Geçmiş Yıllara Dönünce Dağlının Aşk ve Sevgi Dolu Türkü ve Manilerinin Saymakla Bitmediğini Görürüz

Türkülerimiz sevinç dolu, keder dolu, hoşgörü dolu. Ay yüzlü, güneş gözlü dilber gibi güzeldir onlar. Yıllar yılı kalbimizi coşturan, gözlerimizi yaşartan olayları nağmelere dökerek kimi sevinç, kimi hüzünle söyleriz. Hele hele de Rodoplarda her olay bir türkü olur hemen söylenirdi yıllarca. Dağlı türküyle yatar, türküyle kalkardı. Sesiyle söyleyemediğini ıslıkla söylerdi. Gün oldu cepheye gittik, arkamızda ana, baba, eş, oğul, uşak, yakınlarımızı bırakarak. Yemen çöllerinde savaştık.

“Orası Muştur, yolu yokuştur
Giden gelmiyor acep ne iştir ?”

Diye düşünüp durduk. Sonra “Çanakkale içinde vurdular beni“, diye fısıldayarak şehit düştük. Nicelerimiz kaldı savaş alanlarında. Çocuklar:

“Anne benim babam yok mu?
Nerde kaldı gelmedi
Hep çocuklar güldü ama
Benim yüzüm gülmedi .“

Sorularını yönelttiler annelerine hıçkırarak.
Yıl oldu yüzümüz güldü. İnşaat alanları açıldı. “Türlü madenleri var, Madan’da kazılırlar” türküsü döküldü dilimizden. Yeni Şehirler kurduk ve hemen:

“Rodpların güzeli
Rudozem’dir dilberi .” dedik

Tarım kooperatiflerinde:

“Sarı altın tütün toplanırken gel.
Arda boyuna gel .“

Türküsü düşmedi dilimizden yıllarca. Suni barajlar kurup Arda sularını gemledik ve acele:

“Gün doğdu, bulut geldi ayın önüne,
Yazoviri kurduk suyun önüne.”

Nağmeleri fısıldadı dudaklarımız.
Panayırlar düzenlenir, insan seli akar, çağlayan dereler gibi alanlara.
Eğlenir herkes yediden yetmişe ve içlerinden biri tutturur hemen:

“Yağbasan panayırında güreş havası,
Diğerlerini tekrarlıyor özenerek,
Mümün Ali mehterin gırnatası.”

Rodoplar’ın taşı, dikeni, karaçalısı Dağlının gülü, bahçesidir, canı, canciğeridir.

“Ardino’nun eğri büğrü yolları,
Bahçesinde zambakları gülleri.
Sabah sabah eser bahar yelleri.
Küçük şehrin kalbimizde yeri var. “

“Ey Kırcaali güzel şehir, dilber şehir.
Onbeşinde bir kız gibi uykusuz duran şehir .”

“Cebelli kız, ince belli kız “

Türküleriyle ifade etmişizdir bu topraklara bağlılığımızı.
Kınalı elli Selime’yi dalgalar aldı tan yeri ağrırken….
O günün 

bitimine doğru “ Ardalar aldıya, gelinlik kızı “,

diye bir türkü çınladı kulaklara ve söylenir bugün. Yusuf’un kayığı deryalara karıştı, sürüler sayaya dönerken. “ Arda ile Kırcaali arası “ ağıtını yaktık hiç beklemeden.

Gurbet türküleri de saymakla bitmez. Rodoplu dünden bugüne zaten gurbetçidir. Yabancı ilde, yolda, belde türkü düşmez dilinden. Garibandır o. Mektup yazar yazar da sonunu:

“Mektup yazdım acele,
Al koynuna hecele.
Mektup benim vekilim.
Yaz da yolla acele!“
mısraları ile noktalar.

Çok geçmeden yanıt alır sevgilisinden, aşkından “ Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım “, diye.

СнимкаDaha neler, neler var. Saydıklarımız az. Sayamadıklarımız çok. Asırlık dağları inleten türküler, maniler, ağıtlar, ninniler ne kağıda sığar, ne kalem yeter…
Şimdi susuyoruz. Hemde çeyrek asırdan beri. Sesimiz kısıldı, boğazımız kurudu. Yıllar yılı başımıza çöken kara, simsiyah bulutları, baharımızın, yazımızın karakışa dönüşünü gönlümüze gömdük, türkülere dökemedik. Neşemizi, sevincimizi şakrak sesimizle söyleyemiyoruz, nağmelere dökemiyoruz. Neden ?!…
Belki dağ köylerinde bir zamanki türkü kaynakları azaldı. Toplanıp yapacak işimiz yokluğundan meciler tertiplenemiyor. Kına geceleri eski usulce yapılmıyor. Yedi kızlar aşı gecelerinin yerini, diskotekler aldı. Kızlar toplanıp, beraberce çeyiz yapmıyor artık. Düğünlerimizin tertibi değişti. Bayramlarımız, seyranlarımız coşturup kalbimizi hoplatmıyor eskisi gibi. Türküleri biz değil, sanatçılar söylüyor. Bize yalnız göbek atması düşüyor. Köyleri birbirine bağlayan patikalarda insan seli kısıtlı. Nede olsa bizler hep buradayız daha ve buralarda da olacağız. Bizi etkileyen, gönlümüzü okşayan, üzen olaylar bugün de az değil. Geçim derdi çoklarımızı, batıya, yabancı diyarlara aşırdı. Bu ayrılıklar az mı aile bozdu? Sarışın batı hanımları az mı canlar yaktı. Oralarda, trafik, iş kazalarında eş, kardeş, çocuklarımız hayatlarını

yitirmedi mi ?  Oralardan kucak dolusu parayla dönüp, buralarda mutlu olanlar, iş kuranlar yok mu ? Onları nağmelere dökelim dedelerimiz, ninelerimiz, annelerimiz babalarımız, bacılarımız misali. Kendi türkülerimizi, kendimiz yaratıp, kendi ağzımızla söyleyip inletelim dağı taşı. Terzi atölyelerini, iş yerimizi, evimizi türkü kaynakları yapalım. Çocuklarımızı kendi ninnilerimizle avutalım, televizyon programları yerine. Aramızdan türeyen türkülerle gülüp, ağlayalım, beniliğimizi, kendimizi, kendi öz türkülerimizde görelim. Diskoteklerde, barlarda, başka eğlence yerlerinde çalınan yabancı müzikle aldatmayalım ruhumuzu. Bize has olan türküleri söyleyerek kuşaktan kuşağa devredelim, sanat kolektiflerinin repertuarlarını zenginleştirelim ve en önemlisi de bu günkü yaşantımızı türküler vasıtasıyla miras bırakalım genç kuşaklara, gelecek nesillere. Ruhsal düşkünlükten kurtaralım kendimizi. Gaflet uykusundan uyanalım. İyimser olup, açık alınla öz yaşamımıza yakışır biçimde, Türkçemiz gibi ahenkli türküler doğuralım, yanık aşk manileri üretelim, Türklüğümüzü yüceltelim. Kısır kalmayalım türkülere…

Mustafa BAYRAMALİ

Reklamlar