Yazan: Nevzat ÖZTÜRK,
İlahiyatçı, Eğitimci Yazar

Üzerinde yaşadığımız topraklarda tarih boyunca büyük izler bırakmış ve günümüzde de halen varlığını devam ettiren İslam Kültürünü, İslam Dini’nin aktarımı ve yaşamsallığı ile ilişkili olan, ilahi olan ile insanın buluştuğu, dinin fiziksel yansıması olan, kutsal mekânları -camileri ve onu oluşturan bileşenleri anlamak Türklüğümüzü, Müslümanlığımızı anlamamıza katkı sunacaktır.

Fizik planda somutlaşmış her nesnenin bir “öz” fikirden kaynaklandığını biliyoruz. O’nun kendini ifadesi için bir organizasyonun gerekliliği ve bunu da genellikle bir şeklin, biçimin içinde somutlaşarak -gizlenerek- gerçekleştirdiği bilinmektedir. İslam dini, Tevhidi insanlığa haykırırken, süreç içinde insanı olgunlaştırmak, dini değerleri içselleştirmesini sağlamak için daima insanın duygularını, içinde yaşadığı fiziki ve sosyal çevreyi dikkate almış ve bütüncül bir dünya-ahiret mutluğunu vadetmiştir. Bu anlamda, dini-eğitimsel araçların, bu fikrin yaygınlaştırılmasında kullanılan organizasyonel araçlar olduğu ve kutsal dini mekânların-camiler- hem eğitim yönüyle hem de bir manevi merkez olarak kökensel fikrin fiziksel yansıması, bu fikrin biçim bulduğu alanlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

İslamiyet’in beş temel esasından (Kelime-i şahadet, namaz, oruç, zekât ve hac) biri olan namazın kılınabilmesi için gerekli koşulların caminin yapısını nasıl etkilediğine bakmak bu bilgimizi pekiştirecektir. Namaz için ihtiyaçlar temel olarak: a) Abdest ve temizlik, b) Namaz vaktinin belirlenmesi, c) Yüzün Mekke’ye çevrilmesi, d) Cuma namazında bütün inananları alabilecek genişlikte bir yerin bulunmasıdır. Bu ihtiyaçlardan hareketle: a) Havuz, çeşme, avluda şadırvan, b) Zaman ölçümleri yapan muvakkit ve inananları çağıran müezzin ve minare, c) Cami duvarında kıbleyi gösteren bir niş (mihrap), d) İmamın Cuma namazından önce cemaate öğütler (hutbe) verdiği bir kürsü (minber) bulunan yeterli genişlikte bir namaz mekânı meydana gelmiştir.

KUBBE

İç mekânın heybetini vurgulayan, merkezi kubbeli plandır. İşlevsel olarak, kubbe, mekânda akustiği düzenler, anlamsal olarak makro kozmosu simgeler, estetik olarak iç mekânı bütünleşme hissiyle donatır, dairesel hareketi vurgular. Kubbe, merkezinde Tanrı’nın olduğu Göksel İlahi’yi simgeleyen eşsiz bir merkezi oluşturur. Kubbe, Evren’in, Tanrı ile İnsanoğlu’nun buluştuğu, konuştuğu kutsal mekanın sembolüdür. İlk kubbe formları, göçebe Türk toplumunun da kullandığı Otağ çadırlarında görülmektedir. İnsanoğlunun dört katlı doğasını sembolize eden kubbenin çevresindeki dört duvarın, merkezindeki Ebedi Birlik’e doğru dönüşümünü anlatmaktadır.

Kubbenin sembolik doğası onun geometrisinden kaynaklanmaktadır. Daire, simgeler arasında sonsuzun ifadesi olarak en güçlü olanıdır. Kaynağı ve sonu içerdiği için evrendeki birlik ve bütünlüğün başlıca ifadesidir. Bütün diğer geometrik şekilleri dairenin içinden kurmak mümkündür, dairenin sonsuz potansiyeli vardır. Bütün İslam sanatının başlıca ifade aracı olan geometrik düzenlerdeki devamlı tekrar etme prensibi buna dayanır. İnsan bilincini simgeleyen üçgen, ahengin prensibi, iki varlık ve aralarındaki bağlantının geometrik ifadesi, daireye yakın altıgen gök sembolü, yeryüzünü ve maddeyi ifade eden kare daireden elde edilebilecek temel geometrik figürlerdir. Dört rakamının yeryüzü ile sıkı ilişkisi, dörtgenin ideal türü olan karenin yeryüzünün değişmez sembolü olduğu ve mandalaya benzer evren simgesini daire ile birlikte oluşturduğu böylece açıklanmış olmaktadır. Dört eyvanlı planın da neden evreni ifade ettiği, yer ve gök ile evreni temsil eden camide, kubbe (daire) ile dörtgen altyapısının neden vazgeçilmez bir beraberlik kurduğu böylece anlaşılır olmaktadır.

Kimi zaman karşımıza çıkan sekizgen kubbe, Kur’an’da adı geçen “Sekiz Cennet” ile ilişkilendirilir. İslam kültüründe kubbe bir yandan antik imajını korurken, diğer yandan İslam kozmogonisinin temellerini oluşturan kuvvetli bir manifestasyondur. Sembolik geçişlerle kubbenin doğasında mevcut olan merkez, daire ve küre tam ve bütünlükle gerçekleşmiştir. Kare bir mekândan yarım küreye geçiş, yaratılanın Yaradan’a geri dönüşünü anlatmaktadır. Kare ile kubbeyi birbirine bağlayan, üçgen biçimli pandantifler (bini) bir geçiş öğesidirler ve Kur’an ayetleri üçgen içinde bulunan bir daire içine yazılmışlardır. Pandantif kelimesi “asılı tutan” anlamına gelir. İnsanın onu yeryüzüne bağlı tutan kişilik zincirlerinden kurtulup Birlik’e geri dönüşünün özel çaba isteyen gerilimli alanlarıdır.

Bütün mekânı kucaklayan kubbede; Yaratıcı’nın her şeyi kuşatıp koruduğu, denge vurgusuyla ifade edilirken onun merhameti ve hatalar karşısında bağışlayıcılığı vurgulanır. Yani korku ve tehdit değil, denge, merhamet ve sevgi hatırlatılır. Ana kubbedeki ayette ödüllendirici yaklaşım ve olumlu ifade biçimi dikkat çeker.

Ana kubbenin yükünü ana sütunlara dağıtan kemerlerdeki yazılarla, değerleri hayatlarında temsil etmesi gereken kişilere, taşımaları gereken sorumluluğun yükünü dengeleyecek, inançlarında onları besle­yecek olan ilkeler hatırlatılır. Yaratıcı’nın her şeyin sahibi ve gerçek güven kaynağı olduğu, başarının ve sonuçların gerçek belirleyicisinin o olduğu, bu nedenle insanın üstünlük ve gurura kapılmamasının gerektiği ve insanın bütün ilişkilerinde insan farklılıklarını dikkate almasının önemi çok özlü ve net bir şekilde ifade edilir.

ALEM

Camilerde kubbenin  üstündeki hilalin adı “alem” olarak geçmektedir. Alem, yüksek yerlerin ve yüksek şeylerin tepesinde bulunan işaret ve sembol demektir. Bu sembolün anlamı da Müslümanlığı sembolize etmektir. Örneğin, nasıl Yahudilerin yıldızı (İsrail bayrağındaki yıldız yani.) Hristiyanların haç işareti varsa sembol olarak hilal de biz Müslümanların sembolüdür.

MİNARE

Minare kelimesinin kökeni (Arapça), Nur’dan, ışıyan, ışık saçan, ışıklıdan gelmektedir. Etimolojik olarak “manara” veya “monar”, “Ateşin yandığı yer” anlamına gelmektedir. Bu anlamını Zerdüşt geleneğinden aldığı ve ateşgahların İran minarelerine öncülük yaptığı bilinmektedir. Minarelerin yapısal olarak kökenleri, Sasani mimarisine dayanır, camiye bağlı göğe doğru yükselen uzun ince bir kuledir. Yerden Göğe doğru sırasıyla şu bölümlerden oluşur: Kürsü, gövde, şerefe, petek, külah, alem. Her bölüm göğe doğru çıktıkça gittikçe daralan ve küçülen bir kesite sahiptir. En son tepe noktasında bulunan alem, yerden gelen tüm hatların birleşme noktasıdır.

Tek minareli bir caminin siluetine bakıldığında minare Arapça “elif” harfini andırır, elif vahdet’i simgeler. Minarenin külahı, minarenin uç kısmıdır ve koniktir. Kubbe yuvarlağı ise “he” harfine benzer, Arapça’da bu iki harfin birleştirerek yazılması ise “Allah” demektir.

Bir minarenin önemi hem manevi hem de maddi alanda varolur. Dikey formu İlahi bir sembol olarak gök ile yer arasındaki bağlantıyı vurgulamaktadır. Düşey olarak, Allah’ın adının ilk harfini “Elif”i simgeler ve İnsanoğlu ile Yaradan arasında varolan bağı sembolize eder.  Yatay olarak, maddi dünyada, alanda (boşlukta) mekanın sınırını belirler, insana yönünü bulması için bir pusula görevi görür. Aynı zamanda mahallenin veya şehrin gözlem kulesidir.

Minareler, göksel mekanı hem düşey (manevi, ruhani), hem de yatay (maddi) olarak böler. Tek minareli bir camide minare, (1) BİR rakamını simgeler, bu Birlik ve Bir, Tek ve Mutlak anlamındadır.

Her minarede müezzinin günde beş kere halkı namaza çağırmak için ezan okumaya çıktığı bir şerefe bulunur. Her ne kadar dışarıdan etkileyici bir biçime sahip olsa da, içlerinde bulunan merdiven yuvası oldukça dar ve küçüktür. Bu merdivenler çoğunlukla spiral biçiminde göğe doğru yükselmektedir. Büyük cami minarelerinde genellikle doksan dokuz (99) basamak bulunmaktadır. BİR, yani Mutlak’ın sembolü (minare), bölünmenin “İKİ”si (bab), kapı içinden geçerek maddi, yersel tamlığın sembolü olan “DÖRT”ün (kare plan) içine girer ve bölünmüşlüğün tekrar BİRLİK arayışı dörtgenin Kubbe’ye geçişinde gözlenebilir.

MİHRAP

Mihrap, kelime kökenine baktığımızda, mihr; güneş, sevgi, dostluk, ümitle bakılan, ümit bağlanan yer anlamındadır. Kıble duvarında bulunan, Mekke, merkezi tapınak Kabe’nin yönünü işaret eden, imamın durduğu “niş”tir. Bu niş üstü gökle örtülü ve kaidesi yer olan, bir mağara görünümü verir. Kiliselerdeki absitler, yarım daire şeklindeki nişlerle benzerler. Tanrıların oturduğu yerdir. Kur’an da “içinde Tanrı ışığının yandığı bir lamba bulunan bir niştir” der. Mihraplar genellikle mukarnaslı öğelerle bezenir, bu detaylar imamın sesinin yankılanmasını sağlayan akustik detaylardır.

Yönelme unsuru olarak kutsal mekan’ı bütünler ve ibadet halindeki cemaati birbirine bağlayan bu niş aracılığıyla, manevi olarak da birlik halinde bir yönelme gerçekleşir. İbadet edenlerin “yüzünü döndüğü” yeri sembolize eder. Mihrap cennet eşiğidir, secde, yani bağlılığın ve itaatin sembolü, onun önünde yapılır ve bu eşik öpülür.

Mihrabın üstünde, mihrabın anlamına, dua ve yaratıcıya sığınma olu­şuna atıf yer alır. Mihrabın sağı ve solundaki çini madalyonlarda, kişi­nin görevini yaparken yaratıcı ile ilişkisinin temel çerçevesini veren, açan, genişleten, açmaya ve genişletmeye vurgu yapan ayetler vardır. Mihrabın yanındaki vitraylı pencerelerin sağında “Allah’tan başka ilah olmadığı” ve solunda “Muhammed’in onun peygamberi olduğu” vurgulanır. Mihrabın üzerinden ışığın süzüldüğü vitraylı pencerelerde, ışığın yaratıcısı olan ve insanın toplum içindeki yolculuğunda içsel aydınlığın kaynağı olarak yaratıcıya işaret eden ayetlerle yolculuk, hatırlatma ve içsel eğitim tamamlanır. Taç Kapı’dan yolculuk Tevhid kelimesiyle başlamıştı ve mihrapta yolculuk Tevhid kelimesiyle biter. Başlangıç ve son sadece O’dur. Bütün yolculuklar ona ulaşmak içindir, başlayan her şey O’nun gücü ve azametinde son bulur.

Balkanlar’daki camilerin mihrapları, genellikle Osmanlı geleneği içinde mukarnaslı kavsaralı nişlerden oluşan sade örneklerdir. Bazılarında kalem işi süslemeler görülmektedir. Önemli sayılanlar arasında Foça Alaca Camii (XVI. yüzyıl) ve Taşlıca Hüseyin Paşa Camii (XVI. yüzyıl) mihraplarında geometrik süslemeli ince mermer işçiliği dikkat çekicidir. Geç devir örneklerinde ise perde motifli, boyalı mihrap nişleri görülür. Travnik’te XIX. yüzyılda yapılmış olan Süleyman Paşa Camii mihrap nişinin içi Kâbe tasviriyle dolgulanmıştır.

MİNBER

Minber, kelime kökeni olarak Arapça nebr’den gelir ve yükseklik anlamındadır. Cuma vaazı için imamın veya hatibin yarısına kadar çıkıp vaaz verdiği veya hutbe okuduğu merdiveni ve üstü külahlı bir sahanlığı olan kürsüdür. Topluluğa, bilgiyi aktararak eğitim verecek kişinin, ilgi odağı olması ve dikkatlerin onda toplanmasına hizmet etmek amacıyla, cami yapısı içinde tanımlı başka bir küçük mekan oluşturur. Minberler basamaklardan oluşur ve bunlar yetkinliğin mertebelerine karşılık gelmektedir. En üst sahanlıktaki bölüm bir tahtaya benzer ve hatip hiçbir zaman Yaradan’a ayrılmış bu noktaya çıkmaz, ancak merdivenin yarısında kadar tırmanarak – O’na giden basamaklı yolda – olduğunu hatırlatarak cemaate seslenir. Diğer bir taraftan tüm cemaat tahtta oturanın ayakları altındadır.

BAB, KAPI

Bab kelimesinin, hem şehirlere veya Kutsal mekanlara giriş kapısı için, hem de Kutsal Kitaplarda bölümlerin başlangıcı için kullanılması, birbirini takip eden iki mekan veya bölüm arasındaki geçişe farklı bir anlam yüklemektedir. Her bölümden bir diğerine geçiş, bir sentezi gerektirir. Kapı, iki alem, bilinen ile bilinmeyen, görülenle görünmeyen arasındaki bir geçit ve aynı zamanda bir geçit sembolüdür. Bab’in görkemi kudreti ve zenginliği vurgular, davetkârdır. Hem karşılama hem de uğurlama vazifesi görürler. Bab, gündelik hayattan Kutsal Mekân’a girişte, manevi hayata geçiştir. Cennetin Kapıları kavramı ile de ilişkilendirilmiştir. Kapıların üstleri genellikle anlamlarını güçlendiren simgesel öğelerle bezenmiştir, bu sayede içeri giren insanların Kutsal olanın altından – boyun eğerek – geçmeleri sağlanmıştır. Tapınaklarda giriş kapıları, en kutsal köşeye yönelen bir yolun başlangıç noktasında yer alırlar.

AVLU

Çevrelenerek belirlenmiş mekan, kendi içinde değerlendirildiğinde kucakladığı mekan ile karşımıza tekrar kozmosun bütünsel bir yansıması olarak çıkar. Aynı zamanda zeka için “Öz”ü, pozitif algılanan mekanda yatan gizli potansiyel boyutunu barındırır. Bir meydan, toplanma alanı olarak avlular sosyalleşme işlevine de sahiptir ve merkezinde genellikle su öğesi bulunur (şadırvan).

Avludaki bahçe alanı böylelikle bir mandalaya, cennetin sembolüne dönüşür. Dört yönlü geleneksel bahçe Eden’i sembolize eder. Bu tip dini bahçelere genellikle İslam’ın teoloji okulları olan medreselerde rastlanır.

İçinde bulunduğumuz “modern dönem”de, şehirlerin siluetine bir göz attığımızda modernleşme ve maddiyatın güç sembolleri olan gökdelenler ve iş merkezlerini yanında görünmez oldukça, unutulmaya yüz tutan, birer “minyatür evren sembolü” olan camileri anlamaya ve araştırmaya duyulan ihtiyaç artmaktadır.

İçsel eğitimini tamamlayan kişi mekândan çıkmadan önce dış avluya açılan kapıların üzerindeki ayetlerle uyarılır: “Umudunu asla kaybetme. Hatalar yapsan da yüzünü doğru yöne çevirmesini bil. Yaratıcının rahmet ve bağışlayıcılığından umudunu kesme”. Selamlama, fark etme ve ödüllendirmeyle başlayan ilk adımla giriş, umut ve ödüllendirmeyle biten son adımla çıkış yapılmaktadır. İçsel bir donanım ve yenilenmenin ardından içsel zenginliğini paylaşmak için toplumun içine yeniden karışmak, böylece kurumda öğrendiği bilgi ve deneyimi toplumun gelişimine katmak hedeflenmektedir.

KÜRSÜ 

Asıl şekli Arapça kürsî olup Türkiye’de özellikle cami ve medreselerde vaaz veya ders vermeye mahsus, üstüne genelde merdivenle çıkılan bir mimari öğedir. Türk ve İslâm mimarisinin öğelerinden biri.Kürsü, değişik çağlarda ve çeşitli müslüman milletlerde az çok farklı fakat birbiriyle ilişkili mânalarda kullanılmıştır. Meselâ Kâbe’nin kapısındaki üst basamağı eşiğe denk gelen hareketli merdivene, üç veya dört ayaklı tabureye, örekeye (doğum iskemlesi), arkalıklı sıra ve küçük masa gibi eşyalara kürsü denilirken rahle, usturlap kereveti, müzehhip tezgâhı, yüzük kaşı (taş oturtulan yer), muska mahfazası, çakmaklı tüfeklerin levha kısmı, tuğrada padişah isminin yazıldığı yer, ayrıca pâyitaht kürsü olarak anılmıştır.

Bununla birlikte kürsü denilince ilk akla gelen şey, cami ve medreselerle günümüzde üniversite dersliklerinde ve parlamento, konferans salonları gibi konuşma yerlerinde kullanılan mimari öğedir. “Vâiz kürsüsü” adıyla da bilinen cami kürsüsü, cuma günleri camide vaaz veren hocalara “kürsü şeyhi” denilmesine ve bir memurluğun doğmasına sebep olmuştur. İslâm sanat tarihinde bilinen en erken tarihli kürsü, Tûrisînâ St. Catherine Manastırı içindeki camide muhafaza edilen Fâtımî dönemine ait kürsüdür. Kürsünün Fâtımîler’den itibaren yaygınlaşmaya başladığı görülmektedir.

ŞADIRVAN

Şadırvan, abdest almak için camilerin yanına yapılan su tesisidir. Farsça şādurbān > şādurvān (büyük tente, çadır, gölgelik) kelimesinden gelen şâdırvân Türkçe’ye farklı bir anlam kazanarak geçmiştir. Mimari bir terim olarak cami avlularında ortadaki havuzun çevresindeki musluklardan ve ortasındaki fıskıyeden su akan, üzeri kubbeli abdest yerini ifade eder. Cami ve mescidlerin yanına İslâmiyet’in ilk devirlerinden itibaren insanların abdest alabilmesi için havuz, kuyu veya çeşme gibi çeşitli su tesisleri yapılmıştır. Zamanla, bu su tesislerinden başka bilhassa Türkler’in hâkim olduğu coğrafyada şadırvanlar inşa edilmiştir. Şadırvanların ayrıca kervansaray ve han gibi konaklama tesisleriyle medreselerin avlularında yer aldığı görülmektedir.

Bütünsel bir bakış açısı, baktığımız şeylerde bütünselliği görebilmeye yönelik bir bilinç ve zihin durumu, kendimizi ve bilgilerimizi derinleştirme imkanını verecektir. Derinleşip içselleşmemiş bir bilgi sadece yük olacak ve zamanın aşındırıcı etkisi ile kaybolup gidecektir. Oysa ele aldığımız yapıların ve ilettikleri mesajların yüzyıllar boyu sağlam bir şeklide, dirençle ayakta kalmış olması bize canlı birer örnektir ve bir tesadüf değildir.

Ecdadımızın miras bıraktığı camilerdeki ayetler, temel değerlere ve inanç sistemine işaret etmektedir. Cami içerisinde planlı bir şekilde yerleştirilen ayetlerin amacı binanın bölümleriyle de bütünleşerek kişilere görevlerini hatırlatmak, onlarda ortak duyarlılık, dil oluşturmak, onlara moral vermek ve motive etmektir. Ayetlerin camilerdeki yük­lendiği görevi bugün kurum kültüründe semboller yüklenmektedir.

 

“Semboller, kültürün içerisinde özel anlam taşıyan kelimeler ve obje­lerdir. Bir sembol içsel bir inanışın dışsal bir işaretidir. Sembollerin çok güçlü motivasyon etkisi vardır, davranışı yönlendirebilir ve işin amaçlarını belirleyebilirler. Kurum üyelerince paylaşılmış bir dil olan semboller, çalışanlara topluluk hissi ve grup kimliği kazandırır. Semboller kültürün anlamını açıklayarak kurumun derinliklerindeki değerleri simgelerler. Semboller sistemin korunmasında ve denge­sinin sağlanmasında yönlendirici işlevlere sahiptir. Sistemdeki roller arasındaki ilişkileri daha anlamlı kılar ve ilişkilerin sürekliliğini sağlarlar.

Semboller, örgütün işareti olarak kullanılan objeler, desenler, slogan­lar, yazılar, şarkılar, ortak davranışlardır. Binaların mimarisi ve büro düzenlemesi de sembolik bir nitelik kazanabilir.

Allah’a emanet olun….

 

Reklamlar