Bundan çeyrek asır önce , İkinci Dünya Savaşında galip çıkan güçlerin Avrupa’da tesis ettiği statüko, Richter ölçeğine göre 9 büyüklükte bir sarsıntı yaşadı denilebilir. Bu sarsıntı beklenilir miydi, aniden mi geldi sorusuna önümüzdeki nesiller cevap verebilecek. 44 yıl süren “Soğuk savaş” dönemi ve Doğu ile Batı arasında barışçil yaşam yılları ardından Sovyetler Birliği, ABD ve İngiltere’nin Yalta’da temasları ve Nazi Almanya’sı üzerindeki zaferi 20. asrın sonunda artık geçersiz kaldı. Değişim rüzgarı 1989 yılının sonbaharında esti. Doğu Avrupa’da Sovyetler Birliğinin “uydusu” olarak nitelenen sosyalist ülkeler Moskova ile göbek bağını kopardı. Bu bağdan ucuz yakıt ve doğalgaz akıyordu, buna rağmen bu bağlantılar kesildi ve ülkeler Batı değerlerine doğru kendi yolunda rota tuttu.

“Soğuk savaş” galipleri, geçiş döneminin ve demokrasinin kullanımı konusunda bilgi talimatları vermiş olsa da, bu kullanım talimatı en azından Bulgaristan’da şeytanın İncil’i okur kadar etkili oldu!

10 Kasım 1989 yılında Komunist Partisi Merkez Kurulu BKP Genel Sekreteri Todor Jivkov’un istifasını onaylıyor. BKP liderinin iktidardan düşürülmesi, Bulgaristan’da demokrasi ve liberal piyasa ekonomisine geçişin başlangıcı oalrak algılanıyor. 10 Kasım Kongresi, devlet yönetiminin Anayasayla değişmesi ve “sessiz darbe” olarak niteleniyor.

10 Kasım 1989 yılında Bulgaristan, 45 yıl içinde bulunduğu sosyalist rejim ve Doğu Blokun kapalı sisteminden çıkıp, serbest piyasa ekonomisine geçiyor. Bu tarihten sonraki yankılanmalar ve tartışmalar sürüyor. Bu günden sonra ülkede neler değişti?

Todor Jivkov rejiminin noksanları o zamana kadar hep hasır altından, gizli gizli eleştirilirdi. 1989 sonrası Bulgar vatandaşları artık sokaklara da döküldü, protestolarını meydanlara taşıdı. Eylemlerde sokaklar insanlarla taştı, yol kavşakları kapatıldı vs. BKP’nin yayın organı “Rabotniçesko delo” rakipleri tarafından yok edilmeye yüz tuttu. Özel gazeteler gündemi belirlemeye başladı. Bulgaristan’ın yeni kaderini belirleyecek ve parlamentoda ağırlığını koyacak bir düzine yeni partiler mantar gibi türedi.

2004 yılında Bulgaristan NATO üyesi oldu, 2007’de AB’nin tam haklı üyeliğine kabul edildi.

Brüksel önünde bir maske arkasına gizlenen ülke, güya demokratik bir görünüme sahip. Serbest seçimler, parlamentoda tartışmalar hür, yasalar kabul ediliyor, basın hükümetleri eleştiriyor, Avrupa talimatları yerine getiriliyor… Böyle bir manzara var dışarıdan baktığında…

Fakat bu maske arkasında gri bir boşluk var ki, politikanın, ekonomiyle, organize suç unsurlarıyla, lobicilik ve oligarşiyle bağlantılı olduğu bir yapı ortada. Partiler, vatandaşları temsil etmek yerine, mali akımları kontrol eden, Avrupa fon kaynaklarını dağıtan ve paylaştıran kesme dönüşüyor.  Bugün artık daha çok kulis arkasındaki oyunlar, mafyanın siyasetin üst katmanlara sızması, heryerde yoğın olan yolsuzluk ve rüşvetçilik olayları gündeme geliyor. Bundan hiçkimse korkmuyor. Çünkü Bulgar yargısı yer altı dünyasının gerçek babalarından hiçbirini hapse atmış değil.

Bulgaristan’a has bu sözde demokrasi sistemi sayesinde, oligarşi çevrelerin etkisiyle, 25 yıl sonra ülkemiz AB’nin en yoksul ülkesine dönüştü. Marketlerden ilk ihtiyaç olan malalrın birçoğu Avrupa’nın gelişmiş piyasalarından daha pahalıya satılıyor. Ortalamaa aylık maaş ise 400 euroyu geçmiyor.

25 yılın sosyal boyutu pek olumlu tablo çizmiyor. Eğitim ve sağlık sistemi son nefesini vermek üzere terkedildi. Nüfus ise çok endişe verici boyutta azalıyor.

1989 yılında 1.5 milyon Bulgaristan vatandaşı göç etti. Elonomik göç hala sürüyor. Bunun temelinde daha da endişe edici durum, bilgili, aydın, iyi eğitimli gençlerin ve ihtisas sahibi olan vatandaşların da Bulgaristan’ı terkediyor olmasıdır. Bunun sonucunda Bulgaristan bilişim, sağlık, tıp, avant-garde teknolojiler gibi alanlarda kan kaybediyor ve uzman eksikliği çekiyor.

Çeviri: Sevda Dükkancı

Reklamlar