Dr. Nedim BİRİNCİ

Tarih: 03 Temmuz 2017

Konu:   Anlaşamadığımız konuları açalım.

Şimdiye kadar başkasının sofrasından atıştıran, bunan sonra kendi sofrasını kuramaz.

Sorun mahalleli sorunu değildir.                           

Asenovgrad’da şeker bayramı zehir oldu. 10 bin mahalleli ne el öptü, ne bayramlaştı. Bayram namazı kılanların suratı da bir karış asıktı. Daha önce tatlılarından tatmaya gelenler bu bayramda gelmediler.

“Bu millet iyilikten anlamaz!” diyenler bu defa da haklı çıktı.

Olay barajda başladı. Adetlerimizdendir. Gölgeler, su serinliği çağırdığında gidip çökeriz. Çocuklar suya girip çıkarken, olta atmış balık beklerken, birden bire Bulgarca bir çığlık geldi. “İmdat!” Genç bir kızdı. Koştular. Kızlar ikiydi. Kayakçı grubundan. Birisi devrilmiş çırpınıyor. Kayık su almıştı.

“Girip çıkaralım kızanı” dediler. Suya girdiler. Tuzu kuru olan: “Çingeneler bastı bizi yaygarası kopardı. Yardım istemiyoruz. Gelmeyin. Kaçın! Kurtarın bizi!” yaygarası kopardı.

Koruyucular, ustalar, uzmanlar, bekçiler, kurtarıcılar anında yığıldı.

“Siz kızlarımıza neden saldırıyorsunuz!”

Kavgası başladı. Sen dedin, ben sövdüm derken, olay büyüdü. “Vurdular!” “Öldü!” “Aslan gibi delikanlı gitti, demeye kalmadı 10 bin mahalleliden bini göl kenarına koştu. Kürekler, sopalar, yumruklar, tekmeler, kafa ve tırnaklar harekete geçince belasını arayanlardan sekizi hastanelik oldu.

Olay daha da büyüdü. TV ekranları Stanımaka (Asenovgrat) sokaklarına taşındı. Fen kulüpçüler, motorcular, bisikletçiler ve daha ne kadar canı rakı çeken, kana kana bira çekip  kavga etmek isteyen, içindeki Bulgar cesaretine  hortlama imkanı tanımak isteyen ve bir de Ben de Bulgar’ım! Demeye can atanların hepsi bir günde  “Çay” ırmağının etrafındaki kasabanın tam merkezine “II. Asen” anıtının tam önüne toplandılar.  Memlekette kavgaya susamış tam 6 bin Bulgar olduğu anlaşıldı. Meydandaki kalabalık daha kalabalıktı, çünkü birkaç bin polis de aynı meydana yığıldı.

Çingene mahallesinin giriş çıkışı kapandı. Su kesilmiş. Fırında ekmek bitmiş. Sokak direklerindeki lambalar yanmıyor.  GETTO karanlığı…Öyle kapsüle edilmişlerdi ki, sabah etraftaki  ağaçların gövdelerine işeyip sınır belirleyen köpekler bile çıkamamış, sıkışmış ne yapacaklarını şaşırmıştı.

Çingeneleri yiyip içip, yutup sıçıp onlardan kesin kurtulmak isteyenler karşılarında hiçbir Çingene kızanı bile göremeyince polislere, gazetecilere, belediye görevlilerine laf atmaya başladılar. “Pelo” lakaplı biri, kavağın meyve yapmadığını bilmiyor olmalı, kendisini lider ilan etti. Hazır bulunanlar arasında en boylu olduğundan olacak elindeki “Vodka” şişesini en yüksek o kaldırdı. “Çingene mahallesini yakalım” dedi.  Cebinde kibrit ve çakmak bulamayınca “Yarın yakalım!” dedi.

“Yakalım!” slogan olarak pek tutmadı. Çünkü akşam saatlerine ve Güneşin Rodop Dağ tepelerinin ardına gizlenmiş olmasına rağmen, etraf cayır cayır yanıyordu. Etraf tarlalarda ekmeğin piştiği günlerdi. Gündüz termometre 42 derece gösterirken, akşam saatlerinde 35’ten aşağı düşmem diye direniyordu. Bu havada bir de ateş yakmak, akıl işi değildi. Kitlede bir de kasa kasa içilmiş votka enerjisi vardı ki, herkes konuşuyor, Kimse bir şey anlamıyordu. Çingeneleri yok etmeye gelmişlerdi. Ama bunu nasıl yapacaklarını da bilmiyorlardı.

Daha önce “Ataka” partisi lideri sapık siyasetçi Volen Siderov da “Çingenmeler”in yüzüne “sizi yakıp sabun yapacağız!” demişti. Acaba o zaman geldi mi? Diye düşünenler de oldu.

Volen Siderov 6 yaşında baba olmuş ve doğumdan bir süre sonra genç eşi “Hoşça kal” demeden kapıyı çekmiş gitmişti. Onun acısına bu “sarhoşlar düğününe” gelemedi. Bulgar polisler nedense sarhoşlara dokunmuyordu…

Düzensiz kalabalığın arasında ve büyük bir polis kordonu içinde, 16’sında doğum yapan genç Çingene kızlarına saldırmadan edemeyen, Başbakan Yardımcısı ve “faşist” denen tayfanın başı geçen Valeri Simyonov belirdi.  Boyu kısa olduğundan kalabalık içinde olmaktan mutlu oluyordu.  Adaleli ve  kalın enseli gençlerin arasında iyice ufalmış, bir şeyler konuşuyordu. Konuştuklarını ancak  kendisi işitiyor. Polisler de kalabalığın baskısını göğüslerken sözlerin yayılmasından kıvılcım çıkar korkusuyla yaprak kımıldatan rüzgâra bile engel olmaya çalışıyorlardı.  Simyonov, yeni hükümette yalnız başbakan yardımcısı değil, bir Bakanlar Kuruluna bağlı Azınlıklar Komisyonu Başkanı ve Bulgaristan Cumhuriyetinde nüfustan sorumlu olan en yüksek yetkili seçilmişti.  Onun faşist ideolojisi ve ayrım politikası sayesinde toplum ikiye parçalanmış ve beliren boşluk polis gücüyle doldurulmuştu. “İki köfte bir bira” ve 1 oy siyaseti çökmüş, son 4-5 yıldan beri devrilen ve ardından yine kabine kuran güçler hiçbir sorunu çözebilecek durumda olmadıklarını kanıtlamışlardı. Bu yara artık Avrupa Birliği’nden alınan karşılıksız paralarla bile pansuman edilemezdi.

Bulgar toplumunda, devletin ve sosyal yaşamın dışında kalmış, kendi bildiklerince ve geleneklerince yaşayan gruplar belirmişti ve bu gruplar artık çok büyümüştü. Sosyal adaletsizliğin ve insan haklarının  geçersiz olduğu bir ortam yerleşmişti.  “Aklı kesenlerin” hepsinden sorulmuş ve hiçbir kimse “şu modeli” uygulayalım deyememişti. Çünkü bizdeki haksızlık ve adaletsizliğin boyutları ne anlatılır ne de çuvala sığdırılır boyuttaydı.

İşleri modelleme işinde baş uzman “Ahmet Doğan’a” gitmişler o da “üçüncü boyut demiş”.  Eşitsizliğin mi? Yoksa “eşitlenme umudunun mu üçüncü boyutu diye sormuşlar. Dili tutulmuş bir şey söyleyememiş. Onun da bayramını kutlayan olmamış. Şirinlerden, Haçelerden, Ayşelerden vs vs sonra değil tatlı yapmaya, kahve yapacak bayan kalmamış…

Siderov’un gelişi  iyi mi oldu, kötü mü oldu, kimse anlayamadı. İçse içmedi. Yese yemedi. Çingene mahallesine uğrayıp Bayramınız kutlu olsun demedi. Ne kadar izinsiz ev varsa yıkılsın! Emretti ve çekti gitti.

Bulgaristan’da ne kadar siyasetçi varsa Stanimakaya geldi. Bir tek Lütfü Mestan, Şabanali Ahmet, Mehmet Hoca ve Hüseyin Hafız ile Petır Boyaciev gelmediler. Gelmedikleri bir yana bu konuda sesleri de çıkmadı.  Bazı konularda hazır cevap olan Boyaciev artık susuyor.  Herkesle DOST olunmaz atasözünün Bulgarcaya tercümesini rica etmiş. İşin özünü anlayınca DOST’tan ayrılır mı dersiniz?

Başkan Mestan Stanimaka’da  Bulgar kızancıklarının hepsinin kanu kayak, yüzme, su topu, masa tenisi, voleybol, basketbol, futbol ve başka spor dallarında örgütlenmiş olduğunu yarısının deniz kıyısında dalgalarla oynaşarak serinlediğini, diğer yarısının da Rodop ve Trakya gölet ve barajlarında sefa sürdüğünü pek tabii ki biliyordur. Bu tesislerin hiç birinde hiçbir Çingene kızanı kaydı olmadığını da görüyor ama görmezlikten geliyor.

Siyaseti yalnız basın toplantısıyla idare etmek ne güzel ama olmuyor işte.  Önemli olan onun kendi kızancıklarıdır. Onların işleri tıkırında olunca ötekiler önemli değildir.  25 yılda beç çocuk okutmadı, bir kitap bastırmadı, bir gazete çıkartmadı, varsa yoksa kendisi… Şu 42 derecede de ara sıra haberleri açıyor. 10 binlik mahalle GETTO gibi kuşatıldı. 6 bin kudurmuş Bulgar kurban bekliyor. Polis duruma zor hakim oluyor. Haberlerini işittikçe, gruplar arası ilişkiler ve tırmanan gerginlikle ilgili kalıp yargılar arıyordu.

Bir arada aklından “gölleri, barajları, ırmakları ve ırmaklardaki gölcükleri ve hatta sulama kanallarını bölsek, Bulgarların yüzdüğü ırmak, gölet ve barajlarda Çingeneler yüzmesin, Çingenelerin yürüdüğü yoldan Bulgarlar geçmesin ve sorunları böyle çözelim saçmalığı geçti. Ne ki söyleyemedi. Hiçbir konuda sorumluluk taşımak istemiyordu.

Sonra birden bire 17 Aralık 2015’ten beri söylediği hiçbir sözün tutmadığını düşündü. Ürktü.  Çar II. Simeon’un 80. Yaş gününde içtiği sigarayı ve tattığı şarabı düşündü.  Her şey aklına geliyor, ama kullanıldığına akıl erdiremiyordu.

Akıl erdiremediği bir şey daha vardı. O, DPS Başkanı görevinde iken, partinin kapatılmasını isteyenler, “bu parti zamanını doldurdu” diyenler, o partiyi çürük kumaş gibi parçalayınca birden bire kendisine saldırmaya başladılar. Bunu anlamak çok zordu! Başkan aslan anlamına gelirdi. Başkan olduğuna göre istediğini yapar, istediği avı kovalardı. Fakat o bir aslanın bir avı iki defa kovalamadığını, ilk defa yakalanamayan bir avın, ikinci defa yakalanmasının asla mümkün olmadığını bilmiyordu.

Aklı ermediği üçüncü şey ise, şu Çingene nüfusun nasıl entegre edileceğiydi… Büyük sanatçı Aziz,TV’ye çıkmış sanki ona konuşuyordu:  “İnsan değişmez. Ben Aziz’im. Bana Vasko deseler de benim özüm, sözüm ve şeklim Aziz’dir. Azizi yaşatır.

Ben Svilen Kadın Hapsinde dünyaya gelmişim. Anam ağabey ve kardeşlerimiz  doyurmak için bulaşıkçılık yaptığı yerden et parçaları, tere yağı çalıp göğsüne saklıyormuş. Bir gün yakalamışlar, bana hamileymiş ve ben Sliven Kadın Hapishanesinde koğuşta doğmuşum. Ben buyum. Nasıl değişeyim?

Okula giderken annem çantama ekmek arası bireyler koyuyordu. Her defasında beni tembihlerdi. Azizim, se yerken gören çocuk olursa, mutlaka, ama mutlaka bir parça kopar ve ona uzat!” Her defasında kahvaltılığımı yerken bana bakan Bulgar çocuklara lokmamı böldüm ve uzattım. Hiç birisi bir defacık olsun almadı, tatmadı.

Ben buyum. Nasıl değişeyim. Onlar değişsinler…

Ben çok ünlü bir sanatçıyım. Sesimle hepsini etkileyebiliyorum. Değişmek değil, saygı istiyorum.”

Bu toplumda değişmesi gerek birileri varsa en başta o Başbakan Yardımcısı faşist, aşırı milliyetçi Valeri Simyonov’tur.

İkincisi “Ataka” şefi faşist, aşırı milliyetçi Volen Siderov’tur.

Stanimaka “II. Asen” anıtı etrafına toplanan 6 bin kavgacı, sopacı, dayakçı, motorcu, eli şişeli futbol fen kulüpleri baş belaları ve onların takım ve sürüsünden olanlardır.

Bu 6 bin kişinin cebinde para var, motorunda benzin var, Bulgar ruhunun kavgacı özünü pohpohlayarak kabartma ücreti de ödeniyor. Fakat o Başbakan Yardımcısı Simyonov’un girmeye tiksindiği, bayramlaşmaktan ürperdiği 10 bin mahallelinin % 29,5’i işsiz, okula da gitmiyor, sosyal yardım da almıyorlar.  Yaşlılardan % 42’si sağlık yardımı almayı hakketmişler ama alamıyorlar. Aralarından ancak % 5’i sigortalı işçi, diğerleri pazarcı, mevsim işçisi, ötekiler çöpçü, hurdacı, çuvalcı, Pazar artığı toplayıcısı, toptan hepsi işsiz!  Elleri aylarca sabun, saçları tarak görmeyenler var. İyi ki dünyanın en güzel diyarında yaşıyorlar. Bu hafta ıhlamur bitti. Kekik ve papatya devam ediyor. Bu sene bol nane topladılar. Dereotu kuruttular. Çam uçlarından bal yaptılar. Tabiat hiç birini boş bırakmıyor. Erikler, elma, armut cevizler geliyor.  Ağaca tırmanmaya diploma isteyen yok.

Burası Stanimaka!

Güzel memleket. Ayak sesine bırakılacak yer değildir.

Gelenlere gelince. Geldikleri gibi gideceklerine eminim…

Çevrenizle paylaşırsanız memnun olurum.

Reklamlar