Tarih: 02 Mart 2019
Yazan:  Sevilcan YÜCE

Konu:  Umutla yaşayan zavallılar durumuna geldik. Bulgaristan / Pernik şehrinde Bayan yazar Zdravka Eftimova’nın “Köstebek Kanı” efsanesi 1 milyon basıldı, büyük devletlerin dillerine çevrildi. Birleşik Amerika’da 9 sınıf edebiyat derslerinde “Umutla yaşama” bölümüne alındı. Bulgaristan’da büyük ilgi uyandırdı. Çevirisini sunuyoruz.

Mağazama uğrayan müşteriler azdır.  Gelenler biyoloji derslerine deney hayvanı arayan öğretmenlerdir. Kurbağa, böcek, kertenkele satıyorum. Kayıplarımı yakında kapatabileceğim gibi. Ne ki ben bu küçük odaya, karanlığa ve formelin kokusuna artık çok alıştım.

Bir gün dükkâncığıma bir kadın girdi. Ufak tefek, bahara kalmış bir küme kar gibi büzülmüştü. Yüzüme bakmadı. Bir şey almaya gelmediği belliydi, sönmüş olabilirdi. İleri geri sallandı. Elini tutmasaydım, düşecekti.

– Köstebek var mı? Diye sordu ansızın yabancı kadın. Gözbebeği, tam ortasında küçük bir örümcek olan bir örümce ağı gibi parladı.

– Köstebek mi? Durdum. Hiçbir zaman köstebek satmadığımı ve hatta köstebek görmediğimi söylemem gerekirdi. Kadın başka bir şey işitmek istiyordu – bakışları gözlerimin içini yaktı.

– Yok. Dedim, İç çekti. Sonra aniden yana döndü.

– Şey dursanıza – diye haykırdım:  Bende köstebek olabilir.

Durdu. Bana baktı.

– köstebeğin kanı tedavi ediyormuş diye fısıldadı kadın. Üç damla içince… Korkuttum. Keder gözlerini oyuyordu

– Kısa bir süre için de olsa acıyı kesiyormuş… diye fısıldadıktan sonra sesi kesildi.

– Siz mi hastasınız? Diye sordum.

– Oğlum.

Kurumuş çırpı gibi ince ellerini, tezgâhtan çekti.  Onu sakinleştirmek, ona bir şey, en azından bir bardak su vermek istedim. Koyu mavi paltonun içinde kaybolan omuzları dardı.

– Su ister misiniz? Bardağı alıp içince, gözlerinin etrafındaki kırışıklar titredi.  Yok, bir şey, siz sakin olun dedim. Nasıl devam edeceğimi bilmiyordum. Dönüp kapıya yöneldi.

– Size köstebek kanı vereceğim, diye haykırdım arkasından.

Arka odaya koştum. Ne yaptığımı düşünmüyordum. Bayana söyleyeceğim yalan, umurumda değildi. Kan alabileceğim bir yer yoktu. Köstebek de yoktu. Kadın bekliyordu. Ne yaptığımı görmesin diye kapıyı kaktım. Balık yemi çekmecesinin yanındaki küçük bıçakla bileğimi kestim. Kesikten yavaşça kan gelmeye başladı. Ayırmıyordu, fakat ben şişeye akışına bakmaktan korkuyordum. Dibe birazcık, belki e iki üç damlacık toplandı. Arka odadan çıktım, Bayana döndüm.

– Köstebek kanı! Köstebek kanı! dedim.

Bileğimde kan damlacıkları olan elime baktı.  Şişeye uzanmadı. Eline sıkıştırdım.

Şişeye dokundu. İçinde sönen bir ateş gibi kan parlıyordu. Hemen ardından eski çantasından para çıkardı.

 – Hayır, Ben istemiyorum. Dedim

Kadın yüzüme bakmadı. Paraları masaya bıraktı ve yine kapıya yöneldi. Onu uğurlamak, hiç olmadı, yine bir bardak su vermek istedim. Bana, hatta hiç kimseye ihtiyacı yoktu. Bunu hemen anladım.

Güz, sisli günleriyle şehre hakim olmaya devam ediyordu. Mağazayı kapama zamanı yaklaşıyordu. Hava sertti. İnsanlar vitrin önünden sık ayak geçiyorlardı. Bu soğukta müşteri yoktu.

Bir sabah kapı sert açıldı. O, ufak tefek Bayan gelmişti yine. Yanıma sanki koştu. Yan koridora saklanmak istedim ama o bana erişti. Boynuma sarıldı. Ağlamaya başladı. Düşmesin diye tuttum. Takatsiz görünüyordu. Sol elimi ansızın kaldırdı. Kesik yarası silinse de, o yerini buldu. Dudaklarını bileğime yapıştırdı. Gözyaşları kolumu ve mavi iş elbisemin yenini ıslatıyordu.

  • Oğlum yürüdü, dedi gülümseyen ve gözyaşlarını elinin tersiyle silerken.

Bana para vermeye çalıştı. Büyük bir sırt torbası içinde bir şey getirmişti. Küçük parmakları sertti, titremiyordu ve ben onun daha iyi olduğunu anladım. Onu uğurlasam da, uzun zaman ufacık ama gülümseyerek köşede kaldı. Mağaracık’ta kendimi iyi hissediyordum. Eski ve anlamsız formelin kokusu bana tatlı geldi.

Aynı gün öğleden sonra tezgâha bir adam geldi. Uzun boylu, kambur ve ürkmüştü.

  • Köstebek kanı var mı? Diye sordu, yüzüme yapışmış gözleri kırpmıyordu.
  • Yok, ben burada hiç bir zaman köstebek satmadım.
  • Var, sizde var köstebek kanı. Karım can çekişiyor. Üç damlacık istiyorum. Sol elimi tuttu, bileğimi büktü.
  • Yalnız üç damlacık! Karımı kaybedeceğim!

-Kanım kestiğim yerden yavaşça gelmeye başladı. Erkek şişeyi tutuyor ve damlacıklar dibe doğru karınca gibi yuvarlanıyordu. Sonra o masaya para bıraktı.

Ertesi sabah dükkânımın kapısı önünde uzun bir kuyruk oluşmuştu. Ellerindeki küçük bıçakları ve ufacık şişeleri sımsıkı tutuyorlardı.

– Köstebek kanı. Köstebek kanı! Diye haykırıyorlar, bağırıyorlar ve kakışıyorlardı.

Hepsinin evinde bir dert ve elinde bir bıçak vardı.

***

Bayan Zdravka Eftimova çaresiz halkımızın kandırılmak istendiğini, yalana, efsane dinlemeye açlığını iyi kavramış.  30 yıldan beri hiç bir şey düzelmeyen, katiller kahraman gibi yaşayan, uydurmalarla geçinenlere ödül verilen ülkemizde, halk hayallerin hamalı olmaya hazır. Baştan sona yalan olan umut olmuş. Hatta hayat hakkı kazanmış. Hayal edenlere motor olmuş. Motorun ateşi, gücü o olmuş.

3 Martta Çarlık Rusya’nın imparatorluk orduları bizi istila etse de  kurtarıldığımıza inananlar % 50’den fala.

1972’de Hitler ordularıyla birlikte Makedonya’yı istila eden Bulgar ordusuna “kurtarıcı” olarak tanıtanlar hala ödül bekliyorlar.

Türkleri vatanlarından kovanlar “onlar Bulgar” diyorlar.

Her şeyi ters söylemekle insan ancak kendini anlatır.

Ne ki her yalanda bir umut var. Umut ise insanı yaşatandır. O dükkânda köstebek olmaması, köstebeğin damarında kan dolaşmaması hiç önemli değildir. Önemli olan insanın inanmak istediği bir şeyden büyülenmiş olmasıdır.

Bu korku, öfke, nefret, hınç için de geçerlidir. Bulgarlar, tarihlerinde Osmanlı devrinde en iyi, en gönençli yaşamış olmalarına rağmen, kafalarına “Rus kurtarıcılığı” aşılanmış ve bu telkinin hayali onları kör etmiştir.

141 yıllık Bulgar tarihinin farklı bir bakış açısından görülebilmesi bu efsanede gizlidir. Bizim dilimizde bu gerçek şu atasözünde yaşar: “Yüzün görmeye, yalanlarını dinlemeye ihtiyacım var.”

Reklamlar