Yazan: Nevzat ÖZTÜRK, İlahiyatçı, Eğitimci Yazar

Müslümanların gelecekte özgür ve onurlu bir hayat sürebilmeleri için, mazinin ipoteğinden kurtularak geleceğe yönelmeleri, enerjilerini salih amele dönüştürerek bilginin gücüne sahip olmaları ve evrensel ölçekte değer üretmeleri gerekmektedir. Gerçek anlamda var olmak, Allah’ın yaratmasının sürekliliğini sağlayan “oluş” sürecine, beşeri yaratıcılıkla katılmak anlamına gelmektedir. Beşeri yaratıcığın zirvesinde bilim, san’at ve spor vardır. Evrensel “oluş” sürecine olumlu katkı sağlayamayanlar, yakarak, yıkarak, yok ederek ve öldürerek varlıklarını kanıtlamaya çalışırlar. Bu doğrultuda düşündüğümüzde, Müslümanların kelimenin tam anlamıyla varlık-yokluk sınırında dolaştıklarını söylemek şaşırtıcı olmayacaktır.

Son iki asırdır yaşananlar, Batı uygarlığının fiziksel ve psikolojik açıdan “öteki”leştirdiklerini ezmesi, bir anlamda o medeniyetin asli unsuru sayılmayanların ezilmesine ve nesneleştirilmesine yol açmıştır. Müslüman kültürün mevcut haliyle şiddet üretmesinin, Müslümanların ölmeye ve öldürmeye bu kadar teşne olmasının ana sebebinin “nesne” konumuna indirgenmiş olmak, aklı ve yaratıcı yetileri etkin kullanamamak olduğunu söylemek mümkündür. Ezilmişlik duygusunun en kötü yanı, insandan “insan” olma bilincini uzaklaştırmasıdır. Tıpkı İslam’ın başlangıcında, ilk inen ayetlerle kölelerin, yetimlerin, gariplerin “insan olma bilinci”ni yeniden kazanması gibi, Müslümanların da topyekün yeni bir bilinçlenme sürecine ihtiyaçları vardır. Yaşanan olumsuzluklarda “mağlup medeniyet travması” belirleyici olduğu için, çıkış yolu da yeni bir uygarlık hamlesi ile mümkün olabilir. Bir başka ifadeyle, her ne kadar ilk bakışta ırmağı tersine akıtmak gibi görünse de, özgür ve onurlu yaşayabilmek için yeni bir medeniyet tasavvurunun dışında, Müslümanların fazla bir seçenekleri yoktur.

Müslümanların, enerjilerini etkin kullanabilmeleri için, toparlayıcı, birleştirici, bütünleştirici nitelik taşıyan, somut ancak süreklilik arz eden, toplumun bakışını daima daha yükseklere yöneltecek, anlam düzeyi yüksek bir amaca ihtiyaçları vardır. Bütün insanlığın “varoluşsal anlam boşluğu”nun ürettiği, oldukça derin bir krize düştüğü bir dönemde, hem evrensel boyutta anlam ihtiyacına cevap verebilecek, hem de insan olma bilincini tazeleyecek “yüksek amaç” ancak yeni bir medeniyet iddiası olacaktır. Maalesef, İslam’ın insan hayatına anlam kazandıran boyutu unutulmuş görünmektedir. İslam’ın Kur’an’ın kurucu ilkeleri ışığında yeniden anlaşılması, hatta imkânlar dâhilinde yeniden inşası, doğal olarak beraberinde yeni bir medeniyet hamlesini getirecektir. Bu, bir ihtiyaç olmaktan öte, bir zorunluluk olarak anlaşılmalıdır. Bu bağlamda Maturidi’nin, özellikle bilgi, özgürlük ve din anlayışı ile ilgili düşüncelerinin yeni medeniyet tartışmaları için uygun bir başlangıç noktası olacağını düşünmekteyiz.

Yeni bir medeniyet tasavvuru için Maturidi ve Maturidi düşünce ideal bir başlangıç noktasıdır. Çünkü:

  1. İslam dünyasında aklı ve eleştirel düşünceyi yeniden diriltebilmek için istifade edilebilecek en mühim gelenek Hanefi- Maturidi ekolüdür. Karşı Mihne sürecinin hala etkisini hissettiğimiz onca tahribatına rağmen, bu geleneğe damgasını vuran amel-iman ayrımı, din-siyaset ayrımı gibi ana ilkeler, külün içindeki “köz” gibi varlığını korumayı başarmıştır.

Maturidi’nin en mühim başarısı, Mihne ve Karşı Mihne sürecinde Mu’tezile ile birlikte fazlasıyla hasar gören Ebu Hanife’nin öncüsü olduğu “Ehlü’r-Rey” geleneğinin odağındaki “akılcı” duruşu Semerkant’ta yeniden inşa edebilmesidir. Karşı Mihne süreci, bir silindir gibi Mu’tezile’nin üzerinden geçerken, hem Mu’tezile ile irtibatlı olan herkesi, hem de Ehlu’l-Hadis çizgisinde olmayan her türlü düşünceyi, bir daha ayağa kalkamayacak şekilde ya öldürmüş, ya da itibarsızlaştırmıştır. Bu süreçte Hanefilikle ilgili hasar tespiti henüz yapılmış değildir. Maturidi, bir yandan sert eleştiriler yönelterek Mu’tezile ile arasına bir mesafe koymuş, diğer yandan da doğrudan Ebu Hanife’yi öne çıkartarak akılcı damardan beslenmeyi sürdürmüştür.

  1. Yeni bir medeniyet hamlesine öncülük yapma imkânı olan çevrelerde, Maturidilik bilinmemesine rağmen, Maturidi’nin ismi hala yaşamaktadır. Arayış içindeki insanların hafızalarında Maturidi için yer açmanın çok zor olmayacağını düşünüyoruz. Maturidi’nin uzunca bir süre görmezlikten gelinmesi onun düşüncelerinin kirletilmesini ve tahrif edilmesini önlemiştir.
  2. İslam dünyasının içine savrulduğu, sömürgecilikten ve mağlup medeniyet travmasından beslenen Selefiliğin önüne geçebilmek için gerekli olan sağlıklı akılcılık ve eleştirel düşüncenin yeniden inşa edilebilmesinde Maturidi’nin din anlayışı ve tecrübesi yol gösterici olabilir.
  3. Müslümanların şiddet sarmalından çıkabilmeleri, İslam’ı bir tür siyasal ideolojiye indirgeyen, bütün çözümleri “iktidar”ı ele geçirmekte gören, din ve siyaseti özdeşleştiren tepkisel çarpık anlayıştan kurtulabilmelerine bağladır. Bu doğrultuda görüşleriyle bize ışık tutabilecek tek isim İmam Maturididir.
  4. Yeni bir medeniyet tasavvuru için yeni bir epistemolojiye ihtiyaç vardır. Maturidi’nin en özgün boyutlarından birisi epistemoloji ile ilgili görüşleridir.

Maturidi, insan bilgisinin ve belleğinin temelinde beş duyu bilgisinin olduğunu çok iyi görmüştür. Müslümanların medeniyet yarışının dışında kalmasında en başta gelen sebeplerden birisi bilgi ve bilimin gücünü kaybetmiş olmalarıdır. Bu durum, insanlığın akışına paralel teknoloji üretememelerini de beraberinde getirmiştir. Kanaatimce bütün bunlara yol açan en mühim etken, zihindeki bilgi kökleri ile ilgili bilginin dış dünya ile irtibatının kaybolmuş olmasıdır. Müslümanlar realist bir duruştan, çarpık bir idealizme savrulmuşlardır.

Maturidi’nin keşf, keramet ve ilhamı bilgi kaynağı olarak kabul etmemesinin, yaşadığı zaman dilimi göz önüne alınırsa, ne kadar ileri bir tespit olduğu açıkça görülebilir. İçinden geçtiğimiz “bilginin itibarsızlaştırıldığı” süreçlerde doğru, güvenilir ve sağlam bilgi için Maturidi’nin yaklaşımına her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır.

  1. Yeni bir medeniyet için yeni bir İslam anlayışı inşa edilmelidir. Maturidi’nin Tevhid’i merkeze alan din anlayışı, İslam ortak paydası bilincinin oluşturulmasını kolaylaştırabilir.
  2. Müslümanların yaşadıkları krizi derinleştiren hususlardan birisi de insan hürriyetine gereken hassasiyeti göstermemeleridir. Özgürlüğün olmadığı yerde, İslam’dan söz edilemeyeceği gibi medeniyetten hiç söz edilemez. Maturidi’nin dengeli özgürlük anlayışı iyi anlaşılabilirse, olumsuzlukları meşrulaştırmaya yarayan kaderci anlayıştan da, sağlıklı düşünmeyi ve yaratıcı yetileri etkin kılmayı zorlaştıran baskıcı ortamlardan da kurtulmak mümkün olabilir.
  3. Maturidi, aklın ve vahyin birlikte etkin olabileceği, birbirini tamamlayacağı bir yaklaşımı benimsemiştir. Sağlıklı bir din anlayışı için bu yaklaşım uygun bir model olabilir.
  4. Maturidi, farklı görüşlerden nasıl yararlanılabileceği, farklılıkların nasıl zenginlik olabileceği konusunda da bize ışık tutabilir. Kitabu’t-Tevhid dikkatlice okunduğunda, başta Mu’tezile olmak üzere diğer mezheplere yönelik sert eleştiriler olmasına rağmen, onların birtakım olumlu görüşlerinden nasıl yararlanıldığı açıkça görülebilmektedir.

Müslümanların, her ne kadar bugün mazinin derinliklerinde kalmış olsa da, muazzam bir medeniyet yarattıkları her türlü tartışmanın ötesindedir. Bu tecrübenin önemli bir kısmı mevcut Batı uygarlığının alt yapısını oluşturmuştur. Ancak bu medeniyet birikimden yeterince istifade edildiğini söylemek pek mümkün değildir. Hala yararlanılabilecek pek çok şey vardır. Hala keşfedilmeyi bekleyen Maturidi gibi büyük kafalar, kendilerini anlayacak bilim adamlarını beklemektedir. Biz, sadece yeni bir medeniyet perspektifinden Maturidi’nin düşünce sistemini okumak, yeni oluşumlara destek olabilecek kurucu fikirleri tespit ederek, onların bize nasıl yol gösterebileceğini düşünmek ve tartışmak istiyoruz. Bu doğrultuda ilk akla gelebilecek husus onun bilgi, akıl ve din anlayışı olmaktadır.

İslam Düşünce Tarihi’nde bilgi kuramı ile ilgili görüşlerini sistematik bir şekilde ilk ortaya koyan Maturidi’dir. Hüseyin Atay’ın şu ifadeleri dikkat çekicidir: “Benim tespitime göre İslam bilim ve felsefe tarihinde bilgi kuramının temelini Muhammed b. Muhammed b. Mahmud Ebu Mansur el-Maturidi (333/944) atmıştır. Türk milleti, İslam dünyasına dünya çapında beş büyük ilim ve felsefe adamı vermiştir: Ebu Hanife (150/767), Buhari (256/868), Ebu Cafer et-Taberi (310/922), Farabi (399/950) ve Maturidi (333/944). Kelamda Maturidi insan iradesine önem vermiş, insanın gerçek anlamda işinde, düşüncesinde özgür olarak sorumlu olması kuramını öğretmiştir. İnsan, hür olunca sorumluluğunun gereği olan ilme, ilim nazariyesine ve onun sonucu olan medeniyetin kurulmasına büyük katkıda bulunmuştur. Bilginin oluşması ve düşüncenin gelişmesi açısından ve İslam kültürünü, medeniyetini iyi anlamamız için Maturidi gibi büyük düşünce adamlarının fikirlerinden faydalanmak doğru yoldur.” Atay, “Ebu Mansur Maturidi ve Bilgi Kuramı”, İmam Maturidi ve Maturidilik, ed. S. Kutlu, 174) Atay’ın bu tespitine Biruni’nin ve İbn Sina’nın da katılması gerektiğini düşünüyoruz. Eğer yeni bir İslam medeniyeti inşa edilebilecek ise, bunun teolojik ayağını Maturidi, Felsefi ayağını Farabi ve İbn Sina ve Bilimsel ayağını ise Biruni oluşturabilir. Bu gerçekten seçkin kafaların daha önceki İslam medeniyetine yapmış oldukları katkının yeterince araştırılmamış olması bile, İslam medeniyetinin niçin ölü medeniyetler safında yerini aldığını anlamayı kolaylaştıracak bir husustur.

Maturidi’nin içinden geldiği düşünce geleneğinin köklerini birinci hicri asırda bulmaktayız. O zaman diliminde Müslümanları yoran “büyük günah” meselesi, Araplar’ın hem Kureyş’ten olmayanlara, hem de Mevali denilen gayrı Araplara yönelik tahkir edici tutum ve tavırları, Emevi iktidarının ağır baskısı, sosyolojik açıdan yeni oluşumları, düşünsel açıdan da yeni arayışları adeta kaçınılmaz hale getiriyordu. Kureyş’in merkezi otoritesine tepki, bedevi hayattan yerleşik hayata geçişin sancıları, hızlı kültür değişimi gibi bazı faktörler, “tepkisel-kabilevi din anlayışı”nın temsilcisi olan Haricileri ve Hariciliği hazırlamıştı. Sadece kendi yaşadıkları yerleri “daru’l-İslam” (İslam toprağı) olarak gören, kendileri gibi düşünmeyenleri, kolayca İslam dışına iten, amel ve imanı özdeşleştiren, büyük günah işleyenleri müşriklikle itham eden Hariciler, Müslümanların yaşam alanlarını daralttıkları gibi, şiddeti meşrulaştıran görüşleriyle İslam’ın fıtratla uyumuna da zarar veriyorlardı. Emevi iktidarı da bir yandan Harici isyanlarıyla başa çıkmak için çaba sarf ederken, diğer yandan da kendi yapıp ettiklerini meşrulaştırmak için, daha sonra “cebriye”nin çekirdeğini oluşturacak eğilimleri destekliyorlardı. İşte “büyük günah” tartışmaları, Emevilerin ve Haricilerin özgürlük karşıtı söylemleri, Mevali denilen Arap olmayan Müslümanların Müslüman olarak hayata tutunma çabaları, bazı insanları, ister istemez daha özgürlükçü ve eşitlikçi, İslam’ın evrensel ilkelerine vurgu yapan arayışlara sevk etti. Bu doğrultuda özellikle amel-iman ayrımına vurgu yapan, imanda eşitliği savunan, büyük günah işleyenin durumunu Allah’a bırakmanın doğru olduğu iddia eden kimseler Mürcie adıyla anılmaya başlandılar. İşte bu tür arayışlar, Maturidi düşüncenin beslenme kaynakları olarak karşımıza çıkmaktadır.

Maturidi, insanı ve insan gerçeğini esas alarak, insanın öz varlık yapısından hareket ederek insanı, dini, olay ve olguları anlamaya ve açıklamaya çalışmıştır. Bunun en açık kanıtı, insan bilgisinin odağına duyular bilgisini yerleştirmesi, “bu tür bilginin zıddı olan cehli benimseyene gelince, evet bilgiyi inkar eden birinden haberdar olan herkes onu inatçı olarak isimlendirir.” (Maturidi, 2002, 10) diyerek, çözümün ona kendi varlığının farkında olacak şekilde davranılmasında yattığını belirtmesidir. “Böyle inatçı birine yapılması gereken şey, anlamsız müşkülpesentliğini bırakması için organ kesme türünden şiddetli bir elemle eziyete maruz bırakmaktır. Çünkü biz, onun, zaruri ilim statüsünde bulunan duyu bilgisinin şuurunda olduğundan eminiz, ne var ki sadece inat ve güçlük çıkarma uğruna iddiasını sürdürmektedir. “ (Maturidi, 2002, 10) Burada Maturidi’nin amacının insana eziyet etmek değil, ona kendi varlığının farkında olması için katkı sağlamak olduğunu açıkça görebiliyoruz. Maturidi için başlangıç noktası insanın kendi varlığının farkında olmasıdır.

İnsanla ilgili her şey, öncelikle insanın kendi varlığının farkında olması ile ilgilidir. Aslında insanı diğer canlılardan farklı kılan, daha doğrusu insanı insan yapan insanın, kendisinin, evrendeki yerinin, düşündüğünün ve bilgi ürettiğinin farkında olmasıdır. Sadece insanın soyut düşünebildiğini, madde üzerinde tasarruf gücüne sahip olduğunu, kültür ve medeniyet yaratabildiğini bilmekteyiz. İnsan, çevresinde olup bitenleri, olay ve olguları algılamakla, anlamakla ve açıklamakla yetinmemekte, bildiklerinden hareketle yeni bilgiler ve teknoloji üretebilmektedir. Bilgi üretme, bilgiyi kayıt altına alarak birikim oluşturma ve bunu daha sonraki nesillere aktarabilme sadece insana özgüdür. İnsan, kendi varlığının farkında olduğu ölçüde, bu söylediklerimizin de daha iyi farkına varma imkânına sahiptir. “Kendini bilmek”, kendi varlığının farkında olmakla birlikte başlayan bir bilgilenme ve bilinçlenme sürecidir. İnsan, hem hayatın her anında yeni bir varlıktır, hem de kendisi ile ilgili algısını, kendilik bilincini sürekli yenileyen bir varlıktır. Maturidi’nin, düşünce sistemini “insan”ı esas alarak inşa etmiş olması, kendi çağı bakımından çok ileri bir durum olduğu gibi, bugüne ışık tutması açısından da son derecede önemlidir. İçinden geçtiğimiz zorlu süreçlerde insanın, kendi varlığının farkında olmaya ve yüksek insani değerlere her zamankinden daha fazla ihtiyacı vardır.

Kendi varlığının farkında olan bir kimse, öncelikle sahip olduğu bilginin dış dünyadaki gerçeklerle ne kadar örtüştüğünü, ürettiği kavramların ve bilgisinin ne kadar güvenilir olduğunu sorgulamak ihtiyacı hissedecektir. Bu doğrudan insanın varlık yapısından kaynaklanmaktadır. Çünkü insan varlığını sürdürebilmek için, bildiklerine güvenmek, onlardan akıl yürütme ile doğru sonuçlar elde etmek, bilgiye dayalı doğru kararlar vermek zorundadır.

Maturidi, delillere dayalı olarak her konuyu tartışmaya çalışır. İnsanın fiilleri, hürriyeti ve kesb meselesini ele alırken de görüşlerini nakille, akılla ve “inkar edenin gerçeğe karşı bile bile direnen kimse durumuna düşeceği zaruri bilgi ile” (Maturidi, 2002, 287) temellendirmeye çalışmıştır. Ona göre herkes “kendisini yaptıklarında hür, fail ve kasip olarak hisseder.” (Maturidi, 2002, 288) Bir başka ifadeyle her insan, kendini tanıdığı kadar, kendisinin hür irade sahibi bir varlık olduğunu bilir. Özgürlük meselesi, insanın kendisi ile ilgili algısına göre şekillenir. Her insan, geliştirebildiği özgürlük bilinci kadar özgür olabilir.

Yeni bir medeniyet tasavvuru, insanın evrendeki yerinin, koordinatlarının fıtrata uygun olarak yeniden belirlenmesine, insanın kendisi ile ilgili varoluşsal bilincin yeniden diriltilmesine bağlıdır. Kendi varlığının farkında olmayan bir kimsenin, yaratıcı yetilerini bilinçli ve etkin kullanmasını beklemek ne kadar doğru olabilir? İnsan, insan olmanın “var olma”dan daha fazla bir şey olduğunu, bunun da ancak emekle, değer üretmekle mümkün olabileceğini bilerek kendini inşa etmeye başlarsa, yeni bir medeniyet hamlesinin ilk adımları da atılmış olur. Kendi varlığının farkında olmayan, “kendini unutan” “Allah’ı da unutmuş” olacağı için, insanı insan yapan bütün süreçlerin dışında kalmaya başlar ve ya tanrılık iddiasına kalkışır, ya da kelimenin tam anlamıyla nesneleşir. Belki de tanrılık iddialarının nesneleşmenin zirvesinde ortaya çıktığını söylemek bile mümkün olabilir.

Not: Bu yazı; Prof Dr. Hasan ONAT’ın (Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, İslam Mezhepleri Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanı) Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Beşeri Bilimler Fakültesi Din Bilimleri bölümü ile Avrasya Araştırma Enstitüsü organizatörlüğünde 04-06 Mayıs tarihleri arasında Kazakistan’ın Türkistan şehrinde Uluslararası Maturidilik (Dünü, Bugünü ve Geleceği) Sempozyumda Sunulan “Yeni Bir İslam Medeniyeti İçin Maturidi ve Maturidiliğin Önemi” Tebliği Özetlenerek Hazırlanmıştır.

Reklamlar