Levent resm Levent RASİM

Konu: Fakir düşmüş insanımız.

Fakir düşmüş insanımız

Ecdat toprağını koruyanlarımız

Onlar bizim kardeş ve canlarımız

Endişesiz beklesinler yarını

.

Bollukta fakirlik çekmek çok ayıptır.

İnsanı duyular oluyor kayıp

Onları da insan yerine koyup

Çözülmelidir her türlü sorunu.

İsa Cebeci

Biz ata toprağımızın yeşereceğine her zaman inandık, inanıyoruz ve her zaman inanmaya devam edeceğiz. Bu kararlılığımızın esasında mahrum olanlara el uzatmak, yardıma koşmak ya da tahammül ve sabır bayrağının taşması veya yaşadığımız hayatın içinde uyanmak olabilir.

Okuduğumuz ders kitapları Bulgaristan Tarihi, Bulgaristan Büyükleri, Bulgaristan Edebiyatı, Bulgaristan halk Kültürü değil, bunların yerine Bulgar Tarihi, Bulgar Büyükleri, Bulgar Edebiyatı ve Bulgar halk kültürü olunca, tabii etnikler buy öğrendiklerimizin hepsi onların, bizden bir şey yok bilinciyle uyanıyorlar. Hiç bir şey yapılmaması düşündürücüdür. “Biz kışı şarap, rakı ve domuz sucuklarıyla çıkarıyoruz, siz de alışın!” diyenlerin son hedefi açıktır.

Okula giden çocukların ekmek parasına uzanabilmesi için bizi ilgilendirmeyen bilgileri ezberleyip öğrenmesi gerekiyor, çünkü bunu yapmazlarsa ekmek tekneleri bir daha toparlanamamak üzere kırılıyor ve Batıya kaçıp bulaşık yıkamaktan yada beton karmaktan başka seçenekleri kalmıyor.

Sevilen şair ve düşünürümüz İsa Cebeci’nin “Fakir düşmüş insanımız, Ecdat toprağını koruyanlarımız” sözleri bu bakıma çok derin anlamlıdır.

Şairlere inanmak gerekir. Onlar uyanmadan halk uyanamaz.

Fakirlik tohumu çatlayıp içindeki özden nefret ve isyan ruhu doğmadan, kimse uyanamaz, kitle kendi içinde ısınamaz ve ileri tek adım atamaz. Bu sözler, halkımızın en uyanık kesimi olan şair ve ozanlarımızın, yazar ve diğer yaratıcılarımızın, öğretmenlerimizin halkımızın bağrındaki kokuyu ve toprağımızın derinliklerinden gelen “bu insanlar dünyada en yürekleri olanları yaratıklarıdır, bugünkü gibi, böylesine sefil yaşamayı asla hak etmemiştir.” Uğultu artık güç topluyor. İnsan karakteri değişmez. Değişse dünyanın düzeni çoktan bozulurdu.

Bereketli topraklarımızın Tuna boyu şairi Naim Bakov’un “Kurbanlık kınalı koyun gibi susayım mı?!” çığlığı, memleketimizdeki son durumu anlatıyor. Ve artık susmakla hiçbir sorunun çözülemeyeceği ortadadır.

HÖH partisi çatlamış patlamış, milletvekilleri işe gitmiş gitmemiş, artık hiçbir şeyi işitmek istemeyen melek duruma gelmiş, yada çok yakında başlarına inecek tokmağın büyüklüğünün hesabını yapmaktan baş kaldıramıyormuş, kimseyi ilgilendirmiyor. Çünkü düşmanlıktan düşmanlık doğduğu gibi, ilgisizlik de ilgisizlik doğuyor. Biz ateşin ateşi söndürmediğine, ateşlerin birleşmesinden büyük ateş oluştuğuna inanıyoruz. Işıkla ilgili görüşümüz de bu noktada buluşuyor. Işık ışığı söndüremez, ışıkların birleşmesinden dünya ve gönüller daha aydın olur.

Davamız ortaktır. Halkımızı uyandırmak ve gönül güçlerini birleştirmektir.

Biz bunu 1989’larda yaşadık, kazandık, karanlık güçlerini hezimete uğrattık. Son yılların birikimi bize bizi aydınlatacak güneşin ancak bizim içimizden doğacağını, ufkun da ışığın da biz kendimiz olduğumuzu kesin kanıtladı.

Tehlikeli durumu, uyanma ve dirilme zorunluluğunu şöyle dizelemiş Bakov:

Susmak başımıza açılan dert oluverdi.

Anladık mu bunu biz yıllar yılı masumlar!

Kurtlar kuzuların dünyasına doluverdi.

Hadi gelin tuzaklara kınalı tosunlar!

Bu gerçeği binlerce yazımızda anlatmaya çalıştık. Fakat zamanı gelmeyince, yandıran uğultu kitlenin art tabakalarının hareketlenmesinden gelmedikçe kimse uyanmak istemiyor, şekerlemeli yaşamayı yok olmaya tercih ediyor. Biz bugün 06 Kasım 2016 seçimleri eğişinde yine subaşındayız.

Türkiye’de 7 Haziran 2015 ve 15 Temmuz 2016 feci gerçekliğinden sonra yeni bir ruh doğdu ve bu dirilişin etki alanındayız ve etkisi altındayız. Karşımızda Büyük Türkiye tebessümü belirdi.

Hayat bize Avrupa Birliği gerçeklikleriyle Hıristiyanlıkla Müslümanlığın yeni bir demette –medeniyette – buluşmasına dünyanın henüz olgunlaşmadığını, insanların öldürülerek yenilmesinin, kültürlerin yok edilmesinin çıkış yolu olmadığını gösteriyor. Hayat bir sayfayı kapamak ve yeni bir gerçekliğe el atmak istiyor ve şairlerimiz bunu şöyle dile getiriyor.

Yetti be, yetti bu oyunun sonu olmalı.

Eşekler kervanın başından çekilsin artık.

Yüreğe dolacaksa ancak sevgi dolmalı.

İnsanlar arasında olmamalı bir farklık.

Bizim dilimizde “bütün kuşları tuttu, bir tek leylek kaldı” diye bir değim vardır.

Bu boş bir umuttur.

Hiçbir kimse, hiçbir devlet başka birinde kendini yaratamaz. Dünya çeşitlilik içinde var olsun diye yaratılmış ve vardır. Biz Bulgaristanlı Müslüman Türkler, geçen yüzyıla isabet eden, Bulgar devletinin ulusal devletini, tek uluslu toplumunu ve tek ulusa hizmet edecek kurumlarını yarattığı ve diğer etniklerin dil, din ve topluca yaşama haklarını, kültürlerini yaşatma hakkını hiçe saydığı bir ortamda var olmaya çalıştık. Köklerimizden defalarca söküldük, fakat her defasında yeşermeyi başarabildik. Bunu yaparken biz her defasında kendimize inandık, gücü kendimizde bulduk, dimdik durmayı öğrendik. Bizim kendilerinden üstün olduğumuzu görenler bize el uzatmadılar. Ne yazık ki, bizim öz menfaatlerimiz öz davamızı savunurken hiçbir gücün menfaatleriyle çakışmadı, çakışsa da destek bulmadı. Bu şöyle anlaşılmalıdır.

Biz ağaç yerinden söküldükten sonra dikileceği yeni yerde en aynı gölgeyi verebilir, ne de aynı meyveyi.

Var olma davamızda her zaman siyaset tuzu da olmuştur. Siyaset de bir yaşayan, bir değişken, yenilen ve yenen, ödün veren ve vermeyendir. Bizim anlayışımızda siyaset, bizim kaynağımızdan kaynayan ve yatağından taşarak akan bir güçtür. Dünyanın bağrından gelen bu gücün, güneşi selamlamak için baş gösterdiği deliğini bir mantar tapasıyla tıkanamayacağımız gibi,  insanın içinde doğan siyasi ruh ve bilinç de yerinde durmaz, büyüdükçe kükrer, kükredikçe taşar ve halkı kucaklar.

Bu genel teorik konum günce şiirimizde şöyle yankı buluyor.

Siyasette sağ sol nerede görmüyorum.

Tüm mesele seçim önü halkla bir eğlence!

Bundan öte umutlara çelenk vermiyorum.

Kim ne ekerse onu biçer bence!!

Bu tabloyu biraz açarsak, 26 yıldan beri arınamayan, totaliter kemikleşme çözülemeyen, boş kalan tarlaları bile eşek dikenliği olan bir memlekette başka bir gerçeklik aramamız nafiledir.

Ne var ki, akmayan suyun kokuştuğunu bilen bizler, halkımız bunu bilinçli olarak yapmadı, ama susarak yapanlara seyirci kalmakla kendine zarar verdi. Biz, son 6 yılda anasını bir defacık bile görmeyi, hal hatır sormayı özlemeyen, kızı Demet’i 8 aydan beri görmeyen, bir telefon açıp hal hatır olmayan bir babadan, örneğin Ahmet Doğan’dan halkımıza ne yardım, ne anlayış, ne merhamet vs beklersin?!. Beklemek yanlış olur.

Öte yandan, memleketimizde seçim kazanı fokur fokur kaynıyor. TV ekranında her akşam yüzleşmeler izleniyor. Köylerde kasabalarda toplantılar başladı. Bizim Deliorman’da işi iki köfte, iki bira ile hallederiz hayalleri dönüp dolaşıyor. Oy başı 100 leva bekleyenler var. 100 levayı alan “ben 5 sene siyasetle uğraşmam, ver paramı al oyumu!” hesaplarını kantarlıyor.

Ne Avrupa devletlerine, ne de Türkiye’deki yaklaşık 2 milyon seçmenin en kutsal hakkı olan seçime katılma, oy verip ülkemizde demokrasinin ileri adım atmasına katkıda bulunma hakkını savunan yok. Oy kullanmak, temel haktır, temel insan hakkımızdır. Diş ülkede olmuşuz, memlekette olmuşuz fark etmez. Vatan hepimizindir. Seçilecek Cumhurbaşkanı hepimizin Başkanı olacaktır. Bu en temel ve yasal hakkımız çiğneniyor. Seçime sınırsız katılma ve dış ülkelerde her yerde talep edildiği sayıda sandık açılmasına dilekçe sunmak hakkımızdır. Bu gelişme son haftalarda devlet kurumlarında, dış işleri bakanlığı ve merkez seçim komisyonunda deprem yarattı. Bakanlık yasama organı meclisin ardına gizleniyor. Bu konuda mecliste ise açısı sağ, Türk düşmanı, insan hakları düşmanı güçler ağırlıklıdır. Bizimkiler der hiç olmazsa bazı Bulgar vekiller kadar olup Türkiye’deki soydaşlarımız için de 35 değil 350 seçim sandığı açılmasını, 620 bin seçmenimizin hepsinin oy kullanmasını savunacak dört kişimiz bir şeyler yapsa yine bir adım atılmış olurdu.

Olay şöyle anlaşılmalıdır. Örneğin Almanya’da yabancıların diplomatik temsilcilikler dışında oy kullanması yasaktır. Buna rağmen yol bulunmuş ve orada da gerekli sayıda seçim bürosu açma izni alınmıştır.  Bizim açamadığımız engelleri aşanlarla işbirliği yapmamız iyi olurdu. Bu çabalar, dış ülkelerden olup seçime karılmak isteyenlerin istekleri Ulusal Ombudsman Maya Manolova tarafından da desteklendi.

Sözüm,  2-5 kişilik kahve sohbetlerine katılarak 3 aydan beri Türkiye’yi dolaşan, burada yerinde çözülmesi imkanları aranması gereken sorunlarla T.C. Başkanı Sayın R.T. Erdoğan’ı, Başbakan Sayın B. Yıldırımı, bakanlar vs. meşgul eden DOST heyetindedir. Anlatılan ve paylaşılan NATO’cu siyaset yanlıştır. NATO Fetö hain çetesiyle kaynaşıp TSK’nı devlet kurumlarını ve adliyeyi içinden oymuş, eğitim sistemini çökertmiş ve dünya gözünde şanlı tarihinden su almış bir Türk halkı yerine, içinden çürümüş ve parçalanıp yok olmaya yüz tutmuş bir kozmopolit halk topluluğu olduğu imajı aşılanmaya çalışılıyor. DOST partisinin Türkiye’deki soydaşlarımız arasına demir atmasına gerek yoktur, oradaki durumu değerlendiren, “Yeni Kapı” ruhunu halka indirip yayan ve toplumu yüreklendiren, forum, panel, halkla kucaklaşma, modern ve geleneksel yayımcılık biçimlerini ustaca kullanan BULTÜRK gibi kitle örgütleri, stk’lar, derkenler zaten fazlasıyla aktiftir.

DOST gelecekte Bulgaristan siyasetinde yer almak istiyorsa en geç yarın olmak üzere halkın arasına inmeli, tek tek insanlarımızın dertlerini dinlemeli ve kitle çalışmalarına güç kazandırmalıdır.

Nefret uyandıran son durum, halk arasında, seçmenlerle baş başa yaşayan şairimiz Naim Bakov’un kaleminde şöyle ifade buldu:

Milletimi böylesine saf lokma sayanlar

Aklınız altına fikir dolduramıyorum.

Şairin isyanı güçlüdür. Sanki aslında bir gayzerli ağaç denizi olan Deliorman’ı duyulmuyor.

Normal düşünen, ekip biçmekle geçinen insanımız, DOST-çuların hedef şaşırtmasına bir anlam veremiyor.

HÖH de hem ormanı, hem onun deliliğini ve gayzerlerin kükreyişini kendi mülkünde bilerek hedef şaşırtıyor. İnsanı düşündüren, tutmuş ağaç hikâyesidir.

Bilirsiniz bir defa tutan ağacın dibine ne kadar su dökülse o kadar çeker ve borçlu kalmaz. Bunlar şimdi su mantığını paraya çevirmişler, varsın ağaçlar ormanın olsun, bir parayı verip meyvelerini satın alırız, yani meyve dedikleri oylar, parayı basar olayı hallederiz, kurgularını besliyorlar.

Kuşkusuz şiir dediğin, zamansız, mekânsız bir yargı değeridir.

Genel geçerli oluşu güç kaynağıdır.

Bizim değişmeyen bir varlık varsa o da insandır, insan karakteridir, dediğimiz anlamda şöyle demiş Tuna boylu büyük usta.

İnsan olan kolay kolay paçasını vermez.

Paçasını veren ……………. Koyunudur.

 

Nihayet patlayacağım da, bundan öncesi

Vasiyetim var masum kardeşlerime son kez,

Olma sen kanını emenlerin eğlencesi

Gezeceksen, kendi çizdiğin dürüst yolda gez!!

 

Doğanın, şairlerimizin, ruhumuzun, tüm halkımızın birlikte uyanması en fazla arzu ettiğimizdir. Demokrasi insan düşmanlığını öldürmek için doğmuş bir toplumsal yapılanmadır. Bunu kabul etmeyenlerle birlikte yaşanmaz. Olamayız.

Şimdi belediyelerimiz Suriyeli sığınmacı dağıtılacaktır, belki gelip aramıza yerleşecekler, Hoş Gelmişler. Bizden öğrenmek isteyenler her zaman bir şeyler öğrenebilir.

Büyüklüğümüz yardımseverliğimizdedir.

Dost dostla kaynaşır, düşmanla değil. Bizi seçen her zaman soframıza oturabilir. Biz ekmeğini kazanmış insanlarız, bölüşmeyi de biliriz.

Büyurun Sayın Siyasetçilerimiz.

Halkın önüne dökecek çuval çuval pirincimiz var. Gelin taşını birlikte ayıklayalım. Beraberinizde kaşık da getirin, pilavda beraber oluruz.

İnsanımız fakir düştü, ama gönlümüz fakir değildir.

Ağaç denizinde herkese gölge var.

Reklamlar