi ve ağır silahlarla çatışma da durdu.

 

Bulgaristan basınına baktığımızda NATO ve AB üyeliği ulusal kıvanç olarak değerlendiriliyor. Bugün Sofya Rusya’ya karşı örülen stratejik çemberde bir halka oldu. Oysa 3 Marta 137. yıldönümü anılan 1878 Plevne ve Şipka Savaşlarında, Rus kazakların Yeşilköy’de çadır kurduğunda Moskova Bulgarların kıdem yıldızıydı. Geçen 137 yıl içinde her şey tepe takla oldu. Rusya hayranı çevreler Atlantikçi bağlılığa saplandı. Washington hegemonyasını kabul etti, NATO ve AB’ye sevdalandı. Osmanlı düşmanlığının, Türk ve Türkiye hayranlığı evrim yolunu birlikte izliyoruz. Ulusal politikaya sağlam öz köklere dayanmış olarak izleyen devletlerin en iyi emsalini komşu Türkiye’de görebiliyoruz. Dış ve iç politikayı dengeli yürütmek, ulusal olandan ödün vermeden dünya politikasında yer almak ve giderek daha büyük bir yerini doldurmak, öncelikle Ankara’ya has bir dış siyaset özelliği olarak gelişti.

 

Son durumda Bulgaristan büyük politikada geleneksel Osman-Türk etki bölgesi ya da belirle aşamalarda Almanya etki bölgesi oldu. Biz Bulgaristan kökenliyiz. Vatan toprağında 600 yıl birlikteliğimiz var. “Eski dost düşman olmaz!” ve “Türk’ten iyi dost bulunmaz!” atasözlerimizin bugün de geçerli olduğunu bilmeyen yoktur. İyi olmamızı kıskanıp bizi isteyenler ve istemeyenler yeni ilişkilerin ve yeni dünyanın bizsiz kurulamayacağını kabullenmek zorunda kalacaktır.

 

Özellikle Sayın Başbakanımız Ahmet Dağutoğulu’nun son Berlin ve Budapeşte ziyaretlerinden sonra meydana gelen gelişmeler günümüz dünyasında ana çelişkinin Eski Kıta semalarında bir kara hayalet olmasına yol vermeme çabalarından kaynaklandı. Avrupa ve Yakın Doğu’nun geleceğinde Ankara-Berlin Mihveri’nin belirleyici olacağına işaret oldu.  Dünya’nın yeni köprüleri Boğaz’da Avrupa’dan Asya’ya ve Asya’dan Avrupa’ya baştanbaşa direksiz dayaksız asma köprü şeklinde uzansa da büyük politikada komşular ve orta ayak devletler çok önemlidir.

Biz, Berlin Ankara Mihverinde Budapeşte ile Sofya’yı böyle bir Orta Ayak rolünde görmekte yarar olduğu fikrinin savunucusu olmakla gurur duyuyoruz. Köprübaşı Türkiye ve orta ayak Macaristan ile Bulgaristan yapılanmasında, dış siyaset kurumlarına yardımcı olmak niyetiyle biz soydaşlar, soydaş dernekleri, soydaş federasyon ve konfederasyonları olarak her birimiz belirleyici yapıcı rol görmek istiyoruz, bu emelimizin gerçekleşmesini arzuluyoruz.

Özellikle BULTÜRK Kültür ve Hizmet Derneği yayınlarının bu yöndeki adımları dikkati çekti. Bu dernek Bulgaristan ile Türkiye ekonomilerini enerji ve hammadde kaynağı olarak birbirini tamamlayıcı bulduğu gibi, tarım ve tarım ürünlerini işleme sanayi, doğal su kaynaklarından birlikte faydalanma yolunda bütünleşmede fayda gördüğünü defalarca vurguladı. Bu çabalar ve geliştirilen tasarımlar ikili ilişkiler ve işbirliğinde çok yararlı olabilir.

 

Bu ne Bulgaristan tarihinde ne de Türkiye için yeni okunacak bir şifredir.

Daha dün Rusofob politikayı başlatan Stefan Stanbolov’un “Bulgaristan güçlü ve hatırı sayılır bir devlet olmak istiyorsa, şu iki devletle yani Türkiye ve Almanya ile iyi ilişkiler geliştirmek zorundadır” dediğini unutmayalım. Temelleri daha Sultan Abdülhamit zamanında atılan egemen Bulgaristan devletine saygılı olma politikası, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Büyük Atatürk döneminde güven ve iyi komşuluk siyaseti şeklinde biçimlenerek gelişti ve zenginleşerek günümüze kadar uzandı. Bulgar politik liderlerinden Aleksandır Stamboliyski Bulgaristan’da yaşayan Türklere ve Müslümanlara saygı ve Türkiye ile işbirliği politikasında büyük adımlar atabilmişti. 1925’te Türk-Bulgar Ankara Antlaşmasının imzalanması iki ülke arasındaki ilişkilerde önemli bir aşamadır. Bugün iki devlet de NATO üyesi olduğu için sorunların boyutlarına yapıcı ve uyumlu yaklaşım olumlu yönde değişmiştir.

 

Dünya 21. yüzyılın başında, Bulgaristan açısından işbu siyasi noktaya geldi ve yeni hamle bekliyor. Yineleyerek yazıyorum, ne Bulgaristan ne de Türkiye Cumhuriyeti, Ukrayna üzerinde kızışan Birleşik Amerika ve Rusya jeopolitik etkileşiminde direk temas alanı olmaktan uzak durmaya gayret gösteriyor. Uluslar arası saygınlığını bu çatışmada yatırım olarak kullanmadan yarar da beklemiyorlar. Her iki halkın da barışçı çözümden yana olduğu ortadadır. Tüm çatışma ve çarpışmaların yanımızdan geçerlen söndürülmesi yararımıza olur.

 

Aynı zamanda çağdaş Avrupa’ya açılan kapımız komşumuz Bulgaristan üzerinden geçiyor. Modern Avrupa’nın kuruculuğunda ana rolü ve ödevi üstlenmiş olan devlet ise öncelikle Almanya’dır. Her iki ülkenin de yolu aynıdır ve Berlin’e çıkar. Ankara’nın politik yönetimi Berlin mihveri politikasını geliştirirken başarı sergiliyor. Türkiye AB üyeliğine her gün biraz daha yakınlaşıyor. AB’nin Türkiye olmadan Yakın ve Orta Doğu’da etkili olmasına olanak olmadığı da artık iyice anlaşıldı. Moskova ve Washington politikaları ülkelerimizin çabalarıyla barış çemberine alınmış oluyor. Öte yandan, yeni Avrupa’nın motoru olma rolünü üslenen Almanya Türkiye olmadan bölgede sürekli ve güvenli barış tesis edilmesinin olanaklı olmadığına inanmış olduklarını gizlemiyorlar. Uluslar arası siyasetin yeni tablosundaki ana renkler bunlardır. Umut ederiz ki, 21. yüzyılda da iki siyasi başkent arasındaki en kısa mesafe iki nokta arasındaki mesafedir. Sofya’da Berlin Ankara çizgisinin tam üzerinde, büyük politikanın merkezinde ve güçlü köprü ayağa durumundadır. Böyle bir politikaya soyunmaya ve iç doku olmaya varız. 6 Haziran Türkiye Cumhuriyeti genel seçimleri de bu yönde güç toplayacaktır. Yeni Ankara Berlin mihverine umutla bakıyoruz. Hayırlı olsun.

Reklamlar