Dr. Nedim BİRİNCİ
Tarih:  3 Temmuz 2021

Rus basını, “Bulgaristan yanlış bir projeydi” yazdı. Acaba bu sözlerden “bu iş baştan yanlıştı” mı anlamalıyız yoksa sadece “bir yere kadar yanlıştı veya baştanbaşa yanlıştı”,  mı demek istemişler.

Bu, bizim için henüz bir gizem olsa da, anlaşılan bir yerde ayaklarına ya basmışız ya da dolaşmışız.

11 Temmuz seçimlerine bir elin parmakları kadar gün kalmışken, bizde düşünenler 20. asra taktı kafayı ve “acaba 20 asırda Bulgaristan yöneticileri arasında en üstün olan kimdir?” tartışması başladı. Şimdiye kadar bu değerlendirmelerde liberal “Stefan Stanbolov”, Çiftçi Partisi lideri Aleksandır Stanboliyski yüzyılın lider gibi başa geçiyordu.

1887-1894 yılları arasında 9. Başbakan olan Stanbolov, Vasil Levski’den sonra Bulgaristan İç Devrim Hareketini yönetmiş, 1879’da Kurucu Mecliste bulunmuş, Pens Alaksandır Batengerg’in ülkeyi terk etmesinden sonra, Ferdinand Sanks Koburg Gotski’yi Bulgaristan’a Prens getirmiş bir kişi olarak halk tarafından çok seviliyordu. 19. Yüzyıl yöneticisi olduğundan, şimdi klasman dışı kalmış.

20. başbakan olan ve Bulgaristan’ı Birinci Dünya Savaşı Batağından çıkaran, tarımda reformlar ve kooperatifçiliği başlatan Stanboliyski demokrat bir halk önderi olarak defalarca 20. Yüzyılın lideri gösterilmişti. Bulgaristan’ı Rusya Çarlığından koparıp Batıya bağlamak isteyen bu 2 liderin ikisi de ordu yönetiminin kullandığı Makedon katiller tarafından çok feci şekilde öldürülmüştür. Bu gerçek herkesçe bilinirken, 19. Asır kafasıyla hedef belirleyen hem monarşi hem de komünist iktidarlar tarafından 2 defa yasaklanmış Makedon asilerinin VMRO-BND faşistleri, ırkçıları ve Türk düşmanları partisi ve derneklerinin ebediyen yasaklanması kanunu hala çıkmadı. Meclis kapısını zorlamaları ise Bulgaristan demokrasisi için bir yüzkarasıdır.

Başbakan Borisov “Karadeniz Barış Denizi Olmalı!” derken, Başbakan ve Savunma Bakanı Kr. Karakaçanov’un  “Karadenizde Rusya’ya karşı kullanılacak Amerikan askeri isleri kurulması gerek” sözleri asla unutulamaz.

Bu konuyu açmamın sebebi 2009’dan beri hem Moskova ve hem Batının koltuk değneklerine dayanarak, bir gözüyle Doğuya, ötekisiyle Batıya bakan başbakan Borisov’un görevden düştüğü şu günlerde, yapılan bir ankettir. Bu anketten, Çar III. Boris 20. Yy. Bulgaristan lideri çıktı. O,Bulgaristan’ı 1918 – 1943 yılları arasında Çar olarak yönetmişti.  III. Boris’in hayatından öne çıkan hatıra ise şu:

1943 kışında “Kızıl Ordu” Moskova savunmasında 900 bin asker, Hitler de Stalingrad kuşatmasında 300 bin asker kaybederken Bulgar Çarı III. Boris Berlin yakınlarında bulunan Hitler’in yeraltı beton sığınağına davet edilir. 4 gün ve gece orada kalır.

Hitler, Bulgar Çarından 1 milyon askeri Rusya’ya cephesine çıkarmasını ister. Çok ısrar etse de, baskıya rağmen, III. Boris bir türlü razı gelmez.

 “Bulgarlar Rusya’ya karşı savaşmaz!” der III. Boris.

Hitler’in cevabı,  “ Türklerden, Pomaklardan, Makedonlardan, Ulah, Tatar, Çerkez ve Gagavuzları silahlandır,  vagonlara yükle ve gönder” olur.

Bulgaristan “Mihver” üyesidir. Daha 1940’ta Bükreş Konferansında Hitler Güney Dobruca’yı Romanya’dan koparıp Bulgaristan katmıştır. 1942’de Nazi ordusuna Bulgaristan sınırını açan III. Boris güçleri de Üsküp, Vardar boyu ve Batı Trakya’yı işgal edip talan ederek yönetmeye başlamıştır. 20 bine yakın Vahudi ve Çingen vagonlara yüklenip Almanya’ya gönderilmiştir. Bulgaristan Yahudileri tren yolu kenarlarında toplama kamplarında bekletilmektedir.

III. Boris’in “Olur! Azınlıklardan 1 milyon askeri 3 ayda yola çıkaracağım” diyememesinin tek nedeni vardır. Müslümanlara olan saygı ve sevgisi ya da ayakaltına aldığı Makedonlara hürmet değil, Türkiye korkusudur!

Atatürk’ün “Yurtta Sulh, dünyada sulh!” siyaset ilkesine bağlı kalan Ankara yönetimi Bulgaristan Müslümanlarının durumunu yakından izlemekte ve başlarına bir şey gelecek olsa, hemen hareketlenmeye hazırdır. III. Boris’in korkusu Türkiye’dir. Aslında bu korku onun hayatına sebep olmuştur. Etkisi yavaş yavaş kendini gösteren bir zehirle Almanya’daki sığınakta zehirlenmiş ve Sofya’ya döndüğünden 3-5 gün sonra gözlerini hayata kapamıştır.

Bugün bu olay hem sol hem de sağcı Bulgar kamuoyunda, “Ne adamış be! Hitlere boyun eğmedi!” ya da  “bizi Türklerden korumak için hayatını verdi” şeklinde yorumlanıyor. Bu gelişmenin seçim öngünlerine rastlaması ve sesi güçlü bazı siyasetçiler tarafından özellikle vurgulanması, Bulgar geleneklerinde tek kişilik yönetim dışındaki gelişmeler hep karışıklık, keşmekeşi ve huzursuzluk getirmiştir şeklinde yankılar da uyandırdı. Bizde demokrasisi gün yüzü görüp yaşanamamış bir toplumsal model var. Azınlık haklarının tanındığı bir sosyal düzeni de bilen yok. Kısacası, Başkanımız Rafet Ulutürk’ün yazılarında geliştirdiği “Bulgaristan politik molozu” değerlendirmesi son derece doğru ve isabetli olup, 11 Temmuz seçimlerini son hesapta Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in kazanacağı görüşünü kamuoyuna oturttu. Olay şöyle ki, Prens / Çar Ferdinand (1887-1918) döneminde tek kişilik diktatörlük yaşandı.  III Boris (1918-1943) yıllarının on yılında monarşi faşist diktatörlük uyguladı. Sonunda 1956-1989 yılları arasında totaliter komünist diktatörlük şeklinde, birbirinden az farklı olan 3 ayrı otoriter rejimden geçen Bulgaristan, aslında son 10 yılda da (2009 – 2021 arası) tek kişilik otoriter rejime birikim yapıyordu. Başbakan B. Borisov’un meclise girmemesi, yemin etmemesi, meclis önünde hesap vermemesi ve yıllık bütçeyi açık çek şeklinde kullanması son kanıtlar değildir. Başbakan tarafından çalınan paranın 4 milyar olduğunu iddia edenler 11 Temmuz seçimlerinden sonra Başsavcı İv. Geşev’in değişmesini ve yüce divan kurulmasını bekliyorlar.

İşte bu durumda, III. Borisin  20. Yüzyıl Bulgar siyasetçisi seçilmesine ben biraz şaşırdım. Çünkü Bulgarlar için önemli olan değer “cesaret ve dayanıklı olmak” değil “kurnazlıktır” herkesin inanacağı yalanı bulmak ve insanları kandırma ustalığıdır.

Aslında işin ardında Türkiye olmasa, “Türkler başta olmak üzere azınlıklardan 1 milyon gencin Rusya ateşine sürmeye III. Boris’in gözü kırpmazdı. Perde açılınca, III. Boris’in 20. Yüzyıl Bulgaristan lideri seçilmesi “1 milyon Türkleri ve diğer azınlıklardan genci” Rusya steplerinde ölümden kurtardığı için değil, Bulgaristan’ı muhtemel Türkiye orduları işgalinden kurtarmasıyla ilgilidir.  Bu gerçek iyi bilinmelidir.

Şu da var. III. Boris’i 20. Yüzyıl Bulgaristan politik lideri seçen komisyonda ben olsaydım, Bulgaristan’ı büyük bir kurnazlıkla ve kendi halkını aldatarak yöneten Todor Jivkov’a hem “kurnazlık” ve hem de “aptallık” ödülü olarak 20. Yüzyılın iki ödülünün ikisini birden verilmesine oy verirdim.

Bulgaristan’da bütün işler hep Türklerle ilintili olduğundan “kurnazlık” ve “aptallık” meselesi de Türklerle direk bağlıdır.

Jivkov Türklere zulüm etti, fakat yaptıklarının bedelini dünyanın en büyük aptalı gibi ABD Başkanlarına çatır çatır ödedi. 25 milyar USD ödemek zorunda kaldı ve 1986-1991 yılları arasında paraları ödedi ve memleketimiz ABD sömürgesi ve askeri üssü haline geldi.

Todor Jivkov’un kurnazlığını size bir Afrika” fıkrası ile anlatacağım:

 “Afrika’da yerilerin siyah kıtanın en güçlü hayvanı olan bizonları yakalayıp kesip yemeye gücü yetmiyormuş. Yerliler meclis kurup düşünmüşler ve bu çözülmeyen soruna bir çözüm bulmuşlar. Bizonlar kan yalamayı seven hayvanlardır. Yalasınlar diye kan dökmüşler. Kan gölcüğünün tam ortasına da iki tarafı da ustura gibi keskin, yüzü sapı kan kan içinde bir bıçak dikmişler. Bizon kanı içip bıçağı yalarken dilini kesmiş ve akan kandan güçsüz kalınca onu yakalayıp afiyetle yemeyi adet etmişler. Bu bir Afrika masalıdır.

1950’lerde Müslüman Türk olarak sivil haklarımızı, Türk kimliğimizi ve kültürel özerkliğimizi kalaylı tepsi içinde önümüze koyan komünist Jivkov rejimi önce dilimizi kesip beynimize, Türk bilincimize, dinimize, ezberimizde ne varsa hepsine, hayallerimize saldırıp siz “dini, dili değiştirilmiş Bulgar’sınız” deyip sözde “soya dönüş” soykırımı uygulamadı mı? Şahitler vermedik mi?  Dağılmadık mı? Parçalanmadık mı? Perişan durumda değil miyiz? Şükür ayaktayız ama durumumuz ortada değil mi?

Yazılarımda birçok defa, 1878’de Bulgar hükümetinin Bulgaristan’da yetişmemiş derme çapma kişilerden kurulduğunu yazmıştım, 12 Mayısta kurulan seçim hükümeti de dış ülkelerden gelen kadrolar tarafından kurulmuştur. Demek istediğim toplumun ekonomik olarak kendini yeniden üretemediğini anlatmaya çalıştım. Bu işler toplumun birliğini, cesur ve kreatif (yenilikçi) düşünen insanları gerektiriyor. Önce kişilerle birlikte toplulukların da birliği sağlanmalıdır. Sağlanamazsa yine bir şey yapılamaz.

Afrika masalının canlı Bulgar örneği budur ve derimiz yüzülmeye devam ediliyor. Paramparça parçalanmışız ve 11 Temmuz’da birlik olalım ve bir tek 7 numaraya oy verelim, gücümüz ortaya çıksın diyoruz, sarılmışın satılmışı, bozguncunun bozguncusu Lütfi Mestan’mış, Borisov dedemizin ata çeşmemize kurna takacak, ona verelim diyenler var ki, halkım adına utanıyorum. Unutmayın Borisov’un dedesi koyularımıza domuz kellesi atanlardan biridir. Allah ikiyüzlüden gelecek “hayra hayır der”.

Yalan dolan, zulüm etme, baskı, terör ve şiddet uygulama bakımından dünya birincisidir. Bulgaristan’da “Belene” ölüm kampından başka 168 toplama kampı kuran Jivkov, bu bakıma yani kamp sayısı bakımından Hitler’in önündendir. Fakat dünyada en fazla toplama kampı kuran ülke bakımından, toplam rakama Türk aydınların sürgün edildiği Bulgar köylerinin ve madenlerin sayısı eklenmediğinden 3. yerde kalmışız.

Kısacası, sorunlarımıza Afrikalılar gibi çözüm bulmak ve bundan sonra aslan aldanmamak istiyorsak Pazar gün oyumuzu 7 numaraya verelim. Çünkü çok aldatıldık ve bu dertlerden kurtulmak zorundayız. “Tarih kitaplarında bizim için kolay aldatılan insanlar” yazmasını istemeyiz değil mi?

 

Binlerce kişinin katili olan III. Boris,  “ Rusya steplerinde Türkleri telef olmaktan nasıl kurtardıysa, eski başbakan Boyko Borisov da 1989 “Büyük Göçünde” sözde “Türklerden yanaydı” gibi sesler işitilmeye başlandı. Hatta kendisi söylediği yalanlara inanmış, Deliorman’ı dolaşmış, “bakan yardımcıları sizden olacak” yalanlarından karnı tok Türklerin soğuk bakışlarını görünce, Ankara’ya gitmiş ve “aman zaman Türkiye’de oyların bir kısmı bana gelsin!” havalarına girmiş.

Borisov kendisi, milletvekili adayı olmasa da, Tuna boyu, Dobruca ve Deliorman yöresinde GERB için oy avına çıkmış. Birkaç görüşmede “o zaman ben sizin yanınızdaydım” sözlerini ağızından kaçırmış. Bundan 32 yıl önce Türkler vatan torağından sökülürken ve bir sel gibi Türkiye’ye akarken Borisov’un emrindeki silahlı tabur, Akkadınlar’da (Dulovo) kentinde helikopterden gösterici Türklerin üzerine çakıl atmıştı. Kemaller ’de (İsperih) erkekleri hamama toplayarak, işkencenin bin çeşidi yapılmışdı. Köylerde şehitlerimizin anıtları var. Çeşmelerimizden gözyaşı akıyor. En önemlisi de Başbakan Borisov’un hainler sürüsüyle bir olup suçlulardan, katillerden bugüne kadar hesap sorulmadığını ve hepsinin serbest dolaştığını asla unutmadık, unutmayacağız.

Bu defa Borisov’u yollara düşüren, memleketken kaçan D. Peevski ile birlikte 4 Nisan seçimlerinde bu bölgeden Türk oylarıyla GERB 11 milletvekili çıkarmıştı, besbelli hevesi sönmemiş, şimdi 20 milletvekili istiyor. “Gönderdiğim paralardan çaktırmadan saçın! “demiş. Bir de iktidardan düşmezden önce bir kısmını bu yöredeki adamlarına dağıttığı toplam 8 milyar 669 milyon levanın oy ayarlama işine yarayıp yaramadığını denetlemiş. Tabii bizim aramızda da eğilmiş dalga,  bükülmüş demirler, köy ağaları havasına girip kör sofra kurmaya, Borisov’u övmeye ve öpmeye zaman ayıranlar var. Bu feodal sistemin kurulmasında vaktiyle Kasım Dal’ın da katkısı büyük oldu.  Unutmayalım Borisov’un,  Peevski’nin zamanı doldu.  İktidar basamaklarından birer ikişer tekerlenmiyorlar. Peevski artık Dubay’da Amerikan hapishanelerine kadar yolu var. Peevski HÖH üyesi değilse, övülüp sahip çıkılmasına ne gerek var. Bir defa anası ondan vaz geçmiş, biz ne yapabiliriz ki. Şumen ilinde Hitrino, Venets ve başka belediye ve köy derebeyleri, orman müdürleri, baraj bekçileri, av köpeği yetiştiricileri vb yeni zamana göre ötmek gerektiğini bir türlü anlayamıyorlar. Birkaç para için GERB lehinde çalışanların hesabi bir daha çarşıya uymayacaktır, hepsinin ateşi sünüyor. Devlet parası görünce döneklik yapanlar, yeniden hesap kitap yapmak zorundadır.  Zaman dönüyor. Yapılanlar unutulmuyor…

Borisov’la görüşme Tutrakan’da okuma evinde olacaktı, olmadı, protesto edildi. Kimse gelmedi. Glavinitse köy meydanında miting yapmaya giden Borisov’u karşılayan olmadı. Dulovo kentinde de halkla resim çektiremedi. Bu resimleri sayın Cumhurbaşkanımız  Recep Tayyip Erdoğan’a gösterecek ve “Türkler sayemizde iyi yaşıyor” diyecekti. Olmadı.

Borisov’un derdi, değil ve olamaz.  Bulgaristan Türklerinin davası var. Davamızı unutmayalım. Azınlık haklarımız için yola çıkmışız, şehitlerimiz var ve döneklik kabul edilemez. Bizler sabırlıyız amma aptal değiliz, herkese hak ettiği kadar değer veririz. 

 Borisov, isimlerimizi zorla değiştiren ve köyüne anıt dikilen Penço Kubadinski’nin büyük av konağı “Palamara” köşkünde döneklerle toplantı yapabilir, onlara yalanlarını tas tas dağıtabilir, avuç dolusu para da verebilir, ama halkımıza umut veremez. Bizi Avrupa’nın en fakirleri duruma getiren odur. Bizi soyan odur. Sömürge haline geldik. GERB Partisine Türkler imkan verdi o bunu kulanamadı artık onun dönemi kapanmıştır. Sözler verilir ama unutanlar da cezasını çeker. Bizim insanlarımız iliği de kötülüğü de unutmaz, bizler kinli kişiler değiliz ama yapılanları sözlerini yerine getirmeyenleri de unutmayız unuturmayız.

O bu defa da, “Nikola Közlevo” köyünden ve ardından “Todor İkonomovo” köyünden geçerken şehitlerimizin anıtı önünde durmadı.  Yaptıklarının vicdan azabını çekmiyor. Halkın kin ve öfkesini okumak, görmek, teselli etmek istemiyor. Zoru oy. Bu köyde isim değiştirmeye ve zulme karşı mücadelede 5 kardeşimiz şehit düştü.

Borisov köy ortasında kızıl berelilerin ateşine kurban giden, her birinin na’şından beşer kurşun çıkarılan öz kardeşlerimizin isimleri yazılı anıt levhasına çiçek koymadı.   Şehitlerin ailelerinin, çocuklarının durumundan ilgilenmedi. Yakınlarından, köy halkından özür dilemiş midir? Çünkü bu silahlı güçlerinin hepsinin komutanı kendisiydi. Barış istiyorsak bu kesin adımları atmak zorundadır. Halkımız ebediyen aldatılamaz. 32 yıl önce ölümcül ateş onun emriyle açılmıştır. Bizden oy istemeye yüzü yoktur ve olamaz! Aldanmayalım!

Türklerin tarihini, hayat tarzını ve kültürünü, Türk kimliğini ve Bulgaristan topraklarının Türklerin de vatan toprağı olduğunu tanımadan Bulgaristan’da huzur yaşanamaz. Mustafa Karadayı ve beraberindeki heyetin son Ankara ziyareti esnasında “Türkiye Bulgaristan Türklerinin vatanıdır” demesi ve ardından Sofya’daki tepkiler, Borisov’un suskun kalması anlamlıdır. Ne ki, bu suskunluk onun Ankara’dan oy istemesine yetmez. Kapılar kapalıdır.

Bulgaristan’da seçim kampanyası işte böyle yol alıyor.

Ana konu yine Türkler, insan hakları, azınlık hakları, okullarımız, Türkçe derslerimiz ve kültürel hak ve özgürlüklerimizdir. Borisov ve GERB sayfası kapanıyor. İktidar olmaya heveslenen güçlerin de devlet ve hükümet yönetecek yetişmiş kadroları yok. Fakat savaklar açıldı, değişimin suyu akıyor ve çözüm bulmak zorundayız. HÖH partisine hayatımızda gerçek yerini bulma ve problemlere sahip çıkması çağrısında bulunuyoruz. Meclisin en örgütlü gücü sizsiniz, biziz, hepimiziz.

21.yüzyıl Bulgaristan lideri bir Türk soylu biri olacaktır. Bu yolu açan da oylarınız olacaktır. 7 numaralı seçim zaferiniz mutlu olsun.

Bu seçimlerde Türkiye’nin oyları önem kazanacaktır, değişimin rüzgarı buradan esecek ve bu seçimde Türkiye’den 150 bin oy geleceğini görmeye başladılar ve ırkçı-milliyetçi topluluklar titremekten şimdiden hastaneye düştüler.

Ufuk Açıldıkça Geçmiş De Aydınlanıyor.

Ne mutlu Türküm Diyene!

Paylaşınız.

Reklamlar