Bulgar “Banker” Gazetesi, sayı 9, (1078)  tarih 28.02- 07.03.2014

Bulgaristan Cumhuriyeti’nde Müslüman Suni Hanefi Dini Yüksek Manevi Konseyi Başkanı ve eski Baş Müftü Prof. Nedim Gencev ile bir söyleşi:

Nedim Gençev kimdir?

Prof. Nedim Gencev Razgrad’a bağlı Locova (Glocevo) köyünde 1945’te dünyaya geldi. 1974 yılında Yüksek Hukuk Öğrenimini tamamladıktan sonra İç İşleri Bakanlığı’nda görev aldı. “İslam’da ve Sosyalizmde Sosyal Adalet” konulu doktora tezi savundu.1986’da Baş Müftü seçildi. 1992’ye kadar bu görevde kaldı. 1990 – 1996 ve 2006 – 2011 yılları arasında Bulgaristan Müslüman Din Adamları Yüksek Müslüman Manevi Konsey Başkanı oldu. Prof. Nedim Gencev halen Bulgaristan Müslüman Suni Hanefi Dini Yüksek Manevi Konseyi Başkanıdır.

 

Soru:  Sayın Gencev, mahkemelere sunulan dilekçelere bakıldığında, sözüm ona “vakıfların” olduğunu iddia edip  “tapu haklarını geri alma” amacıyla yaptığı başvurularla Baş Müftülük mahkemelere çıkarma yaptı. Oysa. Çağdaş Türk dilinde “vakıf” hayırsever cemiyeti anlamına geliyor. OSMANLI İmparatorluğunda (ve başka İslam ülkelerinde) ise, “vakıf” dendiğinde ise, devlet tarafından herhangi bir dini veya hayırsever cemaatine yalnız hayrat işlerinde kullanılmak üzere tesis edilen mülk anlaşılıyor. Bu konuda, Müftülüğün taleplerini haklı buluyor musunuz? 

 

Yanıt: Mustafa Hacı tarafından yönetilen Baş Müftülüğün açılan davaları finanse etmek amacıyla Türkiyeli hayırseverlerden aldığı büyük paraları kullanırken geniş kapsamlı bir eylem başlattığı doğrudur. O, bağışta bulunanları doğrudan doğruya aldatıyor, çünkü yasa dışı yollardan Müftülüğe 2011 yılında girdiğinde, mal ve mülklerin geri verilmesi konusunda tüm yasal usul istemlerine tamı tamına uyarak “taşınmaz haklarımızın halefi” olduğumuza ilişkin açtığım davaların hepsinden vazgeçti. O, daha dilekçelerimizle başlatılan süreçten vazgeçerken, “mülklerle” ilgili yasal isteklere dayanan süreci geçersiz kıldı. Davaların sürdürülmesiyle ilgili hukuksal esasa dayanan gerekçelerin olmadığına göre, gerçek isteklerin ne olabilir? Rusçuk’ta “Balkan” Oteli’nin, Varna’da yüksek mimari ve mülk değeri olan üç binanın, ülkenin değişik yerleşim merkezlerinde büyük sayıda taşınmazın tapusunu çıkarırken, bu arada Sofya’da “Banya Başı” camii mülkiyetini Müftülüğün üzerine geçirirken bana engel olan olmadı. Müslüman Din Kurumlarının yasa dışı yollardan gasp edilmiş olan mal ve mülklerinin geri alınmasına Taşınmazların İadesi yasası da kapı açtı. Fakat Ankara’nın baskısı altında Mustafa Hacı’nın gerçekleştirmeye çalıştığı ise, Bulgaristan’da Osmanlı taşınmazlarının iade edilmesi anlamına gelir ki, bu mal ve mülkün halefi acaba Mustafa Hacı’mıdır?  Benim kanıma göre, bu lokma ona büyüktür.

 

Soru: Olup bitenler sizin hoşunuza gidiyor mu?

 

Yanıt: Burada benim hoşuma giden bir şey yoktur. Bulgaristan İslam dini yöneticilerinin bu ülkede bir iğnesi bile yoktur. Onların malı mülkü Türkiye’dedir. Bir Bulgaristan Kurumu olan, il müftülüklerinde, Türkiyeli 28 hoca dublörlük yaparken, Ankara’nın talimatlarıyla çalışıyor. Bu beni tatmin edebilir mi? Ben dün olduğu gibi bugün de Bulgar vatandaşıyım. Ben vatanımı seven biriyim, dedelerimin kemikleri bu toprakta gömülüdür, çocukların burada yaşıyor, torunlarım bu ülkede yetişiyor ve ben memleketime Vatanım derken kıvanç duyuyorum. Bu, memlekette hiçbir mülkü olmayan, eşleri ve çocukları Türkiye’de yaşayanlar için de böylemidir, çünkü onlar ailelerinin yanına göçüp gitme gününü bekliyorlar. Ben ise burada kalıp Müslüman din kurumlarımızın Bulgar toprakları içinde ve devletinde özerk ve bağımsız bir kurum haklarını elde etme mücadelesine devam edeceğim.

 

Soru: Size göre, şu an devlet ile diyanet işleri arasında fark gözetiliyor mu? Size bu soruyu yöneltmemin nedeni,  birçokları birçok yıl önce kültürel ve tarihi anıt olarak ilan edilen bu Bulgar mülklerin üzerinde tapu hakkı olduğunu iddia eden herhangi bir dini cemaat çıkarları  ile devletin çıkarları arasındaki fark nedir?

 

Yanıt: Birkaç mülkle ilgili öne sürülen iddialarda Mustafa Hacı’nın gerçek yüzü göründü. O, 350 camiyi imamsız bıraktı, işine bakan hocalarla ilgilenmiyor, Türkiye’den aldığı paralarla sadece 300 kişilik küçük bir grubu yemliyor, sayıları 700 olan, diğer Müslüman din adamları 30 levalık köylü emeklilikleri ve iman edenlerin bağış olarak topladıkları 80 leva ile sefalet içindedir. 1990 yılında yeniden açtığım din okulları halen perişan durumdayken, Mustafa Hacı ve etrafındaki grup sefa sürmektedir.  Okullardaki durum yürekler acısı olduğu için çocuklar din eğitimi aşmaktan kaçıyor. Başbakan Andrey Lukanov’tan aldığım izinle eğitim öğretim etkinliklerini başlattığım Yüksek İslam Enstitüsü ise, kendi giderlerini karşılayamazken, kayıtlı öğrenci sayısı 50’den fazla değildir. Mustafa Hacı’nın idare işlerinde 28 il müftüsü görevlidir, camiler boştur, dini öğretim ayrıkçı hizipçilerin elindedir. Kitap ve dini edebiyat için para yoktur. Rodoplardaki ahali için Kuran’ın Bulgar diline tercümesini yaptırdım, dua kitapları bastırıp dağıtım, Ahmet Doğan’ın hapishanelerde bıraktığı 31 politik tutuklunun serbest bırakılmasını 1992’de özel bir kararla sağladım. Bu politik tutuklular Cumhurbaşkanı Jelü Jelev tarafından benim dilekçeme uyularak serbest bırakıldılar. O zaman henüz dağıtılmamış olan devlet güvenlik teşkilatı “DC”  serbest bırakıldıklarında ellerine 50 US Dolar verdi ve hepsini ya Viyana’ya ya da İstanbul’a gönderdi. Baş Müftülüğün yönetimi o zaman değişmişti. Devlet istihbarat örgütü ajan ”Sava” aracılığıyla ajan “Andrey”i dayattı. Ben ise, “soya dönüş” sürecinden önce devlet güvenlik örgütünün Türkiye şubesinde çalışmış, yani Bulgaristan’daki Türk ajanlarına karşı görev almış ve apoletleri koparılmış bir subay olarak ortada kaldım.

 

Soru:  Halen görev başında olan, a) 2002 yılında kabul edilen Diyanet İşleri Yası’na göre, Bulgar Ortodoks Kilisesi hariç, (Yehova Tanıklarından Müslüman Dinine kadar) hepsi için olmak üzere tüzel kişi statüsü kazanmaları için tescil olma usulü uygulanma getirilmişti. Şimdi gerçek durum göz önüne alınırsa, şimdiki Müslüman Din İşleri (Baş Müftülük) kendisi ile yerel müftülükler, 1949 yılına kadar var olan dini, dinsel eğitim ve sosyal hayır işleri gören tüzel kişilerin tartışmalı belgelere dayanan haleflik haklarının veli yatı olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Bu istekler ne kadar geçerlidir. Daha büyük bir kısmında böyle bir hukuksal hakkın olduğu tespit edilse bile, bu hak mülkiyet sahibi olma bakımından esas oluşturur mu?

 

Yanıt: Bulgaristan’ın yarısını kendisine tanıyan ve üçte birini vermeyi de kabul etmeyen, Mustafa Hacı tarafından sunulan “dilekçe” öyküsünü bir az önce kısaca anlattım. Bu bir dolandırıcılıktır, yasa dışıdır ve Anayasa’ya aykırı olarak başlatılmış olan bir süreçtir. Biz, bir Müslüman, bir suni – Hanefi diyaneti olarak Sofya Şehir Mahkemesi’nde alınan karara itiraz ettik, hatta Anayasaya aykırı nitelikli alınmış bir karar olarak savcılık nezdinde itirazlarımızı bildirirken, bozulmasında ısrar ettik. Yargı organları şimdilik acele etmiyor. Bu gecikmenin, açılmış davalardan alınacak sonuçların beklenmesine ilintili olduğu görüşündeyim. Bu davalar, Mustafa Hacı’nın ve onun çevirdiği dolapların samimi işler olduğuna inanmayan insanlara karşı polisi, savcılığı, Yüksek Adalet Konseyini ve Bulgaristan Yargıçlar Konseyi adalet vicdanını ayağa kaldırdı. Şu veliaht hakları konusu bir dolandırıcılıktır. Öyle ki, adil olan bir davayı savunurken dahi, dolandırıcılık esasına basıldığında, işler baştan sona büyük bir cinai serüven halini alabiliyor. Anlayamadığım bir şey var. Acaba Yüksel Adalet Konseyi, Savcılık ve İç İşleri Bakanlığı da bu cinai serüvenin bir parçası mıdır! Onlar bu serüvene hakikatten katılıyor mu, yoksa susan tanık rolünde midir. Katılıyorlarsa, kötü kahramandan yana tavır almışlardır, katılmayıp suskun seyirci rolünü benimsemişlerse de kötü, çünkü onlar fark edene kadar ruh şişeden çıkabilir.

 

Soru: Size bir örnek vermek istiyorum. Bulgar devleti Sofya Üniversitesi ile ‘Rektörlük” binasının mülk sahibidir. Daha 1888’de temelli atılan yüksek eğitim kurumu binasının kurulması için 1906’da Bulgar devleti açık arttırma ilan etmiştir. En büyük yatırımı (Evlogi ve Hristo Georgiev kardeşler) vermiş olmasıyla birlikte, bütün yatırımın daha büyük kısmı özel bağışlarla toplansa da, üniversite halka açık devlet mülkiyeti olmuştur. Bu durumda, bir tüzel kişi olan “Sofya Üniversitesi” bu mülkiyet üzerinde hak iddia edebilir mi? Örneğin bazı okullar üzerinde tapu hakkı iddia eden Baş Müftülüğün istekleri ile verdiğim örnek arasında emsal teşkil edecek bir benzerlik görebiliyor musunuz?

 

Yanıt: Mustafa Hacı aracılığıyla Tayip Erdoğan’ın hak talep ettiği taşınmazlar yeni Osmancılık sembolleri olup, Türk Halifenin hülyalarıdır. Fakat Bulgaristan’da bu taşınmazların bazıları, kurtuluştan önce de ibadet yeri olarak kullanılmamıştır. İşlevleri başka olduğundan dolayı daha sonra da bakımsız bırakılmıştır. Üstelik Osmanlı İmparatorluğu dağılırken bu taşınmazların bir kısmını Bulgar Çarlığına yani Bulgar devletine bırakan özel sözleşmeler de imza altına alınmıştır. Diyanet işlerine ilişkin Yasanın amacı, yasa dışı yollardan el konan ve devlet mülküne geçen taşınmazların Baş Müftülüğe iade edilmesini öngörmüştür. Fakat şimdi gürültülü tartışma konusu olan mülklerle ilgili bu nitelikte değildir. Mirasın (Osmanlıya ait özelliği de dahil) zengin bir kültür hazinesi olduğu değerlendirmesini yapacak olan devlet, Avrupa Fonlarından da yararlanmak suretiyle bu eseri onarıp gerekli şekilde düzenleyerek ve Bulgaristan’daki Türk-Müslüman kültür kalıtının bir parçası olarak dünyaya göstermekle yükümlüdür. Ne yazık ki, Mustafa Hacı Osmanlı devleti gibi bir devlet öznesinin artık olmadığını görmezden gelerek, bizi Osmanlı devrine geri çevirmeye çalışıyor.

 

Soru: Avrupa’da sadece kalıcı bir uygulama olmakla kalmayıp değer yargıları sistemi haline dönüşen, (birçok Avrupa direktifinde, ayrıca devletlerin iç genelge ve yasalarında yer alan) Anayasal “vicdan hürriyeti” olarak tarif edilen, bir dinde ibadet etme hakkı grup hakkı olarak değil, kişisel bir hak olarak tanımlanır. Biz bunu şöyle yorumlaya bilir miyiz:  Üye devletlerden her biri, yasalarca uygun bulunan farklı dinlerde ibadet yapılmasına izin verebilir, fakat bu devletin onlara mülkiyet temin etme yükümlülüğü olduğu anlamına gelmez. Yalnızca kullanmak üzere devletin kendi mülkünü devretmesi iyi niyet ifadesi olmaktan başka bir anlam taşıyabilir mi?

 

Yanıt:  Prens Dondukov –Korsakov’un barış dönemi kurallarıyla birlikte,  Baş Müftülük bir Bulgar kurumu olarak daha 1887’de belirdi.  Yeni kurulan Bulgar devleti topraklarında kalan Müslüman ahali için böylece belirli dinsel haklar tesis edilmiş oldu. Şu küçük özelliğin unutulmamasında yarar vardır. Bulgar Müftüler, ilk Bulgar Anayasası olan Tırnovo Anayasası’nın hazırlanmasına bizzat katılmıştır. Daha sonra, yani 1919’da kaleme alınan Baş Müftülüğün İlk Tüzüğü Prens Batenberg tarafından onaylanmıştır. Bulgar devleti Baş Müftülüğün idari organlarına her zaman gönüllü hizmet vermiş ve bu makamda çalışanlar devlet memuru statüsünden yararlanmışlardır. Müftülüğün tarla ve orman olan mülkleri, okulları ve camileri vardı. Çar Boris, Şumnu İslam Enstitüsü olan Nüvvab’a 300 bin dönüm toprak vermiştir. Bu yüzdendir ki, ben, devletin fazlasıyla demokratik davrandığını ve siz, dini haklar grup hakkı değil, kişisel haklardır dediğinizde, tamamen haklıydınız. Size, aşırı sofilerin bu tartışma götürmeyen demokratik gerçeği kabul etmediklerini, farklılık temelinde ayrılma ve tecrit olmayı yeğleyerek sosyal tavırda grup davranışlarını esas almaya çalışıyor. Selefiler için belirleyici olan ise, köktendinci vaizlerle gerçekleştirilen, aktif propaganda şartlarında sosyal ayrılmayı aramalarıdır. İbadet edenlerin tüm haklardan yararlanarak uyguladıkları sosyal aktivitelerde bu bir risk teşkil etmektedir.

Bu risk,  diğer dinlere ibadet edenlere ve dinsizlere olan yaklaşımla bağlandığında, kuşkusuz dini ayrımcılığın temellerini oluşturan, öteki dinlerden insanların tam değerli olmadıkları inancına bağlı Selefilerin temel davranışlarını oluşturur. Bu da toplumu İslam’a inananlar ile ötekiler şeklinde ikiye bölünmesine neden olur. Bu da demokratik insan haklarının temellerini oluşturan, hak eşitliği ilkesinin ihlalidir. Bu durumda, vatandaşların anayasada savunulan özgürlüklerinden olan, din özgürlüğü yani ibadet hakkı engellenmiş olur. Grup halinde zikrederken doğan intikamcılıkla laik devlet ilkesi ret edilirken, şeriat devleti ütopisi hayat hakkı arıyor.

 

Soru: Bulgaristan’da Müslümanlığın sorunlarıyla yıllardan beri meşgul olan bir kişi olarak, Baş Müftülüğün oluşturduğu topluluktan farklaşmasıyla dikkati çeken bir Müslüman ortamı oluşturan Pazarcıklı Selefilerin eylemlerinden endişeli misiniz? Bir de şu var, onlar Müslümanların tescili kurumsal haklarından yararlanmak suretiyle kendi faaliyetlerini tescil ettirmeden çalışıyorlar.

 

Yanıt: Ben sorunuza daha yöneltmeden yanıt vermeye başladım, görüşümü açmaya devam ediyorum: Selefilik geleneklerine sıkı bağlı olarak eylemde bulunan din adamları hiçbir şeyden kuşkulanılmasına olanak tanımaz. Benzer anlayış Bulgar devletinin laik niteliğiyle ve yanı zamanda farklı olma hakkı tanıyan sivil haklarla da kalıcı çelişki halindedir. Mustafa Hacı, kendilerine himaye eden ve onları kamuoyu önünde savunan selefçileri mi savunayım yoksa resmi törenlerde devlet erkânı yanında yer almaya devam mı edeyim çelişkisi yaşıyor.

Kuran’ı geleneksel yorumlama şekli dışında farklı bir standart sunan bir propaganda üslubu getiren örgütlü bir etkinliğin olduğu ortadadır. İzlenimlerime göre, yargı önüne çıkarılanların örgütlü etkinlikleri uzunca bir zamandır, amaca yönelik dini edebi eserlerin seçilmesi ve duaların hazırlıklarında geçmiştir. Onların, Bulgaristan’da yürüttükleri çalışmaların tümünün ve dava dosyasına alınan delillerin analizinden, belirli bir zaman sonra, toplulukta oluşan gerginliğin sivil halk için ciddi tehlike oluşturabilecek bir çatışma halini alabileceği sonucu çıkarılabilir.

 

Soru:  Buraya kadar söylenenlerden sonra, bizde kökten dinci İslam belirmesine elverişli ortam ve koşul olduğu görüşüne katılıyor musunuz? Ve bu böyleyse, misyonerler nereden geliyor, ülkemize nasıl yerleşiyorlar ve onları özendiren kimdir?

 

Yanıt: Yöneticisi ve üyeleri olan bir örgüt ortadadır. Yeni tip bir dinsel ideolojiyi propaganda ediyorlar. Mustafa Hacı’nın bütün çalışmalarında saptandığı üzere, bu örgüt gizli bir örgüttür, tescili yapılmamıştır, hedefleri somuttur, yöneticisinden üyelerine yüksek düzeyde bir örgütlülük gözlenir. Selefilik ideolojisine himaye eden ve Pazarcıkta davaları görünenleri koruması altına alan çalışmalarını bir dış kaynak finanse etmiştir. Bunları, hoşgörü anlayışı sahte veya tamamen yanlış olan Bulgar evleti özendiriyor. Bu, çok büyük tehlike arz eden bir gelişmedir ve hepimiz sonuçlarına katlanmak zorunda kalacağız. Bir Bulgar başbakanı, bir yabancı başbakan ile bir milletvekilinin sözlü tercüme ve aracılık ettiği bir telefon görüşmesinde kendisine “Gencev’in Müftülükten Atılmasını İstiyorum!!!” şeklinde konuşulmasına nasıl müsaade edebildiğini anlamakta güçlük çekiyorum. Ve Bulgar Başbakanı’nın bu emri yerine getirmesine de hayret ediyorum.  Ben bu konuşmaya katılan “kahramanları” asla unutamam. Emirleri veren Recep Erdoğan ve yerine getirenlerse Boyko Borisov ile Kasim Dal’dır. Bu olay, Baş Müftülüğe ve Baş Müftü Mustafa Hacıya 2005 – 2010 dönemine ilişkin ilk teftişin uygulanmasını sağladığım gün oldu. Teftiş yapıldı. Mustafa Hacı’nın devlete milyonlarca leva borcu var. O bu paraları halktan topluyor. Savcılık onun yakasına yapılması gerekirken vergi daireleri teftiş evraklarını Müslümanlardan ve kamuoyundan gizliyor. Biz de gerekli makama dilekçe sunamıyoruz. “Banker” gazetesinin bir önceki sayısından öğrendiğimize göre, Baş Müftülüğün icraya verilmiş 3.5 milyon leva vergi borcu var ve bütün malı mülkü hacizli olup, açık artırmayla satışa sunma hazırlıkları devam etmektedir. Satılınca ellerinden çıkacak olan taşınmazlar vakıf mal ve mülkleri değil midir? Parasını toplama yolunu seçen devlet, hepsini satarsa biz ne yapacağız. O zaman suçlu olan kim olacak? Mustafa Hacı mı yoksa devlet mi? Yoksa bu, Bulgaristan’daki uzantıları olan Mustafa Hacı’nın vergi borçlarını bir yere kadar ödeyip, işi çıkmaza sürerek, konsoloslarına Bulgar devleti Müslüman din cemaatini talan edip baskı uyguluyor diye gerekli mercilere mektup yazmalarına yol mu açıyor?

Reklamlar