Dr.Nedim BİRİNCİ

İri Sıçanlar Değirmenden Kaçıyor.

Ahmet Doğan Bulgaristan’ı terk etti.

Bankacı Tsvetan Vasilev’i tutuklamak için kırmızı bülten çıkardı.

Milletvekili Delyan Peevski Ahmet Doğan’ın kayıtsız oğullarından biriymiş.

 

Bir yıldan beri ağrısı sızısı kesilmeyen Sofya hükümeti dağıldı yani çıbanbaşı patladı, iyice irinleşmişti, akıyor da akıyor. Kısmetse 5 Ekime kadar savar da toplum huzura kavuşur,  her şey yerli yerini bulur, patatesler tohumluklar arasından çürükler ayrılır ve yeni dönemde işler yoluna girmeye başlar. Bu bir umut, Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev’in demeçlerine bakılırsa ve milletvekilleri denizden dönüp bütçe ve sağlık kasası yasa değişikliği yapmazsa , 3 aydan sonra Bulgaristan maliyesi çökecek ve devlet büyük zarar görecektir.

 

Daha önce başımıza gelmediğinden ve bu konuda lehçemizde gelişmiş söz ve deyimler olmadığından irinleşmeyle, çürük patateslerle ve pansumanla anlatmaya çalıştığımız hasta olayın gerçek yüzünü öğrenince üzülmemek elde değil, çünkü sonu sonunda Bulgaristan bizim Vatanımızdır.

 

Anlaşılan defteri dürülen hükümet, yerine ısınamadan, bir yaşını doldurunca düştü. Zaten 2013’ün Haziranında malî işler oligarşisine en iyi hizmeti kim verebilir arayışı içinde kurumuştu. O zaman “daha iyi hizmetçi bulunma” yarışına 2 yüksek maliyeci ön plana çıkmıştı. Biri, eski Başbakan İvan Kostov hükümetlerde maliye bakanı ve son yıllarda Ulusal ve Dünya Ekonomisi Üniversitesi (UNSS) Finans Dekanlığı Başkanı olan Plamen Oreşarski’ydi. O, işine pek ısınamadı. Yerli yabancı oligarşi zenginlerini birbirine düşürmeyeyim gayretine girdi. Bir yıllık başbakanlık süresinde eski maliye bakanı ve başbakan İv. Kostov’u mali danışman olarak kullandı. Bir yılda ne yapılmaması gerekirse yaptılar ve iktidar finans bataklığına saplandı. Sepetteki yumurtalar kırıldı. Kabinenin her adımı muhalefet tarafından ateşle karşılandı.

 

Pl. Oreşarski’nin Başbakan olmasına karşı direk olarak başkaldıranlardan biri 33 yaşındaki HÖH milletvekili, iletişim araçları patronu Delyan Peevski oldu. Peevski, ona “Ben senden daha zenginim, başbakan ben olacağım!” dedi. Fakat söz geçiremedi. Küstahlıyla kaldı.  Peevski’nin daha önce Bulgar tarihinde görülmeyen yüzsüzlüğü biz Türkler için hayır işine alamet değildi. Kulis ardından (saraydan) onun iplerini çeken “Mafya Başı Ahmet Doğan’ın küstah gencin babası olduğu anlaşılınca ortam yatıştı.” Yalanın ortaya çıkmasına hem Bulgarlar hem de Türkler güldü.

 

Bulgaristan politikasını her gün karıştıran Peevski’nin A.Doğan’ın şımarık oğlu olduğu ortaya çıkınca “lider” dayanamadı, sarayıo terk etti ve İsviçre’nin “Zuk” şehrine yerleşti.. Şu dönem “Seyşel Adalarında” göbek kızartıyor. Şu sıkıntılı günlerde, çaresizlik içinde HÖH / BSP / “Ataka” artık birbiriyle konuşmaz oldu. Sıra yenilgilerden her birinin hesabını verecek olan en başta A. Doğan’dır. Suçlular ülkeden kaçıyor. Stanışev Brüksel’e sığındı. Nikolay Barekov da Brükseli boyladı. Son dönemde Bulgaristan’da en çok kullanılan terim “ŞEYTANLAR ve ŞEYTALIKLAR” dır.

 

Haziran 2013’te Başbakan koltuğuna oturmak isteyen 2. maliyeci, bankacı Tsvetan Vasilev’ti. Bugün artık Avrupa Birliği ülkelerinde kırmızı bültenle aranıyor. 3 aydan beri Avusturya’da gizlendiği ortaya çıktı. Bu hükümetin düşmesine somut neden D. Peevski ile onun kavgası oldu. Peevski bir basın açıklamasında şunları açıkladı:”Birçok başka Bulgaristan vatandaşı gibi Ts. Vasilev de devleti yönetme biçimini kabul etmiyordu. Onun inancına göre, devletin yeni politik tasarımlara ihtiyacı var. Vasilev kendini başbakan rolünde gördü. Zengin olduğundan dolayı her şeyi yapabileceğine inanmıştı. Yönettiği Korporatif Ticaret Bankasından (KTB) 3.5 00 000 000 (üç buçuk milyar leva)  çaldı. Ülkenin tüm malî işler sistemi deprem geçiriyor. Kayıplara karışan paraların 2 360 000 (iki milyon üç yüz altmış bin levası) Vejdi Raşidov’un olduğu anlaşıldı. O, oğlu Vadım’i, gelinini ve torunlarını Alp Dağlarında Tirol bölgesinde bir otel sahibi yaptı. Gençleri Avrupa’ya gönderdi. TV’de yakınmaları bitmiyor.

 

Korporatif Ticaret Bankası’nın (KTB) boşaltılıp çökertilmesi.

Banka (KTB) bünyesine, hesapları aynı bankada olan ve mali işleri bankanın görevlileri tarafından yönetilen 350 şirket bağlandı. Biriken kişisel mevduat, maaşlar, emekli gelirleri, kira gelirleri, ticaret kazançları bu 350 şirkete hep kredi olarak dağıtıldı. Banka kontrolündeki bu şirketler kredi zengini oldu. Onlar, parayı yatırım ya da ticarette işleteceklerine, tefeci-faizci tezgâhında dokumaya başladı. Kredileri toplama artık tamamen imkânsızlaştı. Ekonomik hayat durup dondu. Birkaç kişi çalıştıran işyerleri maaş ödeyemiyor. Sonuçta, içi boşalmış olan en büyük özel Bulgar bankası beyaz bayrak dikti. Halkın tasarrufları el değiştirdi. Meclis dış borç alıp çöküşü durdurma konusunu görüştü ama karar alamadan dağıldı. Yeni hükümetin kurulması Kasım 2014’i bulursa, mali işlerde işin içinden çıkılması güç olur.

 

Doğan’ın oğluna göre,  “KTB bankası içten çökertildi.

Kayıp paranın 300 Milyon Euro’su  HÖH’ e yakın şirketlere verildi.”

 

Bu açıklamasındaki inci:

 

2013 Haziranı’nda Başbakan olmak isteyen üçüncü kişi Kooperatif Ticaret Bankası (KTB) sahibi Tsvetan Vasilev’ti. Peevski’nin anlattığına göre, Pl. Oreşarski Bakanlar Kuruluna yalnız girip çıktı. Haziran 2013 ve Temmuz 2014 döneminde Bulgaristan’ı biz Ts. Vasilev ile ikimiz yönettik. (Bu tümceyi 26 Temmuz 2014 tarihli 24 Saat gazetesindendir.)

 

D. Peevski çok önemli şu açıklamada daha bulundu:

 

1)      Beni Ulusal Güvenlik Devlet Ajansı (DANS) Başkanlığına şu kişiler atadı:

a)      Hak ve Özgürlükler Partisi HÖH /DPD Partisi Başkanı Lütfü Mestan;

b)      Sosyalist Parti Başkanı BSP Başkanı Sergey Stanışev ve

c)       Başbakan Plamen Oreşarski.

d)      Kuşkusuz bu işin ardındaki gölge babası A. Doğan’dı.

 

ÇIBANBAŞI AKIYOR.

                              

Peevski’nin kendi itiraflarına göre,  şimdi hala elinde tutmaya devam ettiği “Telegraf”, “Monitor ve “Politika” gazeteleri ile “TV-7” programını (KTB) bankasından yani Ts. Vasilev’ten aldığı paralarla ele geçirdi.

 

Bulgar basınına göre, HÖH ile BSP’yi temsil eden bu iki zenginin arasının açılması önce mali alanda kızıştı. Şiddetli kapışma Rusya’nın “Güney Akım” gaz boru hattı konusunda Bulgar bankalarına aktarmayı öngördüğü 3 milyar leva ile de ilgilidir. Ganimetin paylaşılmasında taraflar birbirine bıçak çekti. Hükümet düştü. Şimdi Lütfü Mestan ile Sergey Stanişev’in konuşmadıkları gibi Delyan Peevski ile Tsvetan vasilev de birbirini görmek istemiyorlar.

 

Üstelik Ts. Vasilev,  HÖH milletvekili D. Peevski’yi öldürtmeye azmetti. Başı için 500 000 (beş yüz bin) Euro fiyat kesti. Tabancaların patlamadan kubura girmesi bir ay zaman aldı.

 

Tehdit ardına gizlenmek istenen gerçek şuydu:

(KTB) bankası kazdığı kuyuya kendi düştü. Şu anda bankayı kurtaracak işler bir mekanizma bulunamadı. Kaybolan para bütçenin % 15’ine eşittir. Leva – Döviz değer eşitliğini sabit tutan  (bordo) da tehlikeye girdi. KTB müşterilerine tasarruflarınızın üstüne bir bardak soğuk su içiniz dediği an ULUSAL AYAKLANMA kapıdadır.

 

İflas olayı politik sahneyi ve güçler dengesini allak bullak etti:              

 

  1. Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) kurultayı toplandı. S.Stanişev’in BSP Başkanlığından ayrıldı. Parti içi gerginlik arttı. Daha şiddetli zonklayan

BSP-Çıbanbaşı 48. kurultayda biraz aktı. Kurultayda Türk delegeler konuşmadı. Parti başkanlığına 2. turda (Meclis Başkanı) Mihail Mihov seçildi. Modern sol politikaların artık sol kolu yukarı kaldırıp yumruk sıkmakla yürütülemeyeceği bir daha görüldü. BSP içten içe kaynamaya devam ediyor. Partiden ayrılan gruplar partileşseler de seçmen arasında ilgi görmüyor.

 

2.1.Nikolay Barekov’un “Sansürsüz Bulgaristan” Partisi de dağılıyor. Barekov’un batak banka başkanı Ts. Vasilev’in bankasından her ay imzasız en az 300 000 (üç

yüz bin) leva aldığı ortaya çıktı. Bankanın iflası 6 (altı) aylık yeni partiyi çökertti.

 

2.2. Çorap söküğü, “Sansürsüz Bulgaristan”ı tescil ettirmek üzere Sofya Şehir Mahkemesi’ne sunulan Tüzüğün, kurucu kurultayda kabul edilen Demokratik Tüzük olmayıp, Barekov’a çok özel otoriter haklar sağlayan başka bir Tüzük olduğu açıklandığında hızlandı ve ulusal boyut aldı. Bu partiyi kurduran da A. Doğan’dır. Nedeni, ırkçı bir oluşum olan  “Ataka” partisi itibarsızlaşınca, Türklerer, İslama ve GERB Başkanı B. Borisov’a kuduz köpek gibi havlatmak için kuruldu. Seçim arifesinde önce “Ataka” ile “Sansürsüz Bulgaristan” sepetlendiğine göre, GERB partisine çamur atacak kişi ve kurum kalmadı.

 

2.3.Bu gelişmelerin seyrinde Barekov AB milletvekili seçildi ve Bulgaristan’dan kaçmak için ayakkabılarını bağlıyor.

 

Bu gelişmeler aynasında sarkaç yerinden pek oynamadı. Kamuoyu ajan dosyalarını tam dürmüşken, iflas eden KTB bankası içindeki kredici dosyalarının açılması ısrarı aktifleşti. Halk dilimizdeki “fazla kaşınma yara olur” değimi anımsandı. Bugün yan yana konsa 15 km uzun olan ajan dosyalarından pek bir şey çıkmasa da, çıbanbaşı akarken, irin içinde inci arayanlar var. Bir halkın her evladı ajan ya da katil olamaz! Hitler bile Einstein’i, Hofmann’ı ve daha bazı Yahudileri öldürmemişti. Ajanları tasnif eden, kim devleti için, kim devleti ve halkına karşı, ulusu yok etmeye çalışmış gibi temel konulara açıklık getirilmesini isteyenler haklıdır. Halka ve devlete ihanet etmiş olanlar, Anayasa ve yasaları hiçe sayanlar, yargıyı rafa kaldıranlar gizlendikleri inlerden çıkmak zorundadır. Kirli su temiz suyu hala götürüyor. Bu ne zamana kadar böyle devam edebilir? Durum dayanılmaz olunca, iri fareler – Ahmet Doğan, Sergey Stanişev, Nikolay Barekov, Tsetan Vasilev ve daha birçokları Bulgaristan’ı terk edip kaçıyor. 25 yıllık çöküşün “kahramanları” kaçacak mı!? Yok oluş dosyası böyle mi kapanacak?  Sokaklar bomboş, ülkede insan kalmamış. Vatanı terk edenler içlerinde mimlenmişlik ve suçluluk korkusu taşıyorlar ki, hiçbiri geri dönmek istemiyor.

 

Konumuzun biraz dışına çıkarak, 25 yıl sonra olsa da,  kimin muhbir, kimin gammazcı, kimin karalayıcı, kimin kışkırtıcı, kimin ihanetçi olduğuna bir daha bakalım. İngilizceden gelen intelligence yani (casusluk) teriminin özünü açalım. Burada her şeyden önce, anadilimiz Türkçemize istihbarata ilişkin kavramların Osmanlıcadan sonra değişik dillerden girdiğinden belleğimizde biraz terim karışıklığı olduğu kanısındayım.

İkinci Dünya Savaşından sonra kurulan ve almanca adı “Nahrichtenagentur” – (Haber Toplama Ajansı) olan casusluk ajansı, faaliyetini haber toplama terimi ardına gizlemişti.

 

Sosyalist Bulgaristan, bu işi konu komşu ve yerli yabancı insanlarla ilgili gerekli gereksiz, ulusal güvenlik için hiçbir tehlike ulaştırmayan bilgiler toplamaya indirgemişti. Gizli polis işleri Devlet Güvenliği “DS” adı altına sığındı. Totaliter dönemde muhbirlik, gammazlama, kötüleme v.b. kılıflarına girmiştir ki,  neticede insanların birbirlerinden soğumaları, dostlukların bozulması, komşuluk duvarlarının yıkılması gibi sonuçlar doğurdu. Giderek aileler parçalandı ve göçler oldu. Sinsi ve kötü amaçlı kullanılan bilgiler birçok kardeşimizin yıllarca sürgün ve zindanları boylamasına yol açtı. Bu asla istenmeyen bir etkinlik olduğu kadar, devlet eliyle örgütlendiği için ailesine, soyuna, etnik kökenlerine, halk topluluğu bilincine ve ulusal kimliğimize ihanet eden, yönetici olarak başımıza sarılan tipler doğurdu. Bu kililer kişisel menfaatlerini Türklük çıkarlarımızın önüne koydu. Onlar, Türklüğü çökerten terörle soy kırımına hizmet ettiler. Aslında bu gibi kötülükleri yapmak için insanın ne zeki ne de akıllı olması gerekir. Bir tek vicdanını satması yeterlidir. Zeki ve akıllı olan insanoğullu kardeşine kötülük yapmaz, soyuna ihanet etmez, birlik ve bütünlük bozucusu olamaz. Bu gerçeklikte “Türk’ten hain olmaz!” değiminin kökleri çok derindir. Muhbirlik sürünen insanların işidir. Halkımız her zaman dimdik ayakta kalmayı başarmıştır. Bu anlamda, 25 yıldan sonra da olsa yaramızdan irin akmaya başladı, umudumuz yaranın savması, kökten aklanıp paklanmaktır.

 

Bir de,  şu İngilizceden dilimize geçen, casusluk kavramına bakalım. Kavram karışıklığını mutlaka aşmamız gerekir. İntelligence yani casusluk terimi, çok zeki, öngörebilen, zekâsını aklıyla yönlendirip hedef ve strateji belirleyen 20–30 yıl öncesini açıkça görebilen insanlar için kullanılır ve bir övgü niteliğini dile gelir. Bulgarcada zekâ sözü ayrı bir terim olarak yok gibidir, olsa da kullanılışı açık anlamlı olmayıp güncel kullanımı seyrek ve ifadesizdir. Belki de bu çekingenlik “zeki adamdan korkmalı” değiminde gizlenir. Örneğin Bulgar istihbaratı “DS” generalleri A. Doğan’ı Rus dış istihbaratı KGB’ye önerirken kendisi hakkında sundukları hal tercümesinde “mudriy” sözünü kullanmıştır. Rus dilinde “mudriy” – başkalarının bilgeliğine sahip olan kişiler için kullanılan bir övgü sözüdür. Kuşkusuz bu da tartışma kapısı açan bir kavramdır. Çünkü ana dili Türkçe olmayan, ana dilini bilmeyen, etniğinin özgün halk kültürünü, edebiyatını, dinini, sanatını tanımayan bir kişi ne kadar “mudriy” – bilge” olursa olsun, zekâsında onun kimlik köklerinden gelen bir Türk ve Türklük sahibi olması beklenemez. Bunun böyle olması doğaldır. Ondan Türk kimliği ve kültürüne yarar beklemek boş bir umuttur. İşte bizim 25 yıldan beri içinde bocaladığımız çelişki budur. Önce onun adı “Ahmet” olduğundan bizden bilip toptan aldandık. Onu bizden biri sandık. Mahpushanelerde yatmasını aslı sandık ve bir daha aldandık. A. Doğan örneğinde ismin öz değil, biçim, şekil, simge ifade ettiği bilincine inemedik. Bulgar propagandasından etkilendik. 100 yıl hiçbir Türkü övmeyen Bulgar radyo ve TV’si birden bire “sokol” (doğan) deyince etkilendik. Yalancı propaganda etkisi altında kaldık. Sahte söylediklerini, hain birini bize “lider” olarak kakalayıp dayattıklarını çözemedik. Kavak ağacından meyve bekledik. Kızılcıkların nar portakal toplayacağımızı umduk. Aslında bütün mesele bizim, bize Bulgarlar tarafından sunulan algoritmayı, (Ahmet bilmecesini)  çözemememizden, uyuşukluğumuzdan, uyanamamamızdan kaynaklandı. Bizden zeki davranıp bizi aldatarak uyutanlara kızmamıza ve öfkelenmemize gerek yok. Biz bize hediye edilen kumaşın yüz ve tersyüzünü birbirinden ayıramadık. Düğünde bayramda on yüzünü, kirlendiğinde ters yüzünü giyeriz dedik, kendimizi aldattık, oyaladık, kandırıldık… Çeyrek asır böyle geçti. Olay budur. Ama şimdi bu sosyo-politik bünyeden harıl harıl irin akıyor. Çıbanbaşı nihayet patladı. İri sıçanlar değirmenden kaçıyor.

 

Şu son gelişmelere bir de (HÖH – DPS) açısından bakalım. 30 Temmuz günü Lütfü Mestan hükümet kurma teklifini Cumhurbaşkanı Plevneliev’e geri çevirdi. “Devleti Bakanlar Kurulu’ndan daha çok severiz!” dedi. Bu devletin yakın geçmişte bizi ezdiğini, şimdi de en doğal haklarımızı vermediğini, tamamen unuttu. Onu dinlerken bir de “Bayram değil seyran değil kaynanam beni neden öptü” sözü geldi aklıma, çünkü GERB ile HÖH arasında Meclis Genel Kurulunda adım adım yakınlaşma var. HÖH hakkında “çıkarcı”, “kandırıcı” gibi sözler işitiliyor. Dün S. Stanişev’le öpüşen L. Mestan bugün B. Borisov’un kucağına mı oturmaya hazırlanıyor. Bilinmez artık ama günün sorusu budur.

 

Olayı özetleyen bir masalla bitirmek istiyorum:

KURBA İLE BAYKUŞ

Bir leylek her gün dereye inip göl kurbağalardan birini kaldırıp gidermiş.

Her gün bir tane, ardından bir tane daha derken kurbağalar azalmaya başlayınca, karşıki ağacın kovuğundan bakan baykuşa sormuşlar:

 

–          Bu gidiş, gidiş değil. Leylek bizi bitirecek! Ne yapalım?

–          Üzülecek bir şey yok. Hepiniz ellerinizle ve ayaklarınızla birbirinize

Sımsıkı örülün. Hepinizi birden kaldıramaz. Birbirinizden kopmadıkça size hiçbir şey yapamaz. Cevabını veren baykuş kendinden memnun ötmüş ve kurbağaları izlemeye devam etmiş…

 

Ertesi gün kocaman bir leylek inmiş ve kurbağalardan birini alınca hepsi yükselmeye başlamış. O an biri:

–   “Hani kaldıramayacaktı?” demiş baykuşa.

Baykuşun cevabı şu olmuş:

–          Ah bir bilseniz ben hepinizden kurtulmayı ne zamandan beri istiyorum!

 

Bu masal derin anlamlı.

Bir leylek olan BSP partisinin yerini bir baykuş olan GERB partisi alırsa, bizimle ne olur?

Yorumlamak istemiyorum. En iyi yorumcu zamandır. Bakmadan göremeyiz. Siz düşünün. Biz vatanımızdan topluca kovulmuş insanlarız. Aynı çekiyi çekenler aynı zekâya sahiptir. Bu arada kolektif zekâ diye bir şey yoktur. Herkes kendi sonucuna kendisi varmalıdır. Biz bugün sürünüyoruz derken, sürünen sürünenin halinden anlar, demek istiyorum. Çekimiz, ortak geleceğimiz aynıdır. Kutlu olsun! İrin söküldü akıyor, iri fareler değirmenden kaçıyor.

Reklamlar