BGSAM

Milli mensubiyeti yani öz kimliği olmayan bir insan, bir hiçtir. İnsanın niteliğinin özünde kimlik vardır. İnsanların gizli ve görünür kimlikleri vardır. Gizli kimliğimiz bizim gen sistemimizi oluşturur. İnsanlar siyah, beyaz ve sarı ciltlidir. Bünye yapıları farklıdır. Bu bakıma bir beyaz ırk olan Türk geni Türklere aittir. Bize Bulgaristan Türkleri demelerinin özünde ise, ancak vatanımızın Bulgaristan olması vardır. Özümüz, soyumuz, dilimiz ve dinimiz farklıdır. Öz kimlikli kişiler olarak hepimiz Türk’üz. Bulgaristan’da, Makedonya’da ya da Bursa’da yaşamamız hiç bir şey değiştirmez.

1944 ile 1990 yılları arasında Türk kimliğimiz eritilip asimile edilmek istenirken, Bulgar kimliği ile paralel hepimize bir de sosyalist kimlik aşılanmaya çalışıldı. Sosyalist kimlik etnik ve ulusal yarım yapılmadan milli kimlik üstü bir kimlik olarak dayatılmak istense de,  tutmadı. Görünümde bir enternasyonal insan kimliği yaratılmak istenmişti. Olayın özünde olan, dünya proletaryasının “vatansız” olduğu iddiasıydı. Bu sayfayı daha öte açanlar, sınıfsız toplumun dünya egemenliği kurulunca, bütün dünyanın herklesin vatanı olacağı ve enternasyonal kimlik dışında bir kimliğin olmayacağı savından kaynaklanıyordu. Anlaşılan anadiller ve ulusal diller ve dinler yok edilecek, egemen kültür yaratılacak, kültürel geleneklerse unutturulacaktı.

Bu saçmalıkların etkisi altında kalan HÖH partisinin ilk lideri A. Doğan “bir sanal kimlik” yaratma hedefine hizmet ederek “Bulgar Etnik Modeli” uydurmasını kitaba döktü ve Bulgar devlet politikası haline getirdi. Halen Avrupa Birliği etnik sorunlar komisyonları şu “Bulgar Etnik Modeli” ile oyalanmaya devam ediyor. Olayın temelindeki gerçek ise, A. Doğan’ın bir BİLDİRİ imzalayarak II. Simeyon hükümeti kanalıyla 2007’de Brüksel’e “Bulgaristan’da çözülmemiş etnik sorun yoktur” demesidir ki, bu baştan aşağı bir yalandır. Türk, Pomak ve Romanlarımızı eritilerek asimile edilme politikası böylece yeniden hız aldı. Ülkemizde anadil ve din eğitimini engelledi. Türk yaşam tarzını budandı.. Kültür ve sanat dallarındaki gelişmemiz soldu.

Bunları neden yazdık.

  1. yüzyılın daha ilk yıllarında Bulgaristan’da da etnik tarihin uyanması, halk topluluklarının öz kültürünün yeşerme çabaları, özellikle Türk kültür ve sanatına olan ilginin alabildiğine artması yeniden güç toplar duruma geldi. Bu dönemde ilk kez olmak üze “Bulgaristan Türklerinin tarihi yazıldı. Soy kökleri araştırıldı. Edebiyat ansiklopedileri yayınlandı vs. Bulgaristan Türklerinin Türk dilinde yazılmış edebiyatı olduğunu inkâr etmek artık imkânsızlaştı.

“Bulgaristan’da Türk yaşamıyor” diyenler artık dillerini yuttu. 21. yüzyıl başında Türkiye’nin Balkan ve Yakın Doğu ülkeleri arasında başı çekmesi, her bakıma en gelişmiş durumda bulunması, bölge devletlerinde yaşayan tüm insanların ANAVATANI olması, bu gerçekleri kabul etmek istemeyenler tarafından da artık inkâr edilemiyor. Bulgaristan Türklerinin sözlü edebiyat ve sanatının incileri olan taşlamalar, şarkılar, türküler ve maniler artık totaliter rejimin öldürüp gömmeye çalıştığı yerden çıkarıldı, hafızalar uyanıp canlandı, diller çözüldü, sahneler doldu. Kimliğimizin manevi yanı sel gibi akıyor.

İstanbul’da soydaşlarımızın oturduğu semtlerde Atatürk’ün Sevdiği Türküleri seslendiren orkestra ve korolar, Balkanlardan esinti olan incileri söyleniyor, yaşam ortamı bulan sanat gönüllere doluyor. Soydaş çocukları arasında Vatan Şiiri Geceleri düzenleniyor. Saz toplulukları namelere hayat veriyor.

Totaliter toplum, halkımızı zorunlu Büyük Göç’e zorlamakla, kültürel kıyım uygulamakla yalnız demokratik dönüşüm devrimimizi engellemekle ve onu baltalamakla kalmadı, bizi güçsüz ve bezgin durumda bıraktı. Bunların “aklını başlarından aldık” diyenlerin umudu boşa çıktı. Bu gerçeği artık 26 yıl sonra doğrudan haykırabiliriz. Diğer yayınlarla birlikte Bulgaristan Türkeri’nin Sesi olan BULTÜRK yayınları her kasaba ve köye vardı, her haneye girdi.

Geçiş Dönemi’nde bizi istedikleri gibi ezmeye devam etme planları yapıldı. Belki 50 yıl sonra açılacak yeni “dosyalarda” bu tasarımları torunlarımız okuyacaktır. Bizi istediği gibi ezmeye devam etmek için “Bulgar Etnik Modeli ” ortaya çıktı. Hazırlayansa A. Doğan’dır, halkı8mıza “lider” olarak dayatıldı. Hepimiz bu modelin gölgesine itildik. Hedef hepimizi kimliksizleştirip, “kendileri böyle istediler, isimlerini bile geri almayanların oranı % 26” gibi yalanları kıvırmaya devam ettiler.

Bu gidiş, frenleri tutmayan bir lokomotiftir ki, bugün de  çukura kaymaya devam ediyor. Çöküşten, yıkımdan son hesapta iyilikle yüklü yeni olan doğar diyenler haklı olabilirler. İyiliği beklemek geleceğin ufkuna inanmaktır. Biz de inanıyoruz daha iyi günlerin geleceğine, ama ne zaman!? İnancımızda, bir de, bekleyerek yol alamayız, diye bir şey var. İmdat frenini çekip, Türk ve Müslüman kimliğimizi yok etmeye çalışanlara “DUR!” demek zorunda değil miyiz? Baş aşağı gitmek isidir de, DUR deme zamanı geldi, diyorum.

Bulgaristan’da egemen olanların yapmak istedikleri nedir. 26 yılda inkişaf göremedik. Egemen olan işsizlik ve açlıktır. Ateş için yaş söğüt odunu toplayanların, halkı ısıtacaklarına inanamıyorum. Böyle bir ateş tüter ama ne yanar ne ısıtır,  ne de söner. Onlar bu ateşi yalnız duman çıkarmak için yakmak istiyorlar. Hani “duman olduğu yerde ateş vardır” diyenlere çağrışım işareti veriyorlar.

Basına düşen şu son örneklere bir bakalım. Türkiye devlet sınırına komşu Topolovgrad Belediyesinde işlenir ve çorak toprakların tümü adı var kendi yok bir şirket tarafından ucuzdan kapatıldı. Tüm arazı tek kalemde ihaleye çıktı. Köylülerin parası yok, açık arttırmaya katılmak için dilekçe bile veremediler.

Avrupa Birliği tarıma sübvansiyonlarını (karşılıksız yardımlarını) toprak parçalarının büyüklüğüne göre veriyor. Büyük çiftçileri ve işletmecileri destekliyor, paraya boğuyor. Bulgaristan’a gelen Euroların % 80’ini iri toprak sahipleri ve büyük ölçekli çiftlik kodamanları alıyor.. Köylüler avucunu yalıyor. Kimse bir şey değiştirecek durumda değil gibi, yeni zenginlerin köylüyü düşürdüğü yeni tuzak budur.

Topraksız kalan köylüler ise önce çiftçi ve üretici kimliğini yitiriyor. Elinde toprak mülkü sahibi olduğunu kanıtlayan hiçbir belge olmadığından topraksız olduğunu beyan etmiş ve AB ve devlet yardımlarından medet kapısını kapamış oluyor. AB ve Bulgar devleti (Tarım Bakanlığı) yardımlarını istemediğini beyan edenlerin statüsü değişiyor. Bu insanların bizim Türklüğümüzden koparılmamız gibi, toprağından yani nafakasından koparılıyorlar ki, bu süreç hız alıyor. Yeni defin elbisesi – ayakkabı, gömlek, kravat – satın almak için topraklarını satan köylü Bulgarlar gördüm…

Onlar, yeni durumda tarım üreticisi olarak tüm kayıtlardan siliniyor. Gidecek 2 yerleri var, ya şehre gidip olmayan bir iş aramak ya da dış ülkelere çıkıp konuk işçi statüsüne girmeye çalışmak ki, bu da çok zor, çünkü Bulgar köylüler yaşları ilerlemiş olan kişilerdir. Bu çok tehlikeli gidişin sonucu olarak köyler, küçük yerleşim yerleri, mahalle ve kasabalarişten güçten el çekip, hayal ettiğimiz toplumsal diriliş umutlarımıza seyirci kalmış oluyorlar.

Bir yandan Türk, Müslüman olarak kimliksizleştirilen, cahil bırakılan, kapalı ortamda tutulan insanımızı bir de küçük ölçekli bir üretici, tarım işçisi, uzman tarımcı olarak sıfırlama VE TOPLUM DIŞINA İTME YOLU AÇILOIYOR. Tarımını geliştirmeyen ülke olmaz. Halk geçinemez… Çeyrek asır önce her gün 300-400 vagon tarım ürünü ihraç ettiğimizi düşününce, ahırlarımızda 1 600 000 (bir milyon altı yüz bin) iri baş hayvana baktığımızı ve 15 000 000 (on beş milyon) koyun kuzu meleştiğini düşündükçe delirmek isten değildir. Anlatmaya çalıştığım gerçekler hakikatten çok acıdır ve mukayese için freni arızalı bir lokomotifin uçuruma yöneldiğini bilinçli olarak seçmiş bulunuyorum.

Bu bakıma da hepimiz freni arızalı bu trenin yolcularıyız, diyorum.Bulgaristan Türk ve Müslümanları olarak mensup olduğumuz toplumsal grup, katman ve sınıf, üretim gücü olarak yok olmaya başladı ve mahkûmuz. HÖH yönetimi, milletvekilleri ve onlarla birlikte AB Genel Kuruluna gönderdiğimiz milletvekillerimiz bu gerçeği görmemezlikten geliyor. AB yardım fonlarının üreticiler arasında adaletli paylaşılmasında kontrol uygulanması gece gündüz beklenirken, raydan çıkmış lokomotiften medet umuluyor.

Üstüne üstelik gelişmelerin bu denli karamsar bir renk ve yön alması, büyük toprak sahipleri, nasıl ve ne zaman, hangi işlerde kazanıldığı bilinmeyen tomar tomarpara bastırılıp toprak satın alarak birden bire BÜYÜK TOPRAK SAHİPLERİ katmanı belirmesi açısından hiç birimizi şanslı günler beklemiyor. Şanslı günler onlara gülerken, topraksız kalan, eli bağrında insanlarımız içinde şansız bir geleceğin karanlığına batıyor. Devlette sosyal anlayış sanki ölmüş.Siyasetin temel aracı talan oldu. Devletin mülkleri paylaşıldı, şimdi sıra belediyelerin taşınmazlarındadır. Saldıranlar her gün biraz daha irileşiyor.

Halkın tüm beklentilerine rağmen, bu gidişe karşı set çekecek ve seli durduracak bir parti henüz kurulmadı. Meclis öyle bir karışıklık içinde ki, Sosyalist Parti 16 milyar leva dış borç paketinin durdurulmasına gerekli olan 46 imzayı toplayamıyor. Genelde Türk, Pomak ve Çingene köylü kesimi temsil eden Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) de iktidar kodamanlarının dış borç alıp alabildiğine irileşmelerine seyirci kalmnayı tercih ediyor.

Meclis ortamında her yer dize kadar çamur içindedir. Bugün HÖH milletvekilleri baka kördür, çünkü bir süre önce onlar çalıp harman savururken başkaları seyirci kalmıştı. Mesela Tarım BakanlığıHÖH’e verildiği yıllarda Kara Deniz sahilindeki denize sıfır arsalar çorak arazilerle değiştirmişti. Bu bir suçtur ama cezasız kaldı. Bütün Bulgaristan’ın işlenir toprakları 15-20 büyük çiftlik sahibinin eline geçerse, halkın hali ne olur?, felaketin bu yanını  düşünmek bile istemiyorum. Belki de “köy sahibi”, “kasaba sahibi”, “belediye topraklarının hepsinin ağası” gibi yeni ekonomik terimler yakında dilimize girecektir. Bulgaristan Türk lehçelerinde “köle” ya da “toprak kölesi” anlamı olmayan “maraba” sözü artık anlam değiştirip kullanılmaya başladı. Osmanlı döneminde başkalarının topraklarında çalışanlara “raya” diyenler, şimdiki durumda sanki dillerini yuttu. Çünkü “raya” bir yere kadar toprak sahibi olabilirdi, yeni “rayalar”ın köy yolu bile olmayabilir. Acımasız bir köy kapitalizmi kasırgası geliyor. Niyetlerini bilmiyoruz. Sökülmeyen bağ bahçe kalmayabilir.

Bulgaristan faşist diktatörlük, totaliter baskı ve terör rejimi zulmü gördü ama Büyük Okyanus adalarında güneşleyerek yaşayanderebeyi tutumlu büyük toprak ve çiftlik sahiplerinin modern kölelik sistemini henüz yaşamamıştı. Çok yoksullaşan Bulgar köylüler taşınmazlarına sahip çıkacak ve topraklarına ucuz fiyattan el konmasına ve topraksız kalma sürecine karşı koyamıyorlar. Bu bakıma taban dalga teslim olmuş ve henüz ancak seyirci kalmış durumdadır. Bir de Amerikan petrol ve doğal gaz tröstlerinin Dobrucamızı altlı-üstlü satın alma küstahlığı da ensemizde soluyor. Diriliş ve direniş için güç gerekiyor. Bu da bizde yok.

AB üyeliği ile açılan sınırlardan giren tarım ürünleri iç pazarda yerli aile tarımcılığını, sebze ve meyveciliği boğuyor. Yerli üretimin maliyeti yüksek olduğundan rekabete dayanamayıp seracılar pes ederken, köylüler de teslimiyet bayrağı kaldırıyor. Bu süreç, hele AB devletlerinin Rusya’ya ambargo uygulayıp, tarım mamullerini Balkan ülkelerine yani Güney Doğu Avrupa pazarına sürmesiyle daha da dayanılmaz hal alıp ezici oldu. Elindeki topraklardan da olan Bulgar köylüleri yeni durumda tamam saf dışı ediliyor ve köylü üretici katman olarak niteliksiz kalarak, vasıfsız ve hiçbir işe yaramayan kimliksizler ordusunu oluşturmaya başlıyorlar. Ülkede ne köylü ne de tarımcı parti var. Bu temelde kök salan aşırı ırkçı ve ötekileştirme ustası sözüm ona yurtsever cephe “PF” partisi, çözümü anti-Türk, anti-İslam ve anti HÖH sloganlarda arıyor. HÖH partisi bu hortlamanın başkaldırmasından suçludur. Tehlikeli gelişmelere yol vermiştir.

Ben bir kâhin değilim, fakat bundan yaklaşık 200 yıl öncesinin Rusya köyünü anlatan büyük klasik Gogol “Ölü Canlılar” eserinde tam bu tip köylü imajı yarattığını hatırlıyorum. “Ölüm bekleyen köylüler, köylülük ve bir üretim kültürü…”Olayın düşündürücü tarafı ise, frenleri tutmayan toplumsal lokomotifin sosyalist toplumdan Geçiş Dönemi ve Pazar ekonomisi üzerinden kapitalizme açılmaya çalışırken, feodal ilişkilerin egemen olduğu toprak ağlığı ve”marabacı”  üretim biçimine uzanan feodalizme kadar tekerleneceği tehlikesinin belirmiş olmasıdır. Feodal toplumdaki insanların Türk ve Bulgar olarak ulusal ve etnik soy Kimlikleri yoktu. Mesela Osmanlı’da hepimiz ümmetten sayılırdık. Bu süreç bizi bu kadar gerilere götürebilir mi!? bunu düşünmek bile istemiyorum…

Devam edecek.

Reklamlar