mustafa 220Dr. Mustafa KAHRAMAN

Konu: Böyle gelmiş böyle gitmez.

Köpek yavrusu da, o yavru bizim köpeğin. Fakat köpek, bizim köpek değil artık!

Türkiye sigara mafyası ile PKK-PYD tekelindeki kaçak sigara paketlerinin % 50 Ahmet Doğan ve kopili Delyan Peevski kaynaklı olmasına karşı Türk devlet yasaklardan Bulgar siyasi yorumcularının çıkardığı sonuçtur bu. Bir sentezdir. her şeyin iki yüzü olduğu gibi sentezin de iki yüzü vardır ve bunları görmek zorundayız.

 

Onların mantığına göre,

yorumcular, süregelen (kendi kendine gelişen) durumda nitel değişme oldu: Önce sigara yüklü 100 TIR Bulgar gümrüğünde durduruldu. Bulgar Baş Savcısı Sotir Tsatsarov Ankara’ya buyur edildi. Cumhurbaşkanımız Sayın R.T. Erdoğan’la görüştü. Taşı yerinden oynatan bu görüşme oldu.

Ardından enternasyonal basın (dünya medyasının en önemli organları) sigara kaçakçısı mafyanın beyin kökünün bulunduğu yer olarak Sofya’daki “saraya” işaret etti. Daha yakın günlerde, hem özel korumalı hem de birisinin milletvekili dokunulmazlığı olan Bulgaristanlı iki şahısın Türkiye’ye girmesine yasak getirildiği rüzgârı esti. Şuna özellikle dikkatinize sunmak istiyorum, bu olayların hepsi Lütfü Mestan Hak ve Özgürlükler Partisi (HÖH) Genel Başkanı görevinden bir iç darbeyle indirilmezden önce oldu. Partimizdeki iç darbeni iç ve dış sebepleri var. “CU–24” uçağının düşürülmesi yalnızca bir vesiledir. Nedenlerinin başında gelen, “Türk kimlikli bir lider olarak çok önemli büyüme yetersizlikleri olan” Lürtfi Mestan’ın HÖH partisi adı öne sürülerek oluşturulan, Ahmet Doğan tarafından yönetilen hayalet “şirketler çemberi” tarafından örgütlenen, Yakın Doğu merkezli kıtalar arası sigara kaçakçılığından “kendine özel pay istemiş olmasıdır.” İç darbe ve 17 Aralık 2015’te Genel Başkan L. Mestan’ın kellesinin “sarayda” kaydırılması HÖH partisinde yeni bir dönem ve süreç başlatmıştır.

 

Alçalma (sinme) sürecinin özündeki anlam nedir?

 

Bu konuyu açabilmemiz için önce Bulgaristan iç ve dış siyasetindeki alçalma (sinme) sürecine bakmamız gerekir. Bu artık resmileşen süreç Londra’da Başbakan B. Borisov’un Bulgar diasporası ile görüşmesi esnasında başladı.

Katılımcılardan bir genç şu soruyu sordu:

 

  • Sayın Başbakan aynaya baktığınızda kimi görüyorsunuz?

 

Ertesi sabah Sofya merkez basını gözde karikatürcüsü Kumarnitski,  Başbakanı boy aynası karşısına dikti. Aynadaki Rus oligarşisinin Bulgaristan temsilcisi, “saray”ın tüylü köpek yavrusu HÖH Milletvekili yerli milyoner Delyan Peevski idi. Bu, 2000 yılından beri Bulgar siyasetinde yükselen B.Borisov’un otoritesine atılan yanmış bir kibrit çubuğu değil, molotov kokteyli oldu.

 

O, Bulgar politikasında bir istisnaydı. Siyasi yükseliş basamaklarında tırmanışı, Mihail Gorboçov tarafından budanan Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nden kalan eski tüfekleri 1993 kurultayında birleştiren Rusya Federasyonu Komünist Partisi Genel Başkanı Genadiy Züganov’un, 2002–2012 dönemi Bulgaristan Cumhurbaşkanı olmazdan önce, Sosyalist Parti lideri olan Georgi Parvanov’a telefon açıp “Boyko Borisov’a arka çıkın” demesiyle başladı. Onun yükselmesi kendi başına bir istisnaydı derken şunu kastediyorum. Meslekten itfaiyeci, gönül verdiği iş ise, polislik olan B. Borisov’un demokrasi (1990) öncesi iş hayatında erişebildiği en yüksek mertebe, diktatör T. Jivkov’un kişisel koruma ekibinde yer alışıdır. Platon’un (M.Ö.427 – 347) yazdığı ve 1915’te Bulgarcaya tercüme edileliden ve o gün bu gün ilkelerine uyulmaya çalışılan devletin yapısında Borisov’un “koruyucudan” “yönetici” katına sıçraması, yıllarca asimile edilemedi. Kamuoyu “bu iş nasıl oldu diye düşünedursun” o Politik Büro varislerini “limitsiz kredi kartı” ile uyuşturdu ve kendini tek favori durumuna getirebildi.  Egosu bu denli kabarmış bir başbakana, başka yerde değil, hem de tam Londra’da “aynaya bakınca kimi görüyorsunuz” sorusunun sorulması olağanüstü cesaret eseri bir gelişmeydi. Hiç kuşkusuz 13 Mart 2013’te onu başbakan koltuğundan indiren 17 sahte elektrik faturasından çok daha ustaca hazırlanmış, derin ve büyük hacimli bir tuzaktı. “Bana çuvaldız batıran bu genç kim?” diye sorsa da, cevap alamadı. Kalktığı gibi uçağa atladı ve Sofya’ya döndü.

 

Ortalık ne zaman yandı?

 

Hemen ardından Başbakan Borisov, konuk katılımcı olarak, göçmen dalgasının baharla yükselmesine karşı yeni önlemler saptamak için toplanan “Vişegrad Dörtlüsü” oturumuna davet edildi. Avrupa Birliği üyesi olan, Çek Cumhuriyeti, Macaristan, Polonya ve Slovenya’yı birleştiren bu dörtlü oturumlarında sığınmacıların aşamayacağı tel örgü ve beton duvarlı “Çin Seti” ne benzetmek için daha neler yapılması gerektiğinden başka ne görüşüldüğü bilinmese de Borisov Prag’dan önemli bir seslenişle ortalığı yaktı. Sofya – Varna ana yolunun “Hemus – 2” ihalesini “kazanan şirketlerinin ardında Delyan Peevski yani Ahmet Doğan ve Rusya oligarşisinin ülkemizdeki resmi temsilcisi Valentin Zlatev olduğu” gerekçesiyle bozdu. Kökleri dışarıda bu iki şirketler grubunun devletten aldığı 3 iş daha rafa kaldırıldı. “Saraya” “Lukoil” kasalarına 1.5 (bir buçuk) milyar leva akışı durduruldu. Yalan demokrasi büyütülmeye başlandığı 1990’dan beri böyle bir darbe almamış, benzer olay yaşanmamıştı. Kanının her yuvarlağı devleti ve emekçi halkımızı çatır çutur gece gündüz kökünden yolup soymaktan oluşan ve bir ejderhaya dönüşen bizdeki yerli ve Rusçu ahtapot ilk vuruş aldı.  “Saray” şirketler çemberi, Rusça oligarşi yerli mafya siyam ikizi ve Zlatev’in yönettiği grubun bir buçuk milyar leva gibi önemli bir kayba uğratılması, imaj değişikliği yarattı. D. Peevski’nin dili söküldü. V. Zlatev, yalancıların uyguladığı altın kural olan “inkâr etmeyi” denedi.  A. Doğan ise son okuduğu “Masonların Başarı Sırları” kitabında, en sık geçen “sabra” takılmış bekliyor

 

Bu gelişmeler Bulgar TV’lerde baş haber olduğu akşam, anti-totaliter Bulgar demokratlar cephesinde önemli bir aydın ve yapımcı olan Evgeni Mihaylov’un “GEÇMİŞ (BİTMEMİŞ) BİTMİŞ” dizisi ekrandaydı. Ne oldu acabada da Borisov nefis muhasebesi yapıyor. “Herkes palasını toplasın, oyun bitti” diye düşündüm. Ama biten oyunların hangisiydi. Yoksa bazılarının tahmin ettiği gibi, alçalıp sinme dönemi mi başladı.  Çok ilginçtir. Şu bizim memlekette, Türkiye’nin sahiplenmediği köpek yavrusu tüylü ister tüysüz hem de çok sevimli olsa bile, yeri dış kapının dışındaki bulaşık çanağıdır.

 

Oyun gerçekten bitti mi?

 

Bunu şöyle anlayabilir miyiz? Bulgar siyaset gözlemciler,  “Bu köpek, bizim köpek değil artık” derken bıyık altından gülümsüyorlardı. Doğa’nın Türkiye devleti ile olan göbek bağını kestiklerine mi seviniyorlardı? O bağ çoktan kesildi diyenler olsa da, şimdiye kadar hep ikili bir oyun oynandığı kuşkusu vardı işlerinde. Lütfi Mestan’ın bir vuruşta yok edilişini bir opera sahnesine benzettiler. Aslında onlar için L. Mestan’ın önemli bir kişi değildi. Gizli polisin yeminlisiydi. Üstelik Demokratik Güçler Birliği (CDC) adıyla ünlenen ama 5–6 senede kendi mezarını kendi kazan, genetik özüyle önceden oynanmış ve siyasi tohumu bitmez, kendisi işe yaramaz şahıslar listesine alınmıştı. Onun içinden Türklüğe susamışlık duygusu sökülmüştü. Müslümanlık boşluğuna doyumsuz böbürlenme açlığı doldurulmuş, algılayarak özümseme ve sonuç çıkarma yetersiz bırakılarak yerine maddiyata bağlı rahatlık ve mutluluk aşısı yapılmıştı.

 

Bulgaristan Müslüman Türklerinin onurlu iradesiyle hesaplaşma siyasetinde çok önemli bir halka olan bu gelişmeler, tarihsel olarak ilginç bir zaman kesiminde alevlendi. Bu zaman kesimi Osmanlının ve Türkiye Cumhuriyeti’nin bunalımlı yıllarına rastlamıştır. Bulgaristan Türk Müslümanlarının kaderi sanki Türkiye durumuna göre alevlenmiş ya da sakin ve huzurlu yıllar yaşamıştır. Osmanlı çöküşünde önemli bir aşama olan Jon Türkler devrimi yılında alan boşaldı havasına giren Bulgar Prensi Ferdinand, 1878 Berlin Anlaşmasını bozup 1908’de Krallık ilan etmiştir. Osmanlı’nın zor toparlandığını görünce Balkan devletlerini ardına alıp Birinci Balkan Savaşı ateşlemiş Orta ve Batı Rodoplar’da Müslüman Pomaklarımızı ezip Hıristiyanlaştırırken Edine, Kırklareli ve Lüleburgaz üzerinden İstanbul yolunu doğrultmaya başlamış ve Çatalca’da ezilmesi rüya kurmaya devam edecekti. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra da kooperatifleştirme bahanesiyle Türk Müslümanların ve tüm diğer azınlıkların, dini kurumların ve eğitim ocaklarımızın malına mülküne el atılması da derin infial yaratmış, göçlere neden olmuştur. Büyük gerginliğin üçüncüsüne Bulgarlar “soya dönüş” zulmüyle kendileri neden olmuş ve yine göç yaşanmıştır. 1990’dan sonra gelişen HÖH-DPS planlı serüveni artık bitti mi? Sorun budur. Bulgaristan azınlıklarının mecliste siyası temsilciliğine son mu verilecek? Seçimden seçime oynanan demokrasi oyunu zamanını doldurdu mu? HÖH’ten ayrılan 4 siyasi parti ve polis Nedim Gençev’in partisi olmak üzere, geniyle oynanmış, Türklüğü öldürülmüş 5 partiden hiçbir beklentimiz olmadığına ve olamayacağına göre, son köpek yavrusunu da dış kapıdan kovup, yeni oyun kurma zamanı gelmiştir. Şimdi ortaya çıkan ve Sofya Mahkemesinde tescil yaptırmaya çalışan yeni bulaşıkçıya, avlu içine saklanma ve ben ağa gözdesiyim deme hakkı tanınmamalıdır. Türklükten geçinen ve parsalarını büyütmek için yeni kurdukları partini adına DOSTLUK ve HOŞGÖRÜ gibi isimler takan hem de Türkiye’nin zor günlerinde baş ağrısı yaratanlara karşı hoşgörülü olmak baştanbaşa ihanettir. Süregelen Türklüğü 70 soy geriye dönerek yok etmeyi planlamış sönmeyen bir intikam hırsıdır ve son çeyrek asırda olagelenden HAİNLİK BİR HASTALIKTIR VE ASLA TEDASVİSİ YOKTUR DEYİP KESİN YOL AYRIMIYAPMAK ZORUNDAYIZ. Farkındaysanız bizi bol buldukları yerde hançerlemek istiyorlar, hatta hançerliyorlar. Biz en ağır dönemleri atlattık, “Belene” kampından çıkabildik, kölelik zincirlerini koparıp göç edebildik, umudumuz tüm hainlikleri yeni, yeni tuzaklara düşmeyelim. Lütfilerin falan gözyaşına, el açmasına kapılıp yeni tuzaklara düşmeyelim…

 

Bulgarlar için son 26 yılda başlarına gelen en büyük bela HÖH’ten ve ondan ayrılan ama kanser hücreleri gibi kendi kendilerini yok edemeyen yaralı genlerinde büyüme yetersizliği olan partilerden kurtulmaktan büyük başarı olamazdı.  Ne ki, Bulgarin kendi içinde de savmayan bir hastalık var. Adamlar “biz köleydik” bilincinden kurtulamadıkları gibi, kendi avlularına kendi elleriyle diktikleri karaçalı dikeni HÖH partisinden de kurtulmak istemiyorlar. Baş hain Ahmet Doğan’a Türkleri karşı savaşımın başkahramanı “Vasil Levski” dediler. Öte yandan Levski’yi Hıristiyan Azısı yapmaya çalıştılar. Neredeyse bir dinsiz Ahmet Bulgar Ortodoks Kilisesi’nde Aziz oluyordu. Ayarı tamamen bozulmuş, değerlerin tamamen değersizleştiğinin farkında olan kişilerin olmadığı bir toplumda aydın olarak var olmak hakikatten çok zorlaştı.

 

Olayların anlamında “geçmiş bitti!” yeni sayfa açıyoruz var olabilir mi?

Ahmet, Lütfi, Osman, Kasım ve Güner tarih çöplüğüne doldular diye bilir miyiz?

Bizim ovaya yeni tohumla yeni yonca ekip yeşermesine birlikte mi sevineceğiz?

Yoksa rüzgâr çok şiddetli esiyor, şöyle kenara çekilip biraz sinelim anlamı mı çıkıyor gelişmelerden?

Türkiye uluslar arası terörizmle her gün şehitler vererek canla başla savaşırken, teröristleri sigara kaçakçılığıyla beslemenin işlerine ve bu kara ve kirli işlerden paya talep ederek dünyayı birbirine katanların çirkinliğine göz yumulacak yenir yutulur bir tarafı olabilir mi?

Böyle gelmiş böyle gitmez…

Reklamlar