Rafet ULUTÜRK

Konu: CHP’nin uzun koşudaki yeri

Ne olursa olsun, bir şeyin sonunun geldiğini anlatmak çok zor. Biz insanlar, bizim olan, kendimizin sandığımız hiçbir şeyden ayrılmak istemeyen varlıklarız. Bu iş, kırılan ve sızlayan hiç dişçiye gitmemiş birinin diş kökünü çektirmek için doktora gitmek kadar zor. Şiddetli bir fırtınada olmuş meyvelerini korumak için yaprakları ve dallarıyla çırpınan bir armut ağacını düşünün…

Günümmüş olan bir şeyin hayat yolunun dolmakta olduğunu kabullenmek imkânsız gibi bir şey. Armut ağacı dile gelse ve o an “Söyle ne istiyorsun?” diye sorabilsek, belki “Bütün meyvelerimin çekirdeklerini kökümün dibine ekin ve benim yerimde binlerce yeni armut ağacı yetişsin!

Yaşamak istemiyorum!” diye çılgınca haykıracaktır. Oysa armut ağaçlarının yaşaması meyve çekirdeklerinin başka başka yerlere ekilmesiyle mümkündür. Köke gömülenler çürür.

Anıtlar Dönüştürülemez” dediğimde tam bunu söylemek istemiştim. Başka bir değişle, Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) 7 Haziran 2015 seçimleri öncesi politikasının, tüm propaganda faaliyetlerinin renksiz ve kokusuz olduğuna işaret ederken, mesela “Gelin CHP’ye oy verelim ve gitsinler” reklamını seyredenlerin hele her bayramda birer ek emekli maaşı vadine “Helal olsun!” dediğini unutmadım. Çünkü o günü, daha iyi şartlarda bir kurban ya da şeker bayramı kurtarmaya heveslenenlere daha iyi ve daha emin bir umut verilmiyordu.

Sonuç ortadadır. Halk CHP propagandasının günlük dertlerimizi, umutlarımızı, geleceğimizi bir torbaya doldurup emperyalizmin ince un değirmeninde öğütmek isteyen siyasi hedefini seziyordu.

Seçmen CHP’den yeni hayal doğmasını beklemişti.

Kitle algısında bu propaganda şu anlama geliyordu: OLAN BİTEN HAKKINDA BÖLÜK-PÖRÇÜK KONUŞMAYI BIRAKINIZ! SALDIRARAK DEĞİL, BÜTÜNSEL VE HERKESİ DOYURUCU BİR AÇIKLAMAYA İHTİYACIMIZ VAR. Onlar her gün biraz daha karmaşık bir hal alan politik ortamı, yakın ve uzak dünyayı anlamada güçlük çektiklerinden, göz hep ATATÜRK heykelleri üzerindeydi.

ATATÜRK ANITINA KUŞ KONMASINI BİLE KİSKANIYORLARDI.

Oysa Atatürk heykelleri herkesindir ve uçanların onlara konma hakkı doğaldır.

Bu arayışta, her derde deva diye durup durup tekrarlanan  “değişim” kavramı üstünde yeni bir aydınlığa çıkmanın zamanının geldiği hissi egemendi. Bekleyenlerin boşa beklemesi üzücü oldu.

Durumda şöyle bir özellik de vardı:

Dikkatimi çekeni bir Bulgaristan örneği ile açıklamak istiyorum. Bulgar’da “demokrasi” 26 yaşına bastı. Hepimizin hayatında bir 26 km olduğunu düşünün. 42 km’lik maratonların 26. kilometresinde atletler tükenme noktasına gelir. Bu soluk soluğa yaşantılı noktayı aşan maratonu rahat bitirir.

Dikkat ettinizse, atletlerin çoğunluğu uzun koşuyu 26. km’de bırakır. Yarışı tamamlayanlar o ıstırap dolu kilometreyi aşabilenlerdir.

Olayı politik maratona çektiğimizde, örneğin bizim orada “lider” Ahmet Doğan demokrasi uğruna uzun koşunun 24. Kilometresinde çöktü. Önce tökezledi, koşarken maskesi yere, ardından kendisi de kürsüden düştü. Bulgar toplumda dayanamadı bu maraton ıstırabına ve ekonomik mali sosyal ve kültürel açıdan iyice yere büküldü, belini doğrultamıyor, ardından Çingene isyanları alevlendi.

Dönelim Türkiye ve CHP örneğine. Büyük Atatürk’ü ebedileştiren anıtlar iri taşlardan, demir ve betondan dikilidir. Olay çok anlamlı olduğundan, günümüz CHP’lileri “ulusçuluk” ideolojisinin, “tek partili sistemin”  6 ok reformlarının sonsuzluğuna inanmışlar gibi. Sonsuz olanın da öz ve biçim değiştirerek var olduğunu işitmeye bile tahammülleri yok…

Dedemden bilirim, kış günleri Stara Zagora (Eski Zara) köylerine bir dar cık un için karda kışta yol teperdi. Bir de yaz aylarında koltuk altına iki taş alıp aynı mesafeyi defalarca gidip gelirdi. Bu yüzden olacak nenem “gelir gelir” der, kapıdan pencereden yol gözleyen bizleri sakinleştirirdi. Günümüz, 1950’lerden sonra CHP’nin bu başları koltuk altında taşımadığını ve kendini şu zor günlere hazırlamadığını gösteriyor.

Evet siyaset boş yere nefes tüketme işi olmaktan fazla sabır ve fikir işidir. Seçmenimizin miting meydanlarında söylenenleri doğru anlaması için birkaç mukayeseye ihtiyaç duyduğunu 7 Haziran sonuçlarında yeniden görebildik. Hayat bize ortada yapılmış bir iş olmadan yalnız konuşmanın, kör ve ölü olduğunu yeniden gösterdi.

Bir de CHP’nin konuşamadığı politik olaylar var.

Mesela 1969 Deniz Gezmiş ve 2 arkadaşının darağacına çekilmesi olayı bunlardan biridir. O zaman CHP’nin mecliste 181 milletvekilli vardı. İsteseydi kimseyi astırmazdı. Asılanların ulusal kalkınma, gerçek demokrasi, çok partili siyasi yaşam ve antiemperyalist mücadele erleri olduğu iyi bilinir.

7 Haziran seçim mitinglerinde bu sayfa açıl(a)madı.

Globalizmin dünya halklarını canlı canlı yutmaya çalıştığı bir ortamda CHP’nin geçmişten söz edememesi, geleceği görmesine en ciddi engeldir. Halkımız yelpazesi daha geniş bir demokrasi özlüyor. Bu cephenin Denizlerle birlikte 1970 ve 1980 askeri darbe kurbanlarını kucaklaması hala bir özlem olmaya devam ediyor. Bu gerçekler oy yüzdelerinde bu defa da okundu.

Tarihte şöyle bir örnek de var:

Türkiye çoğulcu siyasi demokrasi arayışında “Serbest Fırka” tutmayınca, halkın tek ağaçlı bahçe istemediğini bilen ve aynı zamanda demokrasinin olmazsa olmazlarından birinin çoğulculuk esası olduğunu aklından çıkarmayan Mustafa Kemal ATATÜRK, bir gün Ankara’da işini gücünü bırakıp Aydın’da Menderes Çiftliğine misafir olmak için yola düşer. Büyük önderin amacı demokratik yaşayış ve çok partililik kökleri derin olmayan Anadolu toprağına çoğulcu demokrasi bayrağını dikecek, bu bayrağı yükseklerde taşıyacak genç kadrolar bulmaktı. Paşanın o yıllarda aydın ve bilge olduğu kadar atılgan bir genç olan Adnan Menderes ile ilk görüşmesini onun çiftlik konağında gerçekleştirmek istemesi çok anlamlıdır. Olayın ne kadar can alıcı olduğunu anlayabilmek için büyük önderin Menderes’in yetiştiği koşulları, aile ortamını, soyunu sopunu görmek için onun evine uğraması günümüz CHP siyasetçilerine örnek olmalıdır.

Atatürk bu seçiminde de yanılmamıştır. Menderes, Atatürk’ün hayata gözlerini yummasından sonra CHP’ne muhalefet olup, Türkiye’yi tek partili sistemden çok partili siyasi düzene başarıyla taşıyan kişidir.  Türkiye’de çoğulcu siyaset 1950-1060 yılları arasında Adnan Menderes’in önderliğinde yerleşmiştir.

Atatürk Menderesi çoğulcu siyaset alanına davet ederken, “ama bak, dikkat etmenizi isterim,  seçimleri hep CHP kazanacak ve senin partin hep muhalefet yapacaktır” dememiştir.

Büyük önder, bir ülkenin her yönlü ilerlemesinin kıyasıya politik kavgadan geçeceğini iyi biliyordu. Bu kavga verilmeden ne bir siyasi partinin, ne demokrasinin, ne de devletin arınmasının imkân dâhilinde olamayacağını çok iyi biliyordu.

Demokrasi kendi kurallarına göre işler ve asla CHP BİRİNCİ PARTI OLACAK ANLAMINA GELMEZ!

Bunlar büyük Atatürk’ün defalarca ifade buyurduğu görüşleridir.

Ve bugün CHP fikir hocalarının düşünceleri hep 1938 öncelerine takıntılıdır. Amma şu da var ki CHP 1938 öncesini iyi okumamıştır. Bu yüzdendir ki, CHP son 12 yılda galip gelecek bir dünya görüşü üretemedi. Oy peşinde iken, keklikleri tuzağa düşürmek için yem saçmaya devam etti.

Atatürk, Türk halkına ve bütün dünyanın gururu olmaya devam ettikçe, CHP anıtlara konan kuşlara “Sizin burada ne işiniz var, kış!” demeye de yüzü olmadığından, işler eski hamam eski tas yuvarlanıyor.

Atatürk Türkiye’ye çoğulcu politikayı yerleştirme çabalarıyla da hepimizin gururudur.

Kırcaali’de lise öğrencisiyim. SOSYAL BİLİMLER dersimiz vardı. Öğretmenimiz “Ludwig Feurbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu” eserini kim yazmıştı? Diye sordu. Yan sıradaki Ayşe hemen  “Friedrich Engels” dedi. Öğretmen, klasik alman felsefesi diyalektik bir felsefe ve diyalektik felsefeye göre hiçbir şey nihai, mutlak veya kutsal değildir. “Nasıl olur da Fr. Engels bu felsefenin sonundan söz eder?” dedi. Ben o an felsefenin yokuşlu çıkışlı taşlı bir tarla olduğunu anlar gibi oldum. Ayşe ise, evde hazırlık yapmıştı ve ayağa kalkarak: “Ben felsefeyi bir bulut olarak algılıyorum. Buharlaşarak yeryüzünden kopmuş bir yansımadır. Bulutlar hep hareket halinde olduklarından ne zaman nereye ne miktarda ve ne kadar faydalı bir yağmur düşeceğini önceden kestirmek zor olur.” Dedi ve yerine oturdu.

Bu cevap doğru mu?

Bilmiyorum. Öğretmen sanki gururlanmıştı. Bugünkü CHP çıkışlarına bakıldığında sanki pek doğru değildir. Çünkü CHP sonsuza dem birinci parti olamaz, olamıyor ve bu gidişle olamayacaktır.

Bu halkımızın, seçmenin CHP partisini sevmediği anlamına gelmez.

Halkımız, bu partinin Atatürk tarafından kurulduğunu hatırladığı için tüm oyların yarısını ona veriyor. Şöyle bir örnek de var: 1974’te CHP fikir ve siyaset olarak kırıldığında, B. Ecevit “Ortanın Solu” siyasetiyle seçmeni ardına taktı ve başbakan oldu. Büyük bir dönüşüm başarmıştı ama tekrar etmedi. Seçmen kısır politikaya bel bağlamak istemiyor. Başkan Kılıçtaroğulu bu defa da yine yerinde saydı hatta biraz geriledi. Seçimden sonra soldu ve ilerleme yolunu açamıyor.

Bugün düşünüyorum da, Atatürk modern Türk düşünürün temellerini atan, Türk ulusuna çağdaşlaştıran ve ona yeni uygarlık meyvelerini tattırandır. Ne var ki büyük önder kimseye bu ancak böyle olur diye dayatmada bulunmamıştır. Her zaman hepimize yaratıcı atılımlarımızda yeni ayak sesleri beklememizi öğütlemişti. Ve biz insanın, insanoğlunun, kültürün ve tarihin bir ürünü olduğunu unutmadıkça, Atatürk’ü de asla unutmayacağız ve aramızda birleşmeyi gerçekleştirmeyi başardıkça yükseliş yollarını aramaya devam edeceğiz.

Biz BULTÜRK Derneği ve Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi ekibi olarak uzun maraton koşusunun ilk 26 km’lik kısmını başarılı koştuk. Bunu hem Bulgaristan’da kalan kardeşlerimizle yeni tip ilişki ve etkileşim yolları geliştirme açısından hem de Türkiye’deki soydaşlarımızla çalışmalarımız için vurguluyorum. Biz, halkımızı dayatılan boğucu-yokeden düzeni kırıp yenileyerek gelişmeyi ve dönüştürmeyi başaracağız.

7 Haziran seçimlerinde oyunuzu Ak Parti adaylarına verin çağrısında bulunurken Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğinin Başkanlık sistemi olduğuna defalarca işaret ettik.

Görüşümüz hala değişmemiştir. İlkelerimiz ve fikirlerimiz aynı yöndedir. Türkiye’de meclis sistemi politik olarak tıkandı. Bir basamak yukarı çıkıp Başkanlık sisteminde yaşamaya alışmak zorundayız. Başkanlık sistemi Türkiye Cumhuriyeti ve halkını dünya devleri arasına taşıyacak ve Müslüman dünya devletlerine politik düzen örneği olacak ve artık gerçek bağımsızlığa ulaştıracaktır.

7 Haziran 2015 seçimlerinden 15 gün sonra durum değerlendirmemiz şöyledir.

Seçim günü Yeni Türkiye ırmağı bir şelaleden döküldü.

Seçim oldu. Sonuçları ortadadır.

Sizler de bilirsiniz, şelale suları büyük girdaplara dökülür, su önce bir iki döner, sonra yön alır, karşı ve yan duvarlara vurur, geri döner ve istikamet belirler. Kimi defa büyük ırmaklar şelale girdabında parçalanır ve kollara ayrılır. Bunu isteyenler ve bekleyenler olsa da, Türkiye için böyle bir tehlike yoktur. Usul yolculuğun sonu olan şelaleler yeni bir yön alış ve akışın da başlangıcıdır. Deneme dönemindeyiz.

CHP Başkanı Kılıçtaroğulu, sanki haddineymiş gibi, MHP Başkanı Sayın Devlet Bahçeliye başbakanlık teklif etmekle olumsuz bir adım attı. Bahçeli teklifi kabul etmeyerek daha da olumsuz bir girişimde bulundu. Bu gelişmenin ardından yapılan öneri ve yorumlar da gönül açmadı.

Bu politik yanlışlıklar, daha önce olduğu gibi, bu defa büyük bir kararsızlığın, cesaretsizliğin, teslimiyet ruhunun yansıması da oldu. Uzun yıl muhalefette kalan partilerin ruhları kırık ve yürekleri cesaretsiz olur, teslimiyet ise global sermaye karşısında pes edilmiş olmasından kaynaklandı.

KILIÇTAROĞLU POLİTİK SORUMLULUKTAN KAÇTI.

Seçmen bu hareketin hesabını mutlaka sormalıdır.

Şelale suları girdapta kalmaz, yol bulur ve akar. Bu defa da böyle olacaktır. Türkiye halkı henüz gelmeyen ayak seslerini sabırsızlıkla bekliyor. Beklemeye devam edecektir.

Sonra aya kalkar, çekilir ve olayı kendisi halleder.

O zaman çöpe atılan cesaretsiz ve korkak politikacılar olacaktır.

Gelecek yazımızda gönlümüzün neden AK Parti konusunu bir daha ele almak istiyoruz.

Sorularınızı gönderebilirsiniz.

Bu yol bizim inançlı uzun koşu yolumuzdur. Devam ediyoruz.

Saygılarımla,

Reklamlar