Şakir ARSLANTAŞ

Tarih: 12 Haziran 2017

 

Konu:   Bulgaristan monarşi mi (Çarlık), halk demokrasisi mi, yoksa parlamenter demokrasi mi olmalıdır?

            Bulgaristan bir tek uluslu (uniter) devlet mi kalmalı yoksa bir federasyon şeklinde mi örgütlenmelidir?

Bugün günlerden Pazartesi (12 Haziran 2017) Sofya biTiVi kanalında Adalet Bakanı Tsetska Tsaçeva konuştu.

Bayan Tsaçeva, son seçimlerde GERB partisinin Cumhurbaşkanı adayıydı ve uzun yıllar meclis başkanı görevinden bulunmuş bir siyasetçidir. Halen 60 günlük Adalet Bakanı olan, TV ekranında ilk defa çıkıp Bulgaristan’da mutlaka yapılması gereken Adalet Reformu ile ilgili konuştu.

Konu olağanüstü aktüel olduğu kadar son haftalarda sert çekişmeler de yarattı. Yüksek Temiz Mahkemesi (Kasatsionen sıd) Başkanı Lozan Panov ile Başsavcı Tsetsko Tsaçev bu konuda birbirine girmiş durumdadır. Bağımsız bir kurum olması gereken mahkemelerde son söz sahibi olan L. Panov, derin adalet reformu yapılmasını istedi. Bunun yapılabilmesi için de Büyük Halk Meclisi (BHM) toplanması için genel seçim yapılmasını ve Başsavcılığın ve savcılık kurumunun üç yürütme gücünden yani meclis, hükümet ve yargıdan – aynı mesafede bulunmasını ve hiç birinin çalışmasına müdahale etmeden,  hiçbir şey dayatmadan, denetleyici çalışmalarda bulunmasını ısrarla istedi.

O, konuyu yeni seçilen çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı Rumen Radev’le müzakere etti. Onun tezlerine kamuoyundan gelen tepkilerde, “yargı meclis” ve “hükümetin kurumlarına” akıl veremez, vurgulaması ağır bastı. Hatta gerçek yargı, mecliste yeni kanunlarla ilgili tartışma yürütülürken bile davet edilmiş olsa, gitmemesi, karışmaması gerekir ancak adalet dağıtırken Anayasa ve yasaları tam olarak uygular, vazifeleri bununla sınırlı kalmalıdır, görüşleri tekrar edildi.

Öte yandan savcılığın üç erkten de aynı mesafede durması isteği tepki uyandırmadı.

Konuyu ve tartışmayı Cumhurbaşkanı Radev’in masasına taşıyan bir de Başsavcı Tsatsarov oldu ki, o savcılık kurumu mahkemeden (yargı sisteminden) çıkarılsa daha kontrolsüz kalır, noktasına kilitlendi.

Adalet Bakanı Bayan Tsaçeva bu konuyu halka açık açık yorumlarken, önce Bulgaristan’ın yeni bir Anayasa’ya ihtiyacı olduğunu söyledi.

Nasıl bir devlet istediğimiz konusunu ise yeni baştan tartışmamız gerekiyor, diye devam eden Bayan Tsaçeva, vatandaş ne istiyor? Monarşi mi? Halk demokrasisi mi? Yoksa parlamenter demokrasi mi? Birinci konu budur, dedi.

Devletin biçimine değinirken bir de “tek uluslu uniter bir devletle mi devam edeceğiz, yoksa federal bir yapı mı istiyoruz?” sorusunu da yöneltti.

Bu konular Anayasa’da işlenmelidir, ancak Büyük Halk Meclisinde görüşülür, dedi. Öyleyse 44.Halk meclisinde yapılacak bir şey yok. Siyasi sistem değişikliğine ilişkin 6 Kasım 2016 tarihli referandum sonuçları da İstinaf Mahkemesi’nden geçmediğine göre, yapacak bir şey yok. Bugünkü durumda Bulgar Yargı sistemi kilitlenmiştir. Hukuk üstünlüğü sağlanamayan bir toplum tükenmiştir ve yerinde sayar.

Bu bakıma Bulgaristan’da yeni seçimlerin yine erken olacağına ve Büyük Halk Meclisi seçi kurulacağına kesin gözle bakılmaya başlandı. Dikkati çeken önemli nokta ise, kamuoyunun bu konuda olgunlaşmış olmasıdır. Hele 12 kişi kaçıran, ikisini öldüren, diğerlerinin parmağını, kulağını keserek, 30-40 gün kapalı tabut 3-4 milyon leva topladıktan sonra tutuklanan ve içeri atılan canilerin şu hareketi nefes kesti. Onlar hapishaneden “biz artık düzeldik, aklımız başımıza geldik, bizi salıverin lütfen” dilekçesi yazdı.

Sofya’da birinci dereceli mahkemeden – Bölge Mahkemesi’nden “kabulümüzdür, salınsınlar” kararı çıktı. Birkaç gün önce İstinaf Mahkemesince bozulan bu karar, bir defa toplumu yediden yetmişe ürpertti. Üstelik hukukun, adaletin, toplum çıkarlarının rafa kaldırıldığını gerçekten kanıtladı.

Kamuoyundan tepki tufanı gelmeseydi, katiller kesip yüzmeye devam edeceklerdi.

İşte Adalet reformu kapısını açacak yeni bir genel seçimi akla getiren bir de bu olaylar oldu. Kuşkusuz bu seçimlere biz Müslüman Türklerin kendi aklımızla, kendi tecrübelerimize dayanarak, kendi akil adamlarımızı göreve çağırarak, hiçbir haine önem vermeden, küçük hesaplara yenik düşmeden gerçekten çok iyi hazırlanmalıyız.

Bu seçimde BH Meclisine en az 30-40 milletvekili çıkarabilirsek, Bulgaristan devlet düzenini, yasal düzeni köklü değişikliklere zorlayarak parlamenter demokrasi temelinde hukuk üstünlüğünü ve çoğulcu bir sistemi hayata çağırabiliriz.

BHM’nde 120 milletvekili olacaktır. Hazırlayacakları yeni Anayasa toplumu dönüştürebilir. Bizde haklarımızı elde eder, sonunda rahatlarız…

Bulgaristan şimdiye kadar 3 Anayasa hazırladı.

1878 Anayasasıyla Bulgaristan’da Prenslik (monarşı) kuruldu.

1908’de Prenslik Çarlık idaresi şekline büyüdü. Anayasa, Çara, hükmetme hakkı tanısa da, Çar Ferdinant yürütme işlerine burnunu fazlasıyla soktu, dizginleri eline aldı. Ülkeye 3 savaşa soktu. Hepsinde yenildi.  Bulgaristan’a iki ulusal yıkım yaşattı. İstanbul’u alacağını zannetti ve Altın fayton yaptırdı. Bizansı canlandırıp İmparator olacağım hayalleriyle Fransa’da tunç, mahagon ve kadifeden tren yaptırdı. Bunların hepsini ekmeğini şaraba banıp soğanla katık eden Bulgar halkından gizli tuttu. Sonunda 1918’de tahtından ayrılmak zorunda kaldı. O kendini beğenmiş bir Çar, kendinden başkasını dinlemeyen, zapt edilmesi zor çok hırslı bir diktatördü.

İkinci Anayasa Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nin sosyalist anayasasıdır.

Adına “halk demokrasisi” anayasası denmişti. İçinden devlet ve kooperatif mülkiyete dayanan bir totaliter diktatörlük çıktı. Bu diktatörün adı ise, Todor Jivkov’tu. 43 yıl iktidarda kaldı, Anayasayı ve yasaları rafa kaldırdı, azınlıklara çullandığı zulüm yetmezmiş gibi, memleketimizi 16. Cumhuriyet olarak Sovyetler Birliğine katmaya çalıştı. Sonunda hukuksuzluk karanlığında kendisi de boğuldu. Şu asla unutulmamaktadır burnundan kıl aldırmayan bu diktatörü 1989 Mayısında isyan eden 70 bin Müslüman Türk devirdi ve tarih yazdılar. O gün bu gün Bulgar siyaseti zamanını doldurmuş totaliter statükoyu korumaya çalıştı. Yani Türklerin haklarını tanınmadı.

Yani BHM’de görüşülecek olan ilk sorun Bulgaristan Türklerine hak, özgürlük, adalet ve kendi kimlikleriyle hür yaşama haklarının tanınması olmalıdır.

Onlar bu toprakların, bu vatanın getirme oğulları değil, bunlarda burada Bulgaristan’ın asil unsurlarıdır.

1992’i Anayasası Bulgaristan Cumhuriyetini bir parlamenter demokrasi ilan etti.

Parlamenter demokrasi halkoyu ile göreve gelen bir çoğulcu düzen demektir. Şu noktaya dikkat edelim. Birçok partinin seçime girmesi kendiliğinden çoğulcu bir düzen oluştuğu anlamına gelmez. Bu bakıma bizde, 1948’den 1989’a seçimleri hep Komünist Partisi % 99,8’le kazandığı için, seçmende ve halkta çoğulcu, çoğulcu demokrasi ve parlamenter demokrasi vb demokratik düzen kavramları yerleşmemiştir. Şu anda Bulgaristan’da 403 parti var ama demokratik düzen yok. Hukuk düzeni kilitlenmiştir.

İşaret ettiğimiz üç anayasanın üçünde de değişmez olan “uniter devlet” ilkesidir.

Bunun anlamı, Bulgaristan’ın tek uluslu, tek dilli, tek kültürlü, tek tarih ve gelenekleri olan bir devlettir prensiplerine uyulması zorunluğudur. Bu ilke, Bulgar kimliğini kabul etmeyen Müslüman Türklerin ve diğer azınlıkların ülkeden kovulması, isim ve dinlerinin değiştirilmesi, ana dillerinin yasaklanması, okullarının ve camilerinin kapatılması, gelenek ve adetlerinin, yaşam biçimi namusluluk normlarının yasaklanarak yenilerinin dayatılmasına yasal devletçi temel tanımış ve Bulgar halkına baskı terör uygulamalarını, devlet zulmünü meşru görmüştür. Bu bakıma Bulgar devleti iç siyasette azınlıklara karşı süregenlık (kesintisiz devamlılık) izlemiştir. Prenslik ve Krallık zamanında Müslüman Türkler göçe zorlanmış, topraklarına el konmuş, 1 732 okulun üçte ikisi kapanmış ve okullar tır. Pomakların isimleri ve dinleri zorla hem de defalarca değiştirilirken, sosyalizm yıllarında 1972-73 ve 1984-1989 Türk katliamı işlenmiş, binlerce kişi zulme maruz kalmış, göç etmiş, sürülmüştür.

Bize nasıl bir devlet lazım? Sorusu bugün masaya konmuştur. Bunun 1 cümlelik kısa cevabımızda, XX. Yy’da başımıza gelenleri bir daha gelmesine engel olacak ve bir etnik halk topluluğu olarak kimlik haklarımızı tanıyan bir demokratik devlet istiyoruz, diyebiliriz.

Burada açılması gereken özellik şudur: Toplum temizlenmeden, katil ve hainler hak ettikleri cezayı bulmadan, bir toplumsal ve devlet düzenine geçilemez. 1912-1918 arasında Bulgaristan’ı 3 savaşa sokan, Birinci ve İkinci Balkan Savaşında ve ardından Birinci Dünya Savaşında yenilen, gençleri cephelerde kırdıran, memleketi toprak kaybına uğratan Ferdinand tahtan indirilmiş ve ülkeden kovulmuştur. Bununla yetinmeyen halk ülkeyi savaşa iten Bakanları ve generalleri linç etmek istemiş, darağaçları kurulmasında direnmiştir. Zulmün zulüm edenler için kötü sonuçlandığını kendisi kanıtlamaya çalışmıştır.

1944’ten sonra halk iktidarı faşist katillerle hesaplaşmıştır. Başta II.Simeon olmak üzere, yakınları, bakan ve generalleri ülkeyi terk etmişler ya da toplama kamplarına düşmüşler, 174’ü orada kalmış, 286’sı da halk mahkemelerinde idam cezasına çarptırılmıştır.

10 Kasım 1989’da Todor Jivkov düşürüldüğünde komünizm dönemi katillerinden hiç biri darağacında sallandırılmamıştır. 1972 Pomak katliamı, 1984-89 Türk katliamı, “soya dönüş” caniliği uygulayıcıları sinmişlerdir. Burada “cezalandırılamazlar” iddiası, 1948 Anayasası’ndaki “kolektif suç olmaz” hususuna sığınmış, bütün düğüm Anayasa maddelerine sıkıştırılmıştı.

1990’da Cumhurbaşkanı olan, yazdığı kitaplarda 1989 Ayaklanmamızın önemine defalarca vurgu yapan Jelü Jelev bize şöyle bir kötülük de yapmıştı. Bulgaristan demokratik toplumu Müslüman Türklere yapılan zulmün hesabı verilmeden demokratikleşme olamayacağına inandırmıştı.

Bulgar meclisinde geçici anket komisyonu kuruldu. Bulgar Müslüman azınlığın Türkleştirilmeye çalışıldığına ilişkin sahte sinyaller üzerinde çalışıldı. Olaylar ters yüz gösterilmeye çalışıldı. Türklerin de oylarıyla seçilen Jelev kendinden bekleneni yapmadı.

2007’de Cumhurbaşkanı seçilen Petır Stoyanov, Bulgaristan Anayasasını bir kenara koyarak, Azınlıklar Çerçeve Sözleşmesi imzaladı. O tarihten son HÖH’lü Türk milletvekilleri çok etnikli Bulgar devletinden söz etmeye başladılar. 4 dilli 3 kantonlu İsviçre dediler, fakat fikirlerini geçiremediler. İş anayasaya dayandı ve 1992 Anayasasında Bulgaristan birçok etnikli devlet olarak tanıtılmamıştı.

11 Ocak 2012’de Sofya parlamentosu “soya dönüş” caniliğini lanetledi, fakat ileri adım atıp canilerin tutuklanıp cezalandırılması yolu açmadı, iş yine Anayasa ve ceza kanunu maddelerine takıldı.

Suç işleyip de suçsuz gibi yaşamak hukuksuzluktur. Bu çarkın dönmesi için Bulgar halkının demokratik geleneklerine inmek gerekir.

Daha 1908’de Bulgar Çarlığı ilan edilirken Al. Stamboliyski gini Demokratik Cumhuriyet isteyenler vardı.

1908’de Radomir Cumhuriyetini ilan eden çiftçi ve komünistler de Çarlığa son! Sloganı yükseltmişlerdi.

1992’de Anayasa’ya demokratik hak ve özgürlüklerimiz alınmayınca HÖH milletvekilleri ana kanunu imzalamadılar.

Bu Anayasa 13 defa değişiklik görse de bizim azınlık haklarımızı, hak eşitliğimizi, evrensel insan haklarımızı sağlanmadı, kimliksizliğimizin “Bulgar Etnik Modeli” içinde yok edilmesine olanak sağladı.

Bu bakıma biz Bulgaristan Türkleri köklü bir Anayasa değişikliğinden yanayız.

Bu anayasa değişikliği parlamenter çoğulcu demokrasi düzenini koruyarak, azınlık haklarımızı, genel geçerli doğal ve insan haklarımızı, dil, din ve özgün kültür, örgütlenme, kendi okullarımızı aşma, radyo, TV, basın yayın haklarımızı tanımalı, devlet kurumlarından ötekileştirilmemize son verilmelidir. Ülkemizin toprak bütünlüğü korunarak federatif bir sistem de uygulanabilir. En önemlisi yeni Anayasa’da faşist dernek, hareket, kulüp ve partiler kesin ve ebediyen yasaklanmalıdır.

***

11 Şubat 2012 tarihinde Bulgar Meclisi Bulgaristan’da “soya dönüş” ismi altında gerçekleştirilen azınlıkları eriterek asimile etme siyasetini kınadı ve lanetledi. Sofya Meclisi kabul ettiği Bildiri ile devlet eliyle işlenen zorla kimlik değiştirme siyasetinin Lahey İnsan Hakları Mahkemesine götürülmesi ve orada da lanetlenmesi ve tazminat davaları açılması yolunu süresiz açmış oldu.

***

Ne var ki, bu meclis kararı aslında Bulgaristan’da yaşayan ve artık nüfusun %50’sini oluşturan azınlıkların devletten ötekileştirilerek uzaklaştırılması ve GETTO’larda, yaşadıkları köy ve mahallerde, sosyal edinimlerden uzak, kapsüle edilerek yaşamaya zorlanması siyasetini kurdurmadı. Bu siyasetin neticesinde 1990’dan sonra ülkemizi terk edip ekmek parası, hak ve hürriyet aramak için dış ülkelere kaçan ailelerin, soyların, kişilerin toplam sayısı 3 milyonu aştı. Bu vatandaşlarımız yarısından fazlası her akşam Bulgaristan’daki yakınlarını arıyor, bilgisayar aracılıyla onları görmek, hal hatır soruyor. Herhangi bir değişiklik oluyor mu? Tünelde ışık var mı? Sorularını soruyor, yanıt arıyor, söyleyemese de sıla hasretiyle yandığını, gözlerinde beliren nemle belli ediyor.

Bu olayların dışında kalması mümkün olmayan Cumhurbaşkanı Radev, Adalet Reformu konusunda demeç verdi.

Adalet Reformu’na gerek, adalet sağlayabilmek için hukukun üstünlüğünü sağlamak zorundayız dedi. Başbakan Borisov, adalet reformu yapan bir başbakan olarak değil de, bir futbol takım koçu gibi hareket ediyor.

Son 80 günden beri, sahadaki oyuncuların beyaz veya siyah, komünist ya da faşist olduğuna bakmayın, oyuna bakın, faşist tekmelilere kırmızı kart göstermek ve oyundan atmak benim işim, siz bilet alıp stadı doldurun, beni alkışlarken Meksika Dalgası yapın demek istiyor. Örnek olarak da “görmediniz mi Reformcuları yedim bitirdim” demek istiyor. Ne var ki bu kullar ülkemizi diktatörlüğe götürüyor. Faşizm boynuz gösteriyor.

Son hesapta Borisov iyi olmuş, bize ne! Onun ne dediği sanki artık pek önemli değil, kazan kaynıyor. Adalet reformu, eşit haklılık, adalet, özgürlük, yasaların üstünlüğünü ve Bulgaristan’ı kilitleyen şimdiki anayasanın kökten işlenerek çoğulcu parlamenter demokrasiye ve çok milletli, çoğulcu, çok kültürlü, gerekirse federatif bir vatan isteyenlerin ordusu her geçen gün yeni sıra düzüyor.

Adalet Bakanı Bayan Tsaçeva, Başsavcı Tsatsarov, Baş Yargıç Panov ve tüm azınlık temsilcileri, demokratik kamuoyu, şoumen Slavi Trifonov’un siyasi sitemde değişiklik yapılması için düzenlediği halk oylamasına katılan 2.5 milyon seçmen hukukun üstünlüğünü ve anayasal değişiklikler, 21. Yy ‘la layık bir yaşam hakkı istiyor.

İnsansız kalan bir ülkede demokrasiden, hak ve hukuktan, hoşgörü ve insan sevgisinden söz edilemez.

Yasalar insanların beraberce ve kardeşçe yaşamaları ve huzur bulmaları için vardır.

Bulgar devletinin yapısının ve ruhunun, hukuksal yapısının köklü değişiklik beklediğini artık görmeyen, öğrenmeyen bilmeyen kalmadı.

Toplum ve devlet kilitlenmiştir.

Bu mangalı açacak maymun halkın elindedir yani Büyük Millet Meclisinde gizlidir. Halkın isteklerine uyma zamanı çoktan gelmiştir. Dursak da, tükensek de yaşamak zorundayız. Zaman bizim için çalışmaya başlıyor.

Artık uyanalım. Artık birleşelim. Artık bir olalım.

Kendi işimizi kendimiz yapmazsak sürünmeye devam ederiz…

www.bghaber.org internet sitemizi izleyin de ruhunuzu genişletiniz. Paylaşın ki arkadaşlarınızda bu kaynaktan su içsin.

Teşekkür ederiz.

Reklamlar