alptekin-cevherliAlptekin CEVHERLİ
+++
TÜRKSOY’un Kasım 2015’te yaptığı toplantıda alınan bir kararla 2016 yılının Türk Dünyası’nda “Yusuf Has Hacip Yılı” olarak kutlanmasına karar verilmişti. Bu doğrultuda da Kırgızistan’ın girişimleri ile Türk Dünyası Belediyeler Birliği Başkanı Sayın İbrahim Karaosmanoğlu’nun da iştirakleri ile Zeytinburnu’nda düzenlenen bir etkinlikle “2016 Yusuf Has Hacip Yılı” etkinlikleri başlamış oldu.
Büyük Türk Dünyası’na hayırlı – uğurlu olsun…
 * * *
Peki, Yusuf Has Hacip kimdir ki, 8’i bağımsız 40’tan fazla devlet tarafından adına anma yılı kabul edilsin?
Türkistan’da kurulmuş bulunan ve resmi tarih tarafından ilk Müslüman Türk Devleti olarak kabul edilen Karahanlılar devrinde yani 1016 yılında doğan Yusuf Has Hacip’in yazmış olduğu “Kutadgu Bilig” adlı eser İslâm’ı kabul sonrası Türk Edebiyatı’nın günümüze ulaşabilmiş ilk örneği olduğu için Türk ve dünya tarihi bakımından önemli ip uçları içermektedir. Türklerin İslâm’ı kabulleri değil belki ama İslâm’ı kabulleniş şekilleri ve saf inançlarının (moda tabirle ortodoks) bütün güzelliği bu esere yansımıştır.
Sanırım hatırlamışsınızdır; lisedeki edebiyat derslerinde iyi izah edilmediği ve önemi aksettirilmediği için bir kısmınızın başına belâ olan o kitaptan ve dönemlerden bahsediyorum. Ama merak etmeyin konu Türk Edebiyatı değil!
Burada elbette sizlere Yusuf Has Hacip’in hayatını veya yazdığı kitabı anlatmayacağım. İsteyen internetten veya kitapçılardan bulabilir…
Asıl derdim şu:
Kitap, 1070 yılında yani Selçuklu Türkleri resmen Anadolu’yu fethetmeden önce yazılıyor. Karahanlı Devleti hükümdarı Ulu Kara Buğra Han’a, sunuluyor. Bu kitabı okuyan “Ulu Kara Buğra Han” Hacip’e, “Ulu Has Hacib” unvanını ve Kaşgar’da vezir yardımcısı görevini veriyor.
Sonra?
Kutadgu Bilig’in Uygur Türkçesi ile olan ilk nüshası 1439’da Herat’da (bugünkü Afganistan’da) bulunmuş. Bulunan ikinci bir nüshası ise Arapça. Kitabın ilk baskısı 1900’de Alman asıllı sonradan Rus vatandaşı Türkolog Radloff tarafından gerçekleşiyor.
Hayda!
Ne alâka değil mi?
1896’da, Kahire’de, Hidiv (bugünkü Kral) Kütüphanesinin o zamanki müdürü yine bir Alman şarkiyatçı Moritz tarafından bulunuyor.
 1940’ta da Zeki Velidî Togan ise Fergana nüshasını buluyor. Sonra’da Türk Dil Kurumu 1943’ten sonra müteaddit defalar bu kitabı basıyor.
Kitap bizim, ama bulanlar Alman…
Ne ilginç değil mi?
Biz Moritz’e gitmeden şu Radloff’u kısaca bir tanıyalım ki, niye bu kadar lafı döndürdüğümüz anlaşılsın. Radloff, Türk Dünyası’nı değişik yönleriyle araştıran, bulduklarını gün ışığına çıkararak Türkoloji tarihinde yeni bir devir açan ve 81 yıllık ömrünün 60 yılını bu çalışmalara adamış Alman asıllı bir Rus Türkologudur. Orta Asya ve Sibirya’nın az tanınmış dil ve lehçelerini kendisine çalışma sahası olarak seçmiş, Türkçe ile birlikte Moğolca, Mançuca ve Çinceyi de araştırmıştır. Araştırma yapmak amacıyla Rusya’ya gitmeyi düşünen Radlof, Rusçayı da öğrenmiştir. 1859’da Sibirya’ya gitmiş ve orada 12 yıl kalmıştır. Adama bakın, sen Almanya’yı bırak git Sibirya’daki Tayga Ormanları’na Türk tarihini araştır…
Radlof, “Ben, hayatım boyunca yeni bir ilmin, Türkoloji’nin kuruluş ve gelişmesini yaşadım ve gücümün yettiği kadar bu ilmin ilerlemesine hizmet ettim. Bu yüzden benim çalışmalarım, başkalarının da yardımını gerektiren bu ilim dalının tamamlanması ve Türkoloji’nin devam etmesi için birer yapı taşı olmaktan başka bir şey ifade etmez” diyerek dünyada çok az milletin sahip olduğu bir bilim dalını kurmuştur.
1866 yılında yayımladığı ilk eserinin ön sözünde Türkçe için, “Yeryüzündeki hiçbir dil ailesi Türkçe kadar geniş sahalara yayılmış değildir. Afrika’nın kuzeydoğu bölgesinden Türkiye’ye ve Rusya’nın güneydoğusundan Sibirya’nın güneyine ve Gobi Çölü’nün içlerine kadar Türkçe konuşan kavimler yaşamaktadır…” diyerek 19’uncu yüzyılda bizim aslında neredeyse haberimiz dahi olmayan unuttuğumuz dev bir coğrafya ile ilgili olarak Alman kamuoyunu aydınlatmış ve daha sonra bu hizmeti Rus Çarı’na da sunmuştur.
O tarihlerde Almanlar belki doğuya doğru ilerleyememiş ama Türkoloji ve şarkiyat çalışmalarından önemli bilgiler elde eden Ruslar bütün Kafkasya ve Türkistan’ı işgal etmişlerdir.
Almanya ise Türkoloji çalışmalarının meyvesini Osmanlı Devleti’ni adeta sömürgeleştirmeye çalışırken kullanmıştır. En sonunda da bizi punduna getirip yanında 1’inci Dünya Savaşı’na sokarak semeresini almıştır.
Diğer yandan Danimarkalı Dil Bilimci ve Türkolog Vilhelm Thomsen 1893 yılında, Alman-Rus Türkolog Vasili Radlof’un da yardımıyla en eski Türkçe yazı olan Orhun Kitabeleri’ni çözmüştür. İşin ilginci ise bu kitabeleri de 1721’de İsveçli subay Johan von Strahlenberg bularak dünyaya ilan etmiştir…
Adamlara bakın biri Sibirya’ya gidiyor, diğeri Gobi çöllerinde dolanıyor, Biri Afrika Sahrasında Tuareglerin arasında Türkçe’nin izini sürüyor, bir başkası Türkistan bozkırlarında dikilitaş arıyor…
Peki, bizi bizden iyi tanımak için Batılı ülkeler bu çalışmaları yaparken, o yıllarda biz ne yapıyorduk dersiniz?
–          ?
Peki, bugün için ülkemizin güneydoğusunda 30 yıla yakın bir zamandır terörle mücadele ediyoruz. Bununla ilgili Batılılar kaç asırdır çalışma yapıyor biliyor musunuz?
Haydi, son 200 yılı geride bıraktım. Son 50 yıldır, konuyla ilgili araştırma yapan kaç akademisyenimiz çıktı? Batı’dan para alıp yazılan ısmarlama ihanet raporlarını demiyorum. Gerçekten bilimsel ve devlet – millet adına çözüm odaklı, kaç tane rapor var?
Haydi onu geçtim; Doğu Karadeniz, Kuzey Doğu Anadolu, Ege, Trakya, İstanbul ve Çukurova bölgesi için Batılı gezgin, fotoğrafçı, tarihçi, araştırmacı, maceraperest, Türkiye hayranı vs., vs. tarafından kaç bin makale ve kitap yazıldı, yazılıyor?
Ondan sonra da bu terör bir türlü bitmiyor…
Bitmez tabi.
Sen çalışıyor musun ki, bitsin!
Fakültede Niyazi Öktem Hocamız şöyle demişti de kızmıştık: “Türkler tarih yazmaz, tarih yapar” diye. Evet, biz kendimizi yazmadığımız müddetçe, tarihi hep başkaları yazacak, biz ise Mehmetleri ebedî âleme uğurlayacağız…
Bakın, gidip İskoç tarihini yazalım, Katalan tarihini yazalım, Korsika tarihini yazalım, Sicilya tarihini yazalım, Bavyera tarihini yazalım veya Beyaz Rusya tarihini yazalım demiyorum. Kendi tarihimizi; kendi kitaplarımızı, kendi aklımızı kullanarak yazalım diyorum.
Selçuklular 1071’de Malazgirt Ovası’ndan resmen Anadolu’ya girdiklerinden 7 yıl sonra 1078’de İstanbul kapısına gelmişlerdi. Bu ciddi bir ön araştırma ve hazırlığın sonucuydu.
Gazi Süleyman Paşa Çimpe Kalesi’ne 1352’de girdiğinden sadece 9 yıl sonra 1361’de Edirne Osmanlı Devleti’ne geçti ve başkent oldu. Bu ciddi bir araştırma ve hazırlığın eseriydi.
Bu bizim medeniyetimizde var. Yeter ki, özümüze dönelim.
2016 Yusuf Has Hacip Yılı bunlara vesile olsun, kutlu olsun!
davetiyefacebook
Reklamlar