Tarih: 20 Kasım 2018
Yazan:  Oya CANBAZOĞLU
Konu:  Anadilimiz kutsalımızdır.
 Öğreneceğiz, öğreniyoruz, öğrenmeliyiz.

Cumhuriyet Bayramı şenliklerine Türk ve  Zafer ruhu yaşatan Çok Sesli Türkiye Devlet Korosunun Sofya’da Atatürk’ün kafe içtiği kafenin yanında  “Bılgarya” Salonu konserden sonra, konser salonunun müdürünü görevinden alındığı haberini duyduğumuzda kalbimizi sızlattı. Bu salonda komşudan gelen çok sesli bir yıl korunun yüksek başarılı sunumu kıskanıldı demek.  Gazi Mustafa Kemal’in Bulgaristan Türk kamuoyu ve aydınları tarafından gönül coşkusuyla anılmasını da çok görmüş olabilirler!

Koro Şefi Burak Onur Erdelin yönetiminde çeşitli Türk halk türküleri, Bulgaristan, İtalyan ve İspanyol parçalarının çok başarılı seslendirmesine, salon dolusu davetlileri coşturmasına, alkış tufanına tahammül edememiş olabilirler…

Bir acı savmıyorsa, altında başka biri vardır, diyenler haklıdır.

1984 yılının 23 Aralık akşam yayınında Sofya Radyosu’nun Bulgaristan Türklerine Mahsus yayınları kapanırken fonetiğimizde  650 Türkü ve şarkımızın kaydı vardı.

1986’da Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesi (BKP MK) bir karar alarak bu Türkçe sanat kayıtlarının Sofya Radyosu kayıt deposundan çıkarılmasını bir kamyona yükleyip, kör bir dere çukurunda yakılmasını emretmişti.

Bu haberi, Radyosu’nun müzik bölümünde görevli eşinden alan, 2018’de vefat eden ünlü müzisyen, folklor uzmanı ve besteci Nikolay Kaufman, eşine “yüklemeye başladıklarında bana haber et, bir depo ayarladım, şoförle anlaşmayı bana bırak, kolileri oraya indirip koruyalım.  Yakmak istedikleri paha biçilmez bir sanat mirası” demiştir. İşte bu eserler bir Bulgar tarafından böyle korunmuştur. Bulgar da olsa insan olmak başka bir şeydir…

Sanat düşmanlığının kökünde ne olabilir bilemiyorum.

Ancak isim değiştirme zulmü yıllarında Türklerin arabalarından teyp ve kasetlerin toplandığını asfalta atıp çiğnendiğini, Türk evlerindeki teyplerin ve kasetlerin gasp edildiğini hatırladıkça, aklımdan ilk geçen Bulgaristan Türklerinden bu yara öyle 30-40 yılda kapanmaz duygusudur.

1989 hak arada ve özgürlüğü kucaklama kavgamız aslında köklerimize, özümüze dönmemiz için verdiğimiz kutsal kavgaydı.

Bu kavganın özünde yer alan ve yeri başka bir şeyle asla doldurulamaz olan, kutsalımız anadilimizdi. Bulgaristan Türklerinin başına gelenleri planlayanlar, yazması kolay, anadilimiz Türkçemizi çürük bir diş gibi görüyor, çekip yerine Bulgarcayı, Bulgar kültürünü ve yaşam anlayışını, kendi inançlarını doldurmak istiyorlardı. Bu kavga bugün de devam ediyor.

Bayrağımız Türk kimliği sembollerimizden biridir.

Geçen hafta Kırca Ali ALTAY DERNEĞİ GRUBU etkinliklerini anlatan yayınlara bir göz attım. Güney Doğu Rodop kent ve köylerinden çocuklarımızın Edirne ve Lüleburgaz gezisi esnasında “Ne mutlu Türküm diyene!” anıtı önünde Ay Yıldızlı Bayrağımıza sarılmış, göndere bayrak çeken, bayrak sallayan kız ve oğlanlarımızı görme gururu yaşadım. Bayrağımız Türk kimliği sembollerimizden biridir. Onlar Türkçe kurslarında, sanat etkinliklerinde, Türkçe şiir söyleme yarışlarında başarılı olan umutlarımızdı.

Türkçe derslerinin okutulduğu dernek ve sınıf odalarında, Türk şair ve yazarlarımızın duvar resimleri eksik. Biz edebiyatı olan bir etnik azınlığız ve bu noksanımızı tamamlamalıyız.

Bundan iki sene önce 2016’da anne ve babaları da Kırca Ali kenti stadyum meydanına toplanmış ve “Ne mutlu Türk’üm diyene!” anıtı içmişlerdi. Bu aynı zamanda Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün davamıza bağlılık anıtıdır. Bu anıt ancak anadilimizde söylendiğinde geçerlidir. Sağ elimizi kalbimizin üzerine ve gözlerimizi istikbale dikerdik.

Türkçe sevdalısı dernekçilerimizin yoğun ve planlı çalışmaları sonucu yarım asır süren Türkçe kuraklığı sonunda güzelim Rodoplar’da anadilimiz yeşermeye başlamış, en büyük mutluluğumuz gençlerin Türkçe konuşması, şarkı ve türkülerimize evlatlarımızın sahip çıkması, çeşitlilik içinde birlik davamızda onurlu yerimizi alabilmemizdir.

Türkçe konuşan Türk’tür inancımıza bağlı kalarak söylüyorum, bu başarı siyasi başarılardan da daha çok değerli bir edinimdir.

Bulgar devletinden, Bulgar makamlarından, Türkçeden çevrilmiş ve Bulgarca yayınlanmış romanlardan, Bulgarca oynatılan Türk filmlerinden Türk dili öğrenmeyi fikir edilenler yanılıyor. Ben şu an bile – demokrasinin 28. Yılında – Bulgar devletinin Türk çiçeğimizin dibine bir damla su dökeceğine inanmıyorum.

Bizim Türkçemize ve Türklüğümüze sarılmamızdan korkanlar törelerimizi budamaya, Türkçe yaşam alanlarımızı sınırlamaya devam ediyorlar.

Her yıl Bulgar eserlerinden yüzlerce yapıt İspanyolca, İngilizce, Yunanca, Sırpça, Macarca, Almanca, Rusça ve başka dillere çevrilirken, bir tek eserin Türkçe’mize tercüme edilmemesine nasıl bir anlam verelim?

Bizim okudukça bilinçlenmemizden korkuyorlar!

En fazla korktukları da Gazi Mustafa Kemalin hayat örneğidir. Rumeli-Balkan Türklerinden olup Çanakkale, Trakya, Sakarya, İzmir vb savaşları kazanan bir komutan çıkması düşündürücü bir olaydır. Rumeli (Balkan) Türklerinden birinde bu maya varsa, hepsinde vardır, yenisi de çıkabilir… büyük bir endişe kaynağıdır.

Bosna kahramanı ve ordu, parti ve devlet kurucusu ve lideri Sn. Aliya İzetbegoviç örneği canlıdır.  1895-1899 yılları arasında Makedonya/Manastır (Bitolya) Askeri Okulunda öğrenim gören bir Rumeli gencin yaptığını 21. Yüzyılda da yapanlar hayli hayli bulunur.

Bütün annelerimizin bildiği şu gerçek beslenmelidir.

Türkün eğitimi okul öncesinde başlar. Her Türk ailesi bir Türk ocağıdır ve dolayısıyla bir Türk eğitim merkezidir. Bu eğitimin çantalı çantasız, kalemli kalemsiz olması hiç önemli değildir. Türk çocukları birçok temel eğitimi ve beceriyi okul öncesinde, evde, oyun alanında, ana-baba ve arkadaş ortamında benimser ve geliştirir.

Bulgar okulunda Türk çocuğuna el öpme öğretmezler.

Bu Türk ana babanın ana-babalık ödevidir. Dede tokadı aile eğitimimizden, kültürümüzün bir parçasıdır. Okul öncesi eğitim dil açısından da olağanüstü önemlidir. Okul öncesi eğitimde, aile ortamında, konu-komşu arasında, anadil öğretiminin başarılı olması için yapmamız gerekenler nedir?

1- Daha doğmadan ve özellikle de son hamilelik aylarında annenin tüm temasları anadilde olmalıdır. Yaşlılar ve akranlarla sohbetler, sesli ya da sesiz okunan kitaplar, özellikle şiir kitapları, dinlenen radyo ve TV programları Türkçe dinlenmelidir. Şarkı türkü söylenmelidir. Anne Türkçe saymalı, Türkçe hayal etmeli, Türkçe düşünmeli ve özlemelidir. Bunların hepsinin doğacak yavrunun ruhunun biçimlenmesinde önem taşıdığı bilinir. Doğum Bulgar hastanesinde yapılsa bile anne doğum yaparken Türkçe haykırmalı, doğan çocuğuna ilk sözleri anadilinde yani Türkçe söylemelidir.  Doğum hazırlıkları yapılırken anadilinde söyleyeceği ninni, tekerleme, masal ve öyküler öğrenmelidir. Doğacak olan anası babası Türk bir leventtir. Duaları da anadilimizde olmalıdır.

2- Ne yazık ki Bulgar Eğitim bakanlığı etnik azınlıkların çocuklarının okul önü anadilde eğitimi için 28 yıldan beri hiçbir hazırlık yapmamıştır. Şarkı ve şiir kitapları, masal, hikâye ve efsane kitaplarımızın basılmasına imkân verilmemiştir.

Geçen sene 26 Mart 2017’de verdiğimiz oylar için DPS partisi 2018-19 bütçesinden yine 3.5 milyon leva alacak, bunu şimdiye kadar 15 defa aldı, ama Türkçe bir çocuk kitabı bastır(a)madı, bir plak çıkar(a)madı, bir çocuk oyun alanı yaptır(a)madı.

Bu gerçekten çok acı bir gerçek. En acısı da bize havlayanları beslememizdir. Burada özellikle belirtilmesi gereken, çocuklarla müzik çalışma dilinin Türkçe olmasıdır. Bununla birlikte oyun isimlerinin ve kahraman adlarının Türkçeleştirilmesine dikkat edilmelidir.

3- Anadilimiz Türkçeyi çocuklarımıza sevdirmek için daha çok küçük yaşta evlatlarınızı şiir, oyun, müzik gecelerine götürmeyi ihmal etmeyiniz. Şu dönemden faydalanarak Türkiye’den oyun setleri, masal ve şiir kitapları da getirtebilirsiniz. Türkiye’den gelenlerin eli boş gelmesin, hele eski öğretmen ve hocalarımızın. Buralara bol bol milli Türkçe özellikle Türk tarihinden ve masal kitapçıkları getirsinler.

4- Ne yazık ki, Bulgaristan’da anaokulu gibi eğitim kurumlarında Türkçemizi iyi bilen, konuşan ve öğretebilecek düzeyde olan öğretmen, eğitmen ve bakıcılarımız yok. Bundan dolayı, kimliğimizi evladımıza aktara bilmek için daha fazla evde çalışmamız gerekirken, anadilimizde eğitim ve öğrenim kavgamıza da devam etmek zorundayız. Bunun için de Türk Analarını çok iyi eğitmeliyiz. Derneklerin örgütlediği Türkçe, oyun, sanat, edebiyat vb kurslarına katılan analar ve çocuklar için eğitim bakanlığından destek istemeliyiz. Bu aynı zamanda muhtarlık ve belediyelerin de görevlerinden biridir.

5- Türk tarih ve milli kitapçıklar buralarda dağıtılmalıdır.

Başka hiçbir imkân olmasa bile çocuklarımızın kendi kültürümüzü birazdan biraza tanımaları için Nasrettin Hoca, Kel Oğlan, Alaattin ve başkaTürk tarihinden kahramanlarımızı tanımaları için masal okuma geceleri düzenlenmeli ve emekli öğretmenlerden, hocalardan veya Türkçesi düzgün diğer yaşlılardan masal okumalarını talep edebiliriz. İmkânlar dâhilinde bilgisayar da kullanılarak yeni kahramanlarla yeni hikayelerle tanışma yolları da mutlaka açılmalıdır.

6- Bu arada TV programları başka bir dilde izlense bile yavruya anadilinde açıklamalar yapılmalı. Yabancı sözler tercüme edilerek anlatılmalı, seyredilenin Türkçe anlamı açılmalıdır. Bir çocuk Türk ailesinde TV izlerken anadilini öğrenebilir, ama yazma ve okumayı geliştirmesi özel programlar ve ek çabalar gerektirir.

7- Ben şahsen Türkçemize konan yasağın bir insan hakları ihlali olduğuna ve mutlaka ve çok yakın zamanda kaldırılması için bir yol bulunacağına inanıyorum. O zamana kadar şehirlerdeki derneklerimiz Türkçe kursu açmalıdır. Sofya’daki Etkileşim Derneğinin Türkçe dil kursuna yalnız iki kişinin katılması çok üzücüdür. Israrcı olmak zorundayız.

8- Bununla birlikte 3-5 yaşındaki çocukların oynadığı oyunların hepsi Türkçeleştirilmelidir, grup oyunları ve yazışma da Türkçe yapılmalıdır. Telefonlarda veya internette bunlara çok dikkat edilmelidir. En önemlisi buralarda yoğun Türkçe oyunlar atılmalı ve Türk çocuklarımıza gönderilmeli.

Sonunda şunu vurgulamak isterim.

Çocuklarımıza Türkçemizi öğretmezsek, ana-baba ödevlerimizi ihmal edersek, ana dilsiz yani kimliksiz, yanı kültürsüz yani Vatansız kalırız. Yabancı dil taş üstüne dikilmiş fidan gibidir. Saksıya da diksek, karın doyuran meyve vermez. Hiçbir dil anadil kadar önemli değildir. Dünyanın neresine gidersen git, yüzleştiğin ilk soru:

 ANADİLİN NEDİR VE BİLİYOR MUSUNDUR!

Şunu da ekleyeyim, Türkçe sayamayan, toplayıp çıkarıp, çarpıp bölemeyen, doğru dürüst Türkçe konuşamaz.

Anadil öğrenenlere başarılar dilerim.
Sağlıcakla kalın.
Konumuz devam edecek.

Reklamlar