Tarih: 01 Kasım 2018

Yazan: Sakir ARSLANTAŞ

Konu:  Bulgaristan Türklerinin başız bir gövde olarak hareket etmesine zemin uzun zaman hazırlanmıştır.

Candan Erçetin’in “Meğer” şarkısı var. “Ağlamam artık gidenlere. Ağlamam artık ihanet edenlere” dediği o şarkı. O “güzellere ihanet edenlere” derken, ben hep “vatanıma, dilime, dinime, kültürüme ihanet edenlere” şeklinde ilavelerle okur giderim.

Bu konuyu eşelerken bilinçli ve bilinçsiz ihanet edenler olduğu noktasına vardım.

Bu konuyu daha sık elerken, Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS) Kırca Ali / Karagözler – Çernooçine belediyesinden ilk demokratik seçimde (Haziran 1990) Milletvekili seçilen Remzi Osman’ın, şu an tarihini tam olarak yazmakta zorlandığım, “Prostor” lokantasında yerli ve Türkiye’den “Beleneciler” (Belene Ölüm Kampı mağdurları) önünde yaptığı kısa bir konuşmayı hatırladım.  Bu konuşmasında o kendisine bakan çift gözlerin hepsine birden “biriniz ikiniz değil, siz hepsiniz ışınlanmışsınız” demişti. “Belene” Ölüm kampında kalmış – resmi rakamlara göre – 517 Bulgaristan Türkünden çoğu oradaydı.

Remzi Osman, 1942-1944 yılları arası Rodoplar’daki anti-faşist mücadeleye katılan partizanlardan aç kalanlara sofra açmış bir gazi dedenin torunuydu. Aynı partizanlar daha sonra, özgürlük ve eşitlik sevdalarına ihanet etmişler, oluşturdukları totaliter komünist toplumda (1973-1989) Türklere keskin diş ve tırnaklarını batırarak isimlerini ve kimliklerini değiştirmeye kalkmışlar, adet ve törelerine, halk bilgilerine ve inançlarına amansızca saldırmışlardır. Remzi’yi de öğretmen olduğu köy okulunda Türk çocuklarını karanlığa bakmayı öğretmeye zorlamışlardı. Bu toplumsal çelişkiyi aşabilmek için demokrasi onu seline katmış, zamana ayak uydurmuş hatta yerel öncü durumuna getirmişti.

Biriniz ikiniz değil, siz hepiniz ışınlanmışsınız” sözlerini işitenlerden o an yerinden kalkan olmamıştı. “Işınım” ya da “radyasyon” sözünün tam anlamını bilmeyenler de olabilirdi. Sonra, Remzi bir “ışınımölçer” yani bolometre miydi? Türkiye’ye vardıklarında sağlık kontrolünden geçmişlerdi. Onlara “sen ışınlanmışsın” diyen olmamıştı.

  1. Osman devam etti. “Biz “Belenekampı tutanaklarının dosyalarını istedik, onları teker teker gördük, bir tek bayan Hüsniye Mustafa dışında, hepiniz karşı tarafa çalışmayı kabul etmişsiniz, hain olmaya kanat açmışsınız, bu işin özrü olmaz, örgüt yapımızda ışınlanmış kadrolara görev veremeyiz.” demişti.

Bu konuyu yıllarca deşen, “yok öyle bir şey, iftira” diyen olmadı. Aynı kampın aynı odasında ranza paylaşanların gitgide göz göze gelmekten kaçındıkları, bakışlarının kesişmesinden kaçtıkları dikkati çekti. “Kahramanlar” kabuklarına çekildiler. Söylenen sözler çok ağırdı. Aile bozabilirdi. Gelinler çocuklarının dede koynuna girmelerine, bayramda el öpmelerine bile karcı çıkabilirdi. Ninelerin derdi katmerleşirdi. Ağızını kapayan bir de üstüne fermuar çekti.

Köstebeklerin kış uykusu

Demokrasi uykusuna girenlerde beliren ilgisizlik o kadar derinleşti ki, asimilasyon kampanyası boyunca öldürülenlerin sayısı 37  (otuz yedi) değil, 1000 – 1500 kişidir, diyecek cesaret bulamadılar. Susanların susması can sıkıcı oldu. Kap tutmayan yaralar yosunlaştı. 30 yıl sayıklayanlar, gece kalkıp sokak sokak dolaşanlar, ağaçlarla konuşanlar var. Vietnam Savaşında 56 bin US askeri ölürken, amerikaya döndüklerinde psikolojik denge bozukluğundan deli hanelerde ölenlerin sayısı 150 bindir. “Belene” kampından cenaze çıkmadı. Ardından gelen yaprak dökümüne dikkatle bak. Delirenler deliliklerine evlerinde bakıyor.

Bu olayı yakından izleyenlerin aklına gelen şuydu: Körün istediği 2 göz, biri ela biri boz. Köstebekler kördür. Hikâyeleri şudur:

“Köstebek kör kalmış. Çünkü dışarı doğru bakmak yerine içeri, yüreğine doğru bakmış. Nerden gelmiş aklına bunu yapmak kimse bilmez. Ama bu bakış tanrılara özgü olduğundan, “Tanrılar kızıp onu sonsuza dek toprağın altında yaşamaya mahkûm etmiş.”

Biz bu mahrumiyete kaderi ışınlanmış diyoruz.  Ölüm korkusu yaşayan insanlar en kolay ışınlanıyormuş. Ne yazık ki, köstebek illetinden kurtuluş yok. Kanser gibi… Birisine yaklaşsan ve “ağabey, başından geçenleri biliyoruz. Şu hak ve özgürlük davası gaziliğini gençlere bir anlatsan” dediğimizde, “başkasını bul be oğlum” deyip, yan kırıyor, şapkasını önüne çekip bastonundan güç alarak uzaklaşıyorlar.  İlk yılların heyecanı kurudu. Sanki davanın suyu çekildi. Hem Türkiye’den hem de Bulgaristan’dan emekli maaşı alanların “ta ni olacak be gülüm” cevabı da kendileri için sanki doyurucu.

Türk kimliği davamızla ilgili kamplarda, hapishanelerde, sürgünde ışınlanmış ağabeylerimizi şu katmanın içinde görebiliyoruz.

Bulgaristan’daki Türk nüfusunun üçte ikilik kısmı kırsal kesimde – köylerde – yaşamaktadır.

1992 rakamlarına göre, Bulgarlarda üniversite mezunu oranı genelde  %20, Bulgaristanlı Türklerde bu oran %2’dir.

Aynı yıl memlekette lise mezunu oranı Bulgarlar da %54, Türklerde ise %24’tür.

Bu rakamlar, Bulgarlaştırma süreci içinde Bulgar devletinin resmi açıklamalarında (Mart 1985 İç İşleri Bakanı D. Stoyanov’un demecinden) Türkler arasında 3 261 ajan olduğu dikkate alındığında büyük bir çelişkiyle yüzleşiyoruz. Bir defa okuma yazması olmayan kişilerden ajan seçmek yasaktı. 15 Ekim 2018’de Dosya Komisyonundan yapılan resmi açıklamada Todor Jivkov döneminde ajan dosyalı ve kartonlu kişilerin sayısı 2 500 000 (iki buçuk milyon) olduğu ortaya çıktı. Nüfusun üçte biri komünist ajanlığa bağlanmıştır. Bu ajanlara yüzde yüz inanılır mıydı bilmiyorum. Fakat şimdi ajanların bazı ihbarları problem yaratmaya başladı.

Eski ajanlar memleketimizi satıyorlar.

Hafta sonu Sofya, Pleven ve Köstendil’de Dış Ülkelerdeki Bulgarların işine bakan ve onlara Bulgar pasaportu veren devlet ajansı yönetimi tutuklandı. Bu ajans her ay 1,2 milyon (bir milyon iki yüz bin) Euro rüşvet topluyormuş. Adalet Bakanlığında yabancılara Bulgar Pasaportu verme işlerinden sorumlu devlet memuru Bayan Katya Mateva’nın anlatıldığına göre, 2 dakikada bir sahte pasaport veriliyormuş. (Galerya gazetesi 2018, sayı 44)

İşler o kadar kolaylaştırılmış ki, Bulgar tebaası istenmez olmuş, bir beyan imzalamak yeterli olmuş. Arnavutlara, Kosovalılara, Makedon, Moldova ve Ukraynalılara AB pasaportu verme içi 2012-2017 yılları arasında Makedon partisi VMRO Başkanı Krasimir Karakaçanov – halen Başbakan Yardımcısı ve Milli Savunma Bakanı – tarafından yönetilmiş. Bulgar milliyetçiliği, Türk düşmanlığı, İslam düşmanlığı sahte pasaport satmaktan BULGARİSTAN’I SATMAKTAN toplanan rüşvet paralarıyla finanse edilmiştir. Kodamanlardan, başbakan yardımcıları, bakanlar, genel müdürlerden tutuklanan yok. Bulgaristan’da doğmamış, yaşamamış, Bulgar dilini bilmeyen, Bulgaristan’da malı mülkü hatta banka hesabı olmayan yabancılara memleketimiz peşkeş çekiliyor ve Türk düşmanlığı tırmandırılıp kızıştırılıyor. Yani eski ajanlar yeni ajanlara inanmıyorlar. 5 yıl önce mecliste özel bir karar alındı ve eski ajanlar devlet işinde çalışamaz dendi.  Bakan, Başbakan Yardımcısı olamaz kararı alındı. ,

Bugünkü Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı K. Karakaçanov 1989’dan önce, totaliter komünizm zamanında VI. Şubeye bağlı III. Amirlikte görevli polis Hristo Hristov’a ajanlık yapmıştır. Bu resmen açıklandı. Bu III. Amirlik Bulgaristan istihbaratı “DS” ile Rusya istihbaratı KGB arasındaki ilişkileri ve işbirliğini düzenleyen makamdır. Hristo Hristov bugün bir avukat olarak, VMRO parti binasının 3. Katındaki ofiste çalışıyor ve VMRO partisi Başkanı Karakaçanov’a danışmanlık yapıyor. Soruyorum: Değişen nedir?

Dosyalar açılırken “DS” eski ajanları yeni sistemde –DANS – ajan olamaz denmişti. Eski ajanlar bakan, bakan yardımcısı, Başbakan Yardımcısı ve Başbakan, Meclis Başkanı, Savunma bakanı olamaz. Eski istihbarat subaylarından danışman olarak yararlanamaz denmişti. Olaylar nerelere gitti. Bunların hepsi kafaları ışınlanmış totaliter komünist memleket satanlar, Türklere karşı kuduranlardır.

Eski ajanlarla yeni ajanlar arasında sımsıkı bağ olduğu ortadadır. Bunu inkâr edenler yalan söylüyor. Onlar bugün de iktidardadır. Demokratlar nerede? Sofya meydanlarında neden yanmıyor ateşler. En kötü olan halkımızın ilgisizlik radyasyonu ile ışınlanmış olmasıdır.

Körün istediği 2 göz, biri ela biri boz.

Öyle insanlar vardır ki, kendilerine yapılmak istedikleri iyiliği gördükleri halde bununla yetinmezler, ayrıntılarının şu, bu biçimde olmasını da isterler, isteyecek kadar yüzsüzlük ve aç gözlülük ederler.

Toprak altında oyduğu yuvalarda yaşayan, gözleri hemen hiç görmeyen, derisinden kürk yapılan küçük bir hayvan – köstebek. Toprağın üzerinde işi olmaz bunların. Toplumda ve güneş gören dünyamızdan ilgilenmezler. Bu tip insan yaratmayı başardılar. Ne yazık…. Hepsi büyük bir korkunun ürünüdürler.

30-35 yıl geçti kimse kalkıp da köstebek benim demedi.

Göç edenler için köstebeğin bir kaçış stratejisi oldu diye düşündüm. Aramızda olanlardan bazılarının köstebek olduğunu bilmeyen yoktu. Ama hiç birimiz kimsenin yakasına yapışmadı. Biz kader kardeşiyiz demekle yetindik. Şimdiki ilgisizliğimiz çocuklarımızın geleceğini öldürüyor. Köstebekleri bulacağız yemini içmiştik defalarca. Hiç birini darağacına asmadık. Zaman geldi köstebek olamayanlara acıdık. Ortada kalmışlardı. Bir baltaya sap olmayanların durumu çok kötüydü. Köstebeklerin köstebek ürettiğini, ışınlanmışların ise her bakıma kısırlaştırıldığını öğrenmek büyük acı verdi. Gecelerce yok olmak mı iyi, köstebek olmak mı dolaştı kafamda… Köstebek tarlarında köstebek olmadan yaşama şansı yoktu.Bir Bulgaristan Müslüman Türkleri olarak köstebek sorununu çözebildik mi?  Bu sorunun cevabını yeni yazımızda ele alacağız.

Anadolu’ya göç ederken; geride köylüm, fakir ve cahil bir kitle kalmıştı. Bulgaristan Türklerinin başsız bir gövde olarak hareket etmesine zemin hazırlanmıştı. Başımız toprağın altındaki kör köstebekti. Köydeşim bir işe yaramayan A. Doğan’dı.

Paylaşınız ve aeranızda Tartışınız

Silkininiz ve aynada bakmaya üşenmeyiniz.

Reklamlar