Tarih: o7 Haziran 2019
Yazan: Oya Canbazoğlu
Konu: Biz anadilimizi yol boyunda çalılık içinde bulmadık.
İçi gizli polis dolu DPS-HÖH kamuflajı kulis dağılmalıdır.   

Bizden önce yazıp çizenlerden bir armağan seçtim bu defa sizlere.
Paranı ver, gönlünü ver, selam ver, canını ver
Ama sırrını verme
Günlerini say, servetini say, büyüklerini say
Ama yerinde sayma
Ekmek ver, kulak ver, bilgi ver ama hiçbir zaman boş verme
Satıcı ol, alıcı ol, bulucu ol ama bölücü olma
Eşini beğen, işini beğen, aşını beğen ama kendini beğenme
Fidan büyüt, garip doyur, çocuk besle ama kin besleme
Davet et, hayret et, affet, tövbe et ama ihanet etme
Hedefe koç, cihada koş, yardıma koş ama ortak koşma
Elini aç, gözünü aç, kapını aç ama ağzını açma
Okumaktan zarar gelmez, oku ama lanet okuma
Rakibini geç, sınıfını geç ama gülüp geçme
Ev al, araba al, abdest al ama bedua alma
Zulmü devir, nefsi devir ama çam devirme
Yaklaş, konuş, tanış ama uşaklaşma
Doğrul, devril ama eğirimle
Seslen uslan ama yaslanma
İtil, atıl ama satılma…
***
Bu sunum Türk Kimliğimizin ahlakımızın özüdür.
Bu özün içi sevgi doludur.  Başka dillerde hümanizm, insan sevgisi ve sevgi gibi sözlerle anlatılan bu gerçek, bizim Öz kültürümüzün özünden gelendir. Kültürümüzün kaynağı ise dinimizdir. Türklüğümüz dür. Anadilimiz, Türkçemiz olmadan, başka hiçbir dilde biz bu ahlakı ve bilgeliği yaşatamayız. Bu çok iyi biline.

Fransa’da Fransızcayı koruma kanunu var.

Bu kanun, “Fransız dili, Fransız kişiliğini ve ata mirasını gösteren temel edinimdir, esas unsurdur.”
Eğitim, öğretim, edebiyat ve sanat için kullanılacak dildir.
Fransız dili, Fransızca konuşan ülkeleri, ayrıcalıklı bir şekilde birbirine bağlar.
Halkı bilgilendirme amacıyla yapılan çalışmaların Fransızca yapılması gerekir.

Bulgar koşullarında hele de eğitim, öğretim, edebiyat, sanat ve kültür dallarında çöküş yaşandığı şimdiki ortamda köklerimize, dilimize, dinimize kültürümüze dönmemiz, okullarda seçmeli ders olarak sunulan anadilimiz Türkçeyi zorunlu ders olarak seçmemiz ve öğrenmemiz kaçınılmaz oldu. Bulgar devletinin, belediyelerdeki yetkililerin yumuşak yaklaşımına, Avrupa Birliğinden para geleceğine inanırsak, aldanıp, tuzağa düştüğümüz ve Türk milleti olarak öldüğümüz gündür.

Ne var ki, şimdiki dönem, içine düştüğümüz tuzaktan uçup yükselme zamanıdır.

1950’li yıllarda Bulgaristan Türkleri altın çağ yaşamışlardı.
1989 Ayaklanmamızda öne sürdüğümüz temel isteklerden biri, 1950-60 yıllarındaki kültürel edinimlerimizi söküp almak, okullarımıza, sanat ocaklarımıza, tiyatrolarımıza, öz kültürümüzü kendimizin geliştirdiğimiz çağa dönmekti.

Nesiller değişiyor. Yaşadığımız gerçekleri herkesin bilmesi gerek! Tarihimizi biliyor muyuz? Bu günümüzün sorusu oldu.
BULTÜRK ve BGSAM ekibi olarak biz elimizden geldiğince ülkem insanını, soydaşlarımızı aydınlatmaya çalışıyoruz. Anma geceleri, konferanslar, forumlar, paneller düzenliyoruz. Bulgaristan Türklerinin Sesi gazetemizi her haneye iletmeye çalışıyoruz. 60’dan fazla kitap bastık. Tanıtma geceleri düzenliyoruz. Ancak, halen çok kişi gerçekleri görmek istemiyor. Bunu da yazılarımızın paylaşılmasından ve tıklanmasından anlıyoruz. Bizler köklerimize su salarak yeni filizlenmelerini yeşermelerini izliyoruz…

Türkçeyi öğrenmek Türkün görevidir.

Türkçe bayramlaştık. Çocuklarımız elimizi Türk onuruyla öptü. İftar sofralarında bazıların yalnız ağız şapırtısı Türkçeydi. Avrupa Birliği parlamentosu seçim kampanyası Ramazan ayına rastladığından dolayı görüşmelerimiz iftar sofralarında oldu. Türkün iftar sinisi-sofrası yuvarlak, sofrası herkese açık ve bereketlidir. Komünizm devrinde oruç yasaklanmış, iftar sinisi kırılmış, bayramlaşmamız da yasaklanmıştı.

1990’da çok heyecanlıydık ve hayallerimize inandık ve yeniden tuzağa düştük.

İktidarın Bulgaristan’da Türkçe konuşan Müslüman bırakmama planları değişmemişti. 1991 Anayasasına kolektif haklarımızı, Türk kimliğimizi işleyemedik ve saldırılar yeni biçimlerle devam etti ve hatta Türkçe konuşma kesinlikle yasaklandı.

Türkçe’ye ceza kesildi
1984-1989 yılları arasında Türkçe konuşana ceza 5 leva iken, 2014’ten sonra seçim toplantılarında kesilen Türkçe cezaları 2 000 (iki bin) leva oldu. İnsan haklarımız arasında, en kutsal erdemimiz anadilimiz yasaklanırken, memleketimizde Bulgaristan’da Türkçe konuşan elit kadro oluşması önlenmeye çalışıldı, çalışılıyor. Bu saldırı uzun bir süre Hak ve Özgürlük DPS ileri gelenlerine dokunmazken, Türk azınlığın aydın tabakasını önce partiden attı, devamında ülkeden de kovdu, Türkiye’ye okumaya giden gençlerin çoğu geri dönmediler. Özünde Müslüman düşmanlığı olan gelişmeler yayıldıkça düşmanlık sevgi ve hoşgörü bohçasının ağzını sımsıkı sıktı. Ne var ki suçlu aşırı milliyetçilerden, ırkçılardan, eli sopalı top serserilerden cezalandırılan, hatta uyarılan bile olmadı.

1989’da diktatör T. Jivkov’u deviren bir güçle ortaya çıkan Türklerin 30 yıldan beri Türkçenin Bulgar okullarında zorunlu ders olması konusunda, nasıl oldu da  “seçmeli derse” takılıp kaldık ve bir türlü ileri tek adım atamadık, beynimi devamlı tırmalıyor.

Kendi kendime şu sonuca vardım.

Ben daha çocuk yaşta iken Hak ve Özgürlük Partisi DPS-HÖH kurulması bir tesadüf olmasa gerek. Bugün artık görüldüğü üzere DPS, Bulgaristan Komünist Partisi BKP’nin özünü değil, şeklini değiştirirken kurulmuştur. Bu işin ilk adımı, “Yeniden Yapılanma” mimarı N. Gorbaçov’un “Bulgaristan’da anadili Türkçe olan nüfusla ilgili izlenen siyaset adil değildir” sözleriyle atıldı. Gorbaçov en zor günlerimizde daha ileri adım atmamış olsa da, bu sözler rejimin “yeniden doğuş/soya dönüş” siyasetini ciddi bir pasif olarak nitelendiren Moskova’nın Bulgaristan’a karşı siyaset çizgisini değiştirdiği şeklinde algılandı. Devamında çok güçlü uluslar arası faktörlerin etkisi altında “Türkçe konuşan Bulgaristan nüfusu” ile ilgili devletin asimile etme siyaseti  bir süre boşa dönmeye başladı. Gorbaçov’un “Yeniden Yapılanma” siyaseti sonuçlarını görmeye başlayan Bulgar gizli polis (DS) ve BKP Merkez Komitesi, Rusya dış istihbarat örgütü KGB tarafından yönlendirilerek, sosyalizmin son nefesini aldığını fark ettiler,  geceyi gündüze katıp ayakta kalma ve yok olan sosyalizm koşullarında, devlet üzerinde kontrolden ödün vermeme yönünde hazırlanıp örgütlendiler.

Okuduğum kitaplardan hazırlanan plana “Diriliş” adı verildiğini öğrendim. Aynı zamanda KGB’nin diğer sosyalist ülkeler için de benzer planlar hazırladığını öğrendim.

Şöyle bir örnek de dikkatimi çekti. 1990’lı yılların başında Batı dünyası mali sistemi, yıkılan sosyalist kampı 27 milyar Amerikan Dolarla baskı altına alıyor. Ve “para kimdeyse, yöneten odur” sistemine geçildi. Özel Bankalar kuruldu, devlet üretim tesisleri özelleştirildi, nüfus memleketi terk etmeye başladı ve Bulgaristan Türklerinin kültürel otonomi hakları her gün ama hiç aralıksız mecliste, meclis dışında boğularak unutturulmaya çalışıldı. Türklere okulları, medyaları geri verilmedi.

Bu mesele şöyle de anlatılabilir. 29 Aralık 1989’da BKP MK Politik Bürosu’nun Geniş Oturumunda “isimlerin ve dini hakların iadesi” kararıyla sözde “yeniden doğuş/soya dönüş” süreci noktalandı. O oturumda “Bulgaristan’ın totaliter düzenden, parlamenter demokrasiye” geçmesi kararlaştırdı. Yeni meclis sivil polis kadrolarıyla doldu. Ödevleri değişikliklerin gözü kulağı olmaktı. Bugün halkın demokrasi duvarı dediği düzen bir feodal-oligarşi rejimidir.

Geçen 29 yılda DPS partisinin rolü ise, partinin siyasi yönetimi, meclis grubu tarafından değil, 1970-1990 yılları arasında BKP/BSP partisinin zulüm yıllarında, isim değiştirirken ve son 100 yılda işlediği seri suçlardan hiç birinin hesabını vermemek için oluşturduğu kulisten, perde arkası tarafından yönetildi.

HÖH-DPS’nin görevi Türklerin hakkı tanınmamalıdır.

Arkada kalan 29 yılda DPS Müslüman Türk ahalisi arasında  (komünist) sosyalist partisinin bir Türk kanadı rolü gördü ve hiçbir hakkımızın tanınmasını istemedi. Türk kimliğimiz bugün de tanınmıyor. 29 yıldan sonra ve bu kadar büyük zulümden sonra A. Doğan’ın “özür dilemesi” tamamen anlamsızdır. Halkımız kör cahil, işsiz ve sefil kalmıştır.  Totaliter komünist politikayı öz olarak (asimilasyon hedefini) asla değiştirmedi, değişik şekillere girdi. Bu aldatıcı şekillerden biri “Bulgar Etnik Modeli” oldu. Barışçı, güvenlikçi, güvenilir şekiller aldı, Türklerin gözüne gül suyu serpti. İçi gizli polis dolu DPS kamuflajı kulis dağılmalıdır.

Biz şimdiki durumda bütün aydınlatıcı çalışmalarımızı sıfırdan başlatmak zorundayız. Türk Ocaklarını yeniden yakmalı ve yeniden ayağı kaldırmalıyız.

Komünist kulis, bir paralel iktidar rolü oynarken, olup biteni denetledi, hiçbir girişimin yeşermesine olanak tanımadı, DPS lideri hain Ahmet Doğan’ı bir kukla gibi oynattı.

Halkın tepkileri artıp sertleşince yıldırımsavar olarak Delyan Peevski’yi kullandı. Parti içi sorunları Kasim Dal, Osman Oktay, Güner Tahir ve Lütfi Mestan’ı ve daha 10 bin parti yandaşını tavsiye edip hesaplaşırken ezdi ve gömdü.

Şu tespit çok önemlidir. Bulgar paralel (koşut) “kulis” iktidarı bir piramit şeklinde kurulmuştur. Gizli polis tabanda yer alırken üst kat DPS partisine verilmiştir. 2009’a kadar piramidin tepesinde olan hain A.Doğan’dı. Son 10 yılda dalavere yaptıkça şişen Delyan Peevski, aslında başbakan B. Borisov’un oturması gereken piramidin tepesinde bulunuyor. O, maliyeden, seçimlerden, parlamenter dengelerden ve halkla ilişkilerden sorumludur.  İşte böyle bir ortamda içler öyle karıştı ki, Peevski ve etrafındaki dayanakların tümü artık New York mahkemesinde rüşvetten, dolandırıcılıktan, para aklamak ve kaçakçılıktan yargılanıyor, içeri girdiklerinde, piramit yıkılacak ve Bulgaristan için yeni bir ufuk açılacaktır. İşte o zaman Bulgaristan Türkleri töresel ahlak normlarına, okullarına, yaşam tarzlarına dönme şansı elde edebileceklerdir. İyi dayandık. Kutlu olsun. Sabrın sonu selamettir. Yolumuz birlik ve beraberliktir.

Okuduğunuz için teşekkürler.
Konumuz da derdimiz gibi derindir, ama dipsiz ve sonsuz değildir.
Devam edecek.
Dostlarınızla Paylaşmayı unutmayınız.

Reklamlar