Dr. Nedim BİRİNCİ

Basın sayfalarından ve TV ekranından politika izlemek, kapı deliğinden bakmak gibidir. Görürsün göremezsin, tanırsın tanıyamazsın, ama ne de olsa karşıda birileri vardır.

Politik demeçlerin analizinde, anahtar deliği kilit sözler ya da kavramlardır.

Mesela yabancı bir dilde verilen bir demeç iyi tercüme edilmezse, tamamen yanlış da anlaşılabilir. Demecin nerede verildiği çok önemlidir. Hepimiz biliyoruz ki,  Rusya Başkanı Vladimir Putin Bulgaristan hakkında düşündüklerini ve bazı son kararlarını Ankara’da açıkladı. Sebebi, Moskova’dan söylediğimde işitmeye bilirler, Ankara’ya kulakları açıktır varsayımıydı. Olay anlaşıldı, Rusya Bulgaristan’ı “dost ülkeler” defterinden silmişti.

Çığ gibi gelen hayal kırıklığı da Moskova kaynaklıydı. “Güney Akım” gaz boru hattı paraları gelecek diye içi boşaltılan Koorperatif ve Tücaret Bankası BTK çöktü, Kozloduy AES 7. reaktörünü Rusya yapar planı buharlaştı vs.

Bunlar yeni yılın ilk günlerinde olurken, geçen hafta ABD Devlet Sekreteri Kery Sofya’ya kondu ve “aman endişelenmeyin” dedi, ve bu sözler çok doğru tercüme edilirken, ardından gelen “öç alacağız” ya da ne bileyim “imanlarını gevreteceğiz” gibi bir ifade gelince, bayan tercüman sustu. Çevirmen sanki tökezledi. Ne var ki, Devlet Sekreteri belki de tam bu sözü söylemek için gelmişti Sofya’ya, çünkü Putin Ankara’dan Sofya’yı hedef almıştı.

Kery, Putin’in sözlerini yanına bırakmayacağız demeseydi, biz Bulgaristanlılar Başkan Obama’nın dünkü gün Amerikan Kongresi’nde “bunalım gölgesinden çıktık, yeni bir sayfa açıyoruz” sözlerine bir anlam veremezdik. Anlaşılan ABD 2009’dan beri bunalımdan bir türlü başkaldıramadığı için saldırılarını dondurmuş. Oysa Barak Obama daha ilk fırsatta Rusya hakkında, “tecrit edilmiştir ve tuzla buz edilmiştir, darmadağın bir durumdadır” dedi.

Kardeşim sen anlatıyorsun da kendin bu işten ne anladın, diye sorabilirsiniz. Sormanız hakkınızdır. Kanımca 2015’in ilk gününden sonra dünya değişti. “İkinci Soğuk Savaş” dönemine giriyoruz. Kapı deliğinden görünen budur.

Tarih deneyimlerinin anlattıkları:

Şimdi, birazcık tarihe bakalım, çünkü bu Bulgaristan üzerinden yapılan büyük planların bir de toslama örnekleri var. İkinci Dünya Savaşı sırasında, Bulgaristan Çarlığı Almanya’nın Hitlerci savaş politikasına bağlıydı. 1943 yılında, Alman General Paulus Stalingrad Cephesi’nde “Ben Volga Irmağını geçemem” dediğinde, Führer Çar III. Boris’i  (1918–1943 arası Bulgar Çarıdır) Berlin’e çağırtıp derin sığınakta “Stalingrad Cephesine bir ordu göndereceksin” demişti, kabul etmeyince gazla zehirlenen Çar,  2 haftada öldü. III. Boris Bulgaristan’ı Moskova’dan koparmayı ve Almanya mihverine bağlamayı başarmış ama  “Ben Bulgar’dan Rusya’ya karşı savaşacak ordu toplayamam” demişti.

Şimdiki durumda büyük benzerlik var. 45 yıl Moskova peykiydik, 1990’da “yeni yörünge seçiyoruz” dedik, 25 yıldan beri boş boş dönüp dolaşıyoruz, ha koptuk ha kopacağız bir türlü ne kopabildik ne de hayırlı bir iş için başka bir yere dahil olabildik ama sivri akıllı politikacılar “Avrupa-Atlantik” mihveri deyip iki biçiliyor. Doğrudur da, 25 yıl flört eden sevgililer zor evlenir, deyenlere de ne deyelim. Büyük politikanın bozuk parası küçük devlerdir ya da büyükler didişir, küçükler ezilir deyenlere de hak vermek zorundayız. Bu noktalara işaret etmemin nedeni ise hep şu tercüman kızın atladığı “öç alma” sözceğizidir. Bu taşın altından ne çıkar ve yılan çıkarsa bizi ısırır mı endişesidir.

Avrupa milliyetçiliği eski zamanları arıyor.

Şunu da hemen yazayım. Dünya sanki “Soğuk Savaş” ın başladığı 1945’lere değil de, çok daha gerilere sanki 200 yıl gerilere yani XIX. yüzyıla dönüyor. Kuşkusuz o zaman Amerika’nın dünya hâkimiyeti planları ve bu hayallerin ardındaki hırç, öfke, ödeşme falan filan yoktu. O zamanlar Amerikan’ın derdi: Kızıl Derililerle baş etmek ve onların topraklarına, dünyasına ve zenginliklerine oturup yeni bir medeniyet kurmaktı. Şimdiki durum Birinci ve İkinci Dünya Savaşları öncesinde olduğundan da çok farklıdır. O yılların analizlerini yazan kitapları açıp bakarsanız, dünya ülkelerini, eski sömürgeleri yeniden paylaşmak isteyen emperyalist devletlerarası çelişkilere çok yer ayrılmıştır. Bu sahnelerde Antant ve Mihver blokları gibi gruplaşmalarda görebiliriz. Unutmayalım 2. Dünya Savaşında Moskova’nın en büyük müttefiki Amerika idi. Tabii 21. yüzyılda durum değişti. Eski müttefikler birbirine diş biliyor. Biz de şiddetlenen yeni gıcırtıyı dinlemek zorundayız.

Politikalar değişmezden önce Eski Kıta’da hep milliyetçilik ve ırkçılık rüzgârları esmiştir. Bu gelişmeyi 21. yüzyılda da izliyoruz. Rusya’ya karşı daha güçlü olmak için 1954’ten beri birleşme adımları atan Eski Kıta devletlerinden 28’i artık bir araya geldi. Kenetlenelim derken öyle tedbirler alıyorlar ki, damak ısırtıyorlar. Nüfusunun üçte biri Rus olan Litva ülkede Rusça konuşmayı tamamen yasaklamış. AB, Washington’ u da arkasına alarak Rusya’ya bir sürü yaptırım dayattı. TV ekranlarında gösterilen vahşiler filmlerinde aslanlarla sırtlanların yere serilmiş bir hayvanı paylaşma kavgası gibi bir şey. Çan çekişense Ukrayna’dır. Ben şahsen Ukrayna’nın yeni cangıl da son kurban olacağına inanmıyorum. Kuşkusuz Rusya boş durmuyor. Moskova yeni cepheleşme ve birleşmenin karşıtının her zaman milliyetçilik olduğunu bildiğinden, Batı Avrupa ülkelerindeki milliyetçi ırkçı hareketleri yeniden canlandırdı. Son ayların ürünü olan Batı Avrupa’nın İslamlaşmasına Karşıtı Avrupalı Yurtseverler Birliği” (PEGİDA)  hareketi Almanya’dan sonra, Danimarka, İsveç, İspanya ve İsviçre’yi sardı. Özellikler belirtiyorum, bu hareket ayni dönemde Bulgaristan’da da sözüm ona Yurtsever Cephe (PF) hareketi olarak örgütlendi, Makedon milliyetçi ve ırkçılarını örgütleyen (VMRO) hareketiyle birleşti, 43. meclise girdi ve hükümet ortağı oldu. Ülkemizde Bulgar olmayanlara karşı düşmanlığı körükleyen ana politik güçtür. Ve bu milliyetçi örgütlenme AB ve AB ülkeleri hükümetlerine karşı olduğu gibi, etkinliklerini Rus bankalarının maddi yardımlarıyla geliştiriyor. Son hedef AB’yi dağıtmak ve NATO’yu Rusya sınırlarından uzaklaştırmaktır.

Bu yüzden, sözünü ettiğim, 200 yıl geriye dönüşte XIX. yüzyılı renkleri var. O zaman Osmanlı İmparatorluğuna karşı böyle bir Eski Kıta ve Rusya milliyetçi ortaklığı oluşmuştu.

Olayın patlaması:

Bir salhaneye benzetilen “Charlie Hebdo” kıvılcım oldu. Avrupa kaynıyor. Sokaklar polis dolu. Evler basılıyor. Olay yeri Paris! Medeniyetler merkezi. Anlaşılan bu katliam birilerinin üstüne ancak yıkılacak. Dünya küçüleli gözler ya Amerika’ya ya da Rusya’ya bakıyor. Önce bir delikten çıkan pis koku şimdi iki delikten sızıyor. Olayla ilgili kim ne dedi:

Liberal Stratejiler Merkezi YK Başkanı Bulgar siyaset bilimcisi İvan Krıstev Başkan Putin’in Moskova’da verdiği bir ziyafetine katıldı. Viyana’da çıkan “Profil” dergisinde şunları yazıyor: “Rusya etrafındaki istikrarsızlığın Washington tarafından örgütlenip kışkırtılıyor. Moskova Avrupa ülkelerindeki aşırı sol ve aşırı sağ güçleri besliyor. Fransa’daki faşizan Le Pen hareketi parasal yardım alanların başında geliyor.”

Öte yandan, Moskova merkez basını ve tüm uydu yayınları anti-Bulgaristan propagandasına ağırlık verdi. Yolsuz köyler, su altında kalmış ovalar, kar kış geçit vermeyen yollar, hırsızlarca soyulmuş evler, elektriksiz mahalleler emekli maaşlarıyla geçinemeyen yaşlılar devamlı konu ediliyor. Son dönemde 200 tren hattının dondurulacağının açıklanmasıyla protesto grevlerine başlayan demiryolu işçilerini Rus gazeteciler ve onlara malzeme sağlayan “Alfa” ve “Skat” TV yayınları “Avrupa Birliği’ne üye olursanız durumunuz Bulgar’dan beter olur propagandasıyla Ukrayna’ya gözdağı veriyor. Anti-Bulgaristan propagandası Rusya’da gündem oldu.

Bulgar basını “Charlie Hebdo” hadisesinin kökten dinci İslamcıların işi olduğunu yazmaz oldu. Terörizm değimi ağızdan düşmüyor. Ne ki, terörizm kendi başına politika değildir. Terör olayları politikaya hizmet eden etkili araçlardır. 11 Eylül 2001’de ikiz kuleler teröründen sonra Başkan Bush dünyada ANTİTERÖR CEPHESİ kuramadı. 7–9 Ocak 2015 Paris terör olayından sonra dünya başka bakış açısı aramaya başladı. Gerçekleri bilmek isteyenler derinlere inilmesini istiyorlar.

Fransa’da doğan, Paris’te eğitim alan ve ellerindeki “Keleşlerle” gözleri kırpmadan katliam işleyen Kuaşi kardeşlerin cesaret ve çılgınlığı herkesi düşünmeye zorladı. Gurbetçilerin oğulları ve torunları Avrupa ülkeleri vatandaşı olmalarına rağmen, isyan ediyor.  Her yılın Paskalya Bayramı arifesinde Paris varoşlarının ayaklandığını en az 200 otomobilin ateşe verildiğini unutmayalım. Başlıca Arap kökenli olan gençler, Tunus, Cezayir, Mısır, Irak, Suriye “Arap Baharı”nın etkisindedir. Onlar 21. yüzyıla dış talanmışlar, sokakta kalmışlar, geleceği olmayanlar alayında girdiler. Bu anlamda terör farklı politikaları gerçekleştirme aracıdır. Korkutulan kitleler politik baskılara duyarsızdır. 2012 -2014’te gelecekleri karanlık Müslüman gençler ordusu hareketlendi. Kolayca etki altında kalıp saldırıya geçebiliyor.  Terörizmin gelecek belirlemesine yol verilemez.

“Charlie Ebdo” katliamını gerçekleştiren Kuaşi kardeşleri tanıdığı gerekçesiyle aranan ve “Kapı Kule” sınır kapısında yakalanan başka bir Afrikalı Fransız Haskovo mahkemesinde yargılandı ve sorgulanmak üzere Paris’e iade edildi. Anti-İslam hükümetleri ve makamları birleştirdi. Yerde gökte bireysel terörist ve hücre aranıyor.  Paris 11 Eylül 2001’de başlayan genel saldırının 2. aşaması olabilir. Bir Yahudi’nin öldürülmesi Müslümanlara karşı dünya çapında saldırı eylemleri başlatılmasına yeter de artar. Bu bakıma Moskova mali kaynaklarının arkalamasıyla palazlanan ve pekişen Fransız Milliyetçi Cephesi tespitlerinde haklı da olabilir.

Modern Fransız milliyetçiliğinin lideri Jan-Mari le Pen  “Bu katliam, Amerika ile İsrail’in işi,” dedi. Moskova’da çıkan “Komsomolskaya Pravda” gazetesine demeç veren baba Le Pen, “cinayet Fransız makamlarının suskun razılıyla” işlenmiştir, açıklamasında bulundu.

Büyük politikayı karıştırmak için Yahudi vatandaşların öldürülmesi olayını 2012’de Bulgaristan Sarafovo’da bir mikro buse yapılan saldırı sonucu 5 İsrail vatandaşı ve bir Bulgaristanlı Türk öldü. Papa II. Yoan Pavel’e Roma’da yapılan silahlı saldırıya Bulgaristan’ı bulaştırma çabaları da unutulmadı. Bu cümleden olmak üzere, ABD Dış İşleri Bakanı J. Kery’nin Sofya ziyareti ve şakıyan  “öç alma” niyeti dikkate alındığında ülkemizin 2ç soğuk savaş dalgasında yine cephe ülke olma ihtimalini görebiliyorum.

Kapı deliğinden görebildiklerim bunlardır.

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Siz de düşünün ve bizi arayınız.

Reklamlar