Tarih:  22 Kasım 2018
Yazan: Neriman E.Kolyoncuoğlu
Konu:  Jurnalcilik bir bulaşıcı Bulgaristan hastalığı mıdır?

Biz mazlum Bulgaristanlı Türkler Bulgarlardan arınmalarını istesek de kendimiz zihinsel temizlenmeyi henüz yaşayamadık, ruhumuz huzur bulmuş değil, birbirimizin gözüne bakamıyoruz. Hepimiz birleşmek istesek de tek yumruk olamıyoruz, sanki durumdan hoşnuduz. Oysa kulaklarımızda çınlayan türkülerde başka sesler ve çağrılar var.

Belene Türküsü

Tuna adasında namlı Belene
Mazlum insanların ölüm adası
Allah düşürmesin onun eline
Yanar orada Türkün Abası

Tuna ortasında gamlı Belene
Özgürlüğün kanser yarası
Düşmeye gör Tuna’nın eline
Belli değil onun dibi-deryası

Tuna ortasında kanlı Belene
Nerede Mehmet’in kayıp Babası?
Hasret gidiyor Ayşe geline
Ben Türküm diyen Ali kocası
Nazmi ADALI/1988

Yıllardan beri YOLUN YOLUMUZDUR diyebileceğimiz bir kardeşimizi arıyoruz. Yaratıcı arkadaşlarımızdan Hikmet Efrahim’in 21 Kasım 2018 sabah haberlerinde sütlü kahve gibi bilgisayar ekranıma dizdiği şu satırlar beni şok etti desem, bilmem anlar mısınız. “Tuna” dergisinden bir alıntıdır:

Devlet bakanı Prof. dr. E. Konukman’ın son sözlerini hiç unutmam:
– Bulgaristan Jurnalcı Üretme Çiftliği midir? 31 bin jurnal belgesi… Olmaz öyle şey. Bu toplumsal hastalığın tedavisini iyi değerlendirin
…”

Bu sözlerin anlamı şudur: 1989 “Büyük Göçte” tası tarağı toplayıp öte geçenler varınca Bulgaristan’dan beraberlerinde götürdükleri defterleri çıkarıp Türkiye İç İşleri Bakanlığı’na, MİT ve başka ilgili kurumlara 31 bin mektup yazmışlar. Bu mektuplarında hemşerilerimizden her biri kendini “Belene” toplama kampı mağduru göstermiş ve Bulgaristan Müslüman Türklerinin haklı davasına, gizli örgütlenmemize, Mayıs İsyanımıza ve Türk kimliği ile yetişip yaşamamıza engel olanları birer ikişer ve grup halinde ihbar etmişler. Besbelli bu kaleme sarılıp jurnalleme işi Bulgaristan’da edindiklerin bir alışkanlığın devamı olacak ki, artık kendi tarlamızı kaybettik, yeni toprakları eşeleyelim havasına girmişler.

31 bin kişi 3’er suçsuz kardeşimizi yalan dolan işlere karıştırıp müzevirlerse neredeyse 100 000 (yüz bin) kardeşimize sıkıntı yaratmış, iş bulması yolunu kesmiş, çocuklarının umutlarını budamış olur.

Yıllar geçti Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS)– Çar II. Simyon’un Başbakanlığı yıllarında –  26 bin göçmene Bulgaristan’dan değişik biçimlerde ödenek temin etmeyi başarmıştı. O zaman bu olay beni çok düşündürmüştü. Yaşlıların toplandığı her yerde geveleniyor, “senin benim hizmetlerimiz” gibi cümleler kuruluyordu. “Az mı çalıştık!” cümlesi aklımda kalmış. Doğrudur, dedelerimiz, ninelerimiz, analarımız babalarımız, ağabey, abla ve diğer eli öpülesi büyüklerimiz gençliklerini bıraktılar Bulgaristan’da. O köyler, o köprüler, barajlar, yaşlanmış ağaçlar her şeye rağmen hala ayaktaysa, dökülen alın terimizin helal olmasından, mayamızda Vatan sevgisi olmasındandır.

Türk ruhumun üşüdüğünü hissetmiştim

Türkan Çeşme” kahramanlarını anma mitinglerimize 2 kez gittim. Orada konuşanların sesinde ve sözlerinde, tonunda, bilinç ve zekâ kıvrımlarında isyancı Türk ruhu eksikliği dikkatimi çekmiş, esen kavurucu Aralık rüzgârında ruhumun üşüdüğünü hissetmiştim.

Kırca Ali çiçekçilerine yaptırılan çelenklerin hiç birinin göbeğinde kırmızı karanfilden örülmüş ay yıldızımızı bulamadım. Okunan şiirlerde de kurşun vızıltısı, akan kanın şırıltısı, halk isyanın gür selinin kudretli sesi yoktu. O zaman bizim olan ve Bulgaristan Türklüğünün ölmez ve sönmez varlığının kükreyişini dünyaya duyuran ve bugünde yaşatan bu isyan ne bir evrim ne de bir devrimdi, tam ifade edildiğinde dirildiğimiz mezardan çıkmamızdı. Biz canlı canlı gömülmek ve ebediyen yok bilinmemiz için kurulan bir tuzağın kurbanlarıydık.

Bu kahramanlık dolu olayı hatırlayıp mukayese ettikçe Plevne Savaşı (1877-1878) şehitleri geliyor aklıma. Belki de 1 000 (bin) sene sonra arkeologlar Plevne’de Osman Paşa şehitlerinin toplu mezarlarını açacaklar ve hiçbir Türk askerinin kemiğini, kafatasını veya kolunu, bacağını bulamadıklarında, not defterlerine “böyle bir savaş olmamış” kaydı geçeceklerdir.

Çünkü her savaşta her iki taraf da şehit, kurban ve hasar verir. Savaşların kuralı budur.

Başkanımızı bir konferansta verdiği şu bilgilerden yola çıkarak. Ne bilsin 1 000 (bin) sene sonrasının arkeologları, Bulgar Çarı Ferdinand’ın Londra’yı ziyaret ettiğini. Orada Lortlar Kamarası’nda kabul edildiğini.  “Bir arzunuz varsa çekilmeyin!” diye soran Hint sarıklı bir Lorda, “Var aslında, şu Osmanlı-Rusya Savaşından kalan Plevne toplu Türk kabrindeki kemikleri sandıklarda paketleyip size göndersek ve kemik değirmenlerinizde eritip, rüzgârlı bir havada kör bir dereye savursanız” dediğini… Ve vefat eden her kişiyi yakan ve külünü savuran vatanı Hindistan’ı hayal eden tuhaf sarıklı Lord’un “Olur!” dediğini… Plevne’de o harbin panorama heykeli. Basamaklı anıtlar. Rus kilisesi. Rusçuk’ta ciddi çarpışmalar olmamış olsa da, fese basmış bir atın üstünde Rus Generalini. Hatta Deliorman’da pek ciddi silahlı çarpışmalar yaşanmamış olmasına rağmen, her Türk köyünün kenarında bir Rus Anıt Taşı olduğunu ama hiçbir yerde hiçbir Türk Asker ve Subayın anıtı, Anıt Kabrimiz, Türbemiz olmadığını … bunlar dikkat çekicidir. Bunları gören yok mu? Olmayacak mı?

Bundan 13 yıl önce Türkiye Cumhuriyeti Sofya Büyükelçiliği Askeri Ataşesi görevinde bulunan, şimdiki Tuğgeneral Tacettin Coşkun Plevne Meydan Savaşı alanını gezip gördükten, bir görsel anıt olan Panoramayı da gezip gördükten sonra Gazi Osman Paşaya’nın hak ettiği anıtı Bulgaristan’da dikme zamanı geldi kararını verir. Sofya’ya döndüğünde Türklerin de oylarıyla seçilen Cumhurbaşkanı Georgi Pırvanov’a bir mektup yazarak büyük savaşın yürütüldüğü yerlerden biri olan Koca Balkan’ın “Şipka” Doruğunda bir Gazi Osman Paşa Anıtına yer gösterilmesini talep eder. Bir yıl sonra aldığı yanıtta, “Şipka’da yalnız bir anıt için yer var!” yazar…

Avrupa Savaşlarından 100 yıl sonra, zafer kazanan veya yenilen tarafların ortak barış anıtları dikilidir. Bulgaristan olgunluğu henüz bu aşamaya gelmemiş. Veya bu işi de Vladimir Putin’le mi çözmek lazım!!! Evet doğuruşu o galiba…Çünkü Bulgaristan devlet değil…

Belene” anıt levhasında Türk ismi yok. Kahramanların Bulgar isimleri sıralanmış. Kimin kim olduğu belli değil…

Çiçekler ve dualar da karışmış.

Not: Bulgaristan resmi delillerine göre – “Belene” Kampında 517 Bulgaristan Türkü isim değiştirme olaylarıyla ilgili olarak kapatılmıştır. Birçokları bu rakamın 1500 – 2000 olduğunu söylese de, Ankara’ya ulaşan 31 000 (otuz bir bin) “kahraman” mektubunu düşündükçe kimin mağdur kimin kahraman olduğunu anlamakta zorluk çekiyoruz. Haklarında yazılanlar kendi gölgelerinden korkuyorlar.

Edirne’de geçen hafta toplanan konferansa katılanları DOST lideri Lütfi Mestan’ın konuşması tatmin etmedi. Sofya’da demeç veren Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) Başkanı Mustafa Karadayı’nın isim ve din, kültür ve kimlik değiştirerek yok edilmek ve medeniyet sayfalarından silinmek isteyen Bulgaristanlı 1.500 000 (bir buçuk milyon) Müslüman Türkün gördüğü zulüm, baskı, terör ve şehitler, yurdundan kovulma, parçalanma ve eziyet çekerek sürünmeye zorlananlar ve onların yakınları için tazminat istemesi, dikkati çekti.

Karadayı, bu iş için çok ama çok fazla geç kalındığının farkında olmayabilir, zaten neyin farkında ki?! Bu işler daha 1992’de Filip Dimitrov hükümeti düşürülmeden, 1992’de Lüben Berov hükümeti kurulmazdan önce, daha 2001’de Sakskoburrgotski başbakan olmazdan önce, daha 2005’te BSP lideri Sergey Stanişev başbakan koltuğuna oturmazdan önce yapılan pazarlıklarda masaya konacak ve çatır çatır alınacaktı.

Bu yapılsaydı Bulgaristan’da aşırı milliyetçi faşist hortlama yaşanmayacaktı.

Bu yapılmaya kalksa Avrupa parlamentosunu ateşlemek gerekecek, bu da 3-5 kişiyle olur mu dersiniz? Biz, bu işte yalan savunan Ermeniler kadar olamadık. Haklarımızı savunamadık. Bu yapılsa Ahmet Doğan’ın geldiği Varna yöresinde artık sayıları 20 bini bulan maskeli “MMA cinayet grupları”, kendilerine “bortsite” (savaşçılar) diyen ama asıl vazifeleri dayak atmak olan saldırı ve şiddet çeteleri palazlanamazdı. Onların seçmen üzerinde baskı çadırı kurma denemesi önce 2017 Martında Kocluca (Suvorovo), Provadı (Provadiya) ve Kurtdere (Vılçi Dol) Belediye ve köylerinde denendi. Bu yörede seçim günü devlet duruma hakim değildi. Biz son 28 yılda mücadelemizi ısrarlı olarak ve halka indirerek sürdürmüş olsaydık bunlar yaşanmayacaktı.

Sınır kapılanda tartaklanmayacaktık.  Yurtsever Bulgarlarla milliyetçileri birbirinden ayırmak bu gidişle çok zor olacak. Ülke artık faşizme el atıyor.

 Adım adım ilerlemiş olsaydık, bununla birlikte kültürel otonomi haklarımız da söke söke elde edilecektik ve bugünkü zavallı durumda olmayacaktık. A.Doğan ve HÖH eliti halkımızı uyuttu.

Bu yazımda, Ankara’ya yalan yanlış haber göndermeyi bir pratik haline getiren (başkan demiyorum) Lütfi Mestan için de bir masal seçtim.

Kemik Kavgası

“Silistre sancak beyi Deli İbrahim Paşa köy avcılarıyla birlikte avlanmadan zevk alan biriydi. O, ava çıkmaya sözleştikleri Deliorman köylerinden birine varmış. Köpeklerini yerlilerin arasına salmış. Önce koklaşan köpekler topluca oynamaya koyulmuşlar. Bu kaynaşmadan etkilenen yerli avcılardan biri konuğun yanına sokularak: “Paşam anlaşarak oynayışlarına hayranım!?” demiş. Beyefendi, köylünün kulağına usulca, önlerine bir kemik düşene kadar bu böyledir!” cevabını vermiş ve “o zaman görürsün barışın kemik kavgasına nasıl dönüştüğünü!” demiş ve avlanmaya ormana girmişler.”

Bu derin anlamlı öğüttü gönderen şair Habil Kurt kardeşimize teşekkür ederken, bu bizim davamızın ne çok pahalı yabancı av tüfeği ne de özel saçmalı fişeklerle çözümlenemeyeceğini hatırlatırken, biz kendi tarlamızı tavında sürmeye devam edelim, toz kaldırmaya gerek yok diyorum.

Mestan’ı ava davet etmez olmuşlar. Avcı grupları “kümeste beslenmiş keklik masallarına” karnımız tok diyorlar.

Karadayı’ya eski tarım bakanı Mehmet Dikmen’in On Ait TV ekranından gönderdiği selam ise şöyle: “İyi ya da kötü olması hiç önemli değil, Hak ve Özgürlük Hareketinin geleceği Ahmet Doğan ve etrafındaki kirliğin parti ile ilgili kararları almaktan vazgeçmesine bağlıdır. Bu olursa HÖH partisi yönetime ortak olarak davet edilecektir.”

Okuyanlar okumayanlara gönderiniz.
Kendinize iyi bakın.

Reklamlar