Hiç kuşkusuz, Bulgar devletinin en gizli özünde hakikat ölçütü olarak mafya babası Danço Peevski duracaksa, “bana uymaz, isterse bütün devlet yansın, beni bağlamaz!” diyenleriniz % 99,99’dır. Bundan eminim.

Şundan da %100 eminim: Devletin en gizli özünde ihbarcıların öz babası Ahmet Doğan bulunuyorsa, “Bu devlet de bizi bağlamaz!
Keserin sapı bir döner, iki döner, sonra göze gelir!” dersiniz ve dönüp gidersiniz.
HÖH/DPS kontenjanından eski Tarım Bakanı Mehmet Dikme de dayanamamış: Dün “Devlet keserinin sapı Ahmet Doğan’ın elinde!” demiş. Vay! Vay!
Ömür boyu iki enser çakmamış bir kişi olan Ahmet usta bu defa hükümet kurma işlerinde “keseri parmağına vurdu.” Dikkat etmek için artık geç!
Meydanlar dolup taşmış. “Ostavka” sözünün Türkçesi “İstifa!
Özünü Kurt yiyince, ağaç kurur.
Devletin en gizli özüne yani gizli istihbarat işlerine kişisel menfaat peşinde olanlar, dolandırıcılar, zorbacılar, soyguncular, hırsızlar, mafya çeteleri, hain ajanlar karıştığında, devletin özü kurur, işler yürümez, önce hukuk sistemi, adalete olan güven, ardından da bütünsel alaşağı olur, devrilir.
En büyük hain kimdir? Devleti deviren mi? Hayır!
Kendi soyunu, öz halkını, en yakın arkadaşlarını ele verendir!
Hak ve özgürlük davasına, insan hakları ruhuna ters düşendir. Soy köklerini inkâr edendir. Öz devletini dolandırıp soyandır. Vatanına ihanet edendir. Verdiği yalan yanlış bilgilerle gerçekleri çarpıtan, insanların gönlünü yaralayan, onlara ağır sıkıntı yaşatandır.
Biz Türk’üz ve geleneklerimizde hainler hep canlı canlı yüzülmüştür.
Tabii modern hainler korunuyor. Saraylarda yaşıyor. Diri diri soyulmaları ya da kazığa çakılmaları için sosyal devrim gerek, o da bizde hala mayalanamadı.
Ömrümün en ağır dönemi olan göç çilesini yaşarken, bir sigara yakıp “Her şey gelip geçer!”  diyenler oldu. Aslında, birçok şey değişiyormuş gibi görünse de, hep aynı. Acıların unutulacağını hayal edenlerin hesapları boş çıktı. Şu arka (küçük) beyin var ya, orası belleğimizin derin özü, oraya kaydedilenler asla silinmez.
Git gide daha ender olsa da, 1989 Ağustosundan anılar, uykularımda acı yatmaz gibi ortaya çıkıp, her şeyimi alt üst ediyor. Çekilenlerin önü ardı yok. Anılar uzun soluklu, sarsıntılı. Zaman zaman öyle bir canlanıyorlar ki, hiç sorma. Onlar içimde ama benden bağımsız yaşıyorlar. Onları kontrol edemiyorum, her akşam ruyalarımı süslüyorlar.
Doğum yerim Varna yöresi. Ezerçe köyünde adlarının değiştirilmeyenler kurşuna dizilirken oradaydık. Kanlarının akışını, toza toprağa karışmasını, yerde kururken kara kap oluşunu gördük.
Unutmak imkânsız! Köye vardıkça, anıt mezarına uğruyorum, yaşlıların buruşuk yüzlerinde şehit kanlı izleri görüyorum. O zaman bizlerden intihar eden olmadı. Ölümü güneşe susamış özgürlük gibi görenlerle gurur duyuyorum.
Öyle ama son yıllarda aramızdan intihar edenler var. Ahmet Emini tanıyormusunuz. Bir gün birine “Rüyalarında ceset görüyorum!” demiş. Gününü hain ortamında geçirenlerin rüyalarında kendilerine kıydıklarını işitmiştim. “Nasıl?” diye sorduğunda, “cesetler beni boğazlıyor ve canımı almak istiyorlar!” demişti sessizce…
Ahmet Emin dayanamadı, öksüzlerini analarına, çok yaşlı babaanne ve dedelerine bırakıp gitti…
Ölüme sebep olanlar merhumun cenaze törenine gitmez, merhumun ardından bir avuç toprak atmaz! Bilmeyerek de olsa, bunu yapan katilleri toprak ana hemen içine çeker…
Bu inanç hem bizde hem Bulgarlarda var. A. Doğan yalnız Saray’da beynine kurşun sıkan Ahmet Emin’in değil, kendi eliyle canına kıyan HÖH/DPS Sofya İl Örgütü Başkanı Kınçev’in cenaze törenine de gitmedi.
Konuşup tartışıyoruz aramızda, onlar ve daha kimler kimler “devletin en gizli özüne ters düşmüşler!” diye anlatanlar var. İnsan elektrik teline dokunmadan çarpıldığını anlamıyor. Bu cereyanın öldürücü olduğunu hepimiz biliyoruz da, şalterin hangi konuda, ne zaman, ne için açıldığını, kimi zaman kapanıp kapanmadığını pek bilen yok. İyilik yapan da çarpılıyor, kötülük yapan da. Adaletin kıstası ihbarcı… Ah! Ah!
 Şu kalın enseli, alnı olmayan, et kafalı Peevski’nin gizli işlerini “namusluca” ve “adalet adına” yöneteceğine yemin ettiği devletten ne adalet beklenir! Bulgaristan’da halk Yanmış! Aman Allah’ım!
Bırak Allah aşkına! Yoksa “ömür boyu tek doğru laf söylemeyen, kendini devlet yerine koyan, yalan makinası Ahmet Doğan’ın mı adaletin kıstası!” Düşünüyorum da yanmışız.
Genç canlarına kıyan, 2 HÖH elit kadrosu, çok şerefli kişilerdi. Halk ikisini de takdir ediyordu. Vicdanları sistemli baskıya, devamlı izlenmeye, haklarındaki asılsız uydurmalara, en kirli karalamalarına, insafsız kötülemelere, tek sözle nankörlüğe dayanamadı.
Kurbanları anımsadıkça, olaylar aklıma geldikçe 1937 – 1953 yılları arasında Sovyetler Birliği’nde devrim ateşinde çelikleşmiş yalın devrimcilerin İçişleri Halk Komiserliği (gizli polis) tarafından nasıl ezildiğini, baskı altına alındığını, tutuklanmalarını, gördükleri işkenceleri, sürgün kamplarında geçirdikleri yıllarda nasıl yıpratılıp yok edildiklerini filmlerde izledim. Bu konuda, Vasili Grossman’ın “Her Şey Geçip Gider” kitabı beni fazlasıyla etkiledi.
Karşılaştırma yaparsak, bizde 1970-1990 arasında milim kaymadan aynı uygulama yapıldı. Bulgaristan’da Türklerden – Salaklardan iş yaramazlardan, en büyük nankörlerden gizli servis DS ajanı, köstebek, müzevir, ihbarcı, ajan yaptılar ve saflarımıza saldılar.
Ahmet Doğan yukardaki sıralamadan kendilerine bir unvan seçebilirler. Büyük bir gizli hain tayfası oluştu. 1950-1970 arası Bulgaristan Türkleri arasından yetişen aydınları, en istidatlı işçileri, en dürüst ustaları, en kabiliyetli hayvan bakıcıları, tütün üreticileri, gelinlik kızları uydurma ihbarlarla ele verip sıkıştırıp, devletin derin gizli özü önünde kötülediler, hepsini kendi özlerine, olmayan adalet ve vicdana ters düşürdüler. O yıllarda Bulgaristan Komünist Partisi (BKP), sosyalist devlet ve gizli polis makinası birleşti, kaynaştı, Anayasa, kanunlar ve doğal insan hakları rafa kaldırıldı, hukuk ve adalet eritildi. Sürülmek, sorgulanmak, cezaevine düşmek, hapiste çürütülmek köstebeğin, aramıza sızan ajanların, hafiyenin, şerefsizler arasından en şerefsizin, kendini dosttan gösterip dostlarını ele verenin helvacı kâğıdına kara kalemle karaladığı her kelimesinde imla yanlışı olan “önemli” satırlar, hayatımızı belirledi.
Ahmet Doğan kalemin ucunu tüküre tüküre 40 cilt ihbar yazmıştı. Bize siz Bulgaristan Türkleri yoksunuz, olmadınız, olamazsınız filan falan demesin kimse: 40 ciltlik el yazısıyla yazılmış tarihimiz var…..
Bizim Doğan, yaza yaza neredeyse yazar olmuş…
Ömür boyu kalemi elinden düşürmeyen ama ancak 28 cilt derleyebilen devrim önderi V. İ. Lenin’i bile ihbar yazmada sollamış…
İşte o yıllarda yalan yükünden eğirilen Bulgar derin gizli servisi, hala doğrulamıyor.
Aslında D. Peevski’yi Başkan olmasını engelleyenler, belki biraz da kötülük ettiler. Peevski şu kilolarıyla o eğri ağacın üzerine bir binseydi, ağaç yüzde yüz çatır çürür kırılır ve hepimiz toptan kurtulurduk. Nasip değilmiş!
Şu halk uyanıp dirilen halk vicdanı var ya, engel oldu işte…
Önceden bilmezdim, A. Doğan hakkında yazılan kitapları alıp yeniden okuyunca, derin devletin sır olan gizli özü hakkında fikrim değişti.
Muhbirler şerefsizse, hainler hala her yerde serbestçe gezip tozuyorsa,  kullanılan gizli ajanlarda iş yoksa en derin en gizli devletin işleri nasıl durulur acaba…
Fikirler nasıl berrak olur?
 Bokluk kenarındaki kuyu suyunun neden içilmediğini şimdi iyi anladım…
23 yıldan beri şu bizim devlet işlerini kötüden kötüye itenler hakkında bir yasa çıkarma zamanı gelmedi mi?
Bulgaristan’da derin devletin sır özüne kimin ters düştüğüne bir daha bakacak yeni müfettişler bekliyoruz. DÜRÜST, AHLAKLI ve KİŞİLİKLİ birileri olursa devlet için iyi olur. Bir devlette insanların zekaları gelişmemişse o devlet yükselemez.
Devletlerin var olması da orada yaşayanların zekalarının bir ürünüdür.
Reklamlar