Şakir ARSLANTAŞ

Kanımca, Parist’eki “Charlie Hebdo” hadisesiyle ilgili söylenecek ve yazılacak sözler kaldı.

Kanlı olaya ya da Hazreti Muhammet’i karikatürize etme küstahlığına alaca karanlıkta bakmaya devam edersek, teşhisimizi doğru koyamayız, terörizme tedavi ilacı da bulamayacağımız gibi İslam kutsallarıyla alay etme kuduzluğuna da DUR! deyecek gücü kendimizde bulunamaz.

Yine bana göre, dünyayı sarsan olaylar bir günde hazırlanmaz ve hemen patlamaz.

Hem şımarık özgürlükçülüğe hem de kanlı teröre tek yanlı bakılamaz.

Nasıl olurda, Kahire’de 110 kişinin bir saatte meydanda kurşunlanmasına kör kalan ya da Suriye’de 120 bin kişinin katledilmesine, milyonlarda kadın ve çocuğun yaz kış konu-komşuda sürünmesine dilsiz seyirci kalanlar, Paris 17 kişinin ölümü hadisesinde dünyayı ayağa kaldırabildi.?  Çifte arşın oynamıyor mu!

 

Şu da var, ÖZGÜRLÜK fırın somunu değildir. Özgürlük ihtiyaç duyulan, gerekli olan şeydir. Dünya 17 dilde 6 milyon Hazreti Muhammet karikatürüne ihtiyaç duymadı.

Soruyorum: GEÇEN HAFTA BÖYLE BİR GEREKSİNME VAR MIYDI.

Kulaklarıma gelen cevap: hayır! Öyleyse olay, özgürlük kötüye kullanıldı. Kutsal olanla alay edildi. Yapılan bir özgürlük kalpazanlığıdır.

 

Soruyorum: Hazreti Muhammet’in karikatürize edilmesi Hıristiyan ve Katolik dünyaya ne kazandırdı.

Cevap: HİÇ! Yalnız kötülük. Güvensizlik! Korku!

Elde kalan:: Avrupalıların kardeşçe birlik atılımları frenlendi. Yabancı vatandaşa gözdağı verildi. 1950’lerde işe gelen babalar iyiydi, orada doğup yetişen oğullar kötülendi. Hep başı çeken Almanya’da yeni-faşist  “Pegida” meydan kaptı. Fransa’da milliyetçi Le Pen bayram etti. İngiltere’de ırkçı  “Farash” sivrildi. 21. yy. Avrupa’sında kuduz olayı belirdi. Ölmekten korkmayanlar 1913–15 barut fıçılarını anımsattı.

2 dünya savaşında perişan olan sıradan Avrupalı teröre ne anlam verdi?

Akıp giden hayata nefret ve öfke zehri aşılayıp korku yaymak kimin işine gelir?

Huzur kaçırmak son hedef olabilir mi? Eski kıtada nüfusu yerliler ve sonradan gelenler (yabancılar) olarak ya da Hıristiyan ve Müslümanlar vs. olarak ikiye bölmektir, mümkün olduğu yerde kitleleri birbirine düşürmek son hedef midir!

Yeni durumdan sivrilen en belirgin soru şudur: Müslüman düşmanları, ırkçılar tek yumrukta birleşebilir mi?

Cevap: Hayır! Milliyetçilik kendi özünde egoizm, kıskançlık ve bencillik gizler. Bunlar kendi aralarında bağdaşmaz, birbirini iten öz çizgileridir. İngiliz ırkçısı Fransız milliyetçisiyle bir olamadığı gibi, Alman neo-faşistleri Fransız Le Penleriyle asla birlik olamaz. Tarih milliyetçi ortaklık diye bir olay yaşamadı. Olan hep sıradan insanlara oldu. Onların huzuru şimdi de kaçtı. Lokaller, dernekler, evler basılıp aranıyor. Zırhlı polis taburları sokaklarda, korku sisi koyu, ırkçılık yağ bağlıyor.

Şunu da unutmayalım: Olayı laboratuardan kaçırılan bir virüs (İslamcılık virüsü ya da terörizm virüsü) olarak görmeye çalışanlar, Önce VİRÜS LABARATOARINA girsinler. Kol gezen virüsün formülüne inilmeden mehlem, panzehir, ilaç ne de tedavi usulü bulunamaz.

Yayılan virüs dünyaya önce 11 Eylül 2001 faciası yaşattı. “Charlie Hebdo” şımarıklığı ve 17 kişinin cesedi şimdi geldi. Avrupa Başkentleri polis üssü haline geldi. Dünya demokratik kamuoyu olaya çok dikkatli bakarken nedenleri derinlerde aramaya başladı.

B İ Z   D E   D E R İ N L  E  R  E    İ N E L İ M!

Hadiseleri topluca görelim ve HİKMET vicdanında tartmaktır.

İnsanlık bunları daha önce de yaşadı. Ruhları titretenler aynı dehşet zincirindendir.

“Charlie Hebdo” küstahlığıyla şişeden bir cin daha kaçtı.

Gözle görülemeyen gerçeklerin bir kısmını gelin birinci ağızdan öğrenelim:

Avrupa’da elden düşmeyen yeni bir kitap var.

Romanya Cumhurbaşkanı N. Çauşesku Gizli Servis Başkan Yardımcısı General Ion Mihai Pacepa Amerika’ya kaçtıktan sonra yazmış. “Disinformation” (Yanıltıcı Bilgi)  kitabın adı.

TERÖRÜZM VİRÜSÜ KGB LABARATUARLARINDA YARATILDI:

SSCB Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) Moskova merkezli bir stratejik casusluk örgütü.

Yeni adı Rusya Federal Güvenlik Dairesi (FCB). General yazmış da yazmış:

“İslam kökten dinciliği Sovyetler Birliği (SB) Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) casusluk örgütünde yaratıldı. Dünyaca tanınan Arap teröristler SB istihbarat dairelerinde okutulup yetiştirildi. Yazar işin içinde gelen biridir. Romanya İstihbarat Başkan Yardımcısı İon MihaiPacera’dır. O Soğuk Savaş yıllarında Batıya kaçmayı başardı. Halen ABD Merkezi İstihbarat Örgütü CİA korumasındadır. “Desinformation” adlı kitapta yazılanları sosyalist ülkelerin eski casuslarından birçoğu doğruladı.

“1972’de Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) gece gündüz çalışıyordu. Uğraşının amacı, Amerikanın dünyayı Siyonistlerin feodal çiftliği haline getirmeye çalıştığına Arapları inandırmaktı.

O yıllarda SB casusluğunun başı Yuriy Andropov ‘tu. Olayla ilgili o şöyle demişti:

‘Biz Müslümanları anti-semitizme karşı hareketlendirebilirsek, ardından gelecek olan İsrail ve Amerika’ya karşı baskı ve terörizm gecikmez.

O dönemde Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) ve kendisine bağlı olarak çalışan sosyalist blok ülkelerindeki ilgili casusluk daireleri Yakın Doğu Arap Müslüman dünyasını etkilemek için toplam 400 adet özel eğitimli casusu bölgeye göndermişti.

“Desinformation” kitabı yazarı İon MihaiPacera o özel görevlilerden biridir.

Arap ülkelerinde anti-Samî içerikli yazılar ve el kitapçıkları dağıtmak için Yakın Doğu’da yaşamıştır. Onun dağıttığı eserlerden biri Yahudilerin dünya egemenliği kurma niyetlerini açıklayan, baştan sona düzmece olan, Rusçadan Arapçaya bir çeviri olan  “Siyonist Bilgelerin Tutanakları” adlı kitaptır. Kod adı “SİG-akronim” – (Siyonist Devletler) olan bu casusluk operasyonu tasarımı bütün Müslüman alemde ABD’ye karşı bağdaşmazlık, Samî düşmanlığı (anti-semitizm) başlatmayı hedefliyordu.

Güvenlik Komitesi (KGB) tarafından yönetilen bu çok katlı propaganda kampanyanın sonucu 2001 yılının 11 Eylül günü New York’ta ikiz kuleler yıkıldı. (Geçen hafta bu tespite  “FoxNews” de katıldı.)  İnsanlığı ürperten facia silahı çalınan bir uçaktı. Konsept şahsen Yuriy Andropov tarafından düşünülmüş ve yetkinleştirilmiştir.

Hedefe doğru giderken yalan haber yayma işi “çağdaş dünyanın vebası” oldu.

Vl. İ. Lenin yalanı komünizme can suyu vermek için kullanmıştı.

Bu vebadan Hitler de yararlandı. İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudi kökünün tamamen kazınması, hepsinin yok edilmesi işini yalanla yetkinleştirmişti.

KGB Şefi Andropov ise, bu vebadan İslam dünyasını Amerika’ya karşı kışkırtmak ve bugün de hepimizi ürperten uluslar arası terörizm fitilini yakmak için kullandı.

 

Yalan haber üretip insanları yanıltma sanatı ince iştir.  Romanyalı General İon Mihai Pacera’nın (Yanıltıcı Bilgi) kitabında yazdığına göre, işin ustalığı Hitler’in propaganda Bakanı Göbels’ten çalınmıştır. O şöyle devam ediyor:

 

“Andropov’la defalarca görüştüm. O yalan bilgi üreten ve yayan bir dehaydı. Moskova’daki görüşmelerimizin birinde bana: “Uydurma bir haber yeniden ve yeniden tekrar edildiğinde, belirli bir zaman sonra,  kendi yolunu bulur, inandırıcı olmaya başlar ve her şey yoluna girer.  Yalan olsa da bilgi tutunur, taraftar ordusu kazanır ve azimle savunulur.” Dedi.

 

Romen Generalin kesin kanısına göre,  Sovyet casusluk teşkilatının gerçekleştirdiği gizli operasyonların derinden derine irdelenmesinden çıkarılacak sonuçlar ÇAĞDAŞ DÜNYADAKİ GEOPOLİTİK DÜŞÜNCEYE TEPE TAKLA ETTİREBİLECEK NİTELİKTEDİR.

Elimdeki kitapta, terörizmi anlatan sayfalar var. Bunlarda, “doğum yeri Mısır olan Filistin lideri Yaser Arafat’a Kudüs’ten doğum belgesi verildi. Hal tercümesi değiştirildi. Filistin Kurtuluş Teşkilatı Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) tarafından kurduruldu” diye yazıyor ve şöyle devam ediyor:.

  1. Arafat’ın halefi Mahmut Anas Devlet Güvenlik Komitesi (KGB) Moskova Genel Merkezine bağlı bir okulda eğitim aldı. Abbas’ın Moskova’da savunduğu doktora tezinin bilimsel yönetmeni yüksek rütbeli KGB subayı ve daha sonraki yıllarda SSCB Dış İşleri Bakanı olan Evgeniy Primakov’tur. O, bir ara Irak lideri Saddam Hüseyin’e danışmanlık da yapmıştı.

Romanyalı General’in altını çizdiğine göre, Moskova’daki KGB okulundan İran yöneticisi Ayatollah Homeyni ve hatta “Al Kayda” yöneticilerinden olan Ayman al-Zauahiri de geçmiştir.

Anımsanacağı üzere, daha önceki yazılarımızdan birinde, Londra’da poleniyle zehirlenen, Rusya’dan kaçmayı başaran bir eski KGB ajanı olan Aleksandır Litvinenko aynı saflarda bulunmuştu. 1993’te Amerika’ya kaçan KGK’nin kıdemli subaylarından Albay Konstantin Preobrajenski de yukarıdaki savları yayınladı.

Albay Preobrajenski ile ajan Litvinenko Batıda görüştü. Hayatta olmayan Al. Litvinenko temasların birinde, FCB’ de görevli meslektaşlarının “Al-Kayda” örgütü önde gelenlerinden, dış ülkelerde Amerikan vatandaşı katletmekten sorumlu olan ve dünyada en fazla aranan teröristlerden ikisinin – Ayman Al-Zauahiri ile Cuma Namangani’nin  de 1980’lı ve 1990’lı yıllarda Rusya’daki muhtelif zamanlarda eğitimine katıldığını paylaştı.  Sovyet Özbekistan’ında doğup yetişen Cuma Namangani (Cumabay Haciev) ölümünden önce Osama bin Laden’in sağ kolu olarak görev alırken, Afgan Taliban Kuzey Cephesi’nden sorumluydu.

1996’da Al-Zauahiri’nin Rusya’ya gelmesinin gizli güvenliğinden sorumlu olan Al. Litvinenko, daha sonra onun (FCB) Dağıstan Merkezinde eğitimini denetlemiştir.

Kitapta bu gizli olayların Bulgaristan ile yakın bağlantılı olduğuna işaretle;

“Örgütlü Suçlarla Savaşım İçin Sivil Toplum Hareketi (GDBOB) görevlilerinden olan Miroslav Pizov, “Nüwel Obsarvatör” dergisinin onaylayıp dünyaya duyurduğuna göre, 1990’lı yıllarda, Rusya’ya geçmezden önce,  Al-Zauahiri Bulgaristan Rodop Dağları Velingrat kentine yakın bir dağı evinde kaldı.” Dedi.

Cuma Numangani ise, Moskova’da FCB genel merkezinde bulunan ancak kurmay subayların eğitim gördüğü bir özel merkezde kaldı. Bu da ona çok yüksek düzeyde güven beslendiğine işarettir.

Üstüne üstelik 2001’in 11 Eylül günü New York’ta Dünya Ticaret Merkezine saldıran birinci uçağın pilotu olan Muhammet Ata, yine bir KGB subayı olan Preobrajenski ile temas halinde olduğuna göre, dolaylı yollardan olsa bile,  Rusya casusluk örgütüyle irtibat içinde çalışmıştır.

Muhammet Ata bu saldırıdan 5 ay önce Irak istihbaratı örgütü ajanlarından biriyle Prag’da görüşmede bulundu. O dönemde Irak istihbarat örgütü Rusya güvenlik merkezinin bir dairesi olarak çalışıyordu.

Romanyalı General İon Mihai Pacera’nın, Amerikalı hukuk profesörü Ronald Richlak’ın aktif yardımlarıyla kaleme aldığı eseri 11 Eylül 2001’den sonra üretilen birçok yalan iddialara da yanıt vermiştir. Bunlardan biri, uçaklarla saldırı yapıldığı gün binalarda Yahudi vatandaş olmadığı yönündedir ki, asla doğru değildir.”

Hazreti Muhammet’i karikatürize etme ve Paris’te terör hortlaması olaylarının derinliklerinden gelen kokular bunlardır. Avrupa Birliği Kırım Yarım Adası ve Ukrayna olaylarından sonra Moskova’ya ambargo uyguladı. Siz böyle yaparsanız biz de yapacağımızı biliriz mantığı sanki yol almaya başladı…

Hemen oluşan yeni durumda, demokratik kamuoyunu yalan dolanla etkilemek isteyen stratejik merkezlerin insanları birbirine düşüremeyeceğine, ayrıca da İslam ile terörizmin aynı şey olduğuna kitleleri inandıramayacağına inanmak istiyorum. Bu cümleden olmak üzere, değişik kışkırtma yöntemleriyle İslam’ı aşırı eylemlere alet etmeye çaba gösterenlerin de hedeflerine ulaşamayacaklarına inancımı ifade ediyorum.

NOT: Derin irdemelerin (yazılmasını beklediğimiz daha neler vardır da) gösterdiği üzere, 1970’li ve 1980’lı yıllarda Bulgar Gizli Servisi (DC) ile SB Devlet Güvenli Komitesi (KGB) arasında su sızmıyordu. Görüldüğü gibi, Müslüman haklarla fazlasıyla uğraşan KGB biz Bulgaristanlı Türkleri de rahata bırakmamıştı. Bu etkinliklerin içinde ajan yetiştirme işi başta geliyordu. İsimlerimizin değiştirilmesi dahi KGB kontrolünde olmuştu.

Binlerce can alan “Al-Kayda” terör örgütü şefi Osama Bin Laden’in öldürülmesinden sonra tuzak işleri Ayman al-Zauahiri’ye kaldı. O ise yıllarının bir kısmını Rodoplarda Veligrat dağı evlerinde geçirdi, eğitim aldı.

Aynı yıllarda Pazarcık hapishanesinde sözde mahkûm olarak yatan ama her gün Rus generallerle görüşmek üzere bir siyah “Volga” otomobille mahpushane kapısından çıkan Medü Doganov (Ahmet Doğan) ajan Sava’nın KGB emrine geçişini de kanıtlamak için yeterlidir. Olay kitaplara da girmiştir. Amerikan gazetelerinin Hak ve Özgürlük Hareketi DPS bir Moskova partisidir diye yazmasının derin nedenlerinin temelinde yatan bu gerçektir. Son dönemde ne yapacağını ve ne konuşacağını bilemeyen demeyeyim de, iyice şaşıran, HÖH-DPS lideri Lütfü Mestan’ın da sözde partiyi savunmak için çırpınırken, olayların derinliğindeki gerçeklere inemediğini belli ediyor. Onun söylediği sözlerin son zamanda havada kaldığına artık şaşmaz olduk. Çünkü bilmediği bir şeyi kimse konuşamaz. HÖH-DPS partisinin ajan ve hain tortusundan arınması gerektiğine işaret etmemiz bu sebepledir.

1980’lere inip tüm gerçeği ortaya çıkarmadan HÖH-DPS partisi kendi kendini zehirler, havasızlıktan sıkılır ve boğulur ki, bu süreç başlamıştır. Gün gelecek başka bir DS-KGB generali yeni bir kitap yazıp çalılıklar içindeki bozuk yumurtaları birer birer ortaya çıkaracaktır. Bunu gerektiren hayatın kendisidir. Ne yazık ki, belki o zaman artık çok geç olacaktır. Bu işlerde kazanan halk olur. Dibe inip gerçekleri çıkarmalıyız!

Reklamlar