Nevzat ÖZTÜRK

İnsan, kadın olsun erkek olsun şerefli bir varlıktır. Allah onu en güzel surette yaratmıştır. İnsan, bu değerini kendi yapıp ettikleriyle koruyup geliştirebilir ve böylece üstün dereceler elde edebilir. Erkeği ve dişiyi yaratan Allah’tır. Allah dilediği anne ve babaya erkek, yine dilediğine de kız çocuk verir. Aynı cinsten yaratılan kadın olmadan üreme, yani hayat olmaz

İnsan denince kadın da buna dâhil olduğuna göre, kadının da topraktan, yani erkekle aynı asıldan yaratıldığı ifade edilmiştir. Bu husus daha açık bir şekilde şöyle belirtilmiştir: “Size kendi cinsinizden eşler yaratması, Allah’ın ayetlerindendir…”(Nahl, 16/72; Rum 30/21; Şura, 42/11)  “Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve onun cinsinden de eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana getirip) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının…”(Nisa, 4/1.) “Ey İnsanlar sizi bir erkek ve bir kadından yarattık”( Hucurat, 49/13.) Bu ayetler, erkek ve kadının topraktan, insan cinsinden yaratıldığını, kadının erkeğin bir parçasından yaratıldığı yorumunun doğru olmadığını,  “kadının ve erkeğin bir cinsten yaratıldığı” gerçeğini bizlere hatırlatmaktadır. Bu yaklaşımıyla Kur’an, kadını, erkeğin aşağısında gören anlayışı benimsemediğini ve kadının yerinin erkeğin yanı olduğunu ortaya koyar. Esasen kadınla ilgili Kur’an ayetlerinin tamamında bu anlayışın benimsendiği rahatlıkla söyleyebiliriz.

Kur’an, daha dünyaya gözlerini açar açmaz kız çocuklarını horlayan erkekleri sert bir dille kınamıştır.  Öte yandan kız çocuklarını diri diri toprağa gömenlerin bu cinayeti, şiddetli bir tarzda yerilmiş ve bu işi yapanlar sorumlu sayılmıştır. Kur’an, aynı cinsten gelen ve biri diğerinin eşi olarak yaratılmış bu iki ayrı insandan her birini “zevc/eş” olarak isimlendirmiştir. Bu yaklaşımıyla Kur’an, kadını erkeğin yanına, yani aynı konuma getirmiştir.

Kur’an, kadın ve erkeği ayrı birer kişi olarak kabul ederek her birini kendi yaptıklarından sorumlu sayar. Bu bakış açısı, kadına bir kişilik ve kimlik kazandırmayı hedeflemektedir. Adem ve eşi, aynı asıldan gelmiş ve aynı insanî özelliklere sahip olan iki ayrı varlık olarak Cennette oturmaya layık görülmüşlerdir. Adem’in eşi, ona bağımlı bir varlık değil, ayrı kişiliği ve duyguları olan bir insandır. Ancak onun bu farklılığı, onları birbirilerine düşman kılacak şekilde değil, aksine onları yaklaştıracak özelliktedir. Bu bakımdan her ikisi de uyum içinde yaşantılarını sürdürebilirler.

Allah’ın emirlerine uygun olarak yaşayan kadın da erkek de değer kazanabilir. Eğer bir kadının yaşayışı, erkekten daha iyi ise elbette ondan daha üstün kabul edilecektir. Hem dünyada hem de ahirette yüksek dereceler elde etmenin, çalışmaya bağlı olduğu ve bunun, kadın veya erkek olmakla ilişkisi olmadığı açık bir dille Kur’an’da ifadesini bulmaktadır.( Mu’min, 40/40; Zuhruf, 43/70; Nahl, 16/97.) İslam, insanın hem bu dünyada hem de ahirette mutlu olmasının yolunu gösterir ve bunu sağlayacak bir yaşam sürmesini ondan ister. “Erkek veya kadın, kim mümin olarak güzel bir iş yaparsa, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız…..”(Nahl, 16/97.) Cennete iyi kadınlar ve iyi erkekler girecektir ve bunun oran olarak erkeklerden az olduğu konusunda Kur’an’da bir ifade yoktur. Müslüman, mümin taata devam eden, doğru, sabırlı, mütevazi, sadaka veren, oruç tutan, namusunu koruyan ve Allah’ı çok zikreden erkek ve kadınların hepsine Allah mağfiret ve büyük sevap hazırlamıştır.

Erkeğin kadına göre üstün tarafları olduğu gibi kadının da erkeğe göre üstün tarafları bulunmaktadır. İnsana bu özellikleri veren yaratıcısıdır. Bu, insanın başkalarına zulüm yapmasını böbürlenmesini ve kendini üstün görmesini gerektirmez. Kur’an’a göre Allah insana verdiği bu imkânların şükrünü eda etmelidir. Çünkü insan sorumlu bir varlıktır. Kur’an, kadına emeği konusunda da haksızlık yapılmaması ilkesini benimsenmiş ve kadının emeğinin karşılığını alma hakkı vurgulanmıştır.

Kur’an’a göre, kadın ve erkek birbirilerini tamamlayan varlıklar olarak yaratılmıştır. “… Onlar sizin elbisenizdir. Siz de onların elbisesisiniz…”(Bakara, 2/187.) ayetinden bunu anlıyoruz. Müslüman erkek ve kadın evlenip aile kurarak karşı cinse olan ihtiyacını meşru yoldan karşılar. Kişinin kendi cinsinden biriyle hayatını paylaşması, insanın huzura (sükûn) kavuşmasını ve dostlukların artmasını sağlar. Elbise ile vücudun bütünleşmesi gibi, kadın, erkeği, erkek de kadını tamamlayan bir bütünü oluştururlar.

İslâm’ın kadına erkeğin yarısı kadar değer verdiği şeklindeki düşünceler yanlıştır. Kur’an ayetleri ve Hz. Peygamber’in uygulamaları dikkatle incelendiği zaman, kadının erkeğin yarısı veya eksik   kabul edilmesiyle ilgili bir husus bulunmadığı anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber, kadınları ikinci plâna atmak yahut dikkate almamak şöyle dursun, onların görüşlerine de erkeklerin ki kadar değer vermiştir. Siyâsi tutukluların affı için aracılık yapan kadınların bu isteklerini yerine getiren Hz. Peygamber’in, bazen de kendi hanımlarının fikirlerine göre hareket ettiği bilinmektedir.

Hz. Peygamber devrinde kadın, hayatın içindedir. Çalışma, ticaret, siyaset ve savaş gibi konularda erkeklerin yanı başında yer alan kadınlar bulunmaktadır. Durumu uygun olan kadınlar, Cuma ve bayram namazları da dâhil, Hz. Peygamber’le beraber erkekler gibi namaz kılmışlar, mescit ve musallada Hz. Peygamber’in kendilerine özel vakit ayırmasını sağlayarak eğitim ve öğretim konusunda erkeklerden geri kalmamışlardır. Bunun sonucu Hz. Peygamber devri toplumunda erkeklerle tartışabilen, onların yanlışlarını çekinmeden ortaya koyan ve Müslümanlara yol gösteren büyük kadın âlimler yetişmiştir. Burada, İslâm dünyasında ilmî tenkitçiliğin başlamasına öncülük ettiğini söyleyebileceğimiz Hz. Âişe’nin ismini hatırlatmadan geçemeyiz.

İslam’la beraber kadınlar, ailelerine veya statülerine bakılmaksızın, artık toplumun tam ferdi olarak kabul edilmiş ve önceden sadece erkeklere tanınan birçok hakkı özgürce kullanmaya dinen ve hukuken hak kazanmışlardır. Kadınların önemli olaylara aktif katılımları Hz. Muhammed tarafından özellikle teşvik edilmiş, kadınlar hicretlere ve biatlara (antlaşmalara) dâhil edilmişlerdir. Kadınlar, biat sistemi ile kendi hayatları hakkında karar verme özgürlüğüne sahip olmuşlar ve o dönemde Müslümanlığı seçmek gibi zor bir kararı hiçbir erkeğe bağlı olmaksızın vermişlerdir. Kadınlara en temel ve karar alınacak konularda seçim hakkı verilmiş, bazılarının zannettiği gibi erkeklerin sözü yeterli görülmemiştir.

Dört halife döneminden hemen sonra başlayan Emevi dönemiyle ciddi bozulmalar yaşanmış, kadınlar İslam’ın kendilerine verdikleri hakları kaybetmeye ve cahiliye dönemindeki yapıya dönmeye başlamışlardır. Kadınların toplum içindeki aktif yaşamları, fikirlerini açıkça söylemeleri, yeri geldiğinde savaş alanlarında bile bulunmaları Peygamberin ölümünden sonra değişmeye ve Muaviye’nin yönetime gelmesiyle birlikte yok olmaya başlamıştır.

Abbasi döneminde kadınlar sosyal hayatın birçok alanından çekilmiş, evlerinin dört duvarı arasında yaşamaya mecbur edilmişlerdir. Bu dönemle birlikte başlayan Sasani kültürünün de etkisi ile haremlik-selamlık sisteminin uygulanmaya başlanması, kadınların evlere hapsedilmesi, hatta kadınların fitne sebebi olduklarına dair iddiaların toplumda yerleşmesi, yine Sasani ve Bizans imparatorluklarındaki büyük haremlerin varlığı ve kadınların peçe takması gibi uygulamaların Müslümanlarca da benimsenmesi, kültürlerin birbirlerini etkilemelerine örnektir.

İslam ülkelerinde, Peygamberimizden sonra kadınların birçok hakkı gaspedilmiş olmakla beraber, özellikle aynı dönemlerdeki dünyanın başka yerleriyle mukayese edilince, bazı olumlu örnekler de gözlemlenmiştir. Fakat Peygamberimizin zamanında aktif olarak hayatın içinde olan, dönemin yapılabilecek her iş kolunda yer alan, gerektiğinde savaş meydanlarında bile savaşabilen, doktor ve tüccar olabilen, kendi hayatını kontrol etme özgürlüğüne sahip olan Müslüman kadın ile kıyasladığımızda Peygamberimizden sonraki dönemde kadınların birçok haklarını yitirdikleri apaçık görülmektedir.

Hülasa; İslam’da kadın muhteremdir, saygıya ve şefkate layıktır. Kadın, yuvayı yapan dişi kuş, erkeği dizginleyen kontrol mekanizmasıdır. Erkekle kadın bir bütünün yarısı gibidirler, biri olmaksızın diğeri yarımdır, mutsuzdur. Kadın, insanlığın devamında en önemli aktör, sevginin sembolü, hanelerimizin gülüdür. İslam’a göre; Allah katında kul olarak erkekle kadın eşittir, üstünlük Allah’a kul olma, teslimiyet ve takvadadır. Kadın hür bireydir, tercih ve seçme hakkı vardır. İlim öğrenmek (okumak, eğitim almak) erkeğe olduğu gibi kadına da farzdır. Kadın evlatlarımızın muallimi, erkeklerin sığınacağı limanıdır. İslam kadını yüceltmiş, Hz. Peygamber’in;  “Cennet annelerin ayakları altındadır”  sözü bunu somutlaştırmış, diğer taraftan Cennet’i kazanabilmenin yolunun kadının(annenin) kalbini kazanma, gönlünü alma, duasını alma, bedduasını almamadan geçtiğini yeryüzüne ilan etmiştir. Kadının emeği ödenmez, kadına zulmeden de Cennet’e giremez.

Bugün kadına karşı şiddet uygulanıyor, kadın aşağılanıyorsa bunun suçu İslam’da değil, İslam’ı ve Peygamberi anlamayan Müslümanlardadır. Kadın anneliği zul (utanılacak şey) görmeyecek, erkek de kadını köleleştirmeyecektir. Hazzı ve şehveti pompalayanların hedefi; tatminsizlik, aileyi, ar ve namus duygularını yok etmektir. Oysa İslam, insanın her türlü ihtiyacını karşılayabileceği meşru yolları da göstermiştir. İslam’ın koyduğu, fıtratımıza uygun kaideler çiğnendiğinde, dünya zindan olur. İnsan akıl ve irade sahibi olarak Cenneti de Cehennemi de kendisi kazanır. Şunu kesinlikle biliyorum ki; Ümmeti Muhammed kadınlarına sahip çıkmadan, onlara gereken değeri vermeden iflah olmaz, eşleriyle helalleşmeden Cennet’e giremez. Cennet’in yolu kadına hürmetten geçer. Vesselam.

Tüm kadınlarımızın 8 Mart Dünya Kadınlar Gününü tebrik ediyor, rahmeti rahmana irtihal eden başta annem olmak üzere tüm kadınlarımızı da Yüce Mevla’dan rahmet diliyorum.

Reklamlar