Tarih: 24 Temmuz 2019
Yazan: Stefan DEÇEV / “Kultura” (Kültür) gazetesi/ Sofya, Bulgaristan, yayın tarihi 23.07.2019
Tercüme: BGSAM
Konu: Sahtelikler,  tarih bilim, zulüm ve bilimdeki “ayrılık” zamanları üstüne.
Güya “Yeniden Doğuş/Soya Dönüş” Adlı Asimilasyon
Projesine Kadar Bulgar Tarih Bilim (1) /2/

Şöyle, 60-lı yılların başında isim değiştirme çabaları devam etmiştir. 1961’de “Rodoplar – Bulgar kalesidir” kitabı çıktı. (15) Orta Çağlar konusunu işleyen Petır Petrov ‘un bir uğraşısı olan bu eser, her şeyden önce bir yardımcı ders kitabıdır. Bu kitabı sipariş eden BKP MK İdeolojik Sorunlar Şubesi , BKP, DSNM (komsomol), Vatan Cephesi, Sendikalar ve devlet memurları ile yapılan kurslarda kullanmak amacıyla yazdırmıştır. (16) Bu kitap 1964’e kadar 3 baskı yaptı.  1964’te 2 defa basıldı. Efsaneleşmiş öykülerden yararlanan tarihçi “Türk Esaretçiler Tarafından Çalınan Kadın ve Çocuklar” gibi etkileyici bir tabloya da yer vermiştir. Bu eserde “Birinci Kitlesel Müslümanlaştırma”, “İkinci Kitlesel Müslümanlaştırma”, “Çepin Vadisinde Müslümanlaştırma”, “Razlog Bölgesinde Müslümanlaştırma” ve ardından Nevre kop Bölgesinde ve sonunda da Orta Rodoplar’da Müslümanlaştırma gibi bölümler vardır. “Değiştirilemez Tarih” başlıklı üçüncü bölümde yerli Rodop ahalisinin folklor ve dilini ele alan yazılar yer almıştır.

1960 yıllarının başında çıkan 3 ciltlik “Bulgar Tarihi” eserine bu fikirler dahil edilmiştir.  1961’de çıkan 1. Ciltte Dimitır Angelov Orta Anadolu’dan getirilen ve Edirne, Plovdiv (Filibe), Stara Zagora (Eski Zara) gibi büyük şehirlere yerleştirilen “Türk nüfustan” söz etse de, (17)  “Osmanlı Devletinin Asimilasyon Siyaseti” (18)  başlıklı alt bölümde, Osmanlı idaresinin “Hıristiyan nüfusu asimile etme siyasetini arasız sürdürdüğü” belirtiliyor. İlgisiz bir görünümle şunlar anlatılıyor: “1656 yılında son kitlesel Müslümanlaştırma başlamıştır ve bu Çepin vadisi ahalisini kapsamıştır.” (19) Burada anlatılan efsanede büyük sayıda ölüden, 218 adet yıkılan kiliseden, 33 adet yakılan manastırdan söz ediliyor. Alıntıların kaynağı olarak Ct. Zahariev gösterilmiştir. (20) Ayrıca yeni basılan “Rodoplar’da Bulgar Müslümanlarının Tarihi” kitabına da işaret ediliyor. (21) Bu eserdeki “Bulgar Toptaklarında Türk Sömürgeleştirmesi” alt bölümünde de aynı iddiaya rastlıyoruz.(22)

Rodoplar’daki Müslüman nüfusla ilgili daha bu ilk araştırmalarda, bu ahaliye kendi için seçtiği isimle hitap etmeyip “Bulgar Müslümanları” adıyla hitap edildi. Bu yazar ve bilim adamlarının hepsi, kendilerinin uydurdukları, efsanelerden topladıkları kırıntıları ve XIX. yüzyılın asılsız delillerini, kendilerinin taktıkları yeni isimleri hiç istisnasız açıktan açığa hepsi tamamen otantik olarak kabul ettiler. Bununla birlikte, yazarlar, artık Hıristiyan Bulgar öz bilincine erişmiş olan, yerli halka İslam’ı merkezden yönlendirilen ve zor zorla kabul ettirmeyi amaçlayan bir Osmanlı devlet siyaseti olduğunu iddia ediyorlar. Rodop yöresi olayının ülkenin diğer bölgelerinden hepsine yayma yatkınlığı da kendini belli etmiştir. Profesyonel tarihçilerin her biri İslamlaştırma siyasetiyle somut bir şekilde bağlantılı olmuş olsa da, onlar kendileri bilimin politik rejimin amaçları için kullanıldığı, temiz bilimselliği olmayan, bir propaganda önlemine sürüklendiklerinin bilincindeydiler.

5 Mayıs 1962’de Politik Büro’nun  “Türkçülüğe Karşı Önlemleri” kararında, Bulgar Bilimler Akademisi (BAN) “Bulgar soy kökünü” araştırması emredilirken, BKP MK  “Propaganda ve Ajitasyon” Şubesine “Bulgar Müslümanları” arasında çalışma göreviyle bir özel yetkili atanmıştır. (23) 1962 yılında “Türk İşgalcilerin Asimilasyon Politikası” derlemesi de yayınlandı. Bu eserin alt başlıklarından biri olan “XV-XIX yüzyıllar arasında Müslümanlaştırma ve Türkleştirme Belgeleri Derlemesi” dikkat çekicidir. (24) Kuşkusuz öncelikli kullanılan kaynaklar yerliydi. İki yıl sonra 1964’te aynı eserin yeniden işlenmiş baskısı da dünya yüzü gördü. (25)

Eserin daha ilk sayfalarına “Balkancı Yovo” şarkısının güftesi yapıştırıldı. Burada amaç, otantik folklor kullanma hevesiyle bütün kitaptaki belgelerin aynı ruhta kabul edilmesidir. Uzmanlar, bir Hıristiyan Aziz olarak Balkancı Yovo için öne sürülen gerekçelerin Bulgar folklorunda yaygın olmadığını bilir. Gerçekten de Seres yöresinde böyle bir şarkının söylendiği, Stefan Verkoviç’in 1860 yılında Belgrat’ta basılan “Makedon Bulgarların Halk Şarkıları” adlı derlemesinde ona yer verildiği bilinir. Ne ki günümüzde kitle bilincinde yer alan versiyonun 1917’de Penço Slaveykov tarafından derlenen “Şarkı Kitabı” sayfalarında belirdiği de bilinir. Bu şarkının otantikliği (orijinalliği) ve daha sonra uydurulan öyküler her zaman kuşku uyandırmıştır. Edebiyat eleştirmeni Nikolay Aretov’un da belirttiğine göre, “Zorla Müslümanlaştırma” efsanesine ve kitle bilincinde uyandırdığı zamanını doldurmuş görüşlere aynı anlamın yüklemesi; tam bu şarkının edebiyat kitaplarında ve yardımcı eserlerde her defasında yer alması, değişik törenlerde muntazam sahnede ezberden söylenmesini öngören devlet politikası geliştirildi. Yine bu şarkıya basın yayın organlarında devamlı önemli yer ayrılması; artık çok popüler olan metnin Penço Slaveykov gibi bir usta kalemiyle işlenmesi gibi bir faktörü dikkate almadan anlaşılamaz. (26)  Ele aldığımız derleme eserine “Korova” köyünden Papaz Metodi Draginov’un sahte efsanesine de yer verilseydi, gerçekten bir sürpriz olurdu.

Bu durumda Osmanlı kaynaklarının da gelişi güzel yorumlandığına tanık oluyoruz. İki önemli şey telkin ediliyor: Bir, “Bulgar halkının” suyunu kurutmayı amaçlayan art niyetli, merkezden yönetilen, iyi düşünülmüş bir “Osmanlı devlet politikası” olduğu kafaya sokulmak isteniyor. İkincisi de, bu politikanın Osmanlı devletinin kendisi tarafından planlanmış baskı ve terör şiddetiyle uygulandığıdır. Aslında, Petır Petrov bu ve daha sonra yayınlanan eserlerinde, sözüm ona “ Papaz Metodi Draginov’un Efsanesi” temelinde, 1666’da Çepin’de olmak üzere, Girit Adasını almak için yürütülen savaşta yani  Osmanlı Venedik Savaşı döneminde, 1669’da Rodoplar’ın baştan sona yoksullaştığı ve sefilleştiğinde “Rodop Bulgarlarının” zor kullanarak İslamlaştırıldığı tezini kesin olarak  kanıtlamaya çalışmıştır.

Yine bu dönemde, tarih bilimciler ve politik iktidar arasında ve bu arada parti görevlileri arasında çok enteresan enerji akımı gerçekleşmektedir. 6 Mayıs 1964’te BKP MK “Propaganda ve Ajitasyon  Şubesi” bir çalış tay yapmıştır. Bu toplantıda, tartışmalar esnasında, Petır Petrov BKP Smolyan (Paşmaklı) Parti İl Komitesi Birinci sekreteri Nikola Palagaçev’e hem sözde parti siyasetini “çarpıttığından” dolayı  hem de “Bulgar Müslümanları” konusunda “liberalizm” eğilimi gösterdiğini ileri sürerek saldırıda bulunmuştur.(27)  BKP MK İl Komitesi’nin Blagoevgrad (Yukarı Cuma) Geniş Oturumundan sonra  “isim değiştirme işine hemen başlanması kararı” alınmıştır. Bu haber bütün ilin köy ve kasabalarında yıldırım hızıyla dağılmış, “Kornitsa”, “Breznitsa”, “Avramovo”, “Vılkovets”, “Yakuruda”, Ribnevo”  ve diğer yerleşim yerlerinde karşı koyma hazırlıkları başlamıştır. “Ribnovo” (Ribne) köylüleri köyü abluka altına alıp yolları keserken gelen yabancıları taş ve sopayla kovalamışlardır. (28) Ne var ki, 1964 yılında Nikola Palagaçev’in izlediği siyaset üstün gelir ve “çarpık siyasi uygulamanın” önü alınabilmiş, zor kullanarak değiştirilen isimler yine iade edilmiştir. (29) Ne ki bu başarı geçicidir. Petır Petrov’un BKP MK “Propaganda ve Ajitasyon” Şubesine sözleşmeli yardımcı olarak atanması ve yeni ödevlerle görevlendirilmesi bir rastlantı değildir. (30)

Petrov’a “Rodoplar – Bulgar Kalesidir” kitabini bir daha basma ödevinden başka, 1964 yılında bir de “Loveç (Lovça) Bölgesinde Müslümanlaştırma” kitabını yazması ödevi de verildi. Bu kitap parti il merkezinde yayınlandı. Petrov bölgeye gönderildi, her şeyin merkezden yönetildiği ve yönlendirildiği anlaşıldı. (31)

Bu eserde de, Bulgarları birer birer İslamlaştırılmayı hedefleyen Osmanlı İmparatorluğunun resmi politikası olduğu vs iddia edildi. Bu kitapta, Kuzey Bulgaristan’da Birinci ve İkinci kitlesel (!) Müslümanlaştırma politikası anlatılıyor. Pek tabii ki, “Müslümanlaştırma” politikasının sözde “şiddet kullanılarak” gerçekleştirildiğine vurgu yapılıyor.  Hatta “İslam’ı kabul etmeyen köylerde nüfusun yediden yetmişe öldürüldüğü yazıyor.(32) Bu kitapta, diğer eserlerinde olduğu gibi o “Gerçek Kesindir” gibi bir son bölüm yazmış ve yine dil, şarkılar ve halkın anlattıkları v.b. ile vatandaşı “Bulgar soy kökü” kanıtlanmaya çağırıyor.

Bulgar biliminde, hele Rodopların geçmişine ilişkin, hele de Osmanlı İmparatorluğu çerçevesinde yerlilerin kaderiyle ilgili tartışmalar kızışırken,  1964 yılında, yukarıda işaret ettiğim, Anton Donçev’in “Ayrılık Zamanı” romanının ortaya çıkmasına değinmeden asla geçemem. Bu roman, halka sunulmadan önce, artık işaret ettiğim okuma kitabını kaleme alan (33) Petır Petrov ve Donyo Donev tarafınden “bilimsel” olarak değerlendirilmiştir. Yukarıda yazdığım üzere, Al. Hranova’nın ifade ettiğine göre, romana, biri sözüm ona “Tarih Notları” ve ikincisi de “Papaz Metodi Draginov’un Efsanesi” olmak üzere ,, XIX. Yüzyıldan 2 adet uydurma efsane aşılanmıştır. Uydurma öyküler roman kahramanlarının kendi aralarındaki konuşmalarda işlenmiştir. Papaz Metodi Draginov’un okuyanı kandırmak için üstlendiği sosyal rolü “Papaz Aligorko” ve adı Venetsialı olan Müslümanlaştırılan Fransız asilzade tarafından üstlenilmiştir.  (34)

Besbelli bu siyasetin içine çekilmiş olan, “Rodop Derlemesi” de belirli aralarla yeni baskı yapmaya başladı. Hristo Hristov, Petır Petrov ve Straşimir Dimitrov’un ortak redaktörlüğünde basılan 1965 baskısı büyük önem taşıyordu. “Bulgar Orta Çağlar hurafeleri” inde ilham alarak bölgedeki “Müslümanlaştırma” ile ilgili yazılan ve kitaba alınan yazılardan birisi P. Petrov’undur.  (35) Biz burada P. Petrov’un tahmin edilebilen “bilimsel” kariyerinde sonuna kadar kullandığı yöntemleri burada art arda bulabiliriz. Bu yazı, kaynak olarak,  içinde kesin olmayan pek çok şey olmasına karşın, başından sonuna sözüm ona “Metodi Draginov Saşmalığı”na dayandırılmıştır. Anılarında kendi yazısını değerlendiren P. Petrov yazıyor.Korova” köyünden Metodi Draginov’un hurafesinin otantik karakterini kanıtladı.” (36)  Artık oluşturulmuş olan halk hikâyesi ayakta tutulabilmesi ya da kanıtlanması amacıyla ellerindeki az sayıda olan Osmanlı kaynaklarının inandırıcı olmayan yorumuyla yeniden yüzleşiyorlar. Petrov, “Korova” köyünde sözde hakikatten yaşamış olan, din görevlisi (Papaz) tarafından anlatılan olayın, olası 1666 – 1669 yılları arasında Çepinli vadisinde büyük bir olasılıkla gerçekten olduğunu, bu orta çağı söylencesinin de 1670 yılında anlatılmaya başlandığını, Müslümanlaştırmanın M. Draginov’un anlattığı şekilde olduğunu, Rodop Dağlarından asker sevkiyatı yapılmasına da neden olan, 1645 – 1669 yılları arasında yürütülen ama uzayıp giden Girit Adasının ele geçirilmek için verilen “kutsal savaşta” yıllarından şiddetlenen dinsel fanatizmle açıklıyor. P. Petrov’a göre, daha önceki yıllarda “zorla, gönüllü, tek tek, kitle halinde Müslümanlaştırmalar, esir almalar, sürgün etmeler, yeniçerilik vb” olmuştur. Bir profesyonel tarihçi olan P. Petrov’un tezini kanıtlarken kişisel konuşmaları delil olarak göstermesi ilginçtir. Örnek olarak şöyle yazıyor: “Orta Çağlardan gelen hikâyenin diline gelince,  o Uyanış Çağındaki Yeni Bulgar dilini andırıyor. Bu Kilisede kullanılan İslav dilinden farklıdır. Günlük kullanılan Bulgar dilidir. O, burada delil olarak, ona kullanılan dilin XVII. Yüzyıldan sonraya ait olduğuna esas gerekçe olmadığını söyleyen, dil uzmanı Kiril Mirçev ile yaptığı bir söyleşiyi anlatıyor. (37)

Bu derlemede, Straşimir Dimitrov’un Batı Rodoplar’da ve “Mesta” Karasu nehri boyunda İslamlaştırma süreçlerine ilişkin bir önemli yazısı da yer almıştır. (38)

İslam’ın dayatılmasında” teknoloji olarak silahlı ve baskıcı saldırılar kullanıldığı görüşü Bulgar tarihçiler arasından tamamen egemen iken, Straşimir Dimitrov ele aldığı bölgedeki İslamlaştırma sürecini – en genel hatlarda olsa da – uzun zamana yayılmış bir olay olarak anlatıyor. St. Dimitrov’un vardığı temel sonuç şudur: Bulgar nüfusa İslam’ı dayatma bir eylem, bir tek kitlesel kampanya olarak ele alınamaz. Bu, çok uzun süren, birkaç asır devam eden bir olaydır. İslam, bir sistem haline gelen kişisel vaatlerle ve kitlelere saldırılar uygulanarak,  Çeç, Dospat, Nevrekop ovası köylerinden bir kısmı ve Razlog bölgesine baştan başa kabul ettirilmiştir.(39)

Birçok tarihçi o yıllarda Bulgar tarih anlayışına dayatılan dogmatik yaklaşım ortamında, St. Dimitrov tarafından geliştirilen bu yaklaşımı onaylamışlardı. Onlar, şiddet uygulayarak kitlesel İslamlaştırma taraftarı olmayan tarihçilerdi. (40) Ne ki bu noktada da olaya daha gerçekçi ve derin bakarak sonuç çıkarılmalıdır.

Dimitrov, “İslamlaştırma”, “Hıristiyan kitlenin ruhen kırılması”, “İslamın zorla dayatılması” gibi kalıp kavramlar kullanıyor. O, konuya girerken, “Metodi Draginov’un halk hikayesinden girerek, Çepin, (Çangır Dere) Bulgarlarının tarihinden bu olayı şu da bu derece açıklığa kavuştururken olacak (41) konunun genişlediğini yazıyor. Bulgar arşivinde o dönem için pek bir şey olmasa da XVI. Yüzyıla iniyor. Dimitrov, bu yüzyılın Hıristiyan dini için bir facia olduğunu belirtiyor. (42)  Daha sonraki yıllarda ortaya çıkarılan Osmanlı belgeleri böyle bir yıkımın olduğuna kanıtlar sunsa da, açık ve kaba kuvvet kullanılarak zorbalık işlendiğine hiçbir evrakta delil bulunamıyor.  (43) O, XVI. Yüzyıla ilişkin kesin olmayan ev karalamalarına güvenerek şöyle yazıyor: Elde bulunan evraklar, Müslümanlaştırma alanının genişletilmesine veya bu köylerde Müslümanlaştırma işlerinin bitirildiğine ilişkin kesin sınırlara işaret etmediğinden dolayı, kronolojik tespitte bulunulmasına da olanak tanımıyor. Elimizdeki vesikalardan daha fazlasının ve daha sonraki yıllara ilişkin olan halk hikâyelerinin “Sultan Süleyman” adı ve etkinlikleriyle bağlantılı olduğunu gösterdiğinden dolayı, bu gibi olayların XVI. Yüzyılda Sultan Selimlerin 2 defa hükümdar olduğu devirde olabilmiş olacağı olasılığını güçlendiriyor. Dimitrov olayları XVI. Yüzyılda Hıristiyan nüfusun sayıca azalmasına bağlı görüyor. (44)

Dayatılmış olan sert kaidelerin dışına çıkmamaya dikkat eden St. Dimitrov, yazısında zorlama eylemleri olasılığına işaret ederken, şöyle diyor: “Sunduğumuz metinden de görüldüğü gibi, çiziye vergisi ödeyen rayanın sayıca azalmış olmasını, iktidar “insanların ölmesi ya da başka bölgelere dağılmasıyla” açıklıyorlar. Fakat bu itirafın kusursuz ve tatmin edici olduğunu söyleyemeyiz.” (45) Bu açıklamaya devamla, 1660 yılından olan, “ölüm ve dağılma” nedeniyle çiziye veren hane sayısının azalmasıyla ilgili yayınlanan emirnameyle ilgili Dimitrov şu ilavede bulunuyor: “Nevrekop bölgesini daha ağır duruma iten başka bir, olağanüstü durum olabilir.” (46) O şunları da yazıyor: “Mora” Yarımadası savaşında, güneye, Selanik yönünde  Filibe, Çangır Dere ve Razlog üzerinden “Mehmet Paşa” ve “Altı Paşa” seferleri, ve bu seferler esnasında Bulgarlığın ezilmesi vb. vb. vb. ile ilgili Metodi Draginov’un, Orta Çağlar tarihini anlatan seyyah Belyov ve başka okur yazar kişilerin değişik kayıt ve notlarından hafızalara sıkışan alıntılara istesek de istemesek de yine rastlıyoruz. Onların zaman diziminin derin eleştiren incelenmesi adı geçen kayıtlara geri dönmemizi gerektirmiyor, fakat onun “Batı Rodoplar’da Bulgar nüfusun “bölgeden kaçarak dağılma ve başlıca da Müslümanlaştırma sebebiyle”  “sefilleştiği” iddiasını görmezden gelemeyiz.(47)  Olaylara ayrıntılı analiz getirmese ve bu delilleri kullanmasa da Straşimir Dimitrov, özgün bir yaklaşımla bazı konulara değiyor ki, bunlar rejim tarafından olduğu gibi, meslektaşlarınca da kullanılabilir. O, 1999 yılında, meslektaşları önünde dobro dobro konuşurken “bunların hepsi uydurma metinlerdir” dedi ve “Metodi Mraginov’un Orta çağlar hikâyesi” ise “baştan sona güzel bir yalandır” diye vurgu yaptı. (48)

Kamuoyu tarafından yanlış kavrama ile yüzleşme olmadığını sadece Straşimir Dimitrov’un eserlerinde izlemiyoruz. Osmanlı devrinde Çepin (Çangır Dere) nüfusunun statüsü ile ilgili Bayan Vera Mutafçieva’nın yayınlanan makalelerinde de aynı inceliklere rastlıyoruz. (49) Onun yazısı, Bayan tarihçinin statüko pençesinden zekice sıyrılma denemesi ve dolaylı yollardan statükonun temel tezlerinin mezarını kazmak olarak da değerlendirilebilir. Orta Çapların halk hikâyelerinden derme çatma alıntıların doğruluğuna göz kırpan bir alaylı bakış da dikkatten kaçmıyor.  Mutavçieva Çepin köylerinin vakıf statüsünde olduğu görüşünü savunuyor. Açık oturum tartışmaları, önceden belirlenmiş amaçlı Osmanlı siyasetinin bir uygulaması olan, mitolojik olasılıklar ortamında zaman dizim hikâyelerinin güvenilir kaynak (50) olup olmadığına yönelmiyor. Bu yaklaşımla, resmi tezi kabul etmeyen ve hafiften onun altını oyan Bayan Mustafçieva, kendini güvenceye alan hareketlere bağlı kalıyor. O, Çepen vadisi köylerinin vakıf statüsü olduğunu ve bu yöredeki vakıf mülklerinin çok olmasının bölge halkı arasında İslam’ın yayılmasına yol açtığını savunarak,   Çepen’de ve genel olarak bütün Rodoplar’da İslamlaştırmayı gerçekleştirme usulü ve süreciyle ilgili oluşturulan tasavvura yedek tutumlu kaldı. Özel olarak, burada da her hangi bir biçimde cephe saldırısı olmadı ve “gerçek” mesaj, gerçek tarihçilerden geniş bir çevrenin bile katılmadığı, dikkate alınmayacak kadar çok küçük bir gruptan geldiğini anlamak zor değildir.

Reklamlar