Oya CANBAZOĞLU

 

Yılın olayı üstüne düşünceler:

Soydaşlarımız ve Bulgaristanlı Türkler ve Müslümanlar için 2014 yılında en önemli olay,

18–20 Aralıkta İstanbul’da gerçekleştirilen “Etnik Temizlik ve Kültürel Soykırım”  sempozyumudur. Türk ve Bulgar demokrat aydınlar, totaliter düzene karşı mücadelenin en ağır yükümü taşıyan mahkûmlar, “Belene” ölüm kampı kahramanları, bilim adamları ve yeni toplumda hareket motoru olan sivil toplum örgütleri son 30 yılda ilk kez bir araya geldiler. Bulgar toplumunun demokratikleştirilmesi gibi tarihsel bir sorunun çözümü konusunda birlikte düşündüler ve yol çizdiler.

Bizim için “Etnik Temizlik ve Kültürel Soykırım” dendiğinde Bulgar demokratik kamuoyunu oluşturan temsilcilerin, demokratik kamuoyunun ne anladığı çok önemlidir.

İstanbul, Zeytinburnu’nda gerçekleşen forum bu konuya ışık tuttu. 30 konuşmacı Etnik Temizlik ve Kültürel Soykırım’ın Bulgaristan örneği üzerinde görüş beyan etti ve çakışma, yakınlaşma ve birleşme noktaları tespit edildi.  Mağduru olduğumuz 20. yüzyıl Bulgaristan trajedisinde son 30 yılda Bulgar toplum temsilcileri ve Türk ve Müslüman halk topluluğu arasında aynı masaya oturacak, aynı kürsüden aynı acı konular üstüne görüş beyan edecek ve geleceğe bakan yeni pencere açma çabalarında hepimizi birleştiren yolu arayacak güçlerin birbirini bulamaması, temas kuramaması, hem dikkat çekici, hem de üzücüdür. Bu bakıma HÖH-DPS partisinin üzerine düşen ödevleri yerine getirmediği gün gibi ortadadır.

Bu konuda İstanbul’da artık üçüncü sempozyumu düzenleyen ve Bulgar demokratik kamuoyu temsilcilerinin de yoğun katılımını sağlayan BULTÜRK Derneğinin amaca yönelik başarılı çalışmaları övgüye değer ve tüm emeği geçenleri kutluyoruz.

Forumda, ana raporu sunan BULTÜRK Genel Başkanı Sayın Rafet Ulutürk, Bulgar halkının ve demokratik güçlerinin izzet ve haysiyetini ön plana çıkararak, Bulgar toplumunun aşamadığı “ulusalcılık”, “tek ulus tek devlet”, etnikleri eritme ve Bulgarlaştırma gibi politik uygulamalarını derin irdeleme süzgecinden geçirdi. Hazır bulunan Bulgaristanlı demokrasi eylemcilerine “birlikte olalım!” derken, bundan böyle hiç ayrılmadan beraberce yürüyelim çağrısında bulundu. Bu çağrı forumda büyük destek buldu. Dikkatleri üzerine topladı.

Trajik olaylara, etnik temizlik sorununa ve kültürel soy kırımda esaslı analiz bazında ışık tutulurken, ortaya çıkan sorunların kaynaklarına inildi.

Bulgaristanlı Türklerinin etnik kimliği üç oluşturucu unsurun bütünlüğünden oluşur:

Bir: Soy, boy, kök kimliğimiz. Biz Türk boylarından gelenleriz. Yerleştiğimiz topraklar Bulgaristan devlet sınırları dahilindedir. Anadilimiz Türkçedir. Biz Türk kimliğine ait olan özellikli çizgi ve niteliklerini taşırız. “İnsanın adı neyse, kendisi de odur” diyenlerin haklı olduğunu kabul ederek, Türk adı taşıyan Türkleriz. İsimlerimizin ve soyadlarımızın değiştirilmesiyle, mezardaki yakınlarımıza, ecdadımıza da Bulgar ismi vermek suretiyle 1984’ün Aralık ayının 23. gününde, yani bundan 30 yıl önce zorla ve zulüm ederek hiç istisnasız hepimizin devlet sicilinden Bulgaristanlı Türkler olarak silinmesi sürecine geçildi, Başlatılan bize karşı her yönlü soykırımdı. Çok kurban vermemize rağmen, bu işi “gönüllü” yaptığımız havası yaratıldı. İnsan haklarımızı topyekûn yok eden bu cinayet bugüne kadar cezasını bulmadı. Zulüm edenler ayaktadır. İktidar koltuklarında oturmaya devam ediyorlar. Bulgarlaştırma-mızı asla kabul etmeyip 1989 Mayısında ayaklandık. Yeni bir saldırıyla topraklarımızdan sökülüp atıldık, 500 bin Türk sınır dışı edildik. Bu da bir başka etnik temizlik biçiminde gerçekleştirilen farklı bir soykırımdır.  Bizi biz eden karakter özelliklerimiz Vatansız kaldığımızda soldu ve giderek hayat gücünü yitirdi. Aynı zamanda bizleri diğer etniklerden ayırt eden özgün karakter çizgilerimizi her zaman korumaya gayret gösterdik. Farklılıklarımız, bizim bir bakıma Asya ve Avrupai tip insan olarak tüm diğer halk topluluklarıyla kardeşe, hoşgörü içinde iyi geçinmemize ve beraber yaşamamıza asla engel olmadı. Görüldüğü üzere, belki 800 yıl, belki de çok daha uzun bir sere komşu olarak beraberce yaşadığımız topraklarda hiçbir etnik çatışma çıkmaması uyum sağlayabilen bir kimlik soyundan geldiğimize en büyük kanıttır. Türklerin güvenilir insan, Müslümanlarla yaşamanın zevk verici olduğu ilişkilerimizde doku olmuştur.

İki: Bizim Türk kimliğimizi oluşturan çok önemli öğelerden biri dinimizdir. Biz İslam dinine mensubuz. Bizim Tanrımız Allah’tır. İçinde bulunduğumuz medeniyet aşamalarında Müslümanlığımız, yaşam biçimimizi belirlediği gibi yaşayış kuram, norm ve usulüne ahlaki düzende, nizam intizamda temel olmuştur. Özünde barış, huzur ve insan kardeşliği taşıyan İslam, bizim Bulgaristanlı Türkler ve Müslümanlar olarak çağdaş Avrupa uygarlığına uzanmamıza, bu yolun yolcusu olan Hristiyanlarla ve diğer dinlerden kardeşlerimizle birlikte ilerlememize hiçbir zaman engel olmamıştır. Avrupa’ya da uygarlıklar ışığının Doğu’dan yani İslam dünyasından taşındığı dikkate alındığında, Müslümanlar olarak Avrupalı olmamıza hiç bir engel yaratmaması gerekirdi. Bununla birlikte İslam dininle dünyaya yayılan kültür, adalet anlayışı, insanlar arasındaki hak eşitliği, devlet ve adalet yapısı ve tüm ırklara, dinlere ve kültürlere eşit yaşam sağlama, başka etniklere muhtaç olmadan onlarla birlikte olabilmemiz ve yaşarken üretip yaratmamıza daima kabı açan bir gerçektir. Genel İslam yaşam normları içinde Bulgaristanlı Türklerin kalabalık halk topluluğu Sünni-Hanefi’dir. Bu durum kendiliğinden birçok özelliği ön sıraya çıkarır. Seküler bir devlette ve Hristiyan bir toplumla iç içe yaşayışları onları birçok alanda etkilemiştir. Etnik temizlik zulmü dinimizin yani İslam ve kurumlarının da topraklarımızdan kısmen sökülüp atılması gibi sonuçları beraberinde getirdi. Din okul ve enstitülerimiz dönemli olarak kapandı. Camilerimiz yıkıldı, bunların onarılmasına bile izin verilmedi. Ezan sesine varana kadar ibadetimiz kısıtlandı. Zaman zaman tamamen yasaklandı. Müslümanlar hor görüldü. Aşağılandık. Bunların tümü temel insan hakkı olan – istediğin dinde ibadet etme hakkına – hep bir saldırıydı. Bu bir bakıma vatan topraklarımızın Müslümanlıktan arındırılması ve İslam varlığının yok edilmesini hedefledikçe, dinimizi soy kırım niteliği aldı.

Üç: Biz özgün öz kültürü olan bir etnik halk topluluğuyuz. Kültürümüz, etnik ve dini kültürümüzün geleneksel kaynaşmasından oluştuğu gibi, bir bütünsellik arz eder. Öz kültürümüzün özgün yanları Bulgaristanlı Türkler olmamıza bağlı olduğu kadar, Bulgaristan Türkü olmamız için de belirleyici olandır. Özgün çizgilerinde Bulgaristanlılığımız yaşar. Özgünlüğümüz yaşam biçimimizde, üretim tarzımızda, adet ve geleneklerimizde, sözlü ve yazılı yaratıcılığımızda, edebiyat ve sanatımızda kendini gösterir. Etnik kültürümüzle ile dinsel ahlakımız bir bütündür. Aleni kültürel geleneklerimizin ağırlıklı kısmı Müslümanlığımızdan kaynaklanır. Biz, halk yaratıcılığı, efsanesi, masalı, hikâyesi, öyküsü, fıkrası, taşlaması, manisi, nameleri, şarkı ve türküleri, sahne oyunları, aile yaşamı gelenekleri, bayramları, dini adet ve gelenekleri, ozanları, şair ve yazarları, kahramanları ve takdir edilerek anılan özellikleri olan bir halk topluluğuyuz. Yazı dilimiz Latin alfabesine, anlatım dilimiz yerel ve edebiyat Türkçesine, aile, üretim, iletişim ve kamu dilimiz resmi Türkçeye uygundur. Aynı zamanda biz Bulgar devleti sınırları içinde yaşadığımızdan dolayı resmi dil olarak Bulgarca yazım ve konuşma dilini de kullandığımız için iki dilli bir halk topluluğuyuz. İki dili de iyi kullanmamız bizim Türk ve Müslüman kimlikli olmamıza engel değildir. Aile, sosyal ve kültürel yaşamımızda lehçelerle edebiyat dilinin ve öte yandan da Bulgar dilinin sık sık birbirine karıştığı bir iletişim ortamını yaratanlar da kendimiz iz.

Unutamadığımız doruklarımız yeni hedeflerimizdir:

 1950’lı yıllarda Sofya Üniversitesi’nde Türkçe eğitim veren 5 fakültemiz bu kadroları yetiştiriyordu. “Bulgaristan Türklerine Mahsus Radyomuz” günde beş saat yayın yapıyordu. TV programımız açıldı. Türkçe haftalık çocuk, gençlik ve parti gazete ve dergilerimiz, kitap, çeviri eserler,  okul kitabı yayınlayan bir basın yayın merkezimiz, her köy ve kasabada Türk sanat ve özenci sanat gruplarımız, kütüphane ve ilkokul, ortaokul ve lise düzeyinde okullarımız vs. vardı. Halk topluluğu geleneklerimiz olduğundan, totaliter düzen tüm kültürel edinim ve haklarımızı, öz kültürümüzle yaşama, yaratmamızı, özgün ahlak ve kültürümüzü hedef aldı. Rejimlerin getirdiği kısıtlamalar kazanımlarımızı yeni kuşaklara devretme haklarımızı engelledi. Ezilmişliği kabul etmeyince ayaklanma yolunu seçtik, göçe zorlandık ve halen haklarını ve özgürlüklerini elde edememiş, manevi hayatta her şeyden yoksun olan bir halk topluluğu durumundayız.

İstanbul sempozyumuna katılan Bulgar aydın, demokrat ve özgürlük savaşçıları Bulgaristan Türklerinin esir durumda ve çok ağır koşullarda bulunduğunu tanıyarak, ortak demokrasi mücadelesinde birleşme zorunluluğu ve ülkemizde eşit adalet sağlama yolunun bir olduğu görüşünü savundular. Vurgulanan bir nokta da, “Bulgarlaştırma” zulmünden Bulgar halkının değil, totaliter zulüm uygulayan T.Jivkov rejimi olduğu görüşünde ortak nokta bulunması oldu. Bulgaristan’da totalitarizm hurdasının çöpe atılamadığı gerçeği ortak görüş oldu. Bulgar demokratlar ve aydınlar, insan hakları hukukçuları Hak ve Özgürlükler Hareketi yönetiminin totaliter rejim kalıntılarının ömrünü uzatan bir politik çizgi izlediğini defalarca vurguladı.

İstanbul’da işte böyle bir temel atılırken, HÖH liderleri 26 Aralıkta “Türkan Çeşme Anma Töreninde” tamamen farklı bir hava estirdiler.  Olayın gelişimi şöyle oldu.

23 Aralık 1984’te tankla topla, asker ve polisle, devlet ve yargı adaletin elinde cop olup, bizi öz vatanımızdan söküp atan “Bulgarlaştırma, Etnik Temizlik ve Kültürel Soykırım” resmen başladı. Zorlanarak, çekiler içinde süründürülerek sindirilmemiz ve köklerimizden koparılmamız tam beş yıl arasız baskı ve terörle elde edildi. Zulümcü politika asla gerilemek istemiyordu. Gözünü karartmış gerçekleri göremez ve dünyadan gelen uyarı seslerine sağır kalıyordu.

Bulgaristanlı Türkler ve Müslümanların politik bilinçlenmesi bu ağır şartlarda oldu. Sürgünde ve hapishanelerde kırktan fazla politik gruplaşma oluştu. Bunların arasında 1989 Ayaklanmasında öncü, örgütleyici ve yönetici rol oynayan ve en fazla kurban veren Demokratik Birlik insan hakları teşkilatının Genel Sekreteri Sabri İskender İstanbul forumu kürsüsünden, Ahmet Doğan ve Lütfü Mestan’ı hainlikle suçlarken, aldatılmaya devam edildiğimizi, uyanmamız ve Bulgar demokratik örgütleriyle birlikte hareket etmemiz çağrısında bulundu.

Sussak da biz gerçekleri biliriz:

Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının kimlik ve haklarının iadesi direnişlerinin en büyük politik eseri Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS) örgütünün kurulmasıdır. Bu partiyi iktidar ortaklığına yükselten bizleriz. Ne yazık ki artık 25 yıldır HÖH partisi bizim hiçbir sorunumuzu çözmeye yanaşmıyor. Her iş onun eline bulaşıp kalıyor. Ana problemlerimiz – işsizlik, üretimlerimizin durması, pazarlarımızın tıkanması, yoksulluk, ana dilimizde okul, kültürel edinimler, ibadet özgürlüğü, iletişim edinimlerimiz olmaması, vakıf ve müftülük mallarımızın geri verilmemesi vs. – yıllar yılı çözümsüzlükler içinde kıvranmaya devam ederken, HÖH-DPS partisi balon gibi şişip yanmayan bir lamba gibi duvarda asılı duruyor.

Evet hayat bir müze değildir. Yanmayan ve hayatımızı aydınlatmayan lambanın duvarda sisli sisli durması bizce de anlamsızdır. Bu iş neye benziyor biliyor musunuz: Bahçe avluları arasında çit tutan kuru ağaçlar olur. Kesip kışlık odun yapsan yerine kazık kakmazsan çit düşecek, dursa bir işe yaramaz, işte öyle bir fonksiyon üslendi son yıllarda HÖH partisi. Başkalarının dertlerinden baş kaldıramaz oldu. Bizde yumurtlamayan tavuk kesilir.  Bu iş bir de neye benziyor biliyor muzunuz?:

AHIRDA BİR ÖKÜZ BESLERSİN, AMA HAYVAN DELİBAŞ, ÇİFTE KOŞSAN ÇİZGİ TUTMAZ, ARABAYA KOŞSAN YOL BİLMEZ, DİH DESEN İLERİ GİTMEZ!

İşte HÖH’ün durumu bu. Parti “kurucusu” insan arasına çıkıp selamlaşamaz, bir kahve içemez duruma geldi. “Türkan Çeşme”de de yoktu, buralara bile gelemez oldu.

Bütün konuşmaları okudum. Hedefe 10 numara isabet eden 5 cümle yok. Bu parti son zamanda her şeyi yanlış anlıyor, yanlış anlatıyor ve halkı yanlış yönlendiriyor. Bir yandan insanımızın kısmetine hava da açıktı ve Cuma gün “Türkan Çeşme Anma Törenine” herkes geldi. Her zamanki gibi can kulağı ile dinledi. 2 saat konuşuldu. Fakat Halk ateşlenmedi, tam kıvılcımlanacak duruma gelirken, büyük gafı L. Mestan yaptı. Kırdığı pot şudur:

Çocuklarımıza anadilimizi öğretmek, ana-baba vazifemizdir. Anadilini öğretmeyecektin de neden doğurdun sorusuna cevap veremeyen, sonunda can veremez!

Yıllar önce- ne derdin lider olmadan önceydi tabi. Bu halkla dalga geçmek demektir; hatırlatırız Kırcaali Gluhar-Sallar köyünde ne yapacaksınız Türkçe’yi İngilizce öğretin çocuklarınızı diyen sen değil-miydin!

İn ayısı Ahmet Doğan’ın 2 yıldan beri icra müdürlüğünü yapan bu arkadaş konuşmasında her şeyi bıraktı ve insanlarımızın çocuklarını (60 bin Türk evladı) Türkçe dersine göndermediğinden yakındı. Ne ki, müdüre “oy” lazım olunca ya da mitingleri kalabalık toplamak için insan lazım olduğunda köyleri, mahalleri haneleri birer birer geziyorsun. Muhtarların, parti sekreterlerin kapı kapı dolaşıp “oy” dilenciliği yapıyor. Otobüslerde biletleri ödüyorsun, sandviçi büyüklerinden dağıtıyorsun! Herkesten HÖH’e oy istiyorsun.

Yaptığına karşı değiliz, ama bunları yaptığın gibi her bir Türk ana babayla tek tek konuşmalısın, her birinden evladını Türkçe dersine mutlaka göndermesini isteyeceksin ve hiç istisnasız gönderteceksin. Bu işin başka çaresi yok. Halk şaşırmış durumda, insanımız herkes tarafından korkutuluyor. “Okusa da ne olacak!” deyenler çoğaldı. “Türkçe konuşanların başı dertte!” dilleniyor. Sen bir Bulgar dili hocasısın. Bu işleri bilirin! Yan kırma, işine iyi bak lütfen!!! Senin bu işin tüm öteki vazifelerin arasında en öncelikli olmalıydı sadece mitinglerde değil. İşin bayraktarı olacaksın!

Bu işte özgürlük, seçme hakkı, seçimli ders falan olamaz. Bizim ana dilimizi öğrenmemiz engellemek için bu taktik, caydırıcı uygulamalar daha 1962’den beri uygulanıyor. Onlar bizimle uğraşmaktan bıkmadı. Dava eski davadır. Mücadelemiz gerekirse her gün yeniden başlayacak! Her okulumuzda Türkçe öğretmenimiz olacak. İçinde edebiyat ve dil bilgisi olmayan Türk kültürü olamaz! Edebiyatımız kimliğimizin ana dokusudur. Bu, var olma ya da yok olma kavgamızdır. Yapamıyorsanız, yorulduysanız, yapamayacaksanız, herkes yoluna gitsin, amma unutma sen de köyüne!!!

Türkçemizle açılan yeni imkân ve sınırsız olanak dünyasının başka bir dille açılamadığı ve açılamayacağı anlatılacak! Türkçemiz bizim dokumuzdur, mayamızdır, özümüz ve ruhumuzdur. Biz Türkçe severiz, sevişiriz, Türkçe doğurur ve Türk gibi yaşarız, Türk gibi öleriz…

Sen bu işin neresindesin? Öğretmen olduğun yılları unutma! Ha o zamanları sen karşı taraf tadın.

Samimi olalım AİHM ajanlara tazminat ödetmez. Oyuna gelmeyelim:

“Türkan Çeşme” başında seni dinleyenlerin canını sıkan şöyle bir olay da oldu. Karşı dağlara, köyüne doğru bakıp el, kol, yumruk sallarken belki gözden kaçırmışsındır. Türkçemizi doyurucu konuşmasan da, danışlı dövüş gibi olsa da, “saray kurdu”ndan gelen emirlere uyan bir makamla, sözde valiler sana 12.500 leva “Türkçe konuştu”  diye cezası kesmişler. İnsan bilmediği bir dili nasıl konuşur orası da anlaşılır gibi değil de… Sözde hakkında açılan davaları kaybetmişsin ve işi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) taşıyacakmışsın!

Sen çok sahtekâr birisin ajan “Pavel”!  Anlaşılan sen evde, ajan “Sava”de “saray ininde” anlaşılan ince hesap yapmışsınız. Türklerde Kahraman olmak kolay değil. “Sava” bu iş için hapishanede gün saydı. Kuşkusuz senin de bir şeyler yapman gerekiyor. Ne yazık ki, bu defa da “Kral Çıplak” olduğu hemen göründü. Hesaplarınızda ana dilimizi öğrenme, kullanma ve öz kültürümüzle yaşama hakkımızı AİHM mahkemesinde incecik ipte sallandırmak, ya “yasaklandı ne yapalım” ya da “ben kurtardım, hakkımı isterim” demek istiyorsun. Çok alçaksın çok!

Bu, Bulgaristan Türklüğünün doğal haklarıyla, adalet umuduyla, kaderiyle kumar oynamaktır. Eğer bu mahkeme, “İcra müdürü” Lütfü’nün Türkçe diploması ya da Türk dili sertifikası olmadığından, Türkçe konuşmasının yasal olduğunu kabul etmez, dinleyicileri son 50 yılda Türkçe okul görmüş olmadığından, kendilerine Türkçe konuşulsa da anlayabilecek durumda olmadıklarından,  sena yazılan sözde “cezalar” bir defalık olmak üzere, “af edilse”  ama bundan sonra AİHM’ne benzer yeni dava dosyaları gelmesini önlemek için Bulgaristan’da Türkçe konuşulması kesin yasaktır” gibi bir karar yayınlarsa, ne yaparız!?” Senin kendi cahilliğinizi bizimle karıştırmaya ne hakkın var ki! Bu durumda zaman kaybetmeden hemen git önce Volen Siderov’a, ardından Valeri Simyonov’a ve bir de Karakaçanov’a öptür kendini. Onlara hizmetlerin son derece büyük oldu! Bizim ırkçıların kısmeti de çok açık be birader. Diyecek başka hiç bir şey bulamıyorum.

Sinsi oyunları biz biliyoruz:

Sen bilmeyebilirsin tabii. Öğretilse bilirdin de. Bulgar Filolojisinde böyle şeyler öğretilmez. Şu senin yüzlerine güldüğün ardından sözde tükürdün Siderov, Simyonov ve Karaçanların dedeleri vaktiyle Osmanlı’nın II. Meşrutiyet meclisinde milletvekili idiler. Bu vekillerden biri olan Yane Sandanski Osmanlı meclis kürsüsünde, senin Sofya meclis kürsüsünde hiçbir baltaya sap olmayacak şekilde konuştuğun gibi, nefretle hatiplik ederken, ses kısılmasından 3 kez hastanelik olmuştur. Olay 1876’dandır. Sandanski Osmanlı Sultanı Abdülhamit’i Rusya ile savaşa kışkırtmaya çalışmıştır. Kafasında kaynayan umutsa, Osmanlıyı savaşa itmek ve toprakları parçalanınca Bulgaristan’ı imparatorluktan koparmaktı. Öyle de olur. Sen ise şimdi, “bakın beni cezalandırdılar”,  12.500 leva çok para, yandım falan filan velvelesine kapılmışsın, tam o “eski kurtlar gibi içten pazarlıklısın” , hele şu AİHM tuzağının ardındaki hileyi çok iyi düşünmüşsün. Ananın zahmet edip sana öğretmediği AİHM’den istemeye de pes vallahi. Bu defa seninle birlikte “2014 -Türkan Çeşme” mitingine gelemeyen, halkımızın yüzüne bakacak onuru olmayan, şerefsizliği boyunca akan işverenin durumundaki o bilinen  “saray tilkisi” halkımıza çok oyunlar oynadı, hepimizi çok kandırdı, nice komplolar çevirdi, sayısız tuzak kurdu. Lütfen sen bunu yapma. O karşına dikilmiş, ağzından hayırlı bir söz bekleyen insancıklarla senin köydeşlerin, hemşerilerin, son gideceğiniz yer aynı kabirlik…

İsteklerimize gerçek yön verelim:

1989 yılının Ağustos ayının 1. gününde, sen o zaman başka işlerle meşguldün,  Bulgar bankalarındaki sıcak paranın % 33’ü Türklerin hesaplarındaydı. Birkaç gün önce oyunuzla kabul edilen 2015 Bulgaristan Bütçesi 30 milyar levadır.  25 yılda Bulgar bütçesi büyümedi. Yani bu paranın üçte biri yani 10 milyar levaya tekâmül eder. Bu para 1989 yazında 72 günde insanlarımız toprağından sökülüp vatanlarından dışarı atılırken yol parası, ceza parası, su parası, tuvalet parası, pasaport parası vs. derken uçtu gitti, eridi bitti. Sen AİHM’ DE dava açacaksan bu paralar için aç, 10 milyar leva az para değildir. O zaman bak halkım nasıl sever seni! Halkımıza zorla çarçur ettirilen paraları geri isteyelim! Hayır dualarına vesile ol! Hem de o mitingde sana baktıkça şaşan, şaştıkça üzülen, üşüdükçe içten içe şok geçiren ve sonunda eve dönerken otobüsü bulamayanları şu devletten “1984–1990 arası çok çektik” parası alacakları var. Hepsinin hesabına 20 000 leva yatması lazım. Lütfen şu işi hallediver. Unutma lütfen. Bir çekirge bir sıçrar, iki sıçrar ve üçüncüde düşer. Her sesin yankısı, her etkinin tepkisi vardır. Başa gelene acı gelen de odur.…

Siz HÖH-DPS partisini nasıl tanıyorsunuz sorusuna verilen son yanıtlar:

Miting yapıyor, oy topluyor, pilav yediriyor, iş yapmıyor!

Davamız, bir günlük, bir haftalık, bir yıllık ya da on yıllık bir uygulama değildir. Asır boyu hasır altından ve üstünden gelen, yayılan, boğan ve her an kimliğimize saldıran bir zalimlik sorgulayışıydı. Bazı miting konuşmaları da bu siyasetin hala devamıdır.

Ve bu asırlık amansız saldırıda yukarıda açmaya çalıştığım soyumuz, dinimiz ve kültürümüz hedefli dur durak bilmeyen hışım, 2014 Aralığında İstanbul 3. uluslar arası sempozyumunda ilk kez BULGARLARLA BİRLİKTE MASAYA YATIRILDI. Masaya oturmadan, uzlaşmaya varmadan, ortak hedefleri belirlemeden ne öfke ne nefret diner, ne de düşmanlıklar durulur. 18- 20 Aralık 2014 İstanbul buluşmasında yeni bir tarih sayfası açabildik! Tek taraflı mitingler ancak bıçak bilemektir. Yaptığımız ortak forum 2014’ te ulaştığımız en büyük başarımızdır. Mücadelemiz derin öz anlam kazandı: BİRLİK OLALIM!

ARTIK KONUŞANLARLA DEĞİL, İŞİ YAPANLARLA BERABER OLALIM!!!

Reklamlar