Neriman ERALP

Konu: Türklük çırpınışları.

Son yıllarda bizim tarlalarda en fazla kabak yetişiyor. Gübre ve su bulan bal kabakları şiştikçe şişiyor ama içleri boş. Koskoca kabaklar, çekirdekler pörsük, yesen içi, tohum eksen özü yok.

Bizim kabaklarımızın içi boş ama bizi düşünen Avrupa Liberal Strateji Merkezleri’ndekilerin kafaları çalışıyor. Lütfü Mestan onlara bağlı, konuşmalarının anlaşılır tarafı olmaması da yine onlardan kaynaklanıyor. Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH-DPS) göbekten Avrupa Liberal Alyansına düğümlüdür. Alyans üyesidir. Alyansız olamaz, ondan kopamaz.

Avrupa’daki liberal babalar bizimkilerin her birinde sanki bir liberal kertenkele görüyorlar. Kertenkelenin lehçemizdeki adı mancarak. En dik yerlerden çıkıp inen bir sürüngen, bazen tırmanırken çok zorlanırsa kuyruğunu koparır ama yolda kalmaz. Karşısında ölümcül tehlike görse rengini değiştirir. Yeşilden kahverengi olur kayıplara karışıp yoluna devam eder. HÖH partimiz ikide bir kuyruk koparıp şöyle bir rahatlıyor, kimisini partiden, diğer bazılarını parti meclis grubundan ihraç ediyor, her konuda söz isteyenleri savcılığa çektiriyor, korku hapını yutanlarını evlerinde tiril tiril titretiyor, bu da az gelirse, Varna Hapishanesine postalıyor ve yoluna devam ediyor. Kertenkeleye benzemek iyi aslında1 Çocuklar kertenkeleden korksalar da ben bugüne kadar kertenkelelerin insan öldürdüğünü görmedim. Bizde “Kene gibi yapıştı” sözü vardır da, kertenkele hakkında bir şeye musallat oldu benzetmesi hatırlamıyorum, buna rağmen Avrupa liberaller bizi anlatırken KERTENKELE demiş, çok dikkatimi çekti.

HÖH’ten kaynaklansa, partisinin şimdiye kadar renk değiştirmesine pek  gerek olmadı, çünkü etrafımızdaki politik ortam faşist kahverengisinden totaliter kırmızı arasında nüans değiştirdiğinden istediği kuytu gölgeyi her zaman bulabildi. Kuşkusuz bu işte Genel Başkan L. Mestan’a en fazla arka olan Avrupa’daki Liberal Merkez oldu. Geçen hafta çok açık ve çok anlaşılır yeni bir rapor göndermişler. Merkez, “Bulgaristan vatandaşları ortalama gelir seviyesi bakımından 1989 yılı ortalamasına erişti” demiş. Aslında iyi bir haber gibi. ANLAŞILMASI GÜÇ OLAYLARI ANLŞILMAZ ŞEKİLDE ANLATMA USTASI OLARAK ÜN YAPAN Genel Başkan L. Mestan, bu olay çok basit olduğundan bir türlü anlayıp hem Bulgar’a hem de Türk’e anlatamadı. Çingenelere anlatmaya zaten gerek yok. Çünkü onların arasında orta gelirli yok. Topluca sefalet çizgisinin altına kümelenmişler. Birbirine sımsıkı sokulmuşlar. Bu sene güz güneşinin yüz güldürmesine seviniyorlar.

Avrupa Liberallerine göre, biz kertenkeleler olarak 1989’da toplumsal gelişmemizin en yüksek mertebesine tırmanmışız. Orta gelirlilerin geliri de o zaman en yüksek doruk noktasına ulaşmışmış. Bizim o yıl yanı 26 yıl önce satın alım gücümüz en yüksekmiş, kesemiz en doluymuş ve belki de tam o yıl maddi bakıma en mutlu yılımızı yaşamışız. Bu rapor bizim 1989 Ağustosunda memleketimizden sökülüp atıldığımızı yazmıyor, unutmuş olabilirler. İstatistiklerinde onlar bizi tam da 1989’da tutup kertenkele olarak tırmandığımız doruktan en dibine yani 1945 yılı düzeyine indirdiler. 1945’te kepek ve mısır koçanından ekmek yapıldığını, patateslerin soyulmadan yendiğini hatırlatmak da bizim vazifemiz. Tabii biz 1989 doruğundan alınıp 1945 dibine konduğumuzda, bize “hadi bakalım gösterin kendinizi ve şu yokuşu bir daha tırmanın” denmiş. Denmiş olsa da, bizimim haberimiz yok. Buna rağmen biz bu diki bir daha tırmanmışız ve 26 yılda yine aynı tepeye çıkmışız, bunu da bilmiyorduk, fark edememişiz, onlardan öğrendik. Böylece L. Mestan’ın o önemli demeçlerinde, neden “Geçiş Dönemi” değimini kullanmadığı d anlaşıldı, çünkü bizimki “Tırmanış Dönemi” imiş ve o da yaşlı olduğumuza bizi ürkütmeyeyim diye atlamış olabilir.  L. Mestan, yeni tepeye bayrak dikmiyor, susuyor, çünkü “değişen ne oldu?” sorusundan çok korkuyor. 26 yıl “geçiş” dendi, bu bizim için bir “tırmanışmış” ve aynı tepeye bir daha çıkmışız. Soru: şimdi ne olacak? Avrupalı Liberal babalar bizim için ne düşünüyor acaba!

Biz artık gençliğimizi yaşamıyoruz, yarımız özürlü ve emeliyiz. 1989’da emekli maaşı almaya başlayanlara kıyasla, yıl geç emekli olduk. Bu bakıma, satın alma gücümüz % 10 oranında azalmışmıştır. Köylerde yaşayanların kent sakinlerinden daha sağlıklı olduğuna dikkat çekiliyor, daha fazla maydanoz ve ıspanak yediklerinden ve köy yumurtaları sarısının daha sağlıklı olduğundan olabilir. Suyu da pet şişelerden içmediklerine işret ediliyor. Keçi sütünün koyun ve inek sütünden daha yararlı olduğunu Avrupa da artık öğrenmiş. Yaşlı şehirlilerin işi iş değil. Paraları bitince çöp kofaları karıştırdıkları ve bu işte Çingenelerle rekabet içinde olduklarına, sıkça tekme tokat çöp tenekelerini paylaşma kavgasına karışmak zorunda kaldıklarına işaret edilmiş.

Hayat standardı kıyaslaması yapılırken, örnek olarak 8-10 sene bekledikten sonra sıramız gelen “Moskwich” arası başka bir örnek olarak gösterilmiş. O, o zaman 6 bin leva idi. Şimdi 6 bin levaya 6 yıllık bir “Ford” alabiliriz, ikinci el ama daha yüksek kalite tabii.  Yine 1989’da “Sofya 21” televizyon alıcıları çok modaydı, 1,5 sene bekleniyordu, fiyatları da 1 250 leva idi. Şimdi 150 levaya teknik bakıma 100 katı daha iyisini alabilme imkânları doğdu. Cep telefonu ve tablet çağındayız.  Yaşlı kuşak bilgisayar çağının dışında kadı! Kitap okuyanlar da azaldı. Küçük kasabalardaki kitapçılar kırtasiyecilere birlikte bakkala taşındı. Dünya penceremiz TV ekranı. Bulgaristan’da Türklerin yaşadığı köylerin % 75’ine gazete girmiyor. Bedava dağıtılanları da okuyan yok. Povdiv’te Çingenelere yayın yapan bir Bulgar FM Radyosu “Zaman” gazetesini Bulgarca okuyor. Hem “paralelci”, “hem “Feytullahçı”, hem de  “dinci” olsalar da makamlar bir şey demiyor.

Geçen hafta Sofya’da 2 Türk yaratıcının kitabı tanıtıldı.

“Samimiyetin Acısı”

Kültür Bakanlığı sergi salonunda, Bulgaristan Türklerinin isimlerinin değiştirilmesini protesto etmek için 2 Şubat 1985’te kendini yakan (ölümü 1989) sevilen şairlerimizden Mehmet Karahüseyinov anıldı. Eşi, çocukları, Deliorman’ın “Sevar” köyünden yakınları, yaratıcı arkadaşları, şair ve yazarlar, Sofya’da yaşayan Bulgaristan Türk aydınları anısını ve eserlerini yaşatmak için kurulan vakfın temsilcileri hazır bulundular.  “Samimiyetin Acısı” adlı şiir kitabı tanıtıldı ve dağıtıldı. Anma törenine HÖH yönetim ve kadrolarından gelen olmadı. Türkiye’den gelen ve Bulgaristan’da okuyan 3 bin üniversiteli öğrencinin ve Yüksek İslam Enstitüsü öğrencilerinin de Sofya Türklerinin Kültürel etkinliklerinden uzak kalması dikkati çekiyor. Besbelli Avrupa Liberalleri “Ne işiniz olur Türk kültürüyle” demiş olabilirler.

Hayatta aydınlıkla karanlığın birbirinden ayrılıp uzaklaşması işte böyle başlamıştır. İlgi göstermeyen, karanlığa sevdalanmışların kafasında bu ayrışım asla başlayamaz.  Öz kültüründen, Türk kimliğinden utananlar anma törenlerine, mezar ziyaretlerine, camiye, mevlide, kurbana gelmez oluyorlar, sonra bunu HÖH’ten ayrılışlarda da görüyoruz, örneğin L. Mestan’ın doğduğu ve özüyle ve ruhen bağlı olması gereken Doğu Rodopların Kirovo Belediyesi’nde 9  muhtarlık HÖH’ten çekilmiş, seçimi GERB partisi kazanmış. Soranlara “fazla oldu be gülüm” demişler. İşte böyle tamamen Müslüman ve Türk olan köylerde kertenkelenin kuyruğunu koparıyorlar. İşlerin içine çıkar girince kertenkele renk de değiştiriyor. Bunun sebebi de derenin baştan bulanması, balığın baştan kokması, Lütfü’nün bu işlere müzevirlik yaparak başlaması ve gammazlıktan 26 yıldan beri vazgeçememesidir. Gün gelir işte böyle halk kertenkelenin kuyruğuna basıverir.

Bu süreç, yani insanın doğasından, adaletten, kendinin olandan, kutsal bildiğinden vaz geçmesi, şair Mehmet Karahüseyinov’un 1982 – 1987 yılları arasında yazdığı şiirlerinden birinde çok ustaca dile gelmiştir.

EKMEK VE KUTSAM ÜSTÜNE

Toprağın okşayışını unuttu eller

Kara ekmek tadını unuttu damaklar

Burnumuz aramıyor artık

Buğday kokusunu.

Tespihin boncukları düşüyor –

Birer birer.

Puslu şehir ekiyor bizi

Kenar mahallelerine…

***

Bu kil ve kumda

Ancak patates oluyor.

Burada başkaldıran ense yapmış şairler

“kahraman günlerimiz” üstüne şiir üstüne şiir diziyor.

(Kendilerine gerekli şartlar sağlanan)

Henüz ağızı süt kokanlar ise,

Işığı bile olmayan tavan katlarında

Metaforlarla uçuşurken

Eski gizemlerle buluşuyor.

***

Sonuç:

Hayatta kutsam yok olmadan,

Gidip buğday ekmek gerek.

***

Şair neredeyse daha 35 yıl önce bizim 2015’te başa dönüşe çağrılacağımızı sanki hissetmiştir. Biz hep aynı yerde döndüğümüzden bunu fark edemedik ve yazık oldu. Avrupalı Liberallerin tarih içinde zamanı dolsa da bizi unutmuyorlar. Şimdi yeniden başlarsak aynı doruğa bir daha tırmanmaya, bize bu tuzağı kuranların ömrü 2 yıl daha uzayacak, Lütfü de derin bir soluk alabilir, Ahmet de yapıştığı memeden 25 yıl daha emebilir. Önemi olan onların bizim için kurduğu tuzaklara düşmememiz, bir daha boş yere dağ bellerinde kertenkeleler gibi tırmanmayı kabul etmememizdir.

ŞAİR BİZİ BUĞDAY EKMEYE. Umut ekmeye. Çocuklarımıza iyi bakmaya çağırıyor.

Umutlar Öldürülemez!

Baş Müftülük Kültür Merkezi’nde 13 Kasım 2015 akşamı, Kültürel Etkileşimcilerimiz yazar ve şair Sabri İbrahim Alagöz’le buluştu. “KURŞUNLNAN UMUTLAR” kitabı incelendi. Hınca hınç dolu salonda birçok Bulgar ve Türk aydın, gazeteci, yazar ve din adamıyla birlikte büyük sayıda genç, üniversiteli de vardı.

1965’ten beri Türkçe kitap basmanın yasak olduğu ve hele de 1990’dan beri HÖH partisinin kültür ve edebiyatımızı yaşatma, tarihimizi genç kuşağa öğretme konularında dut yemiş bülbül havasına girmesi ve bu toplantıya da HÖH’lülerin katılmaması dikkati çekti.

1990 ile 2015 yılları arasında kaleme alınan ve değişik yerli ve yabancı gazete ve dergilerde basılan yazıların derlemi olan 80 eseri içeren bu kitabın ilk şekli Bulgar dilinde geçen yıl çıkmıştı. Eserde işlenen ana konu Bulgaristan’da Etnik Sorun. Bulgaristanlı Türklerin hak ve özgürlükleri sosyal adalet, hayatın her dalında verilen eşitlik mücadelesidir. Yazar 1984-1989 “soya dönüş” saçmalığın karşı verilen sert ve iradeli mücadeleyi konu ederken Kuzey ve Güney’de mayalanan direnişleri, illegal örgütlenmeyi, gerekçesiz tutuklama ve sürgün, hapsetme, toplama kamplarına tıkma olaylarını ayrıntılı olarak ele almıştır. Pomakların 1972’de başlayan İslam dinini savunma direnişleri, Türk kimliği davası, sürgün ve hapishane çekileri çok ayrıntılı söyleşilerle verilmiştir. Eser direniş meydanında, yaralıların yatağı başında, mezar başında, toplama kampında, polisle çatışmada, mahkeme salonunda, tutuk evinde yazılmış havasını yaşatıyor. 400 sayfadır.

Bulgaristan Türk Kültür Derneği Başkanı da olan yazar Sabri Alagöz, kitaplaştırdığı yazıların birçoğunu “Kaynak” dergisinde yayınlamıştı. Sofya-Kosova, Üsküp, Levkoşa ve Beş Kök’e kadar birçok yerde düzenlenen Türk dünyası kurultaylarında bu eserler ilgililere ulaşmış ve Bulgaristan Trüklerinin öz kimliğini koruyarak geliştirme davasını dünyaya yaymıştır. Alagöz’ün bu hizmetleri toplantıda özel olarak belirtilmiştir.

Edebiyatı olmayanlar millet değildir sentezinden çıkılarak, Bulgaristan Türkeri edebiyatının yazılı olarak hayat bulmasında S. Alagöz’ün büyük hizmetlerine de özellikle değinilmiştir.

Sabri Alagöz’ün derlemesi, Bulgaristan Türk edebiyatında tüm yasaklara rağmen bir süreklilik, kesintisizlik olduğuna da işarettir. Gelecek kuşak memleketimizde Türklük bitecek diyenler yanılıyor. Türklük aynı zamanda sönmeyen bir umuttur. Kurşunlanmış olabilir, ezilmiş olabilir, fakat o yarınımızdır. Yarınlar ise öldürülemez, her zaman vardır ve var olacaktır.

Sofya’da çıkan Türkçe her kitap hepimize, özellikle yeni kuşaklara bir meşaledir. Umutlarımız asla öldürülemez. Bu karanlıkla aydınlık arasında bir savaştır ve bu savaşı her zaman aydınlık kazanmıştır ve gelecekte de zafer aydınlığın olacaktır. Türklüğümüz var olmaya devam edecektir.

Reklamlar