Sakir ARSLANTAŞ

Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) Yönetim Kurulu üyesi olup Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi’ yayınlarından olan (www.bghaber. org) sayfalarında yazan soydaş kardeşlerimin Mahmuzlar (Todor İkonomovo) ve Bohçalar (Kaolinovo) bölgesinde başlayan Mayıs 1989 Ayaklanmasına bu denli büyük önem vermeleri ve olayları (imkanlarımız dahilinde olmaklla) yeni bir sık elekten geçirmeye çalışması, şahsen beni gururlandırdı. Burada çok önemli bir olaydan, Bulgaristan Türklüğünün bir zulüm rejimi olan komünist totalitarizme ve tek partili komünist yönetimin keyfi idaresine karşı ayaklanmasından söz ediyoruz.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1956’da Macaristan’da ve 1972’de Çekoslovakya’da olmak üzere, daha önce iki anti-totaliter ayaklanma yaşandı. Birincisi Rus tanklarıyla ikincisi de Varşova Parti çizmesiyle bastırıldı. O iki ulusal patlamadan farklı olarak, Bulgaristan’da ayaklananlar bir ernik azınlık olan Türklerdi. Bulgaristan Türk azınlığının doğal ve insan hakları, hak ve özgürlük uğruna isyan etmesi hem ülkede hem de dünyada pek çok kişiyi şaşırtmıştı. Çünkü bir asırdan daha uzun bir zaman ezilen ve kimlikleri tescillerden silinen, hakları kölelerin haklarından az olan, hatta ana dillerinde konuşmaları bile yasaklanan ve İbadet hakları da ortadan kaldırılan bu Müslüman azınlığın kendinde kuvvet, ruhsal uyanış, cesaret ve umut ışığı bulup ayaklanmasına hayret etmemek elde değildi.

Türksüz bir Bulgaristan” yaratma çabaları çok eskilere dayanır. Bu, Güneye devamlı yayılmayı hedefleten Rusya’nın imparatorluk stratejisinde ana yönlerden biri olmuştur.

3 Masım 1839’da Sultan I. Abülmecit tarafından imzalanan ve toplekün bir değişikliği ve yeniden yapılanma ifade eden, “düzenleme”, “yapılanma” (reorganizasyon) anlamına gelen Tanzimat Fermanı’nı imzalamasından sonra siyaseten Batı’nın yörüngesine giren Osmanlı’da birçok değişiklikler oldu. Bu yenilenme bizim Dobrucayı, bugünkü kuzey Bulgaristan’ı doğrudan etkilemiştir. Tanzimat Dönemi 1839’dan 1876’ya kadar uzanan bu 36 yıllık reel yenilenme süresidir., 1876’da Osmanlı Anayası’nın kabul edilmesiyle noktalanmıştır.

Bu dönemin insan haklarının eşitliği açısından uyguladığı özellikler şunlardır: 1) Fransız Devrimiyle hayat bulan özgürlük, adalet, eşitlik ve kardeşlik gibi temel insan hakları Padişah tarafından Osmanlı halkına (bu arada Hıristiyanlara ve Bulgarlara) bahşedilmiştir. 2) adalet sistemine hiçkimsenin yargılanmadan cezalandırılamıyacağı ilkesi getirilmiştir. Yargılanan bir kişinin malına ve mülküne devletin el koyması ilkesi kaldırılmıştır. 3) Gayrımüslüm Osmanlı uyuruklarına kaldırılan haklarla, Müslüman ve Müslüman olmayan halk arasındaki adli ayrılıklar ortadan kaldırılmıştır. 4) Gayrı Müslümler için İslam hukukundan kaynaklanan farklılıklar ortadan kaldırılmıştır. Fakat Ruslar ve Bulgarlar bu değişiklikleri kendi menfaatleri için kullanmayı başarmiştir.

Bu reformlarla can ve mal güvenliği sağlanan gayrı Müslüm halkın, Rumelideki Türk ve Müslümanların Meşrutiyet ve arkasından Cumhuriyete, aydınlığa ve modernizme birlikte ilerlemelerinin hukuksal yolları açılmıştır.

Osmanlı tarihinde, Aydınlanma çağına geçişin kapısını aralayan Tanzimat Dönemi’nde, bizdeki yaşam daha iyi olduğundan dolayı Rumeli’ye büyük sayıda Hırıstiyan giriş yapmiştir. Tanzimat ile birlikte din ve mezhep ayrımı gözetmeksizin herkesi yasa önünde eşit sayan bir toplum anlayışı geliştirilmeye ve yerleştirilmeye çağrılmıştır. İşte böyle bir sosyal ortamda Bulgar okulları açılmış, Kiliselerde din eğitimi verilmiş, Osmanlı yıllarında aydıınlanma ve uyanış çağını yaşayan Bulhar halkının aydınlar ordusu kurulmuştur. Büyük yazar Dostoevski’nin “ANILARIM” eserinde yer verdiği üzere, 1877’de “Bulgar halkını esaretten ve sefillikten kurtarmak için” Tuna’yı geçen Rus asker ve subayları “Bulgar köylülerini avlusu ve bahçesi olan, sayaları koyun keçi dolu, huzur içinde, iyi komşuluk ilişkileriyle belirlenen varlıklı bir yaşam tarzı içinde bulmuştur.”

Buna rağmen, Osmanlı’yı parçalayıp topraklarında hakimiyet kurmayı stratejik hedef bilen Rusya objektif gerçeklerden asla etkilenmeden, Balkanlar’da “Hrıstiyan” ulusları devlet kurma yolunda yönlendirmekten ve silahlandırıp kışkırtmaktan asla vaz geçmemiştir. 150 yıl sonra bu tarihsel gerçeklerden ders almak ve yeni gelişmeleri doğru algılayarak, çözmek zorundayız. Rus planlarında, bizdeki Müslüman Türk nüfusun Hırıstiyan nüfusla değiştirilmesi çok önemli yer tutar. Bu değişmez planın uygulanmasında farklı aşamalar görüyoruz.

Örneğin 1977 / 1878 Rus-Osmanlı Savaşı’nı ve ardından gelen BOZGUN’u dikkate aldığımızda şöyle bir gerçekle yüzleşiyoruz. Rus Osmanlı Harbi’nden Rusya’dan yana yer alan Rumeli’deki Bulgar nüfusla Türk nüfus arasında birbirine karşı güvensizlik ve düşmanlık başgöstermiştir. Harp sonrası Türkler yenilgiyi kabul ederek, bundan böyle bu topraklarda kendilerinin güven içinde olmadıkları duygusuyla Anadolu’ya göç etmeyi tercih etmişlerdir. Zafer sarhoşluğuna kapılan Bulgarlar bunu fırsat bilerek, Türklere gözdağı verip, onları göçe zorlamışlardır. Osmanlı topraklarına yapılan bir saldırı savaşı, haksız bir savaş olan Plevne Savaşı’ndan sonra Bulgaristan Türkleri arasında bir Atasözü ayarında şöyle bir söylenti belirmiştir:

Bu topraklar bize haram olmuştur. Yürüyebilen yürüsün, yürüyemeyen sürünsün gitsin. Gideceğimiz yer Anavatan Türkiye’dir!”

Bu ruhsal kırılma ve ani değişim sonucu, “askerlere cephane taşımak için hazırlanan trenlere, göçmenler doluşup İstanbul yolunu tuttular.”

Şipma ve Plevne bozgularınden panikleyen ve göçe kalkışan ahali hakkında şu ünlü sözünü söylemekte hajklıydı: “Böyle ahaliyi Allah kahretsin!” Panik halinde kaçarak ata topraklarını terk edenler (Evlad-ı Fatihan) Fatihlerin Çocuklarıydı… Bulgaristan Türkleri’nin ruhunu parçalayan bu ilk yara bir daha kapanmadı. Bulgaristan Türkleri arasında yerleşmiş bir değim olan “halkın göçe kalkışması” ne 1878 Berlin Sözleşmesi’nde Kuzel Bulgaristan toprakları Osmanlı Padişahına bağlı bir Prenslik olduğu; ne 1908’de Çar Ferdinant’ın III. Bulgar Çarlığı’nı ilan etmesinden sonra; ne de sosyalist-totaliter Bulgaristan yarım yüzyılında unutturlmadı. Burada çok büyük bir özenle şu noktayı vurgulayarak hatırlatmakta yarar vardır. Bizde “halkın göçe kalkışması” her defasında savaş veya ayaklanma (örneğin 1923 Eylül Ayaklanması) ya da 1939-1945 İkinci Dünya Savaşı) bozgunlarına rastlamadı. Rusların himayesi altında hareket eden Bulgar hükümetleri, Türk ahalide ardı arası kesilmeyen bir şekilde tırmandırdıkları hor görme, kötüleme, tehdit etme, korkutma, huzursuzluk içinde yaşatmayargısız mahküm etme, adaletin yalnız kendileri için varolduğu inancını aşılama politikalarıyla Müslümanların ruhunu bunaltma yolunu seçerek halkı göçe kışkırtmış ve zorlamışlardır. Son 136 yılda ardı arası kesilmeyen göçlerin ana nedeni budur. 1989 Mayıs Ayaklanması Türk ve Müslüman nüfusta bir nefret patlaması ve taşmasıdır. Bulgar makamlarınca iyi yönlendirilerek “büyük seyahat” şeklinde göç olarak gerçekleştirilmiştir.

Şimdi de bu süreç devam ediyor. 500 bin çifte vatandaşın Türkiye’de yaşaması, 2.5 milyon Bulgaristanlının halen Batı ülkelerinde bulunması bunun kesin kanıtıdır. Pek tabii ki, Türkleri memleketlerinden kovma politikasının körükleyicisi olan Moskova politikalarının bir ucu da Pomaklara ve Çingene kökenli Müslümanlara da dokunduğundan Bulgaristan boşalıyor. Ne ki dünyada boş kalan bir yer yoktur.

Rusya Federasyonu Varna Başkonsolosu Yuriy Solovyov, görev süresinin sona ermesi nedeniyle Varna Belediye Başkanı İvan Prtnih ile gerçekleştirdiği görüşmenin ardından yaptığı açıklamada, Bulgaristan’da daimi ikamet eden Rusya vatandaşlarının, 500 bin civarında emlakın sahibi olduğunu ifade etti.Rus vatandaşlarının Bulgaristan’da sıkıntıyla karşılaşmadıklarını vurgulayan Solovyov, Bulgaristan’daki Rusların Rusya’ya dönme gibi bir niyetleri olmadığını söyledi.Solovyov, 300 bin Rusya vatandaşının, genelde görev bölgesi içindeki Varna, Burgas, Yambol, Dobriç ve Sliven’de ikamet ettiklerini belirtti.

Bizde bozgun havası sürerken, onlar topraklarımıza gelip yerleşiyorlar ve kendilerini huzurlu hissediyorlar. Kırım olayları bu politik komplolara başka bir örnektir.

Türk düşmanlığı politikasını şöyle tanımlayabiliriz:

Bulgar milliyetçiliğinin temelleri Türk düşmanlığına oturtulmuştur. En büyük kahramanları Türklere karşı vavaşmıl olanlardır. Milli eğitim, yazılı-görsel basın bu konuyu devamlı canlı tutar ve de genç nesli bu yönde eğitir.Türk düşmanlığı ortadan kalkacak olursa, Bulgar milliyetçiliği dayanıksız kalır ve yok olur.

1989 Mayıs Ayaklanmasına silahlı, toplu tanklı saldırılar bu bakıma acımasız ve gadar olmuştur. Büyük bir yüz karasıdır. Türk ruhu kırılmamız, ama iktidar değişikliğine yönelmişken, çağreyi barışçı göçte aramıştır.

Bugünkü HÖH / DPS önderleri 1990’dan beri izledikleri politikayı “Yürüyebilen yürüsün, yürüyemeyen sürünsün gitsin!” sentezine dayandırdılar. Yürüyemeyenleri süründürüyorlar, ama nereye kadar?

Reklamlar