Şakir ARSLANTAŞ

 

“Sadete gel!” değimi edebiyatımızda konuya dönelim anlamında kullanılırken, Bulgaristan Türk lehçemizdeki kullanılışı “kendine gel” anlamındadır. Bu yazımda, Bulgaristan’da Ulusal Bayram olarak kutlanan ve bu yıl 2 günlük tatille anılan 3 Mart’ın 137. yıldönümüne ışık tutmak istiyorum. O gün San Stefano’da yani bugünkü İstanbul – Yeşil Köy’de 1877 – 1878 Rus Osmanlı Savaşına son veren barış antlaşmasını Rusya adına kont N.P. İgnatiev ve Osmanlı adına da Saffet Paşa imzalamıştı. Bu anlaşmanın altında hiçbir Bulgar’ın imzası yoktur. 3 Mart’ın Bulgar Milli Bayramı olması – Bayram değil seyran değil baldız beni neden öptü, değil de nedir?

 

Gelgelelim Avusturya-Macaristan ile İngiltere San Stefano Anlaşması’na çekimser baktı.

1 Haziran ile 1 Temmuz 1878 tarihleri arasında İngiltere, Avusturya-Macaristan, Almanya, Fransa, İtalya, Rusya ve Osmanlının katılımıyla Berlin Konferansı toplandı. Neticede 1878 Berlin Antlaşması imzalandı. Bu atlaşma San Stefano Barış Anlaşmasını geçersiz kıldı.

 

Berlin Antlaşması Bulgaristan’ı üç parçaya böldü.

  • Sofya eyaletini de içine alan, Tuna ile Koca Balkan arasındaki topraklarda siyası

bakıma Osmanlıya bağımlı bir Bulgar Prensliği kurulmasına, yeni devletin bir prens tarafından yönetilmesine ve Prensliğin tüzüğünü hazırlamak üzere bir Halk Meclisi toplanmasına karar verildi.

  • Koca Balkan ile Rodop Dağları arasındaki topraklarda Doğu Rumeli kurulacaktı.
  • San Stefano Barış Anlaşmasıyla Osmanlıdan kopan Makedonya topraklarının

bir kısmı ile Edirne Trakya’sı Sultanlığa geri verildi.

Şunu da eklemek yerinde olur, bugünkü Bulgaristan Dobrucası Sultanlıktan alınıp Romanya’ya; Pirot ve Vranya Sırbistan’a; Bosna –Hersek Avusturya – Macaristan’a; Besarabya, Kars, Ardahan ve Bat um da Rusya’ya verilmişti.

 

Bulgar Prensliği ile Doğu Rumeli’nin birleşmesinden sonra da Osmanlı Padişahına vergi mükellefliği devam etmiştir. 22 Eylül 1908’de tam bağımsızlığın ilan edilmesiyle devletin adı da Bulgar Çarlığı olarak değişmiştir. Aynı günden başlayarak 3 Ekim 1918’e kadar Bulgar Çarı I. Ferdinand Saks-Kobur-Gotski’dir. Bulgaristan’ın dış politikasını Almanya ve Avusturya Macaristan’a bağlamış ve 1918’de feragat ederken tahtı oğlu III. Boris’e bırakmıştır. Ferdinant ve 1943’te vefat eden Çar Boris Bulgaristan’ı Birinci ve İkinci Dünya Savaşına itti. 1934’te faşist darbe gerçekleştirdi. Ülkeyi Hitler Almanya’sına bağladı. O yıllarda 3 Mart milli bayram olarak kutlanmadığı gibi Rusya Çarı’nın Bulgaristan’ı Osmanlıdan kurtardığı da unutulmaya başlamıştı. Çünkü 1877 – 78 Savaşı Osmanlıya karşı gerçekleştirilen bir saldırı savaşıydı. Rusya’nın hedefi Bulgaristan’ı Osmanlıdan kurtarmak değil, kendi egemenliğine çekmek, sıcak denizlere inmek, yeni topraklar ele geçirmekti. Amacı saldırı ve işgal olan bu savaşların kurtarıcı nitelik taşıdığı kabul edilemezdi.

 

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Sovyetler Birliği ile yakın dostluk ve yardımlaşma ilişkileri gerçekleştirse ve Osmanlıya karşı yürütülen savaşlar çarpıtılıp önemi abartılsa da 3 Mart milli bayram olarak kutlanmadı. Buna rağmen Moskova’nın halkların kaderini belirlemedeki rolü de çok abartıldı. Bulgaristan’ı 16. cumhuriyet olarak SB’ne katmak isteyen Todor Jivkov ve ekibi, ülkedeki etnik azınlıkları asimile ederek eritip Bulgarlaştırmaya kalkıştı. 1960’lı yıllarda Çingenelerin isimleri, 70’li yılların başında Pomakların isimleri ve 1984/85’te 1 250 bin Türkün isimleri 3 ay gibi bir sürede çok şiddetli baskı ve terör uygulanarak değiştirildi. Binlerce kişi hapislere ve toplama kamplarına düştü. Önemle belirtilmesi gerekir ki, 1984 Kasımından başlayarak Türklerin isimlerinin değiştirilmesi ve onlara benzeri görülmemiş eziyet uygulanması Bulgaristan’daki Sovyet gizli servisi KGB gözetiminde, SB’nin Sofya Büyük Elçiliğiyle işbirliği halinde ve koordineli bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Bulgaristan’ı desteklemek üzere o zaman ülkemize hedefi İstanbul olan orta menzilli  “CC–20” ve “CC–22” füzeleri yerleştirilmişti. Stranca Dağını 4 saatte geçmesi planlanan 1500 Sovyet yapımı tank hücuma hazır bekletildi.

Bu bakıma ve yaşananlar dikkate alındığında Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının 3 Mart anma gününe mecburi kalmadan katıldıklarına rastlanmamıştır. O yıllarda sayıları büyük olan Bulgaristan’daki Rus liselerine Bulgaristan Türklerinden öğrenci kaydı yapıldığı da tespit edilmemiştir. Son Büyük Güç esnasında Sovyet ülkesinde işte olan Bulgaristanlı Türkler sınır kapısının açıldığı haberini alır almaz işi bırakıp yola düşmüşlerdir.

 

1989’da komünist – totaliter rejimle birlikte Çarlığı da ret eden Bulgaristan Halk Meclisi 3 Mart’ı Anayasa’ya Milli Bayram olarak işledi. Bu konuda halk oylaması yapılmadı. Azınlıkların görüşüne başvurulmadı.  Geleneksel olarak aynı gün Koca Balkan’ın Şipka Doruğunda Osman Paşa ile Rus askerleri arasında savaşların yürütüldüğü yere dikilen Anıt önünde Bulgaristan Cumhurbaşkanı, Rusya Büyükelçisi, diplomatik erkân ve kamuoyu temsilcilerinin karıldığı anma töreni düzenlenir. Bu sene bu törenlerde papazların rolü artıyor. Bu tepede şehit düşen Osmanlı erleri ve Osman Paşa heykeli hala dikilmedi. Rusya-Osmanlı meydan muharebesinde Plevneli Bulgar ahaliyi de koruyan Osman Paşa’nın da anıtı yoktur. Dünya savaş literatüründe en sağlam savunma hattı kurucusu General olarak tanıtılan Osman Paşa’nın etrafı çeşmelerle çevrili bir mozoleye layık olduğunu geçen yıllar kanıtladı. Yazarken gönlümü daraltan bir olay da şudur. Şehit düşen asker ve subayların kemikleri toplu Plevne kenarındaki mezardan çıkarılmış, gemilerle İngiltere’ye taşınmış ve orada bir kemik değirmende öğütüldükten sonra rüzgârlı bir günde ormana saçılmıştır.

 

Osmanlı’dan kopup III. Bulgar Çarlığı şeklinde bir Bulgar devleti diriltilmesi açısından 3 Mart’ın Bulgarlar için önemi ne kadar büyükse, ülkede yaşayan azınlıklar ve öncelikle Müslüman azınlık içinde önemi kayda değerdir. Bulgaristan azınlıkları 500 yıl yaşadıkları toprakları Vatan bilmiş ve sevmiştir. Osmanlı Orduları’nın Bulgar topraklarından çekilmesiyle neredeyse 137 yıldır belirli aralıklarla da olsa Bulgaristan’dan önce Osmanlıya 1924’ten sonra da Türkiye Cumhuriyeti’ne göçseli başlamıştır. Ne kadar göç olursa olsun Bulgaristan’daki Türklerin sayısı her zaman kısa hamlelerle 1 milyonu düşmüş, Pomaklar 800binden az kalmamış ve 21. yüzyılda üremeye hız veren Çingene azınlık da artık nüfusun % 24’ünü bulmuştur. Yarım milenyumdan uzun bir süre bu toprakları vatan bilip ıslah eden atalarımız kimseye muhtaç kalmadan ve karıncaya yol vererek yaşamışlardı.

1989’a rastlayan ve Bulgar makamlarının Müslümanların isimlerini değiştirme ve kültürel kıyım politikasına tepki olarak çözülen göç seli yarım milyondan fazla kardeşimizi ana vatana taşıdı. Soydaşlarımızın vatan toprağından sökülüp atılmasıyla Bulgar ekonomisi çöktü, devlet ayakta durabilmek için habere dış borç arıyor. Sosyal yaşam bozuldu. İşsizlik almış yürümüştür. Eli iş tutan 3 milyona yakın vatandaş ekmek teknesini Batı ülkelerine taşıdı. Türkiye ve Yunanistan’a sığınanlar fazlalaşıyor. İnsansız kalan ısız köy ve kasabalarımız bu sene sel altında kaldı.

 

3 Mart’ı anma konusunda Bulgar halkındaki ikircimlik giderek sivriliyor.“Moskov bizi kurtardı” deyenlere gitgide seyrek rastlanırken, Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev “Şipka Doruğu” mitinginde “Kurtarıcı Rusya” demez oldu. Basın ve bazı kitaplar 1877–78 savaşının Osmanlıya karşı bir saldırı savaşı olduğunu yazmaya başladı.

Tüm bunlar ülkemizdeki Osmanlı ve Türk düşmanlığının azaldığı ya da köreldiği anlamına asla gelmez. Düşmanlık ocağına hemen hemen her gün birkaç odun atılıyor. Bulgar yazar  Stoyan Rayçevski, artık besbelli Bulgaristan’da  1877-78 Osmanlı – Rus Savaşı’nın haklı bir savaş olduğunu kanıtlayan delişl kalmadığındabn, 1978 Berlin Anlaşması’nı kabul etmeyen Makedonyalı Bulgarların 1978 -1903  Razlog, Malaşevtsi, Kresna ve Preobrejen Ayaklanmalarını anlatırken 100 bin civarında göçmenin Bulgar Prensliğine kaçarken çektikleri çileyi konu ediyor. Bu olaylar esnasında kurulan Makedonya İç Devrim Hareketi (VMRO) partisi bugün de ayakta olup, Edirne bölgesinden ve Trakya’dan göç eden Bulgarları temsil eden aşırı sağcı “PF” partisiyle birlikte Bulgar meclisinde Türk ve öteki düşmanlığını körükleyen ve eski isi gibi zehir tütmeye devam eden temel politik güçlerdir.

 

Bulgaristan’ın 21. yüzyılın başında NATO’ya ve Avrupa Birliği’ne üye oldu.

Güney Doğu Avrupa ülkeleri ailesine girdi.  Sofya’da NATO Harekât Karargâhı ve Karadeniz yerleşkesi Şabla’ da bir NATO askeri üssü konuşlandırma kararı alındı. Bu gelişmeler sıradan insanların tarihi olaylara bakış açısını değiştirdi. Dostla düşmanın kim olduğu asıl şimdi belli oldu. Osmanlı döneminde 200 sene savaşsız bir diyarda yaşayan insanların tarihe bakışı değişti. Sultan Abdül Hamit’te arka bulan Bulgar lider Stanbolov, Ankara’ya baktıkça dost gören Bulgar Başbakanlarından Stanboliyski ve Radoslavov 3 Mart’ın gerçek anlamını halka açıklamaya büyük gayret göstermişlerdir. Günümüzde yalandan gerçeğe evrimi etkileyen birçok yeni gelişme ve olaylar oluyor. Oldu da dostluklara dönüşen gelecek henüz geçmişin prangalarından kurtulamadı.

 

Öyle ki, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletlerinin Kırım Adasını halkın iradesine rağmen gasp eden Rusya’ya tavrı, ardından Ukrayna İç Savaşı’nda taraf olması Bulgar kamuoyunda “şok” etkisi yarattı. Bir yandan Moskovacı “Ataka”, sosyalist parti ve 1944’ten önce faşizme ve kapitalizme karşı mücadeleye katılmış kaşarlı yaşlı komünistler, isimlerimizi değiştirenler, hapis gardiyanları, kardeşlerimizi ezen tankları sürenler aramızda yaşıyor. Onlar, gün be gün anti-Türk alevlenişle Osmanlıya karşı geleneksel mırıldanışı sürdürüyor. 137 yıl önceki hesapların modern dünyaya uymadığını giderek daha iyi anlamak zorunda olduklarını, çağdaş dünyayı olduğu gibi, dosdoğru okumaları gerektiğini anlamaya yanaşmıyorlar. 3 Mart gibi bayramlar köhnemişleri hatıralar dünyasında okşuyor, düşmanlık hayalleriyle ödüllendiriyor.

 

Osmanlı ile Rusya imparatorluğu arasındaki meydan muharebelerine alan olan Bulgaristan, bugün de Batı ile Moskova arasındaki modern yüzleşmede plazdarm durumuna geldi. 27 Şubat sayılı “Standart” gazetesi “Rusya’ya Karşı NATO Kalkanı Olduk!” başlığını atmış. Sanki birilerine karşı olmadan huzur bulamıyoruz. Düşman olsun da kim olursa olsun! Düşmanlık doğurmayan ve kışkırtmayan yurtseverlik arayanlar çoğalıyor.

 

Soğuk Savaş defterinin kapanmasından 25 yıl sonra açılan ambargo defterine alınan Bulgar ekonomisi ağır bedel ödüyor. Rusya AB üyesi olan Bulgaristan’dan da mal almıyor. Başkan Putin Tuna ırmağı boyunca Bulgaristan’dan geçmesi tasarlanmış olan “Güney Akım” Gaz Boru Hattını 500 km güneye çekti ve  “Türk Akım” olacak dedi. Rus turistler Varna rezervasyonlarını değiştirmeye devam ediyor.

 

Osmanlıyı yok etmeye kalkan, Osmanlı ile birlikte bizim de kökümüzü kazımayı hedefleyen iğrenç düşmanlık Fransa, İngiltere ve Rusya’da 250 yıl irinleşmişti. 1877-78 Plevne Savaşında elini yüzüne bulaştırdı, 1918-23 Anadolu Savaşlarında  Büyük Önder Atatürk’ün karşısında yenildi. “Biz Osmanlı mirasını Türklere bırakmayız” deyenlerin hayalleri kursaklarında kaldı. Türk halkı 100 yılda dirildi. Türkiye Osmanlı’nın Balkanlarda kalan elini kolunu topluyor.

Biz kendimize gelirken Bulgarların akıllı aydınları da sadete gelmeye başladı.

İşte şair Damyan Damyanov’un gür sesi:

 

KENDİNE DOĞRU AÇIL

 

Cehennem kuyusunun en dibindeysen,

Gam yüreğinin son hücresini de esir almışsa,

İçinden kötülükten başka hiçbir şey gelmiyorsa,

Kaderin yakan közlerinden merdiven yap ve çık.

 

Bütün yolların hepsi kapanmışsa

Etrafına dört duvar örülmüşse,

Bildiğin yolların hepsi kesilmişse

Bir yolunu bul yenisini aç ve çekil.

 

Dünya gözlerinin önünde kararıyorsa,

İki gözünde de karanlığı delemiyorsa,

Güneşi kendin yarat ve son ışığına bin,

Güneşi yakalayana kadar yüksel.

 

Hayat bilmecesi dikenli ve kör,

Yüreğimizi çarmıha geriyor hiç çekinmeden.

Her şeyini kaybetmiş olabilirsin, kendini kaybetme –

Bilmeceyi çözmenin başka yolu yoktur.

 

Biz kötülükler düğümünü çözeceğimize inanıyoruz.

Yaşıyorsa bir şey mutlaka ölecektir.

Bu 3 Mart için de geçerlidir.

137 yaş zamanının dolduğuna en parlak işarettir.

Reklamlar