OSMAN BULBUL Osman BÜLBÜL

Konu: Hayallerimde yaşayanlarla yaşıyorum.

Avrupa Çingenelerinin marşıdır “Jelem,Jelem”. Viyana’da kaldığım mahallenin güzel evlerinin güz çiçeklerine gömülmüş avlularının birinden hafta sonunda geldi kulağıma. Bizde de bilinir ve söylenir. Yürekten ve yanık söylüyorlardı. Sözlerin “ağılıyorum, ağılıyorum” anlamında olduğunu biliyordum.

İlgilendim. Şato andıran bir yapı! Sırp Çingenelerinden Rayko Juriç’in eviymiş. Juriç 1990’da Varşova’da Dünya Çingene Kurultayında Dünya Çingeneleri Konsey Başkanı seçilmişti. Forumda, Bulgaristan Çingeneler de bulundu. Yazar Georgi Paruşev Konseye girmiş, kültür sorunlarından sorumlu olmuştu.

İkinci Dünya Savaşı’ndan 45 yıl sonra Doğu ve Batı Avrupa ülkelerinden Çingene baron ve çarları ilk kez bir araya getiren Varşova, en büyük çelenklerin konacağı yerdi. Çünkü Büyük Savaş’ta yakılan, öldürülen, yok edilen toplam 669 bin Çingenenin büyük kısmı burada kalmıştı. Çingene tarihi trajedilerle dolu olsa da daha önce 2 senede bu sayıda kurban vermemişlerdi. Kurultay günlerinde “Jerem, Jerem” çok yanık söylenmiş, hatta Rusya’da Çingene sanatının büyük üstadı sayılan Sliçenko alkış tufanıyla saatlerce sahnede tutulurken,  “yürüyor ağlıyoruz, duruyor ağılıyoruz, ekmek için ağlıyoruz, hürriyet için ağlıyoruz” doğaçlamalarıyla milli marştan bir balada yaratmıştı.

Hitler çizmesi astığında ve ardından idaresi Bulgarlara devredilen Ege Trakya’sı ve Makedonya’dan vagonlara doldurulan 10 bin yaşlı, genç, çoluk çocuk yarı çıplak ve yarı aç Çingene de gönderilmişti “Auschwitz” gibi gaz kamaralı kamplara ve hiç biri geri dönmemek üzere, gidiş o gidiş.

O forumda, Çingene Çarlarının Çarı seçildikten birkaç yıl sonra Juriç, Avrupa’nın göbeği ve Çingene hayallerinin anakenti olan, Maria Theresia’nın (1717 – 1780) o kumral kemancılara bayıldığı bu diyara yerleşmeyi uygun bulmuştu. O gün bu gün Juriç burada “Mercedes” ten inmediği gibi, onun elini öpmeye gelenler de aynı düzeyde gösterişliydiler.

Bundan 26 yıl önce topluca ağladıklarında, bundan böyle ağlamamaya karar verdiler. O gün orada bu kurultayda kendi fallarına bakmaya karar verdiler. Bundan öte hayatın elini başka bir çeşit tutacaklardı.  Varşova Kurultayında kimsesizliğe, öksüzlüğe, sefilliğe, yalnızlığa hor görülmeye çare buldular. Faşizmin onlardan aldığı anaları, babaları, kardeşleri ve evlatları, tonlarca çile gam ve çekiş için tazminat istemeye karar verdiler.

1992’de, Hitler’in yarattığı SS ‘ lerin 27 Şubat 1933’te ateşe verdiği Reistag’ta toplanan Almanya Parlamentosu Bundestag kürsüsünden Çingenelerin istekleri okundu. O bileşimde ilk kez Çingene Baron ve Çarları localarda oturdu. Bunu gören dünya değişiyor sanabilirdi.

Karar çıktı. 4 milyar US Dolarda (dört milyar ABD Doları tazminat) kanat kılınmıştı. Bu parayla tüm yaralar sarılacak, bir daha localara dolmayacaklar, “jerem, jerem” söylemeyecekler, toplu halde ağlamayacaklar, evsizlere ev, okulsuzlara okul, hırsız ve dilenci eğitimi yasaklanacak, ömür boyu hamam görmemişler toplu hamama gidecek, çalmak kapmak iş-güçle değiştirilecek ve artık yere değil güneşe bakacaklardı. Faşizm Kurbanı Çingeneler Anıtı dikmeyecekler, Avrupa karasından Çingene kabristanlığı için arsa istenmeyecek, anıt ve mezarlara çiçek ve çelenk taşımayacaklar yalnız, mezarlar ıslanmayacak, Fatiha okunmayacak,  çiçek satıp çelenk yapacaklardı.

Alman Meclis Başkanı Zita Zismunt Rayko Juriç’in boynuna sarılmıştı. O dönemin kanzleri Helmund Kohl kutladı. Artık Çingene düşmanlığının öleceğine bile inanmışlardı. Para ne yapmazdı! Tüm kapıları açan paraydı. Onlara ikinci üçüncü el insan olarak bakanlar artık önlerinde eğilecek, karşılaştıklarında şapka çıkaracak, gerekince boyun eğeceklerdi.

Nüfusu belirleyen aynı etnikten olan niceliktir, teorisi fırtına koparmaya başlamıştı kafalarında. Kuduz ve kuzgunların intikamı akıllarının ucundan bile geçmiyordu.

Günlerin birinde, Dünya Çingenelerinin Başı Rayko Juriç, Belgrad kafanalarından birinde çok sevdiği ayva rakısını pleskavitsa ile mezelerken bir telefon aldı. Bu çok uzaktan gelen bir sinyaldi. Telefonunda kaydı yoktu.  Ben George Soros deyen sesin onunla Viyana’da görüşmek istediğini, adresine uçak bileti ve otel rezervasyonu gönderdiğini, davete eşinin de uymasının iyi olacağını anlayabildi. Anneannesi falcıydı, kısmetin tek gelmediğini, her zaman çift çıktığını ondan biliyordu.  Bu kısmet öyle bir şeydi ki, insanı rakı mamasından bile bulabilirdi. Onu bulmuştu.

Soros işini sordu soruşturdu. Herkes “büyük iş” diyordu. Sağda masonluk neyse, solda sorosculuk deyen oldu. Çingenenin sağı solu belli olmazdı. İnançlarında çok uzakta olandan ve çok büyük rakamlı olandan fayda gelmez diye bir şey vardı. Zaten şu 4 milyar tazminat meselesini de Sırbistan Çingeneleri bir türlü anlatamadı. O zaman Dinarın değeri kaymış, her gün 4 milyar Doları başka bir rakamla çarpıyorlar, öyle kozmik bir rakam çıkıyordu ki, kimse aklım ermedi demeden, kişi başı mı paylaşılacak, Avrupa’da çalışanlar pay alacak mı, hamilelere bir mi iki mi pay verilecek muhabbetleri gece yarısından sabaha taşıyor, bazen kavga yumruk, bazen da bayılıp oldukları yerde sızıyorlardı.

Juriç ise hep o telefondaki sesi düşünüyor, paraları elden verirlerse kaç bavul olur, yanıma birkaç da çuval alsam gibi hesaplar kafasında buhran yaratıyordu. Böyle anlarda o çiçekçi, mezar taşı, yetimhane açma, Çingene Alfabesi, okul kitabı, öğretmen maaşları, okul müdürleriyle haftalık toplu çalışma düzenleme gibi meseleler birdenbire önemsizleşmişti.

Başım duman dedikleri de işte bu olmalıydı.

Neyse o gün geldi. Juriç, tam ortasında bir talika tekerleği olan yarısı gök mavisi, öteki yarısı çimen yeşili kravatını taktı. Sarı gömlek üzerine yakıştı mı diye aynada şöyle bir baktı. Mavi ile yeşil Çingene bayrağı renkleri, tekerlek de devamlı hareket halinde olduklarını sembolize ediyordu. Yaz kış sürekli hareket halinde olsalar da eski kıtadan dışarı çıkmamaya yeminliydiler. Zaten alacakları tazminatı da buraya gömeceklerdi…

Viyana’da taksiciye gösterdiği adres, bahçesinden “Jerem, Jerem” marşı edaları yükselen şu şatonun demir parmaklı kapı önüydü. Karısının gözü hep süs ve gösterişte olduğundan, şatafatlı bina çok hoşuna gitti. Karşılandılar, yerleştiler, yediler içtiler ve bekleme faslı başladı. Soros,  sekreter, danışman, avukat, özel müşavir ve korumalar eşliğinde bir sürü adam geldiler. Sırp Çingenelerin “Kandaraş” dilinden İngilizceye tercüman bulamadıklarından görüşmeler Sırpça başladı ve sonuçlandı.

Gelen Amerikalı kodaman çok net konuşuyordu, şu şato hediyem olsun, derken sanki çerez parasından söz ediyordu. Fazla uzatmadan üstüne 50 milyon Dolar ekleyelim ve beni “Alacağınız 4 milray US Dolar” la kurulacak CİO’su tayin et dedi. Bu adam sanki işsizdi de iş arıyordu.

Karısı hemen kendi dillerinde “beni bu saraydan çıkarırsan sana gün yüzü göstermem” diye ekleyiverdi. O da, teklifi çok önemli bulup değerlendiriyormuş havasına girince, Avrupa’da yaşıyoruz, hesapları Euro üzerinden görmemize ne dersiniz? Dorusuyla ameli görüşmeye biraz kendi tuzundan koydu.

Aslına bakılırsa, görüşme o an bitmişti. İnsan dolandırma işinde profesyonellerin üstadı olan Soros cukkalaştıklarını fark etti. 50 milyon Euro ödemeye dünden razıydı. İşlere resmiyet kazandırmak ve iyi niyetini belirtmek için, şatonun anahtarı sizde kalsın derken avukatına devir işini yarın bitir, dedi. Bayan Juriç etrafında göz gezdirmeye devam ederken, Soros “Gelecek hafta Lozan’da evrakları imzalarız” derken, karşısında duran pilot üniformalı Baya, Çarşamba gün Lozan’a gelirsiniz, dedi ve kalktı. Aslında iş bitmiş, bir iki imza kalmıştı.

O an tüm hayalleri Juriç’i terk etmeye başladı. Avrupa Çingeneleri için her şeyi bir Amerikalı iş adamının yapması da yakışırdı ha. Sorumluluğu üzerinden armış, Belgrat gettosunda 4 milyarın kaç sıfırla yazıldığını anlatmak, hangi dolarların sahte olmadığı anlatmak derdinden kurtulmuştu. 5. Dünya Çingene Kurultayı toplamasa da olurdu.  Soros Beyden, seçkin Çingeneler arasında yerel Baron, Kont, Markiz ve Çar atama yetki belgesi istemeyi unutmamalıydı. Ağzını açanı ve çok bileri Çar Kral yapıp işin içinden çıkabilirdi. Bu da ancak Çarların Çarına ve Kralların Kralına yakışırdı.

Bu iş burada bitti gibime gelirken, aslında bitmedi.

Soros paraların üzerine oturmuş, ama aklına g,ren bir pire vardı ve onu sürekli rahatsız etmeye başlamıştı.

Eski dostlarından biri Oman’lı Bin Ahmad bin Muhammad vaktiyle ondan 2 milyar Dolar almış ve çölün ortasında 2 katlı bir “hayatın tadını çıkarma” konağı kurdurmuştu. Ardından özel bir uçakla İsveççe gelmiş ve sarışın gözeler arasından dört tane seçerek onları bir yıllığına kiralamıştı. Kızları doğrudan konağa götürmüş, özel eğlenceler için donatılmış şadırvanlı ikinci kata çıkarmazdan önce, işi tomar tomar, kat kat, sandık sandık dolar dolu birinci kata götürmüş ve bu yıl beni memnun ederseniz, gelecek sene hepsini alıp gidin, demiş.

Kızlar el ele vermişler, kendini şeyhlerin şeyhi ve Arap krallarının hepsinden üstün hisseden müşterilerinin terini almışlar, bir yıl dediğin nedir ki, gelip geçmiş ve “Hadi eyvallah!” demişler. Ücretleri almak için birinci kata indiklerinde ne görsünler, para kokusu alan çöl sıçanları kapının altından içeri girip dolarları kemire kemire kullanılmaz hale getirmişler.

İşte böyle durumlardan çok korkan Soros, bir şeyler bir şeyler yapmalıyım kararı almış. Önce Tuna ırmağı taşınca hepsini götürecek yerler seçtirip oralara ahşap mini Çingene semtleri, anayurtları, okul, yemekhaneler ve kantinler yaptırmış.

Sırp Çingenelerinden büyük bir grup Avrupa devletlerine dağıtılarak işin içindeki işi anlamaları önlenmiş.

Gün gelmiş olay Bulgaristan’a da uzamış. “Hayırsever” Soros geliyor hazırlıkları doğrudan Bakanlar Kurulunda yapılmış. İlk elden,  Soros, ufak ufak başlayalım ve Çingenelerin eğitim sorunlarının çözülmesi için 2 milyon Euro hibe edeyim demiş. Bu cömertlik için kendisine teşekkür etmek üzere gül buketleri hazırlatılmış, Çingene kızları kuaföre götürülmüş, görüşmeye birçok Çingene genç toplanmış.  Konuşmacı olarak da yazar Georgi Paruşev seçilmiş. Hükümet tören düzeni uygulanmış.

Kürsüye çıkan Paruşev, “Şu Soros’u görüyor musunuz,  bu adam büyük bir hırsız, biz Çingenelerden 4 milyar US Dolar çaldı” diyerek başlamış kontrolden geçmiş ve onaylanmış konuşma yazısını okumaya, konuştukça kendi sözlerinden ilham alıyor ve sesi sertleşiyormuş.  Anlatmış anlatmış ve para sözünü duyanlar uyanıvermiş. Çingenelerin elinde devletlerde olan paradan fazla para olabileceğine kimse inanmadığından “Hadi sen de, boş boş konuşma, in kürsüden!” deye laf atmaya başlamışlar.

Olay oracıkta bitmemiş. Paruşev’i Bulgaristan Başbakanı Sergey Stanişev de çağırtmiş. “İşi boklattın! 2 milyonun ucundan biraz koparırdın”  senden bunu beklemezdim, demiş.

İşte böyle bizim Çingeneler “Jerem, Jerem” söylemeye ve hayallerindeki hayallerle yaşamaya devam ediyorlar.

Onlara da şaşmıyorum artık. Biz Türkler Bulgaristan’ı baştanbaşa yeni evlerle, köşklerle donatmıştık.

  • Eee, ne oldu? Bunu bana soran önce vicdanım oldu.

Boş bir ev, ev olmaktan çıkmış bir evden başka nedir ki?

Aysız ve güneşsiz bir gök, bomboş bir gökyüzü olmaktan başka nedir ki?

Ben hayalimde her gece köyümde yürürüm. Bizden önceki zamandan mı yoksa bizden sonraki zamandan mı geldiklerini bilmediğim erkekler, kadınlar ve çocuklarla karşılaşırım. Onlar da senin benim gibi işlerine giderler, selamlaşırlar, konuşurlar, alış veriş ederler, yaşarlar.

Bunları anlattığımda Nikolay bile bana bir defasında sizin köy ölü mi diye sordu.

– Hayır, Sanmıyorum, Bu mümkün değil, dedim.

– Neden? Diye sordu.

– Çünkü hayallerimde yaşıyor.

Size gerçek bir olay anlatmaya çalıştım.Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Reklamlar