Çocukluğumda “Örtülerin Dansı” filmini izlemiştim. Sahnelerinde değişik örtüler güzel dansözü sarıp sarmalardı. Bacaklarından, kalçalarından, omuzundan açıkta kalan yerler heyecan doğururdu. Örtülerin gizlediği yerler ise ilgiyi arttırırdı. Gizemin özünü gıdım gıdım gösterirken ne rüzgârlar eserdi sahnede, bir bilseniz.
Şakir Arslantaş
Şakir Arslantaş

Gizemli havayı yaratmak çok büyük hazırlık ve ustalık ister. Politik hayatta gizem çok büyük rol oynar. Bizde de öyle oldu. Bulgar gizli servisi DC Demokrasiye geçişte 1990-2000 yılları arasında Bulgaristan’da Müslümanlar arasında gizemli bir hava yaratılmaya çalışıldı.

Totalitarizmin kin ve öfkesi dağıtılmak istenmişti böylece. 
Ülkede kolayca açıklanamayan ve yorumlanamayan, gazete sayfalarında okunamayan, radyodan işitilemeyen, TV’den anlaşılamayan bir hava oluşturuldu. O zaman DC -gizli servis tarafından kurulan Hak ve Özgürlükler Partisi gazete çıkarıp, kitap basıp, ana dilimizde radyo ve TV yayınları başlatacağını söylemeye başladı, çarpıcı kitaplar, makaleler yazarak bize işin özünü açmadı.
Manevi alanda her şey gıdım gıdım tadımlık kadar sunulurken sonra hiç verilmez oldu. İlk dönemde kalabalık mitingler öncesi ve sonrası Rakılar “Grozdova”, “Mastika” ve “Bira” büyük kadehlerden içiliyor, meydan mitingi kaçırmayan iki büklüm yaşlı kadınlar bile evlerinden getirdikleri taslarla kazan başına giderken “bir kepçe daha koysana, be gülüm” demeden, taslar doluyordu, tasını ikinci defa uzatan da geri çevrilmiyordu. Bir adam bir oy mantığı hiç değişmedi, yaşlılar öldüler ama muhtarlık kaydına geçirilmediler, canlı ölüler de hep adam kaldı ve oy kullandılar ve kullanıyorlar.
O zaman bizden gizlenen, konuşulması istenmeyen, yavaş yavaş unutturulmak istenen “barbar geçmişimizdi.”   Bize “yiyin, için, unutun!” diyenlerin söylemediği, gizlediği başka bir şey daha vardı, artık anlaşıldığına göre, hepimizi gıdım gıdım avutarak “bir ileri bir geri” oyununa dâhil edilmiştik.
Yerimizde saymaya alıştık. Hep kendi ayaklarımıza bakıyor, başımızı kaldırıp şöyle bir ileriye bakmaya üşenir olmuştuk. Çünkü bizim için düşünenler, ileriye bakanlar vardı sözde… Büyük bir “kısırdöngüye” girdiğimizi fark edemedik. Yedirmek içirmek bu büyük bir plandaki taktik, bizi kalıplayıp dürme ve kapsüllüme onların stratejisiydi.
Böylece yıllar yılı süren eziyet, baskı, terör, sürgün ve hapislikten sonra davullar gümbürdüyordu. Yıllarca çalmayan zurnaların kamışları çatlamış ama o günlerin şenliklerinde işe yarıyordu.
Yaratılan bayram havası öyle bir öyküydü ki, kürsülerden okunan politik bildirilerden yirmi kat daha etkili, yirmi bin kat daha güçlü bir balyoz etkisine sahipti.
Bütün bunların bizim için özel hazırlanmış bir kapan olduğunu hissedip algılamak, tepki gösterip, isyan etmek olanaksızdı.
Çünkü halkın öyle bir şey söyleyeni olsa bile o zaman o adama gülerlerdi. O törensel günlerinde, önümüze ilk kez çıkan, gizemli ama güvendiğimiz, gönül bağladığımız, göze çarpan eksikleri olsa da “düzelir canım” dediğimiz kişilerin bizi aldatmak için kapan avcıları olduğunu, oyuna getirildiğimizi, çanta dolusu gelen paralarla bedava yedirip içmekle avutulduğumuzu anlayıp kavramak, böyle bir şeyin bilincine varmak o günlerde tamamen imkânsızdı.
Öyle bir ortamdı ki, 23 yıl sonra “YOKSULLUK YASASI” çıkarılmasını isteyeceğimiz, kimin aklından geçebilirdi ki?
Hapisten yeni çıkmış, saç sakal içinde gençlerin usta ajan olduğu, gözlerindeki parıltıda zekâ aradığımız, söylemlerinde dönüşümler yönetecek akıl aradığımız bu genç adamların, Ahmetlerin, Ünalların, Oktayların, Kasımların bizi hayal kırıklığına uğratacağı, nasıl olur da aklımızdan geçebilirdi?
Hak ve özgülüklerimizi ellerine bir tutam yeşil karanfil gibi almış, köy köy meydan meydan gezip bizi gizli servisin koğuşuna ebediyen kapamak ve orada yok etmek için tuzak kurdukları akla nasıl gelebilirdi ki?
Ama oldu! Tam da böyle oldu.
Daha da ileriye giderek öyle oldu ki, mücadelemizi yönetmek için politik sahneye sözde kendi ellerimizle, alkışlarımızla çağırdıklarımız, aslında politik sahneden atılması ve çöplükte çürütülmesi gereken kişilermiş.
Onların asıl hedefi yoksulları yoksul bırakmakmış.
Biz herkesin her şeyden haberi olmasını emel ederken, onların hedefi bizi bilgisiz bırakmak, ana dilimizi bile unutturmak, hepimizi karanlıkta kör etmekmiş.
İlk yaptıkları da bilinç reformu yapılmasını engelleyip bizi derin uykulara yatırmak oldu. Çünkü toplumumuzun yeni bir dünya görüşüne, yargı değerlerinin değiştirilmesine, adalet kıstaslarının tamamen yenilenmesine, hak ve özgürlükte fark gözetilmemesine, yepyeni bir uygarlıkta farklılıklar oluşturmaya gerek vardı. Pencereler yepyeni bir bakış açısına açılmalıydı.
Ne yazık ki son çeyrek asırda hiçbir şey yapılmadı.
O kadar yıl geçti, köprülerin altından o kadar çok su aktı da, git gide ilk görünümleri olan zavallılıktan git gide lider durumuna tırmanan mendeburlar,  bu mankafalar hiç değişmedi, hepsi baka kör kaldılar, devlet sofrasında bedava yiyip içmekten başka hiçbir şey yapmadılar, artık bundan sonra da yapamazlar zaten..
Bunların küçücük beyinlerinde daha önce hırsızlık, çöpçülük ve fahişelik vardı kendilerini geliştiremediler ve öylece kaldılar. Eskiden ufak ufak çalıyorlardı, şimdi 120 bin levayı benzincide düşürüyorlar, çaldıkları kim ne kadar, bir Allah bilir. Haramı ise çoktan unutmuşlar bile.
Kendileri, ışıl ışıl Saraylarda yaşadıklarından ve korumalı saraylardan çıkmaya, telefon açmaya, sıradan insanlarımızla, yoksullaşan kitlelerle görüşmeye bile artık korktuklarından dolayı, köylerde, kırsal kesimde yaşayanların açlık çektiği, hastalanınca gidecekleri sağlık merkezinin olmadığı, hasta hanede yatmak için paralarının yetmediği, “sağlık çizgisi” adı verilen dalaverenin bizim için Büyük Tıp Merkezlerine, enstitülere uzanmadığı, cehalet ve hastalıkların tabiatın eseri olarak değil, dayatılan toplumsal düzenin ürünü olarak belimizi büktüğünü işitmek bile istemiyorlar.
Dahası var. A. Doğan son defa Cebel mitinginde kürsüye çıktığında insanımızı selamlamayı bile unuttu. Bunu fark eden olmadı zannettiler amma Rodop halkı seçimlerde onun faturasını verdi. Artık hepsi titriyor. Birisi ağızını açıp soru sorar diye korkuyorlar. Lüx Mercedeslere atlayıp kaçıyorlar. Ey şu seçtiklerimiz ve başımıza geçip bizi yönettiklerini iddia edenler ve bu iş için maaş alanlara sesleniyorum: “burjuva enteli” olsaydınız, bizimle daha fazla ilgilenirdiniz. Siz ise sözde bizlerdensiniz, hiç olmazsa düne kadar öyleydiniz!!!
Sanayi olmayan yerde burjuvazi, iş adamı ne gezer, adalet olmayan yerde demokrasinin ne işi var.
Aslında biz nasıl bir toplumda yaşıyoruz? Şu bizim HÖH partisi yöneticileri 17. ve 18. Yüzyıllarda ticaretin gelişirken sanayi atılımları doğduğunu işitmiş, belki de okumuş olabilirler ama o zamanın tüccarları Avrupa’nın, Amerika’nın ve Çin’in satılmayan mallarını halka dayatmak için ülkelerine harıl harıl taşımıyordu. Onlar, kendi ülkelerinde bizdeki adı MOLL olan, alış veriş merkezleri – AVM zincirleri kurmadılar. Kendi ülkedeki üretimin dibine kibrit suyu ekmediler. Bugünkü MOLL alış veriş devleri hem ticaretimizi hem esnaflığımızı hem de imalatımızı ve uluslararası alış verişimizi yok edip çöpe attı.
Güncel politikanın gizemine dönersek, şimdi mevsimlerden GÜZ, güz çimeni çıktı, Sosyalist Parti, Halk ve Özgürlükler Partisi ve yeni faşist “Ataka” lideri Volen Siderov’un çayırlarında da güzün yeşili bitti, etraf yeşerdi. Bu üçlü hükümetin bahçesinde hangi politik çiçeklerden açtı dersiniz?  Müsaadenizle göz gezdirelim. Biz, Türkler, Pomaklar ve tüm Müslümanlar terörcü T. Jivkov zaliminin tüm köklerinin aramızdan, tarlamızdan, ülkemizden,  toplumumuzdan tamamen temizlenmesini beklerken, adamın 102. Doğum günüymüş, Varna sahili T. Jivkovlu BİLBORD doldu, neredeyse herkes kutlama törenlerine çağrılıyor. 12 Mayıs seçimleri öncesi HÖH’den elebaşılar Biserov ile Mestan el ele verip Vratsa, Pleven Rom köylerini gezmişti, ektikleri tohumlar yeşerdi.
Gizli vaatleri artık ortaya çıktı. 
Ektikleri tohumlar yeşerdi. Plevne Çingene köylerinde mermer T. Jivkov anıtı dikiliyor, Osman Paşa ve askerlerini hatırlayanlar ise hala yok. Muhtarlar HÖH/DPS’li. Olur olur da ama bu kadarı da biraz değil, çok fazla olmuyor mu? Pes doğrusu. HÖH partisi “Çingene tabanına kaydı,” demiştik. “İdeolojisine ihanet ediyor,” demiştik. Örnekleri ortada!
Jivkov’un totalitarizmi kimliğimizi ateşe verip, külünü savurdu, imanımızı gevretti, özümüzü kuruttu, mezarlıklarımızı sürdü, mezar taşlarımızı kırdı, camilerimizi yıktı, binlerce insanımızı ceza evlerinde sürgünlerde ezdi, dayak yemeyen Türk ve Pomak kardeşimiz kalmadı.
SONUÇ HÖH PARTİSİ TODOR JİVKOV ANITLARI KURDURUYOR.
Diyecek söyleyecek sözüm yok. Siz oy verenler düşünün. Dozu kaçmadı mı? Çok ileri gitmediniz mi? Fes düştü ATAKA ile hükümet kurdunuz keliniz görünmedi mi? Hala ne diye geziyorsunuz, utanmanız yok mu?
 İşgüzarlığınız Sergey Stanışev’le at başı gidiyor. O, “Ruslarla aramızı iyileştireceğim, “Belene” AES’ni kuracağız,” havasına girdi. Kazanlık sosyalistleriyle görüşmesinde “Moskova olmadan olmaz!” dedi.
Sayın Stanışev, bundan 20 yıl önce Moskova bizden 1000 adet üretim lisansını birden çekti.
“Kölem olmazsanız” sizinle işim olmaz, dedi.
1.234 irili ufaklı sanayi işletmemiz bir haftada kapılarını kapadı, hurdaya çıkarıldı, kesildi, satıldı, yerlerinde yeller esti. Bize kaybettiğimiz milyonlar için tazminat ödendi mi? Hayır! Biz Moskova kucağına yeniden oturacaktık da, Avrupa Birliği’ne ve NATO’ya niçin girdik?
Bu sezon üç milyon Bulgaristan vatandaşı, gençlerimiz, birçokları aileleri ile birlikte ekmek parası için Rusya’ya değil, Avrupa Birliği ülkelerine, 500 bin kişi komşumuz Türkiye’ye gitti. Oralarda didiniyorlar. Hayatı gerçekçi okumak için gözlüklerinizi mi değiştirmeniz gerekecek ne! Gençlerimiz yurdumuzu terk edip giderken biz yeni teknolojik devrim, modern sanayi devrimi yapamayız.
Bizim ülkemizde yeni koşullarda değişmeyen tek şey insanlarımızın maddi yaşam koşullarıdır. Yaşam standardımız yerde sürünüyor. Halkın daha fazla fakirleşme imkânı yok, kemerimizi daha fazla sıkamayız, ne delik kaldı ne de yeni delik açacak yer. Yönetimlerin iyi yaşadıkları eski günlerin devam etmesi özleminden gözlerini kaldırıp, halkımızın çektiği acıları, ıstırabı paylaşmanızı, bağımsız ve tarafsız bir dünya görüşüyle etrafınıza ve ileriye doğru bakmanızı ve her şeyi değişim raylarına çekmenizi temenni ediyoruz. Biz kötülükleri artık yaşamış olmak istiyoruz. Gizemli bir dünyadan çıkıp gerçekleri ve olanakları çıplak görmek hakkımızdır.
Reklamlar