Nevzat ÖZTÜRK

Türklerin İslâmiyeti kabulü tarihin önemli hadiselerinden biridir. Bu uzun bir zaman almıştır. Bir toplumun akşamdan sabaha, birdenbire topyekün dinini değiştirmesi mümkün değildir. Türklerin İslâmiyeti benimsemesinde tasavvuf inanışının rolü büyüktür.Türkler arasında İslâm’ın geniş kitleler halinde kabul edilmesi hadisesinde Ahmet Yesevî’nin rolü büyüktür. Ondan önce de başka sûfilerin varlığı muhakkaktır. Ama Ahmet Yesevî’nin yeri başkadır. Diğer bir ifadeyle Ahmed Yesevî, İslâm ve Türk tarihi boyunca yaşamış binlerce sûfiden herhangi biri değildir. O yalnız Türk sûfîliğinin değil, bir bakıma Türk halk Müslümanlığı’nın da adı bilinen ilk öncüsüdür.[1]Ahmet Yesevî, çok sevilen tarîkatiyle Orta Asya Türk boyları arasında İslâm inancının yerleşip gelişmesini sağlayan bir din ve tasavvuf önderidir.

Ahmet Yesevi, bugün bile adından saygı ile söz edilen, Türklerin din anlayışına damgasını vurmuş önemli bir şahsiyettir. Onun varlığı, Türk dünyasının hemen her yerinde, Kazakistan’da, Kırgızistan’da, Türkmenistan’da vb. sanki halen yaşıyormuşçasına hissedilir. Daha da ötesi, aradan geçen asırlar, bir yandan Ahmet Yesevi’yi mitolojik bir öge haline getirmiştir; öte yandan da, Türkler’in birbirlerini anlamaları, yeniden tanıyabilmeleri için kendisine sarılacakları bir ortak sembol haline dönüştürmüştür. Ahmet Yesevi bütün Türklerin ortak dili haline gelmiştir. Bu sebepten Ahmet Yesevi, sadece Türkiye için, Türkiye’deki Alevilik-Bektaşilik için değil, bütün Türk dünyası için özel bir önem taşır.

Ahmet Yesevi, Arapça’nın bilim dili olarak genel kabul gördüğü, cennetin dilinin bile Arapça olduğu tartışmalarının yapıldığı bir zaman diliminde, Arapça ve Farsça bilmesine rağmen, insanlara İslam’ı anlatabilmek için kendi öz dilini, Türkçeyi tercih etmiştir. Bu tercih, onun doğrudan Kur’an’dan ve Hz. Muhammed’in sözlerinden damıtarak oluşturduğu din anlayışının, Türklerin oluşturdukları Müslümanlık için birinci derecede belirleyici olmasını sağlamıştır.

Ahmet Yesevi’den bize intikal eden en önemli miras, onun Hikmetler’idir. Hikmet, veciz bir şekilde “dini-tasavvufi özlü söz” olarak tanımlanabilir. Ahmet Yesevi, İslam’ı, Kur’an’dan ve Sünnet’ten anladıklarını ana dili Türkçe’yi kullanarak manzumeler halinde insanlara anlatmaya çalışmıştır. Divan-ı Hikmet, onun sözlerinin, ona ait olduğuna inanılan manzumelerin toplandığı bir divandır. Hikmetlerin tamamı göz önüne alındığında üzerinde yoğunlaşılan ana konuların Allah ve Peygamber sevgisi, Allah’ın birliği ve sıfatları, öldükten sonra dirilme ve kıyamet, Peygamberin sünneti, zühd ve takva, Allah’ı anma, Yesevi tarikatının adab ve erkânı gibi hususların teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Hikmetler, kısaca söyleyecek olursak, İslam’ın yüksek ahlakının damıtılarak insan idrakine sunulmuş halidir. Ahmet Yesevi, ahlak merkezli bir din anlayışının toplumda makes bulabilmesi için çalışmış, konuşmuş ve hikmetler söylemiştir.[2]

Kur’an, Hz. Muhammed’in en güzel örnek olduğunu söyler. Ahmet Yesevi’nin, Hz. Muhammed hakkında derin bilgisi olduğunu ve ona samimi bir aşkla bağlı bulunduğunu Hikmetler’inden anlamak hiç de zor değildir: “Ümmet olsan, Mustafa’nın peşinde ol sen; / Dediklerini can ve gönülden hem kıl sen; / Gece ayakta, gündüzleri oruçlu ol sen; /Gerçek ümmetin rengi tıpkı saman olur. / Sünnetlerin sıkı tutup ümmet ol sen; / Gece gündüz selam verip ülfet ol sen;/ Nefsi tepip mihnet erse, rahat ol sen; / Öyle aşık iki gözü giryan ol sen”.[3]  “Muhammed’in bilin zatı Araptır; / Tarikatın yolu bütün edeptir. / Hakikat bilmeyen insan değildir; / Biliniz hiçbir şeye benzemezdir./ Muhammed’i tavsif etsem kimine/ Anasının bil sen Amine/ Atasının adı Abdullah idi; / Anadan doğmadan ölmüş idi”. (Eraslan , 279 vd.) Bu Hikmet bütünüyle Hz. Peygamber’in hayat hikayesine tahsis edilmiştir. Bir başka Hikmet’te Hz. Peygamber ile ilgili duygularını şöyle dile getirir Ahmet Yesevi: “Onsekiz bin aleme server olan Muhammed; / Otuzüç bin ashaba rehber olan Muhammed. / Çıplaklık ve açlığa kanaatli Muhammed; / Asi, cani ümmete şefaatli Muhammed. / Gece yatıp uyumaz, tilavetli Muhammed; / Gerip ile yetime mürüvvetli Muhammed. / Yoldan azan şaşkına hidayetli Muhammed; / İhtiyaç olsa kime, kifayetli Muhammed. / Ebu Cehl, Bu Lehep’e siyasetli Muhammed; /Melametin sabunu, selametli Muhammed. / Namaz, oruç kılıcı, ibadetli Muhammed; / daim tespih diyici, riyazetli Muhammed”. [4]

Ahmed Yesevî, küçük yaşta Kur’an’ı öğrenmiş ve böylece hayatı boyunca bağlı kalacağı bir kaynağı içine sindirmiştir. Onun düşünce dünyasında Kur’an’ın yerine ilişkin ilk tespitimiz, Kur’an’a olan hizmetidir. Bununla, kabaca, bir âlimin veya müellifin yaşadığı toplumda Kur’an’ın öğrenilmesi, anlaşılması ve yaşanması için çaba sarfetmesini kastediyoruz. Bu hizmeti talebelerine okutarak, öğreterek, halka anlatarak, tebliğ ederek, eserlerinde delil olarak kullanarak veya meal ve tefsirini yaparak yerine getirebilir. Hiç şüphesiz Müslüman âlim ve önderlerinin ilim, irşad ve tebliğde ilk kaynağı Kur’an’dır. Yesevî’nin de buna uyduğunu ve halkını Kur’an’la buluşturmaya çalıştığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Hizmetleri öğrenci yetiştirmek, halkı dine irşad etmek ve dine çağırmak olup bu konuda en iyi telkin gücü olarak da Kur’an’ı (ve hadisleri) başvuru kaynağı almıştır.[5] Önce kendi sözlerine bakalım. Divân-ı Hikmet’in 147. hikmetinin ilk kıtası şöyledir: Koştamaydı-av ğalımdar sizdin aytgan Türkini/Ariftardan esitsen aşar köngil mülkini/Ayet, hadis mağınası Türkişe bolsa kolaylı/Mağınasına jetgender jerge koyar börikin../Miskin, alsiz Koja Ahmet, jeti atana rahmet/Parsi tilin biledi, köp aytadı turigin /(Hoş görmemekte âlimler sizin dediğiniz Türkçe’yi/ Ariflerden işitsen açar gönül ülkesini /Ayet hadis anlamı Türkçe olsa kolaydır/Anlamına yetenler yere koyar börkünü../Miskin, halsiz Hoca Ahmet yedi atana rahmet/Farsça’yı bilir ama Türkçe çok söyler)

Yukarıdaki dörtlükten bazı önemli ipuçları çıkarıyoruz. İlk olarak Ahmet Yesevî’nin Kur’an anlayışına bir işaret vardır. Buna göre Kur’an, ona inanan herkes tarafından anlaşılması gereken bir kitaptır. Yalnız anlaşılma yetersizdir, aynı zamanda dini-ahlaki yaşantıyla uyum gerekir.[6] İşte bu hedefe ulaşabilmek için ayetlerin geniş tefsirinden ziyade basitçe anlamına özellikle de mesajını yansıtmaya çalışıyor. O, sadece ulemanın anlaması ve yorumlamasına kalmaması gereken bir kitaptır. Müslüman halk da kitabını kendi dilinden anlamalıdır. Bu nedenle Yesevî’nin hikmetlerinde derin bir tefsir yoktur. Aşağıda da görüleceği üzere, o, genellikle seçtiği ayetleri anlatacağı konularla ilişkilendirmiştir. Burada amacı insanların basit seviyede Kur’an’ın mesajından haberdar olmalarını sağlamaktır. Bu Kur’an anlayışı, daha geniş perspektiften baktığımızda, bizi, onun din anlayışına götürür. Ona göre dinin temelinde kitap vardır. Kitap müminlerin hepsine ortak hitap eder. Müminler dinlerini Kur’an’dan ve onun mübelliği ve uygulayıcısı olan Hz. Muhammed’den öğrenmelidir. Nitekim daha ilk hikmetinde, “Ayet ve hadisi her kim dese, kulak ver” diyerek bu durumu açıkça dile getirir. Hikmetlerin sonundaki Münâcâtnâme’de ise “Benim hikmetlerimin madeni hadistir, … Benim hikmetlerimin fermanı Sübhan’dır, Okuyup bilsen manası Kur’an’dır” diyor. Böylece hikmetlerin iki temel kaynağının Kur’an ve hadisler olduğunu açık bir dille vurgular.

Ahmet Yesevî’nin din anlayışında Kur’an-sünnete bağlılığı kesindir. Fakat bu noktada onun da diğer mutasavvıflar gibi dinde şeriat-tarikat ayrımını kabul ettiğini görüyoruz. 147. hikmetin ikinci kıtasında açıkça bunu dile getirir: Kazı, müfti, moldalar şeriğattın jolında/Arif ğaşık alıp tur tarikattın biigin/Ğamal kılğan ğalımdar dinimizdin şırağı/Pırak miner makşarda kisayta kier börigin/(Kadı, müftü, mollalar şeriatın yolunda/Arif âşık tarikatın yüceliğini alır/Ameli olan âlimler dinimizin çırağıdır/Burağa biner mahşerde, yan giyer börügü)[7]

Tasavvuf tarihine damga vurmuş olan bu din anlayışı, Yesevî’nin düşüncesinde de en derin anlamıyla yerini almıştır

Ahmet Yesevi’nin yukarıda yer verdiğimiz kıtadan(Koştamaydı-av ğalımdar sizdin aytgan Türkini/Ariftardan esitsen aşar köngil mülkini/Ayet, hadis mağınası Türkişe bolsa kolaylı) çıkardığımız bir diğer  netice, Kur’an’ın tercümesi ve Arapça dışındaki dillerle tefsir yapılmasının tarihine dikkat çekici bir nottur. Bilindiği gibi Kur’an’ın başka dillere tercümesinin yapılıp yapılamayacağı çok eski bir tartışmadır. Hicri II. yüzyılda yani büyük imamlar döneminde, tercüme ile ibadet olup olmayacağı meselesi ön plana çıkmış ve Kur’an’ın tercümesine hoş bakılmamıştır. Ayrıca zaten ilim dili olarak Arapça hâkimiyeti vardı. Daha sonraları ise Arapça dışındaki dillerle Kur’an’ın manalarının ifade edilemeyeceği endişesi ile tercümeye hoş bakılmamıştır. Yeri gelmişken Kur’an’ın ilk Türkçe tercümelerinin tarihinin 11. yüzyıla kadar yani Yesevî’nin zamanından biraz öncesine kadar gittiğini hatırlatalım.[8]

İlahiyatçı, Prof.Dr.Hasan ONAT’a kulak verelim: “Ahmet Yesevi’nin Türklere hediye ettiği “ahlak temelli İslam” anlayışı, Türkiye’nin ve Türk Dünyasının içinde bulunduğu koşullar açısından özel bir önem ve anlam taşımaktadır. Türkiye’de, bizi bir arada tutan, yüksek güven kültürü yaratılmasında etkin olan temel ortak paydanın günden güne eridiği düşünülürse, gerek uzlaşı kültürünün yaratılmasında, gerekse dinin, laiklik ve demokrasi ile çatışma zeminine sürüklenmeden yeniden toplumu bir arada tutan temel değer ve insanın yaratıcı yeteneklerinin etkin olmasını sağlayan bir motivasyon kaynağı olarak inşa edilmesinde Ahmet Yesevi’nin bize söyleyeceği çok şeyler olacağını/ olması gerektiğini söyleyebiliriz. Ahmet Yesevi, Kur’an’ın ruhu diyebileceğimiz yüksek ahlaki değerleri Hikmetler’nin içinde eritmiştir. Onun aradan geçen asırlara rağmen, mitiolojinin zırhının içinde de olsa, dipdiri, taptaze kalmasını tesadüflerle izah etmek pek mümkün değildir.

Ahmet Yesevi’nin din anlayışının köklerini de hesaba katarak düşünecek olursak, onu, adı ne olursa olsun, herhangi bir mezhebin, meşrebin, tarikatın dar sınırlarına hapsetmenin onu anlamamanın ötesinde, ona yapılabilecek bir haksızlık olduğunu düşünebiliriz. İşin gerçeği, kendini bilmeyi, adam olmanın, Tanrı’yı bilmenin ilk adımı olarak gören, “Sünnet imiş, kafir de olsa incitme sen; / Hüda bizardır katı yürekli gönül incitenden” diyebilen bir gönül adamını, insan olmanın zirvesinde, Tanrı’ya yaklaşmış, ya da Tasavvuf dilindeki “ene’l- Hakk” sırrını keşfetmiş farklı bir dil, farklı bir akıl, farklı bir boyuttaki insan olarak değerlendirmenin dışında herhangi bir ifade yolu bulmak pek mümkün olmamaktadır. Hele hele onu, farklı bir dil olan “melamet”ten yola çıkarak “gulat” çizgiye indirgemeye çalışmak, tam anlamıyla bir kadirbilmezlik olacaktır.

Türkiye’nin sorunları, büyük ölçüde kendimizi, tarihimizi ve biz biz yapan değerleri, ne kadar doğru bilip bilmediğimizle ilgili olsa gerektir. Biz, kendi modernitemizi kendimiz yaratmak zorundayız. Bunu yapabilmenin yolu, köklerimizi, kök değerlerimizi doğru anlamak ve onları evrensel ölçekte yeniden üretmeyi başarmaktan geçmektedir. Türkler, yaşayabilmek için tarihin öznesi olmak zorundadırlar. Bunun için üst seviyede bir tarih bilgi ve bilincine ihtiyaç vardır; dinin insan aklına ve iradesine destek olmasına ihtiyaç vardır. Dine rağmen çok fazla bir şey yapılamayacağını artık anlamak gerekmektedir. Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli, Mevlana, Yunus Emre, adeta zamana karşı direnerek, gelecek inşa etme iradesine sahip yaratıcı yeteneklerin kendilerine ulaşmasını beklemektedirler. Geçmişi olmayanın geleceği de olmaz. Sağlıklı bir gelecek, geçmişin tecrübesinden yararlanılarak ve geleceği iyi okuyarak kurulabilir.”[9]

Çok kıymetli okuyucularım hepinizi Allah’a emanet ediyorum. Okuyunuz, okutunuz. Selam ve saygılar…

 

 

[1] Ahmet Yaşar Ocak, Türk Sufîliğine Bakışlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 1999, s. 65

[2] http://www.hasanonat.net/index.php/89-ahmet-yesevi-nin-din-anlay-s-ve-bektasilikteki-baz-yans-malar/07/01/2019

[3] Eraslan, kemal, “DİVAN-I HİKMET – SEÇMELER”,Kültür Bakanlığı Yay. Ankara, s:215

[4] Kemal Eraslan, “DİVAN-I HİKMET – SEÇMELER”,Kültür Bakanlığı Yay. Ankara, s:287

[5] Emine Yeniterzi, “Ahmed-i Yesevî’den Öğütler”, Türkiyat Araştırmaları, sayı 3, Konya 1997, s. 71 vd.

[6]İsmail ÇALIŞKAN, “Ahmed Yesevî Düşüncesinde Kur’an’ın Yeri –Bir Gönül Erinin Mısralarına ‘Ruh Veren’ Ayetler”. Türk Dünyası Bilgeler Zirvesi: Gönül Sultanları Buluşması. 26-28 Mayıs 2014. Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı (TDKB). Eskişehir, ss.421-434 (http://bilgelerzirvesi.org).

[7] İsmail ÇALIŞKAN, “Ahmed Yesevî Düşüncesinde Kur’an’ın Yeri –Bir Gönül Erinin Mısralarına ‘Ruh Veren’ Ayetler”. Türk Dünyası Bilgeler Zirvesi: Gönül Sultanları Buluşması. 26-28 Mayıs 2014. Eskişehir 2013 Türk Dünyası Kültür Başkenti Ajansı (TDKB). Eskişehir, ss.421-434 (http://bilgelerzirvesi.org).

[8] Abdulkadir İnan, Kur’an-ı Kerim’in Türkçe Tercümeleri Üzerine Bir İnceleme, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1961; Müjgan Cunbur, “Kur’an-ı Kerim’in Türk Dilinde Basılmış Tercüme ve Tefsirleri”, Diyanet İlmi Dergi, 1961, s. 123-141; Mehmet Kara, “Doğu ve Batı’da Türkçe Kur’an Tercüme ve Tefsirleri”, Diyanet Dergisi, Temmuz-Eylül 1993, cilt/yıl 29, sayı 3, s. 25-36; Suat Ünlü, “Kur’an-ı Kerim’in Türkçe’ye Çevrilmesi ve İlk Türkçe Kur’an Tercümeleri”, Dinî Araştırmalar, 2007, cilt: IX, sayı: 27, s. 9-56; Mustafa Özkan, “Eski Anadolu Türkçesi Döneminde Yapılmış Kur’an Tercümeleri”, Tarihten Günümüze Kur’an’a Yaklaşımlar, İstanbul 2010, s. 517-558

[9] http://www.hasanonat.net/index.php/89-ahmet-yesevi-nin-din-anlay-s-ve-bektasilikteki-baz-yans-malar/07/01/2019

 

Reklamlar