BGSAM

Konu:  Kör Ayna

İsterseniz bugünden başlayalım. İtalya zeytinliklerini gözle görülmeyecek kadar küçük haşarat basmış, meyveleri ve yapraklarını yiyip fidanlardan 1000 yıllık ağaçlara kadar hepsini kurutuyormuş. Dünyanın en büyük zeytin üreticilerinden olan İtalya’nın Sicilya adasında köylüler öldürülemeyen, gebertilip mezarı kazılamayan bu haşaratta pes etmiş ve her yerde beyaz bayraklar kalkmıştır.

Ne kötü değil mi, olay bizim Kirkovo bölgesine baharda iri iri Fas çekirgeleri gelir ve tütünlere varınca her şeyi silip süpürür ya!, işte öyle bir şey. Fakat Fas çekirge sürüleri helikopterden atılan ilaca dayanamayıp yere serildiğinde herkesin içi serinlerdi.

İtalya’yı esir alan bu kokusuz çekişiz gözle görülmeyen “düşman” sözde Kuzey Afrika sahillerinden Avrupa’ya kaçarken Ak Deniz’de batırılan teknelerdeki kadın ve çocukların öcünü alıyormuş. Çünkü Ak Deniz’de batan insan dolu teknelerdekiler Afrika Çöllerinin kuzeye akmasından ve doğanın çölleşmesinden kaşıyorlar ki, bu dehşet kendinden ve insanlardan önce “ uzaktan bakınca sanki varlığı hissedilen ama ağaçların yanına varınca görünmeyen ve yaprakların, çiçeklerin, zeytin meyvelerindeki kılcal damarlara girip onları kurutan şimdilik yenilmez bir “düşman.”

Bu “düşman” yenilse ne olacak ki, doğa yarın yenisiniüretecek. Aslında biz doğayı onu zehirleyerek arıtıyoruz. Domates, kiraz ve diğer meyve ve sebzelerdeki pestisit kalıtları içimizde birikince kanser oluyor ve sonunda İNSANOĞULUNU öldürüyor.Bitkileri yok olmaktan kurtaran ilaçlar insanlarda çaresi hastalıklar doğurdukça, kör döngü bocalamaya devam ediyor.

İnsanlar hem doğa hem de içinde yaşadıkları toplumla devamlı mücadele içindedir. Bu ikiyüzlü savaşımın birbirine benzer pek çok yanı var.Toplum doğadan sonra oluştuğundan birincisinin düzeninden benzerlikler taşır ve buna itiraz eden de yok.

İnsanlar meyve ağcının parmak ucu kadar ve hatta yürüyemediği için kıvrılarak sürünen bir beyaz kurt tarafından kurutulabildiğini gözleriyle defalarca gördüklerinden, ağaç kurdunun becerisi konusunda problem yoktur. Zaten kuruyan meyve ağacını istemeye istemeye kestiğimizde özden çıkan bir kısım irili ufaklı ağaç kurdundan tiksiniriz, bu çok zararlı kurtları yere silker ve aynı yerde bir ateş yakarak yok olmalarına ve bahçemizi korumaya gayret ederiz. Yani biz bahçıvanlar geçmişte meyve ağacımızı kurutan bu kurtların bundan sonra zarar vermesini önlemek, yeni diktiğimiz fidanlarımızı da kurutmalarına yol vermemek, bahçemizi korumak için bundan böyle bütün ağaç kurtlarını öldürmeye karar veririz. Dahası da var, yaratan hayatı yaratırken zararlıların da düşmanlarını yarattığından ve biz insanlar ağaç kurtlarının baş düşmanının ve orman koruyucularının karıncalar olduğunu bildiğimizden, fazla bir şey yapmaktansa karınca yuvalarını bozmasak yeterli olduğunu biliriz. Ormanlarda büyük karınca yuvaları olmasının nedeni budur. Karıncalar ağaç dostudur. Yüzde yüz İtalyan zeytinlerin üreticilerine kan ağlatan gözle görülmeyen haşaratın da bir “düşmanı” vardır ki, biz insanlar onu henüz keşfedememişizdir.Ayna kördür.

Bilimsel hayatta bu kural nasıl işler?

Toplumda, bilgi sahibi olmayan fikir yürütemez. Toplumların kendi yasallıkları, kanunları, kural ve ilkeleri vs vardır ve sosyal yaşam bunlara uyarak gelişir. İnsanların birlikte yaşamaya başlamasından buyana sosyal hayat sonsuz bir süreçtir. Bu süreçte geçmiş ölmez, gelecekse umuttur, bugün ise yaşanır.

İnsanların aynı kurallara ve ahlaka uyarak toplumsal bir düzen içinde düzgün yaşamaya başlaması çeşitli evrelerden geçmiştir. Bu evrelerden birini belirleyen dinler olmuştur. İnsan evriminde, dinimiz İslam olağanüstü büyük rol oynamıştır. Biz Türkler İslam’ı kabul edip Müslüman olmazdan önce de,  kendi soy-boy yaşayışında belirli kuralara uydular, tavukları ilk olarak kümeslerde yumurtlatan ve atları evcilleştiren biziz. İslam’ı kabul ettiğimizde daha büyük ve daha zengin bir yaşam biçimine katıldık.. Yeni ruhsal dünyada ana dilimizden vazgeçmedik, özgün kültürel geleneklerimizi, adetlerimizi yaşatırken manevi dünyamıza İslam’dan gelen, örneğin Ramazan ve Kurban Bayramları gibi yenilerini de ekledik. Uyduğumuz çok önemli dini kurallardan biri de oruçtur. İslam diğer dinlerden sonra geldiğinden ve çok daha mükemmel ve insana, aileye ve tüm topluma yararlı edinimlerle donanmış olduğundan, ayrıca diğer dinlerden çok üstün bir manevi düzenlilik sunduğundan, değişiklik, yenilenme vb aratmadı.

Öteden beri insanlar dünyayı bir de din dışı bilimsel anlamaya çaba göstermiştir. Bu uzun sürecin birikimleri de aşamalardan geçmiş, insanlar dünyayı ve kâinatı belirli kurallar içinde, kendi yasa ve yasallıklarına göre var olan bir varlık olarak algılayarak, her şeyi insan ve toplumun yararına işletme, yararlı kılma yollarını aramış ve arıyorlar. Yaban elmasından yumruk gibi sarı, yeşil, allı, kırmızı elmalara, bin bir çeşit kaysı, şeftali, mandarin ve portakallara götüren yol budur. Birçok türler yok olurken yenileri belirmiştir. İnsanın uçması, denizaltına girmesi, atomu parçalaması vb bu sonsuz yarışmanın aşamalarıdır. Dış bakışta her şey çok basit gibi olsa da hiç de görüldüğü gibi değildir. Geleceğin aynası, insan onu sile sile parlatmadıkça karadır, kördür. Ona hayat verip geleceği ışık tutması için çalışan İNSANDIR. Çok basit bir örnek vermek istiyorum. Her an kullandığımız, içtiğimiz, ellerimizi yıkadığımız su (H2O4) – 2 molekül hidrojen ve 4 molekül oksijen bileşimidir. Dikkat ediniz: Hidrojen yanar, hatta Ruslar 1953’te ilk nükleer bombayı “Hidrojen Bombası” olarak yapmışlardı. Oksijen olmadansa ateş yanmaz. Buna rağmen şu(H2O4) asla yanmaz ve hatta ateş söndürmede itfaiyecilerin kullandığı ana söndürme aracı sudur.Dünyanın daha ileri gelişmesine yeni ucuz enerji kaynakları gerek. Bilim bugün enerji kaynağını ya H2O4bileşimini parçalayarak dünya okyanusundaki sudan enerji üretmekte ya da bize yine yaratan tarafından bahşedilen güneş ışınlarını oluşturucu öğelerine parçalayarak, güneşten dünyamıza ışığı değil, sıcağı taşıyan şuadan faydalanma yolunu araştırıyor. İnsanlar, atın Türkler tarafından evcilleştirilmesine birinci enerji devrimi dediler, (C2) karbonun yakılıp araba, gemi ve trenleri, iş makinelerini hareketlendirmesine ikinci bilim devrimi dediler, yeniçağda işe koşulacak enerji kaynağının isminin açıklanmasını sabırsızlıkla bekliyoruz.

Sosyal Hayatın ana gelişim aşamaları:

Din ve bilim dünyasının dışında bir de devrimlerle gelişen toplumsal yaşam vardır. Bu üç alanın genel geçerli yasaları aynı özden ateş alır diye yazsam da bunların gelişimi ve biçimleri birbirinden farklıdır.

İnsanların tarih aynasında taş ve bronz devirlerinden sonra gelen ataerkil, anaerkil, kölelik, feodalizm, kapitalizm, emperyalizm vs çağlar vardır. Biz Bulgaristan Türkleri vatanımızda 1944’ten sonra kapitalist Çarlık Bulgaristan’ından sosyalist Bulgaristan’ın totalitarizm dönemini yaşadık, dayanamadık ve Türkiye’ye göç ettik. Şunu özellikle belirtmek isterim ki, 10 Kasım 1989’da yöneticisiTodorJivkov olan Bulgar komünist-totaliter rejiminin devrilmesi ve özel mülkiyet ilişkilerine ve pazar ekonomisine dayanan kapitalist üretim biçimine Geçiş Dönemi’nin ilan edilmesi, tarihte daha önce benzerine rastlanmamış bir olaydır. Bu deneyim bugün Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerimize yokuş geldi. Ağır ekonomik ve mali şartlarda zorlanıyorlar, daha kolay yaşam yolu arıyorlar. Bu daha kolay yaşam yolunu bulması gereken güç ise politik iktidardır – meclistir, hükümettir. Biz araştırmalarımıza dayanarak, daha kolay yolun şu dönemde bulunmasının imkânsız olduğunu görebildiğimiz için, “Kör Ayna” derken, iktidarda olanların geçmişi ve geleceği görmek istemediklerine işaret etmek istiyoruz.

Geçmişi görmek istemeyişlerinin özünde şu vardır: Sosyalizm döneminde devlet ve kooperatif mülkiyeti vardı. Politik partiler kamu yapısını yönetmek için kurulmuştu. Tek parti vardı (BKP) Yamağı çiftçi partisi (BZNS).  1990’dan sonra devlet mülkiyeti yok edildi, toprak sahiplerine geri verildi yani özel mülkiyet 1944 öncesi örneğince bir yere kadar geri döndü. Ne var ki, devletin politik yapısı dağılmadı. BKP BSP oldu, kap değiştirdi, öz değiştirmedi ve politik yapıyla ekonomik alt yapı birbirine ters düştü. 20 yılda bu yanlış anlaşıldı ve BSP partisinin yerine yine aynı komünist kazandan GERB partisi geçti. Demek oluyor ki, 1990’da kabuğu soyulan sosyalist ağaç yıkılmadı, içindeki kurtlarla birlikte ayakta kaldı ve çok yavaş kuruyor.

Bu arada, geçen hafta mecliste komünist-totaliter dönemde suçlu olanların, hafiyelerin, ajanların ve hainlerin suçlarının af edilmemesi yasası görüşülürken, meclis bileşiminin üçte ikisinin salonda bulunmaması ve oylamaya katılmaması, düşünmeyenleri ile fikir yürütmeye zorladı. Bu yasanın onaylanmöası, kuruyan ağacın içindeki ağaç kurtlarının birer birer çıkarılması ve yok edilmesi anlamına gelir. Yani bugünkü Bulgaristan kamuoyunu temsil eden politik güçlerden üçte ikisi kurtların yaşamasını, ağıcın kurumasını, toplumun çökmesini istiyor gerçeği gün ışığına çıkmıştır ki, bu çok acı bir gerçektir4. Hele 1984-89’da kimlik değiştirme ve asimile edilme gibi çok ağır bir zulümden geçen Bulgaristanlı Türk ve Müslüman azınlığı temsil eden HÖH-DPS partisi iradesinin mecliste bulunmamasına anlam vermek çok zordur. Toplum yüzleşmeden, kurtlar ağacın özünü kemirdikçe felaket çok yakındır. İşte İtalya’daki zeytin ağaçlarının kütükleri, işte komşumuz Yunanistan’ın çöküşü…

Biz “Kör Ayna” döneminin aşılmasından yanayız. Bu çok basit ve aynı zamanda çok derin bir konudur. Toplumsal yapının kılcal damarlarına kadar işlemiştir ve arınma, temizlenme, canlanıp dirilme isteyenlerin öz davasıdır.

İyi Bayramlar.

Reklamlar