Eski bir yazı

Konu: 3 Mart 1878’de, Bulgaristan kurtarılmamış, bağımsızlığını elde etmemiş ve birleşmemiştir.

Bulgarların Gözüyle 3 Mart 

(Birinci Bölüm)

San Stafano Antlaşması, Bulgar halkını 140 yıl aldatmak için kurulan bir kapan, hayal kaynağı ve araçtı.

 

FOTO: Aleksandır Yordanov. Bulgaristan Halk Meclisi Başkanı, Bulgaristan’ın

Makedonya ve  Polonya Büyük Elçisi

Birinci bölüm:

Büyük şair ve siyaset adamı Penço Slaveykov şöyle demişti: “Kurtarılanların özgürlüğe olan ihtiyacı, bir köleninkinden çok daha fazladır.”  Slaveykov haklıdır ve biz onun sözlerine inanmak zorundayız. Çünkü anlam taşıyan, ancak bilince işleyen özgürlüktür. Sözde ”Kurtarıcının” ayakları arasında sürünülen yerde, özgürlük diye bir şey yoktur.

3 Mart 1878 tarihinde, kendilerine sözüm ona “kurtarıcılar” denilerin hiç birinde özgürlük bilinci yoktur. Onlar kendileri özgür olmayışlarının bilincinde olmasalar da, özgür değillerdir. Güya “kurtarıcı” kendi imparatorluğunda özgür düşünen insanları kovuşturuyordu. Rus Çarı’nın ordularında işgal ettiği ve esir edip “köleleştirdiği” halklardan askerler savaşıyordu. Onların önce kendi halklarının özgürlüğü için mücadele etmesi gerekiyordu. Bu nedenledir ki, bir halk ozanımız, 1916 yılında güya “kurtarıcı” Ruslara şöyle seslenmişti:

“Ah kardeşlerim, ne kadar istediğimi bilemezsiniz!

Yaşamanızı ve ölmenizi, kendi vatanınız için, bizim gibi!

Ah zavallı kardeşlerim benim, bir bilseniz ne kadar istediğimi!”

Bulgar milli kurtuluş teorisi (doktrini) “özgürlüğümüzü” başka birinin hediye etmesini öngörmemiştir. Prof. Spiridon Kazanciev’in daha 1928’de yazdıklarında, hafızamızda tarihin kararması öngörülmemişti. Çünkü biz belleğimizde tarihimizi yaşattıkça bir gün egemen bir halk olacaktık. Fakat tarihimizi değiştirdiğimizde, yabancı bir güç hafızamıza hakim olmaya ve bizim işlerimizin nasıl yapılacağına akıl vermeye başlar. Prof. Kazanciev, bu olduğunda biz yaşadığımız yılları bile” başkasının geçmişini ölçüp biçen olaylara göre” saymaya başlarız, dedi. 1944 – 1990 yılları arasında Bulgaristan tarihi baştanbaşa değiştirilmişti ve acılı yıllar yaşadık. Belirli ölçülerde, tarihimiz bugün bile değiştiriliyor.

Bu değişikliğin bir kısmında biz milli-kurtuluş üstüne bilgilerimizin yerini, sözde “kurtarıcıya” minnettarlıkla dolduruyoruz. Bundan dolayı bizim artık kurtarıcımızın Rus İmparatorluğu olmadığını söyleme zamanımız gelmiştir. Bizi kurtaran, doruğu 1876 Nisan Ayaklanması olan, milli kurtuluş hareketinde ifade bulan Bulgar halkının özgür olma iradesidir. Bu olaydan çok daha önce Vasil Levski bu konuda şöyle demiştir: “Başka birinin kölesi olmayacak, soyumun da olmasına yol vermeyecektim.” O, “kurtarıcımızın” bizi köleleştireceğini biliyordu. Bundan dolayıdır ki, Bulgar özgürlüğünün havarisinin yazılı mirasında ve onun için yazılan eserlerin herhangi birisinde, onun “Rusofil” (Rus sever) olduğuna ya da Rusya’nın bizi “kurtarmasını” beklediğine işaret eden tek bir satır yoktur. Böyle bir umut ışığı da yoktur. Olmuş olsaydı, şimdiye kadar “bayrak” yapılır ve her yerde dalgalandırılırdı.  Evet, yoktur!

3 Mart 1878’de Georgi Sava Rakovski, Hacı Dimitır, Stefan Karaca, Vasil Levski, Hristo Botev, Panayot Volov, Angel Kınçev, Georgi Benkovski gibi havariler artık bu hayattan gitmiştir. Todor Kableşkov ve Lüben Karavelov da kısa bir süre sonra hayata gözlerini yummuştur.  Bu şahsiyetler Bulgar milli kahramanlarıdır. Fakat dava arkadaşlarından Stefan Stanbolov, Zahari Stoyanov  ve diğerlerin onların özgürlük davasını devam ettirmekte kararlıdır. Bu öncüler güya “kurtarıcılarımızla” yüzleşme yaşayacaklardır. Ne ki onlar minnettarlık alkışlarıyla boyun eğmeyi kabul etmeyip dava arkadaşlarının mücadelesini sürdürmüştür. Onlar, Rusya’nın bize kendisini göstermeye çalıştığı gibi biri olmadığını anlamıştır. Bir de, Bulgar önderlerin, kendi halkı hakkında düşünürken, Rusların aklıyla düşünmemesi gerektiği sonucuna varmışlardır. Zahari Stoyanov bu gerçekleri herkesin kolayca anlayabileceği bir dille anlatmayı başarmıştır:

Rus ayağının toprağımıza bastığı an, kurtarıcımız ve himayecimiz sözlerinin ilk kez söylendiği an lanet olsun. Aman be, aman! Moskovculuk çok kötü bir şeydir… Adamlar bizden Moskovcu ve daha bir şeyler yapmak istiyorlar, çılgın insanların icat edebileceği tüm kötülükleri bize yapmak istiyorlar.”

Ben bu sözleri bu kadar sert söylemek istemesem de, artık söylenmiş ve belgelenmiştir. Öyle ki 1877-78’deki Rus-Türk  “kurtuluş” savaşında Rusların hedefinde olan bizi kurtarmak değil, topraklarımızı işgal etmek yani Osmanlı imparatorluğundan bir parça toprak koparıp orada kendi egemenliklerini kurmaktır.  1878 Bulgar “kurtuluşunda” bağımsızlık diye bir şey yoktur, yeni bir yabancı egemenliği tesis edilmesi için denemede bulunulmuştur.  Ve bu gerçek adına “San Stefano Antlaşması” denen olayda gün ışığına çıkmıştır.

San Stefano Antlaşması

Bu, savaş halinde olan iki tarafın ateş kes sağlaması için önceden imzaladıkları bir tutanaktır. Bu evrakta “Bulgaristan’ı kurtarma” gibi bir kavram yer almaz. Aslında bu isabetlidir, çünkü Rus tarafın hedefinde Bulgaristan’ı kurtarmak diye bir şey yoktur. Osmanlı topraklarından bir parçaya el koyman, Rus tarafının amacına ulaşma aracıdır. Ruslar, hiçbir engelsiz Boğazlara ulaşmak istemiştir. Bunun anlamı ise, Rus emperyal işgalci siyasetinin “sıcak denizlere” açılan yollarda, kendilerine engel olacak başına buyruk, egemen siyaset uygulayan başka bir devleti görmek istemeyişidir. Bunların istediği, Çar’ın izlediği siyasetten bağımlı ve kontrol edilen “otonom” bölgeler olmasıdır. Hedef budur.

Propaganda başka bir şeydir. Politikaya değişik elbiseler giydirebilir. Bulgarlar için bu elbiseye “kurtuluş” adı verilmiştir. Rus bilim adamları ”Büyük Rus Ansiklopedisine” şu sözleri yazarken, bunun böyle olduğunu itiraf etmişlerdir: “Rusya’nın Çar hükümeti, Türkiye ile savaşta istilacı hedefler peşinde değildi, fakat bir kurtuluş savaşı sloganını da elinden bırakmadı.” Şöyle ki, “kurtuluş savaşı” ancak ve yalnız bir slogandan farklı bir şey değildir.

Bu slogan “halk kitleleri” için düşünülmüştü. Elit tabaka, Çar erkanı, askeri komutanlar hedefi biliyordu. Ve bu hedefe San Stafano Antlaşmasında ve daha sonra bu hedefe bağlı kalmışlardır. Bu anlaşmanın altında, o zamanlar Rusya imparatorluğunun İstanbul Büyükelçisi’nin imzası bulunduğuna göre,  1914’te Sank Peterburg’ta yayınlanan diplomat izlenimlerinden okuyalım: “Karadeniz Rusya’ya dar geliyor. Bu denizin çıkışını Rusya’nın ele geçirmesi gerekirdi.İmparatorluğun güneyinde huzur ve gönenç sağlamak için olduğu kadar, politik ve ekonomik nedenlerle de Boğazları direk ve dolaylı olarak ele geçirmemiz gerekiyordu.” Rus diplomat  şöyle devam ediyor:

“İktidarımızın güçlü olması ve bize devamlı gerginlik yaşatmaması için, komşu bölgeleri sürekli manevi baskı altında tutarken, bir yandan, Bulgar ve Yunan nüfusu, öte yandan da Ermeni nüfusu Rus siyasetinin uslu aracı ve müttefik ederek, düşman tarafa geçmeleri olanaklarını kesin yok etmek gerekir.” San Stefano Antlaşmasının mimarı, diplomat ve politikacı  Nikolay P. İgnatiev  bunları düşünmüştür. Sıradan Ruslar bu siyasi “felsefeyi” şöyle anlamıştır:

Tavuk bir kuş değilse, Bulgaristan da sınır dışı değildir.”

Resmi Rus propagandası yıllarca bunu ikna etmeye çalıştı. Bulgaristan’da bu Rus felsefesini benimseyen ve savunan siyasetçiler varı ve bugün de var.  Onlar,  Bulgaristan “kurtarıldığından” dolayı Rusya’ya ebediyen minnettar olmalıdır ve bu sebeple Rusya’dan bağımsız siyaset yürütemez ve yürütmemelidir, ayrıca Rusya ile eşit haklı ilişkileri olamaz. Bulgar siyaset ve devlet adamları şerefli duruş sergilediklerinde ve Rusya ile ilişkilerde Bulgar milli çıkarlarından yana tavır takındıklarında, Kremlin onlara “düşman” muamelesi yapıyor. Rusya’nın Boğazlar yolunun açık tutulmasını ve kontrol edilmesi engellendiğinde ise, Bulgaristan’a karşı art arda saldırılar düzenleniyor, baskı yapılıyor, darbeler yapılıyor, terör olayları patlıyor, “devrim” ithalleri yapılıyor, ülke işgal ediliyor, katliamlar düzenleniyor, toplama kampları açılıyor ve baskı ve terör uygulanıyor, zulüm yaşanıyor. İki defa devletimiz yok edilmeye ve “Sovyet Cumhuriyeti”ne dönüştürülme denendi. Bu denemelerin işgalcinin Bulgar hademelerinin eseridir. Fakat bu tabloyu değiştirmiyor.

Son hedefte olan,

Bulgaristan’ın,  İmparatorluğun Tuna kümesinde “gıdaklaması”dır.

Bu hedefin gerçekleşmesi için Rus İmparatorluğu diplomatik hazırlıklar yapmıştır. Daha sonra Tahran, Yatla ve Posdam görüşmelerinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği de aynısını yapmıştır. Osmanlı İmparatorluğu ile sabaşa girişmezden önce Rusya Reichschtad’da (Haziran 1876’da) Avusturya Macaristan’la gizli askeri anlaşmalar imzalamış ve daha sonra toplanan Berlin Konferansında (Temmuz 1878) bu anlaşmalar uygulanmıştır. Berlin Anlaşmasının (2. maddesinin “b” fıkrasında) Avusturya Macaristan ile Rusya’nın Balkanlarda büyük bir Slav devleti kurulmasına olanak tanımayacağı ön anlaşması yer almıştır. Büyük Slav devleti kurulmasına gerçekten olanak tanınmamıştır. Burada, Rusya-Osmanlı “Kurtuluş Savaşının” patlamasından yıllar önce, Rusya’nın daha sonra adına “San Stefano Bulgaristan’ı” denen Bulgar devletinin kurulmasından peşin vazgeçmiştir. Rusya ile Avusturya Macaristan arasında Budapeşte’de yapılan başka bir konferansta ise Reichschtad anlaşması maddelerinin uygulanması konusunda mutabık kalınmıştır. İşte burada San Stefano Anlaşmasının bağlayıcı (uygulanması zorunlu) olmadığı ortaya çıkıyor. Üçüncü gizli sözleşme ise İngiltere ve Rusya arasında imzalanan Londra Sözleşmesidir ve bu da Berlin Konferansı hazırlıklarından bir adımdır. Bu sözleşme’de Bulgaristan’a Ege kıyılarına çıkma hakkı tanınmaması, ülkenin birleştirilmesi isteniyor ve maddelerinin birinde de Bulgaristan’daki Rus askeri birliklerinin kalma süreleri üzerinde duruluyor.  Bu üç sözleşme “San Stefano Bulgaristan’ı” kurulması hayalini gömmüştür. Berlin Kongrasınde bu reel belgeler, birer birer maddeleşmiştir.

Tarihçiler 1893 yılında oluşturulan, “Rus-Tuna Eyaletinin oluşturulmasına ilişkin İşgal Fonu” gizli belgelerini içeren bir derlemeyi bilir. Bu derlemeye, Rus görevli M. Yakopson’un Bulgar Başbakan Stefan Stanbolov’a verdiği gizli belgeleri ihtiva eder. Bu belgeler, önce “Özgürlük” (svoboda) sayfalarında yayınlandı, daha sonra da Dimitır Petkov’un ön sözüyle kitap olarak yayınlandı. Sofya Belediye Başkanı, meclis başkanı ve Bulgar Prensliği Başbakanı görevlerinde bulunan Dimitır Petkov “Bu kitabı ve içindeki belgeleri okuduktan sonra “Rusofil”lerden her biri Rusyayı seven biri olduğundan dolayı utanmalı ve bundan hemen vazgeçmelidir” diye yazmıştır.  Tarihçilerden Yanko Goçev şu soruyu yöneltiyor: “Rus diplomatik belgelerinde Bulgaristan’a “Rus Bölgesi” daha tam bir ifadeyle “Rus Tuna Eyaleti” denmiştir. Rusya Bulgaristan’ı sözde kurtarsa da, kendi devlet belgelerinde adını değiştirmemiş ve meşru olduğunu göstermek için “Bulgaristan” dememiştir.   13 Temmuz 1878 Berlin Konferansı kararlarında “Balkan Bölgesi” ve (Rus Tuna Eyaleti) değimleri kaldırılmış ve Rus belgelerinde “Kuzey Bulgaristan” ve “Güney Bulgaristan” (Doğu Rumeli) özel isimleri belirmiştir.

Sonuç birdir. 3 Mart 1878’de Bulgarların milli ülküsü olan özgür, bağımsız ve birleşik Bulgaristan kurulamamıştır.

Bu ön sözleşme, özgür, bağımsız ve birleşik Bulgaristan yolunu açmamıştır.

Bu bir temenni niteliğinde belgedir ve Bulgar halkının gözüne atılan bir kısım küldür. Bulgar halkı savaştan ve Berlin Konferansından önce ve sonra Rusya’nın Büyük Devletlerle imzaladığı sözleşmeleri bilemezdi.

Şuna işaret ediyorum. “San Stefano Antlaşmasının” aslı bugüne kadar açıklanmamıştır. Bu anlaşmanın metninde “işgal” , “işgal eden” ve “işgal edilen” gibi terimler kullanılmıştır. Bu, bir toprağı ele geçirmek ve üzerinde kontrol kurma” anlamındadır. Anlamında “kurtarma” diye bir şey yoktur. Bulgaristan’ın “bağımsızlığından” söz edilmiyor.

Bulgarlara ait olan işgal bölgelerinde idare eden Ruslardır.

Bulgaristan devlet olarak bağımsızlığını ve egemenliğini elde edememiştir.

Dünya devletlerinden her birinin kendi milli bayramı vardır.Bu, bağımsızlık ve ulusal egemenlik günüdür. Yalnızca Bulgaristan ile Beyaz Rusya “kurtuluş” gününü milli bayram olarak kutluyor. Bunun böyle olmasının nedeni ise, bu iki ülkede siyasetçilerin “özgürlük”, “bağımsızlık” ve “ egemenlik” kavramlarını içerik olarak kavrayamamış olmalarından kaynaklanır. Rusya bile Mili Bayram olarak, Tatar Moğol işgalinden kurtuluşunun 250. yıldönümünü değil, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sona ilan ettiği egemenliği kutluyor. 12 Haziran 1990’da Rusya Federasyonu Halk Vekilleri Egemenlik Bildirisi onayladı ve o tarih Milli Bayram ilan edildi. Kurtuluş günü değil, egemenlik, yani bağımsızlık günü Milli Bayram oldu. Biz, yabancı bir devletin iç işlerimize müdahale ettiği bir günü neden Milli Bayram olarak kutluyoruz?  Neden Milli Bayram gününü bir Uluslar arası kutlama gününe dönüştüren dünya ülkesi yalnız biziz? 3 Mart, hareket halinde olan bir olay değimlidir, devamlı değişiklik göstermemiş midir. Geçici bir süreci sembolize etmiyor mu? 112 yıl Bulgar halkı 3 Martın bir Milli Bayram günü olacağını düşünmemiştir. Bu, Komünistlerin iktidarda olduğu 1990’da oldu. O zaman Bulgar halkı 9 Eylül 1944 tarihinin, yani Bulgaristan’ın Sovyet Ordusu işgaline düştüğü tarihin daha öte Milli Bayram olarak kutlanmasının imkansız olduğunu anlamıştı.

“San Stefano Bulgaristan’ı” egemenliği olmayan, işgal edilmiş bir “Balkan Bölgesi”dir. Bulgar Prensliği’nin “otonomi” statüsü bağımsızlık değildir. Prenslik, Sultan’a bağımlı ve Rusların işgalindedir. Günümüzde bu biçim devlet yönetimine protektora (protektörlük) denir. Bulgaristan durumunda protektör Rus imparatorluğu’dur. Bir “protektör” devlet olarak Rus devletinin ödevi, milli Bulgar idaresinin özgürce idare etmesini engellemektir.  Yerli idare kontrol altında ve bağımlı durumdadır.  Dış siyaset ve savunma Ruslara bağlıdır. Dış ticaret ilişkilerini yönlendiren de Ruslardır.  6 Eylül 1885’te Prenslik ile Doğu Rumeli birleşene kadar durum budur. O güne kadar Savaş Bakanlığı Rus generaller ve subaylar tarafından idare edilmişti.

San Stefano Antlaşması” Bulgar halkının onlarca yıl aldatılmasında kullanılan bir kapan, bir tuzak, hayal ve araç olmuştur. Bu anlaşma metinleri, onun bu rol için kaleme aldığını gizlememiştir.  Bu bir “önsözleşmedir.”  Bulgaristan, ancak Berlin Konferası’nda haritalara Bulgaristan adıyla girmiştir. San Stefano’da “Balkan Bölgesi” olarak geçerken, Berlin Konferansında “Bulgar Prensliği” adını almıştır.

Devam edecek.

İkinci Bölüm: Kurtuluş mu yoksa zorlama mı. “Kurtarıcı” olan biri para dilenmez.

Paylaşmayı unutmayalım.

Faktor.bg sayfasından Raziye Çakır tarafından Türkçe’ye çevirilmiştir.

Konu:  3 Mart Milli Bayramı Bulgaristan halkını birleştirmiyor, parçalıyor.

Topraklarının yabancı bir devlet tarafından işgal edildiği günü Milli Bayram olarak kutlayan dünyadaki tek ülke Bulgaristan’dır.

Bulgaristan’da 3 Mart’ın yerine Milli Bayram günü olarak başka bir tarih gösterilmesi için ülkede çapında imza toplama kampanyası başladı. Yalnız 1 saat içinde 100bin vatandaş bu çağrıyı imzasıyla destekledi. Kampanya dış ülkelerde de yürütülecektir. Sen de destekle!

 

Bölüm 2

Hiçbir devlet Milli Bayramını başka bir devletle paylaşmaz.

Kurtarıldık mı yoksa borçlandırıldık mı?

Bir “kurtarıcı” para istemez.

 

FOTO: Aleksandır Yordanov, Bulgaristan eski meclis başkanı, diplomat.

3 Mart 1878’de San Stefano’da bir tek Bulgar yoktur.  Bu gerçek Rus sözde “kurtarıcıların” Bulgar manevi ve politik önderlerine olan yaklaşımını göstermeye yeter de artar.  Günümüzde Yeni Zellanda’nın Milli Bayramı olarak kutlanan Vaytanda Antlaşması imzalanırken bile, yerli Maori kavminden önderler hazır bulunmuştur. Küba ile Laos dışında bütün devletlerin Milli Bayramı, Bağımsızlık Günü ya da Egemenlik Günüdür. Sırpların Milli Bayramı Devrim Günüdür. Bizim de Nisan Ayaklanmamız var, fakat biz iç işlerimize başkalarının karıştığı güne daha büyük önem veriyoruz.  Bulgar yurtseverliği (patriot) başkalarına boyun eğmektir. Böylelikle Bulgarlar özüne hiçbir katkıda bulunmadıkları için onlara yer olmayan, milli kurtuluş doktrinimizi kendimiz reddetmiş oluyoruz. Rakovski, Botev ve Levski böyle düşünüyordu. Bugün biz, birisi Rusya imparatorluğu, öteki de Osmanlı imparatorluğu olmak üzere, iki dev gücün aralarında toprak için savaşırken, aralarında toprak paylaşımı ön “sözleşmesi” imzaladıkları günü Milli Bayram olarak kutluyoruz. Bulgar bağımsızlığının kapısı 1885’te Bulgar Prensliği ile Doğu Rumeli’nin birleşmesiyle açılmıştır.

Bu nedenledir ki, Bulgar bağımsızlığını, onun manevi önderleri, aydınlıkçıları, devrimcileri, politikacı ve devlet adamlarının yarattığı bir mükemmel heykel olarak görmek zorundayız. Bu anıtın temelinde yer alan Kurtuluş ve Birleşmedir. 22 Eylül 1908 günü ise, bağımsızlık ilan edildiği gün ise, temel üzerindeki figürdür. Bu anıtı yaratan, büyük yaratıcı Bulgaristan halkıdır. 4 yıl sonra başlatılan Balkan Savaşı’nda bu anıt yeni birleşmelerle daha da büyütülmeye çalışılmıştır. Bu işte başarılı olamadık, çünkü Birleşmede olduğu gibi bu defa da bize engel olan yine Rusya oldu.

Fakat biz yine 3 Mart 1878 tarihine dönelim. “Ön Sözleşme” nin San Stefano’da imzalanması için  3 Mart’ın seçilmesi tesadüf değildi. Bu olay, Rusya İmparatoru II. Aleksandır’a özel bir hediye olarak düşünülmüştü. Çünkü o 3 Mart 1855’te taç giymişti. Şu da var, yine o, 3 Mart 1861 tarihinde Rusya’da “toprak köleliğini” kaldıran Bildiri’yi (dek ret) imzalamıştı. Ne var ki, Rusya koşullarında toprak köleliğinin kaldırılması sürüncemede kaldığından dolayı, toprak köleliğinden kurtulmaya çalışan kimliksiz köylüler, 1917’de Bolşevik köleliğine düştüler ve toprak üzerinde özel mülkiyet sahibi olma haklarını yeniden kaybettiler. Şu akıllarda kalmalıdır: Çar II. Aleksandır’a  “kurtarıcı Çar” Bulgaristan’ı “kurtardığından” dolayı denmemiştir. O, Bulgaristan ve Bulgar halkı için şöyle düşünmüştür: Çalışarak Çarı da besleyen, boyun eymiş ve minnettar nüfusu olan, bağımlı ve kontrol altında bulunan küçük bir bölge oluşturmak. Bu gerçeği, Reichschad’da imzalanan gizli Anlaşmada açık olarak görebiliyoruz. Çar bu fikrini 1877–1878 savaşından önce Reichschtad’a kendisi beyan etmiştir. Bundan dolayıdır ki, 3 Mart tarihi 1980’de Sofya’da, kurtuluş günü olarak değil, II. Aleksandır’ın tahta çıktığı gün olarak anılmıştır. Bulgar Prensliği ile Doğu Rumeli’nin birleşmesinden sonra ise, 3 Mart Bulgaristan’ın Osmanlı egemenliğinden ayrıldığı tarih olarak kutlanmaya başlamıştır. Yine de Milli Bayram değildir. 9 Eylül 1944 tarihinden sonra ise “milliyetçi” ve hatta “şoven” bir gün ilan edilmiş ve anılmaz olmuştur. 9 Eylül 1944 devlet darbesi üzerinden 32 yıl  geçtikten sonra Bulgar komünistler tarihte 3 Mart gibi bir gün olduğunu hatırlamıştır. Yine de 3 Mart’ı Milli Bayram ilan etmemişlerdir. O zaman Milli Bayram olarak, 9 Eylül 1944 darbesi ve bir Bolşevik devlet darbesi olan, 7 Kasım 1917 tarihi kutlanıyordu. Halk, 8 Mart Emekçi Kadınlar gününü 3 Mart’tan daha fazla tutuyordu. 27 Şubat 1990 tarihli Devlet Konseyi’nin 236 sayılı Buyruğu ve 5 Mart 1990 tarihli 9. Halk Meclisi’nin bir Kararıyla 3 Mart “Bulgaristan’ın Osmanlı boyunduruğundan kurtuluş günü” olarak Milli Bayram ilan edildi. Bu olay, Bulgaristan’ın 7. Büyük Halk Meclisi’nin seçilmesinden 3 ay önce gerçekleşti.  1991’de Yeniz Anayasa’nın kabul edilmesiyle, İş Kanunun 154. maddesine 3 Mart günü Milli Bayram olarak işlendi.

Böylece Bulgar devleti 3 Martı Milli Bayram ilan ederken, ilk kez başka bir devletle paylaşmadı.

Minnettarlık

Kemikleri Koca Balkan taşlıklarında, Plevne ve Eski Zara’da kalan Rus toprak kölelerine Bulgar halkının minnettarlığı defalarca ifade edilmiştir. Aşırı minnettarlık insanı tiksindirir, anlamını yitirir ve hademelik doğurur. Şu büyük fikir Hristo Botev’e aittir:

“Halkımızın, onu diğer halklardan ayırt eden,  özgün bir yaşamı, özgün bir karakteri, özgün çehresi vardır. Ona bildiği gibi çalışma olanakları sağlayın ve sosyal yaşamın hangi bölümüne yöneleceğini kendiniz seyrediniz.”

Sözde ”kurtuluştan” hemen sonra Rusya imparatorluğu Bulgarların “halk olarak köklerinde olana” karşı çıkmıştır. Kam şık ve kırbaçla yürüttüğü güce dayanan egemenlik siyasetinin demokratik olmayan modelini uygulamayı denedi. Bilindiği üzere, Bulgar milli kurtuluş ülküsünün temelinde “öteki Avrupa halklarıyla” hak eşitli ilkesi yer alır.  “Radetski” gemisinin güvertesinden Ortodoks Rusya’da değil, Hıristiyan Avrupa’ya hitap etmişti. Bulgaristan’ın sözde “kurtarılmasından” sonra Rusya Bulgar halkına karşı ona tabii olan ve kendisine borçları olan biri gibi davrandı. Ancak işgalciler böyle davranır. Buna rağmen, Rus imparatorcuğuna hademelik etmeyi kabul etmeyen Bulgar siyaset adamları, sıradan Ruslara karşı saygılı olmuşlardır.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Bolşeviklerin son Rus İmparatoru II. Nikolay ve bütün ailesinin öldürmesinin ardından, rejimin zulmünden kaçan 35 bin Rus göçmeni Bulgaristan kabul etmiştir. Onların arasında 1877–1878 Balkan saldırısına katılmış olan Rus General ve subaylarının aileleri de vardı. Onlar bizde sıcak kabul görmüş, kendi okullarını, derneklerini, eğitim, kültür ve iktisat kuruluşlarını oluşturmuştur. Bulgar devleti kendilerine ciddi mali ve manevi destek vermiştir. 1877-1878 savaşına katılmış olanlara özel ayrıcalıklar tanınmış ve 1000 leva aylık emekli maaşı ödenmiştir. Bu para, o yıllarda bir Bulgar öğretmenini aldığı maaşın 2 katıdır.  Bu karara karşı koyan Bulgar komünistler olmuş ve onun “Sovyet Rusya’ya karşı bir kışkırtma” olduğunu iddia etmişlerdir. Bu maaşlar Kontes Olga Tolstoy, Varvara Gurko, Kont Leonid ve Kont İgnatiev’e vb de ödenmiştir.

1944 ylında, Kızıl Ordu Bulgaristan’ı işgal ettiğinde, komünistler Bulgarlarla birlikte, Rus sığınmacılara da zulüm etmiştir. Onlar, Sovyet iktidarı ve komünist Bulgar yönetimine düşman ilan edilmiştir. Onlar, Sovyet vatandaşlığı almaya zorlanırken hor görülmüştür. Bu, devlet yardımı almalarına şart koşulmuştur. Evlerinden ve yurtlarından kovulmuş, tüm yakınları katledilmiş ya da Sibirya sürgününde kalmış bu insanların “Sovyet vatandaşları almaya” zorlanması anlaşılır gibi değildi. Birçokları sakat, mağdur olan ve kendilerine Bulgar vatandaşlığı verilmiş olan bu Ruslar “Sovyet vatandaşlığını kabul etmeye” zorlandı. 1944 yluna kadar, Bulgar devleti Rus-Osmanlı savaşına katılan Rus gazilere 200 milyon leva yardım dağıttı. 1945 -1951 yılları arasında “Sovyet vatandaşlığını kabul edenlere” ek olarak 132 milyon leva verildi, 12 milyon leva da Sofya’daki “Hz. Nikolay” Ortodoks kilisesinin onarımına harcandı. Başka bir değişle Bulgaristan bu Rus vatandaşlarına hayrı esirgememiştir. Günümüzde bu minnettarlık ifadesine devam etmenin tek anlamı sözde “kurtarıcıların” torunlarını katledenlere minnettar olduğumuzu ifade ettiğimiz anlamına gelir.Bunun ahlaklı ve onurlu yanı yoktur. Hizmetçiliğin anlamı, minnettarlık olamaz.  Eşit haklı ilişkilere dayanan milli şereftir minnettarlık ifadesi.

Borçlar

 II.Aleksandır Bulgaristan borçları konusunda ısrarcı değildi. Onun sağlığında Bulgar Prensliği topraklarında bulunan 50 bin Rus işgal gücüne bakıyordu. Bulgar Prensliğinin kendi ordusu olmadığından, yabancı ordu besliyordu. Yazar Simeon Radev’ın kaydettiği üzere, imparator “Bulgar bakanlarının borçları kendilerinin anımsamasını bekledi.” 14 Mart 1881’de vefat etmesinden hemen sonra, yeni imparator III. Aleksandır 10 618 250 Ruble (10 milyon altı yüz on sekiz bin iki yüz elli) ve 40 (kırk) kopek borcu hemen ister. O zamanın Ruble altın paritesi hesaplarına göre, bu para 32.5 ton altına (otuz iki ton beş yüz kilogram)  ya da 53 milyon altın Frank’a eş değerdir.

10 Ocak 1884 tarihinde yayınlanan Bulgar Prensi I.Aleksandır’ın 144 n.o’lu Buyruğu ile “Rus imparatorunun askerleri tarafından Prensliği işgal edilmesi masraflarının” Rusya’ya ödenmesine ilişkin 1883’te imzalanan anlaşmanın onaylanması emredilmiştir.  Bu borcun parçalar halinde ödenmesi önerilmiştir. 1883 – 1885 yılları arasında ödemeler muntazam yapılmıştır. 1886’da Bulgar Prensliği ile Rusya arasındaki ilişkiler kötüleşmiştir. Nedeni, Rusya’nın Prenslik ile Doğu Rumeli’nin birleşmesidir. İşgal borcunun ödenmesi durdurulmuştur. Öyle ama Rusya hiç gecikmeden Doğu Rumeli’nin Rus orduları tarafından işgal edilmesi masrafları da 10 613 250 Ruble ve 43.5 kopek (on milyon altı yüz on üç bin iki yüz elli Ruble ve kırk üç buçuk kopek) olarak Bulgar Prensliğine yüklenmiştir.

 

O yıllarda kâğıt ruble paraların değeri çok yüksektir. Rusya devlet memurlarının maaşı birkaç rubledir. 1 Rubleye hayvan pazarından 1 inek alınabilir.  Bu borca göre, Bulgaristan halkının Rus “kardeş kurtarıcılara” 11 milyon iribaş hayvan vermesi gerekiyordu.

Şu iyi bilinmelidir:

“Kurtarıcı” olarak böbürlenenler “para” isteyemez.

“Kurtarıcılık” bir kardeşliktir, yüksek maneviyatlı, karşılıksız ve asılana bir iştir. Para karşılığı yapılmaz. Borçlandırmak zorlamak anlamındadır.

Birleşme’den sonra, 1877 – 1878 Savaşından kaynaklanan ve toplamı 82 milyon altın Fransk yada yaklaşık 50 ton altın olan, Osmanlı imparatorluğunun Rusya’ya olan borcunu da üslenmek zorunda kaldık. Böylece Bulgaristan’a Osmanlı’dan ayrılmak gerçekten altın değerinde olmuştur.

Bu zorlamayı 1944’ten sonra ikinci defa Sovyetler Birliği SB) isteklerinde de yaşadık. SB’de bize işgal ordusunu besletti, Bulgaristan altın yedeğine de el koydu.  Daha kötü olan ise, ülkemizin ekonomik ve politik sistemini değiştirdi. Bu bir kara kaderdir.

Biz Rusya’ya olan borcumuzu çoktan ödedik.  Bu vesileyle Bulgaristan halkına 1944’te yapılan kötülüklerden ötürü, SSCB’nin devamcıları olan bugünkü Rusya Federasyonu yöneticilerinin Bulgar devleti ve halkından özür dilemeleri iyi olur.

Bu konuda halktan insanların düşündükleri.

Rus imparatorluğunun izlediği politikalar yalnız bilinen şahsiyetler tarafından değil sıradan insanlarca da devamlı izlenmiştir. “Kurtarıcımız” ve “Slavlığın koruyucusu” gibi Rus masalları genç Bulgar devletinin yaşayışına daha ilk zamanlarda Rusların müdahalesi olarak kabul edilmiştir. Bu masallar bugün de etrafta dolaşıyor. Daha 1914 yılında “Bulgaristan ve Rusya’nın Entrikaları” başlıklı bir kitaptan seçmeler aldım. Kendisini “geniş sosyalist” olarak tanıtan İvan Runevski şunları yazıyor: “.. biz, günümüz despotik Rusya’sına bağlı bir geleceği, karanlık hayal edebiliyoruz. Biz aramızdaki dev buz dağlarından korkuyoruz. Onlar Rus halkının en büyük evlatlarını birçok halkı boğazlamış ve yok etmiştir.”

“Slav Derneği” üyesi av. Milan G. Markov şu satırları büyük bir endişe içinde paylaşıyor: “ Bizim amansız ve dehşet saçan düşmanımızdır Rusya, Slav fikri için de dehşet uyandırandır. Dünyadaki Ruslar şunu iyi bilmelidirler ki, biz onlar için ya da onlarda birlikte savaşmayacağız, çünkü onlar Slavları köleleştirme için, onlara karşı direnmiyor. Bizim tüfeklerimizin Ruslara karşı ateş etmediği bir yalandır, yalan propagandadır.

Bu sözlerin yazılmasından bir yıl sonra Bulgarlar ve Ruslar savaş çizgisinin yine 2 tarafından yer alacaktır. Bulgarlar topraklarını savunacak, Ruslar ise yine Boğazları ele geçirmek için ve daha da Bulgar toprağına el atmak isteyen Sırpların yanında olacaklardır. Markov’a göre, “kurtuluş” kötüye kullanılmamalıdır, çünkü o Ruslara Bulgarları ezme ve boğazlarını sıkma hakkı vermiyor. Ve örnek olarak o, Müttefikler arası savaştan sonra imzalanan Bükreş Antlaşmasını “boğazımızı sıkma” örneği olarak öne çıkarıyor.  O zaman “kurtarıcımız” tarafından kışkırtılan talancı Balkan müttefiklerimiz Bulgaristan’a karşı birleştiler. Bu nedenle olacak,Markov bu konuları işleyen sahte Rus bilim adamlarına şu sözlerle hitapta bulunuyor:

“Bulgaristan’daki Rus ajanlarının size bildirdiği gibi zayıf ve çaresiz değildir Bulgar halkı. Onlar gaflet içinde olan ve artık halk arasında nüfus sahibi olmayanlardır ve sizin güven ve sabrınızı kötüye kullanıyorlar. Bu yanılgı normal Rus-Bulgar ilişkilerine zarar veriyor. “

“Slavların Birleşmesi” konusu üzerinde Asen Konstantinov ise şu fikirleri yürütüyor.

“Halkın yaşamsal çıkarları ve Bulgaristan’ın var olması söz konusu olduğunda, bu ülkede yaşayanların hepsi birleşmek zorundayız Slavlık, milli davamız için zararlıdır. Bu yanılgıdan artık kurtulalım ve bir “yalan” olduğunu herkese duyuralım.”

Sonunda şunları vurgulamak istiyorum. 3 Mart günü, askeri gösterilere, selam alıp vermeye, kucaklaşmaya değil, derin derin düşünmeye ihtiyacımız var. Feci milli kaderimiz, Bulgar tarihindeki yalanlar ve doğrular, yanlışlıklarımız, onurlu ve onursuz tarihimiz üstüne kıyasıya tartışmamız gerekiyor. Sonunda bugün ve yarınlarımız için doğru sonuçlar çıkarmalıyız.

Son.

Faktor.bg sitesinden Raziye Çakır tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir.

 

Reklamlar