Raziye Cakr1Raziye ÇAKIR

Masallarımızı unutmayalım.

Çocukluğum ve ilk gençliğim Avrupa deryası Tuna’ya bakarak geçti. Bizim oralar dünyanın başka bir yerine benzemez, ırmağa baksan akarken dalgalar oynatır, başını kaldırıp etrafına bakırsan rüzgâr buğday engininde başak oynatır. Bir de kaysı memleketidir bizim oralar. Goncaların al ile mor arasında ton seçtiği zamanda dalları saran arılar polen toplama ve tuzlaştırma işini birden yaparken sanki çiçekleri bizden kıskanır. Kovan hapsinden sonra mis kokan bahçelerde hayata el çırpan renkli doğayla sarmaş dolaş olmaları bayram gibidir.

Asırlar içinde kah Osmanlı’da, kah Romanya’da ardından da Bulgar’da kalmamız bizim ruhumuzun sonrasız bir gençlik çağı yaşamasına engel olamamıştır. Bal arılarının çiçekleri paylaşırken asla kavga etmedikleri gibi insanlarımız da her zaman ayarlı, sabırlı, doğaya yakın, fırsat buldukça göz attıkları su deryası gibi engin ruhlu ve ekip biçtikleri toprakların mutlu yaşatmak için var olduğuna inanırlar. Her şeyin herkeste olması diye bir zorunluluk, köyde aranan bir hanede olsa herkeste vardır. Bu dayanışma, doğayla iletişimizden fazla bir de geçmişimizi yaşatan efsane ve masallarımızdan kaynaklanır.

Ben siz okurlarıma onlardan birini anlatmak istiyorum:

Rivayete göre, bizim oralarda, istediğinde Tuna suları deryasında, istediğinde de bağ ve bahçelerimizden seçtiğinde “Gökten” adında bir zat yaşar. Bizden sayılan bu zattın bir de “Ahmet” adında bir oğlu vardır. Şeytan bir gün kıyafet değiştirerek Ahmet’e gelip babasını öldürerek babasının yerine geçmesini öğütler. Ahmet babasını öldürür ve tahtına geçer. Ekmek elden su nehirden saltanatın cazibesine kapılan Ahmet kendine bu fikri veren şahsı (şeytanı) yanına çağırır ve onu bir hediye ile ödüllendirmek ister. Ancak şeytan hediye kabul etmez, buna karşılık onu omuzlarından öpmek ister ve öper. Şeytanın öptüğü yerlerde birer ejderha peyda olur ve sonra da şeytan saraydan çıkar ve kaybolur.

Bu iki ejderha günden güne büyümektedir. Ahmet ülkesindeki bütün akıl hocalarını toplar ve kimse buna bir çare bulamayınca da hocaların hepsini öldürtür. Ardından öğretmenleri, okul müdürlerini, gazetecileri toplar ve onlar da bir çıkış bulamayınca onları da öldürtür.  Olayı uzaktan takıp eden şeytan bir güne kılıf değiştirir ve hakem kıyafetinde ortaya çıkar ve ejderhaların kendisini rahatsız etmemesi için her gün iki genç insan beyni yemesini tavsiye eder.

Daha sonra aşçı kılıyla bahçeye giren şeytan, her gün iki gencin beynini hazırlayarak Ahmet’e yedirir. Günler böyle gelip geçerken bir gün şeytan saraydan kaybolur.  Saraya iki aşçı alınır.

Biri iyi yürekli Halit ile Kerem adlı iki aşçı aralarında anlaşarak saraya getirilen her iki gençten birinin beynini ikiye bölüp Ahmet’e iki beyin diye sunarken kurtulan gençleri de Tuna sularından karşı yakaya gönderirler. Olay böyle devam ederken karşı yakaya geçerek hayatlarını kurtaran gençlerin sayısı 200’den fazla olmuş.

Efsaneye göre, bir gün ölüm sırası Kaya adında bir demircinin oğluna gelir. Kaya saraya girerek, bu uğurda 17 oğlunun beyninin çıkarılıp öldürüldüğünü, hiç olmazsa sonuncu oğlunun bağışlanmasını istese de reddedilir. Bunun üzerine o da bu gidişe son vermek isteyen halkla bütünleşerek ve Tuna’nın karşı yakasındakilerden de destek alarak Ahmet’in saltanatına son verir. Ve ondan sonra her şey yeniden başlar.

O gün yeni gündür. Bahar bayramıdır.

Bu efsanemiz bundan ibarettir.

Halkımızın belleğindeki umutta Ahmet’in ölümü yeni günün başlangıcıdır.

Aranızda olmaktan gurur duyuyorum. Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi Grubu’nun yeni kalemiyim. Ana Vatan Türkiye’de okudum ve size sonsuz güzellikler ve ibret diyarı Tuna Boyu Dobruca’sını bir vatan sızısıyla anlatmak istiyorum.

Teşekkür ederim.

Reklamlar