BGSAM

 

Biz Bulgaristan Türkleri olarak, geleneksel Türk ve Müslüman ahlak ve kültür taşıyıcıları sıfatıyla yaşadığımız ortamdaki nüfus çoğunluğundan farklı yanları olan, özgün çizgilerle varız. Beyaz ırktan, Asya Avrupa tip insan olmamız dış görünüşte bizi birbirimizden pek fazla ayırmasa da, alışkanlıklarımız, yaşam tarzımız, ahlak özelliklerimiz, dilimiz, dinimiz, konuya komşuya, hısıma akrabaya, yaşlıya gence olan yaklaşımımız biz Türkleri hemen ele veriyor.

 

Bir halk topluluğu olarak Bulgar dilini vatan dili, kamu dili, resmi dil olarak kabul etmişiz. Öğrenmeye özen gösteriyoruz. Yaşadığımız toprakların Osmanlı düvelinden ayrıldığından beri bu ülkede ikinci bir resmi dil kabul edilmedi.  5 defa Anaya değişikliği yapılsa da bu konudaki kaskatılık yerinde saydı. Oysa Bulgar devlet sınırları içinde büyük bir Türk, Pomak ve Çingene Müslüman azınlığı yaşıyor. Türkler Türkçe, Romanlar Çingenece, Pomaklar kendi lehçelerinde temas kuruyor. Kimileri Kiliseye, ötekiler Camiye gidiyor. Değişik nedenlerden ötürü de olsa, vatandaşlarımızın hepsinin resmi dili öğrenmesi yolunda atılacak adımların pek çok olduğunu kabul etmek zorundayız. Bulgaristan’ın egemenliğini ilan etmesinden sonra doğup yetişen 4–5 nesille bu ödev çözülemedi. Aşılması imkansız engeller olduğunu kabul etmek zamanı gelip geçti gerçeği kapı çalmaya başladı.

 

Ana dil konusunda komşulardaki gelişmeler de azınlık dillerine önem verildiği yerde huzur olduğunu her geçen günle daha yüksek bir sesle duyurmaya başladı. Makedonya’da açılan Türk okulları, Makedon Türklerine huzur getirirken, Arnavut azınlığın büyüklüğü dikkate alındı. Komşuda Arnavutça 2. resmi dil ilan edildi. Okulda, doktorda, alış veriş merkezinde, çarşıda pazarda ve bakanlıklarda Arnavutça konuşanlara yan bakma sorunu noktalandı. Sırbistan’da yaşayan Bulgar azınlığı anaokullarında okuyup yazmaya başladı.

 

Son dönemde Türkiye Cumhuriyetinin etnik farklılıklar konusuna yaratıcı yaklaşması, etniklerin ana dilinde radyo, TV programları açılması, gazete ve kitap çıkarılması, tiyatro sahnelerinde perde kalkması, yöresel dillerde siyasi propagandaya da izin verilmesi olumlu örnek oldu. Yerel dillere, lehçelere, mezhep kültürüne, yöresel alışkanlıkla öncelikli önem verildiğini sergilerken, aynı zamanda Türkçenin ana dil, vatan dili ve resmi dil olarak öğrenilmesine, uluslar arası önemli büyük ticari ve kültür dillerinde eğitime önem kazandırılması ve özen gösterilmesi bizde de olumlu yankılandı.

 

Anadil ve resmi dil konularının Ukrayna’da, özellikle Rus azınlık arasında yarattığı gerginlik tırmanarak silahlı savaşa dönüşüp bölgesel egemenlik isteklerine kadar problem yaratması Rusya, Almanya ve Fransa gibi devlet ve hükümet başkanlarının mekik dokumasına neden olurken, Minsk ve Münih konferanslarında ana günden konusu oldu. Olaylar çok etnikli ve çok uluslu devletlerin hepsini düşündürdü. Liva’da yaşayan Rus azınlığa ana dilini yasaklama kararı yeni ortamda hiçbir yerde destek bulmadı.

 

Bu gelişmeler bir salata turşusu olan  “Bulgar Etnik Model” kültürünü tamamen çökertti. Hapishanelerden geçmiş, “Belene” ölüm kampına girmiş çıkmış arkadaşların anlattığına göre, “Kurban Bayramı” da Müslüman mahkûmlara domuz eti servis etmekle, onları Hıristiyan etme umudu boştur, elde edilen sonuç yabancılaşma ve düşmanlıktır. Ülkemizde “çok kültürlü oluşuma” yani her etnik halk topluluğunun kendi özgün kültürünü geliştirme yaklaşımına karşı olanlar, getirdikleri örneklerde, “Sor bon’ da okurken Müslüman öğrencilerin salyangoz, kurbağa bacağı ve domuz yemediği bilindiğinden, yemekler ayrı stantta sunulsa da Avrupalı olmuyorlar!” gibi saçmalıklar geveliyor. Nedeni, “tek ulus modelimiz” iyidir, demektir.

 

Bulgarlara ait olan ve Hak ve Özgürlükler Hareketi  (DPS) parti yönetimi tarafından desteklenen olumsuz stereotipilerden biri kurmazlık. Aslında bu işin kolayına kaçmak, kestirme yolu aramak, azınlıkları eritme ve asimile etme işinde de az miktarda emek harcayarak önemli sonuç elde etmeye çalışmak anlamındadır. Okul kantinlerinde, askerde, hastanelerde ve sanayi işletmeleri yemekhanelerinde herkese aynı yemekler sunulduğundan biz aynı yemekleri yiyoruz, aynı sınıf odalarında ders görüyoruz, aynı spor sahalarında oynuyoruz, diyerek satıhsal özdeşlik arayanlar da var. Bu kurnazlık çok denendi, işe yarayacağı sanıldı ama hiçbir sonuç elde edilemedi.

 

Türk kültüründe olduğu gibi, Bulgar kültüründe de kurnazlık aşağılanmaz, aksine kurnaz insanlar “açık göz”, “iş bitirici”, “gemisini yürüten kaptan” gibi sıfatlarla övülür, ödüllendirilir.

 

Daha önce insanlarımız arasında yeri olmayan ama Hak ve Özgürlük Partisi’nin 10 Ocak 1990’da kurulmasıyla çok yaygınlaşan “adam çürütmecilik” de o gün bu gün aldı yürüdü. Parti sanki bir hurda makinesi gibi çalışıyor ve aklı yerinde, işinde otorite sahibi, onurlu, kafasına güvenilir, aile huzuru yerinde, sevilen ve sayılan ama HÖH kadrolarının emir şeklinde söyledikleri üzerinde önce düşünen ve sonra hareket eden Türkleri kıskanıp, entrikaya düşürüp ötekileştirip hurdaya çıkarıyor. Ahmet Doğan adam çökertme ve adam çürütme ustasıdır. Türkleri memleketinden kovan ajan-kışkırtıcı olarak ün yapmıştır. 1984–1989 direniş yıllarında kurulan insan hakları örgütleri liderlerinin Avni Velilerin, Mustafa Ömerlerin, Sabri İskenderlerin vs. yurdumuzdan kovulması kundakçılığının ardındaki gölge, insanlarımızı politik sebeplerle göçe zorlama siyasetinin fikir babası hep onur. Bu uygulamayla Bulgaristan Türkleri başsız ve dayanaksız bırakılmak istenmiş ve başarı elde edilmiştir. Bunun adı politik kıskançlık kapanına düşürüp likide etmektir.

 

1989 yılında Bulgaristan Türkleri totaliter rejime karşı direnişin Bulgar demokratlarıyla ortak bir mücadele olduğuna inanmıştı. Bulgaristan’da İnsan Haklarını Savunma Bağımsız örgütü yöneticilerinden İliya Minev, Petır Manolov, Lübomir Sobaciev, Hristo Sıbev, Nikolay Kolev-Bosiya ve başkaları ulusal insan hakları mücadelesinde Türklerin yeri olduğuna inanmışlardı k,, örgütün “Türk Kolu” ile “Pomak Kolu”nu kurdular.

Mustafa Ömer’in yönettiği Demokratik Lig örgütü 900 Bulgaristanlı Türkü aşamalı açlık grevine çağırdığında, Novi Pazar’dan Galya Orlinova, Kaolinovo’dan Mehmet Mehmedov, Şumnuya bağlı Klimet köyünden Aladin Sadıkov  “Türk Kolu”na bağlı çalışıyordu.

Direniş koordineli gelişti. İnsan Haklarını Savunma Bağımsız Derneğinden 2 üye Mayıs 1989 sonunda Paris İnsan Hakları konferansına katılmayı başarmıştı. HÖH-DPS liderliği bunu bile çok gördü. Demokratik Lig yönetim ve aktif kadrosundan tümü ülkeden kovuldu. Son 25 yılda aydın, namuslu, saygın, işi gücü belli olup da HÖH-DPS entrikalarına maruz kalmayan Bulgaristanlı Türk aydını yoktur. Bizans oyunlarını iyi bildiği söylenen Ahmet Doğan Bulgaristanlı Türk münevverlere karşı “yengeç entrikası” uyguladı. Olay şöyledir: “Bir sepete tek bir yengeç konursa çıkar gider,  iki yengeç konursa biri çıkarken diğeri ona tutunur ve böylece ikisi de çıkamaz” Bizde ikinci yengeç her zaman HÖH-DPS olmuş ve kimseye nefes aldırtmamıştır.

Bu konuda Bulgaristan Müslümanları arasında anlatılan bir fıkrada şöyle denir:

Cehennemde her milletten ve etnikten insanlar kazanlara konur. Kazanların ağzı kapatılır. Oysa bir kazanın ağzı kapatılmaz. Cehennem bekçilerinden acemi olan tecrübeli olana sorar:

-“Onların kapağını neden kapatmadık?”

– “Onlar Bulgaristan Türkü, biri çıkmaya çalışırsa da HÖH-DPS bırakmaz.”

 

Burada, Bulgaristan Türklerine uygulanan entrika yetenekli ve umut veren insanlarımızı birer birer alçaltarak HÖH-DPS yöneticileri kendilerini yükselmişlerdir, hiç kimseye hiç bir hak tanımayarak ve hiçbir iş yapmadan, hiç bir şey hak etmeden yıllarca politik elit arasında kalmayı başarmışlar, yeyip içip her gün bayram etmişlerdir.

 

Bulgaristanlı Türk ve Müslümanlara en fazla zarar veren özelliklerden biri de, 100 yıl devam eden baskı ve terörden, çileli geçen yıllardan sonra politik birliğe yükselen halkımızın, hiç kuşkulanmadan, ajan, hain, muhbir, jurnalci ve gammazcı, bencil tipler olduklarından kuşkulanmadan HÖH-DPS yönetimine güvenmesi oldu. Ahmet Doğanların, Kasım Dalların, Necmettin Hak’ların ve diğer ajanların koğuşlarda gerçek mahkûmlarla birlikte yatması, ölüm kamplarında beraber kalmaları, hem direniş öncülerini hem de kitlemizi boş buldu, gerçekleri sis bürüdü, hainlerin özü görülemedi. Pirincin taşı ayaklanmadan HÖH partisi, lider kadrosu hemen dayatıldı. Hainleri bir politik parti aracılıyla halkın başına bela etme hazırlıkları 1984–1990 arası görüldü. Gizli polis “DS” uyanık davrandı. Gerçekleri bilmeyen, kuşkulanmayan halkta, güven yerine güvensizlik belirmedi. “Atını, avradını, silahını kimseye emanet etmeyen” insanımız, bu yeni ilişkilerin çök büyük kötülüklere gebe olduğunu sezemedi. Ne yazık ki, insanımız “Büyük Göç”ten sonra kimseye güvenmeyecek kadar güçlü değildi. Dağınıklığı toparlamak, paramparça olmuşluğu derleyip çatmak için bir orta direk etrafında birleşmeyi arayanlar kalabalıktı. Biz bugün “Ağalarsa anam ağalar, gerisi yalan ağalar” derken, acılarımızın çok derinleştiğine ve çok uzun sürdüğüne, yeni kuşağın deneyimsiz ve birikimsiz yetiştiğine üzgünüz.

 

Hak ve Özgürlük Hareketi toplantılarında sıradan insanlara büyük büyük konuşan Ahmet Doğan kurnazlık yapmaya çalışırken, halkımızı yalandırdı. Türkçe okulların açılacağını vaat etti. Türklüğün yeniden yeşereceğini söyledi.  Türk gençleri yüksek okullarda, üniversitelerde okutacağını beyan etti. Bu sözleri, Silis tre’ye bağlı Kaynarca köylülerine anlatırken bir defa ben de bulundum. Şimdi durum öyle ki, Kaynarca Belediye Merkezinde ve 30 km. cıvadra bir tek eczane yok, aspirin almak için 30 km gidip gelmek gerekiyor. Bölgede çalışan hemşire ve doktor kalmadı. Halkı açlığa itmek kurnazlık değildir. Sanayi çöktü, eğitim çöktü, sağlık sektörü çöktü. Halkımız kurnazlığın son tahlilde bumerang gibi kurnazların aleyhine döneceğini iyi bilir. HÖH partisi halkın aldığı sert tavır karşısında Türk köylerinde çekilmek zorunda kaldı. 25 yıl geçti, nereye kadar yalan, nereye kadar kurnazlık, bıçak kemiğe dayanmadı mı?.

 

Hak ve Özgürlük kodamanlarının gösterişçiliği de ahlakımıza ve kültürümüze tamamen yabancıdır. Gösterişçilik cahil olan, yapacağı işte yetersizlikleri çok olan ve eksikliklerini kapatmak isteyenlerce geliştirildi. Bir defa, Burgas’a bağlı Ruen Belediyesindeyiz, öğretmenlerle dertleşiyoruz, yanımızdan yüksek süratle çok büyük “Honda” motor geçti. Toz duman içinde kaldık.

  • Bu kim?” dedim.
  • Milletvekilimiz” dediler.

Bu, hava atma değil, böbürlenmekti. Eskiden adetlerimizde 3 gün 3 gece, 5 gün 5 gece ve 40 gün 40 gece düğünler vardı. Sarı liralar beğenilmez, “beşi birlik” altınlar istenirdi. Sonra sosyalist nizam, kadın erkek eşitliği bize bunları bir yere kadar unutturdu. Ardından bir kat, iki kar değil, 3 kat ev dikme modası geldi. “Kışla” gibi sözü lügate girdi. Sonra DPS modasında, giysiler kıyafetler, kalemle, saatle, kravatla, gömlekle, takım elbiseyle halktan ayrılma modası geldi. Bu yeni tip gösterişçiler taklitçilerle kalabalaştı, sürü oldu. Bunların başında giden beş parmağında 5 altın yüzük, gömlek düğmeleri pırlanta, kalemi altın vs. aksesuarlı milletvekili Önal Lütfü gelirken, ardından hepsi birbirine benzedi. Derken yemek yenilen yerler, araba markaları, herkesle selamlaşmama ve konuşmama, halkın seviyesine düşmeme rezilliği adetten oldu. Bulgaristan Türkleri arasından zengin güruh oluşturma çabasına daire değiştirme, lüks konuta taşınma modası eklenirken en sonra birisi kendini “saray” kotrasına hapsetti. Böylece Bulgaristan Türkleri arasından birkaç zengin, Çingenelerden birkaç Çar, baron ve prens, Pomaklar arasında birkaç şeyh belirdi. Fakirler hep yoksulca sürünürken üzerlerindeki yük git gide hep arttı da artık duyumsamaz oldular. Gençlerimiz, dış ülkelerde çalışanlarımız da prestij markaların taklidiyle gösteriş yapanlar ayalına katıldı. Zenginlerimiz sefa sürerken ve ülkemizde liberalizmin yerleştiğini iddia ederken, geniş kitleler zenginmiş gibi görünmek için çaba harcıyor.

 

İnsanımız kendini olduğundan daha iyi göstermekle hayatta istediklerini elde edeceği yanılgısına düşmemelidir. Ayrıca zenginleşmiş gibi görünerek zengin olunamadığını da herkes anlamalıdır.

 

Mesela, Ahmet Doğan da “Tsankov Kamak”  barajı inşaatından 1 250 000 Euro komisyon aldı. Baraj kuruculuğuna 1 milyar leva harcandı. Oysa “Belene” Atom Elektik santrali kuruculuğunun ilk faturası 4 milyardı. 20 yıl kurulmadı. Askıya alındı. Sonunda unutuldu.  “Tsankov Kamak” barajı ülkede üretilen elektrik enerjisinin % 3’ünü üretiyor, “Belene” AES ise % 40’nı üretecekti. Kimin eli kimin cebinde?

 

Bu arada, bir yandan Bulgar devletine öfkemiz dinmemişken, sahte bir otoriteye bağlandık. Her zaman bir yere bağlı olmayı tercih etmemiz de kimlik özelliklerimizdendir. Sosyalizm yıllarında 20 binden fazla Bulgaristanlı Türkün BKP’ye üye olması, 3016 kişinin de devlet organına gönüllü hizmet sunması da benzer bir belirtidir. Ahmet Doğan zamanında sıkılan ve Lütfü Mestan döneminde de baskı şeklinde sertleşen azınlık üzerindeki otoriter uygulamalar, itaat etme geleneğimize karşı tepki uyandırmaya başladı. Otoritenin yanlış yaptığı, HÖH-DPS lider güruhunun oligarşi ve yerli zenginlere hizmet sunması, halkın unutulduğu, insanımızı partiden soğuttu. Buna en kesin örnek, son genel seçimde etnik azınlık topluluklarından 120 bin seçmenin GERB partisine oy vermesidir. Otoritenin aşındığına başka bir örnekse Blagoevgrad’da Musa Palev’in ve Kemallar (İsperih) seçim bölgesinde Günay Hüsmen HÖH-DPS listesine rağmen, öncelikli (tercihli) oy kullanma hakkından yararlanarak seçilmiş ve meclise gönderilmiş olmasıdır. Evde, köyde, askerde ve partide yöneticiye itaat edip uymak kesin kural iken, Bulgaristanlı Türk ve Pomak seçmen bu defa emre ramen kural bozdu, listeyi kabul etmedi. Hele T.C. deki soydaşlarımızdan 150 bin oy beklenirken, 90 bin seçmen sandık başına gitmedi. Bunlar herkesi düşünmeye zorlayacak gelişmelerdir. Bu yeni ilişkiler, parti dayatmalarına, otoritesine tepki olduğu kadar, HÖH partisi içinde ekonomik ve sosyal baskılarla da protestodur. Disiplin bozulmuştur. Kimse sıra olup sandık başına gitmek istemiyor. O zamanlar tarih oldu. Aynı zamanda parti tabanda parçalamıştır. Bu olayların yarattığı endişe, Türkiye’deki soydaş dernek ve federasyon başkanlarına Sofya’ya mekik dokuturken, “DPS’ye sadakat şerefimizdir” gibi sloganlar da yerleştirmeye çalıştı.

HÖH-DPS partisinin Türk-Pomak ve Müslüman Çingene tabanından, Hırıstiyan Roman bataklığına kayması ve “oy oydur” “al parayı ver oyunu” gibi bir anlayış geliştirilmesi de geçerli akçe olmaz. Olaylar, davaya bağılılık ve partiye sadakat yerine,  “işi çözen paradır” anlayışını iğneliyor.

 

HÖH partisi Bulgaristan Müslümanlığının ortak davasının ortak başarısı olarak mayalandı ve oluştu. Dava hepimiz birimiz için, birimiz de hepimiz için özüne dayanmıştı.  Seçimlerde toplu para dağıtılmadığına, bireysel yaklaşımla iş görüldüğüne göre, halkımızın birbirinden koparılmak istendiği ortadadır. Bireyin paraya bel bağlaması isteniyor.  Bireyin gözü davadan uzaklaştırılıp, doğrudan paraya bakmasına öncelik veriliyor. Bu arada işlerin tümüyle kontrol altında tutulduğu dikkate alındığında, HÖH başkanına itaat edilmesi, bağlı kalınması ve sözüne uyulması sağlık veriliyor. Çürük kazığa bağlananın işi çürüktür.

Kuşkusuz bu gelişmeler bizim politik ve otorite anlayışımıza terstir.

Devam edecek.

Reklamlar